38. Bölüm

37. Bölüm

Damla T.
damla___0

Düğüne yalnızca saatler kalmıştı, ancak odadaki atmosfer, bir kutlama yerine bir cenazeyi andırıyordu. Baran, elindeki sigaradan derin bir nefes çekerek başını hafifçe yana eğdi ve sessizce iç geçirdi. Gözleri Arslan’a odaklanmıştı, ama sanki onun yüzünde değil de, başka bir yerde bir çözüm arıyordu.

"Keşke bir kere bizi düşünseler abi," dedi, sesi hem kırgın hem de öfkeliydi. Elindeki sigarayı küllüğe bastırıp söndürdü. “Hep birileri için fedakârlık yapmak zorundayız. Sırtımıza yükledikleri yükün sonu yok.”

Arslan ise sessizdi. Kollarını göğsünde kavuşturmuş, odanın köşesindeki pencerenin önünde dimdik duruyordu. Gözleri dışarıdaki manzaraya dalmıştı, ama aklındaki düşüncelerin yoğunluğu yüzünden okunuyordu. Derin bir nefes aldı, ama bir şey söylemedi. Sanki kelimeler boğazına düğümlenmişti.

"Abi," dedi Baran, bu kez daha sert bir tonla. "Beni duyuyor musun? Hep onların istediklerini yapmak zorunda mıyız?"

Arslan yavaşça Baran’a döndü. Yüzü ifadesizdi, ama gözlerindeki yorgunluk ve çaresizlik açıkça görülüyordu. "Baran," dedi, sesi alçak ama kararlıydı. "Biz bu aşiretin çocuklarıyız. Bizim kaderimiz, bizim seçimimiz değil."

"Ne kaderi abi?" diye patladı Baran, yerinden doğrularak. "Bu kader değil, bu bir lanet! Hep aynı döngü. Kan, düşmanlık, fedakârlık. Ne zaman bitecek bu?"

Arslan, Baran’ın öfkesini anlayışla karşıladı. Derin bir nefes aldı ve bir adım ileriye yürüdü. Elini kardeşinin omzuna koyarak, “Baran,” dedi, sesi bu kez daha yumuşaktı. “Bu mesele sadece bizimle ilgili değil. Eğer bunu çözmezsek, kan dökülecek. Daha büyük acılar yaşanacak.”

"Yine biz feda olacağız yani," dedi Baran, gözlerini yere dikerek. “Yine bizim hayatlarımız mahvolacak. Ama kimin umurunda, değil mi? Hep başkalarını düşünmek zorundayız.”

Arslan bir an için durdu, sonra kardeşinin omzunu sıktı. "Sence elimden bir şey geliyor mu? Ben çok yoruldum Baran," dedi. "Birileri hata yapar, bedellini biz öderiz. Birileri sefa sürer cefasını biz çekeriz, bize bunu hak görmüşler." Baran'ın kasılan bedeninde öfke vardı, öfkesi çaresizliğindendi "Benim gönlümde bir başkası varken bu evlilik nasıl olacak abi, akıl mantık işi mi bu!? Ya ben sen değilim abi, ben gönlümde bir başkası varken yanımdakinin sevdiğim değil de başka biri olmasına izin veremem!" Arslan bir anlık bir öfke patlaması yaşadı ancak öfkesi Baran'a değildi, ailesine ve onlar adına yaptıkları seçimlereydi "Kelimelerine dikkat et," dedi sertçe, "yanımda karım var. Benim zamanımda olan şeyler silindi gitti, ama şimdi yanımda Ayla var. Ve ben onu deli gibi seviyorum."

Baran’ın bakışları bir an bana döndü, sonra özür dilercesine başını eğdi. "Yenge, kusura bakma," dedi mahcup bir sesle. "Ne dediğimi bilmiyorum ben."

O an Baran’a kızamadım. Onun acısı, bizimkinden farklı değildi. Ama yine de kendimi güçlü göstermem gerekiyordu. "Baran," dedim, gözlerimi ona dikerek, "Senin yaşadıklarını anlıyorum. Bu baskı, bu yük... Hepimiz için aynı. Ama unutma, herkesin bir yolu var. Bazılarımız kendi yolunu seçemiyor."

Baran, gözlerini benden kaçırdı. "Yenge," dedi sessizce, "Senin bu ailenin içinde olman... Senin gibi biri için doğru değil, onlara göre fazla iyi yureklisin. Sen de onlar için bir fedakârlıksın. Zamanında senin babanda kendin,i ailesini kurtarmak için seni feda etti"

Sözleri yüreğimde bir sızı bıraktı ama bunu ona belli etmedim. Yüzümde sakin bir ifade ile karşılık verdim. "Belki öyle," dedim, gözlerimi Arslan’a çevirerek. "Ama bazı insanlar, sevdikleri için her şeye katlanmayı göze alır. Ve ben de bu yükü, Arslan’ın yanında olabilmek için taşımayı seçtim. Tabi Arslan'a aşık olduktan sonra, ilk başlarda benim için herşey çok zordu."

Arslan’ın gözleri benimkilerle buluştu. İçindeki sevgi ve minnettarlık o kadar güçlüydü ki, bir an için odadaki bütün ağırlığı hafifletti.

Baran başını eğerek, "Umarım bugün bir mucize yaşanır da, ben bu evlilikten kurtulurum," dedi kısık bir sesle. "Çünkü ben bu döngüde kaybolmak istemiyorum."

Arslan, elini kardeşinin omzuna koydu. "Kimse istemiyor Baran," dedi. "Ama bu aileyi ayakta tutmak için ne gerekiyorsa yapmak zorundayız. Şimdi git ve biraz dinlen. Düğüne hazır ol."

Baran, bir şey söylemeden odadan çıktı. Ardında bıraktığı sessizlik, odada kalan herkesi bir kez daha içine çekti. Gözlerimi Arslan’a çevirdim. Onun taşıdığı yükü hissedebiliyordum. "Baran’ın söylediklerini ciddiye almalısın," dedim, sesimde kararlılık vardı.

Arslan, ellerimi sıkıca tutarak bana baktı. "Biliyorum," dedi. "Ama bazen doğrular bile bizi kurtaramaz."

"Onu istemediği bir evliliğe, bir ömür mahkum edemeyiz." İstemsizce kaşlarını çattı "Bizim evliliğimiz de en başında bizim için öyleydi, birer mahkumduk. Ama bak şimdi-" sözünü keserek araya girdim "Arslan bu herkes için aynı olacak değil. Biz aşık olduk, onlarda olacak diye birşey yok." Başını salladı "Biliyorum Ayla. Sadece bende kendimi böyle avutuyorum işte, yoksa kardeşimin acı çekmesini başka şekilde, kendime yediremem. Ablamı kaybettikten sonra Baran çok daha değerli oldu gözümde."

Onun gözlerindeki yorgunluğa bakarken, içinde taşıdığı fırtınayı hissediyordum. Bu gece hepimiz için çok uzun olacaktı.

Saatler yavaş yavaş ilerlerken düğün zamanı gelmişti "Arslan oğlum git bir bak Baran'a hazır mı, düğün salonuna geçelim artık!" Arslan başını sallayıp bana döndü "Gel birlikte gidelim." Edip ağa Arslan'ın beni de yanına çağırmasına şaşkınlıkla bakarken, biz Arslan'la Baran'ın yanına çıktık. Baran çoktan siyah takım elbisesini giymiş, kravatını takmış oturuyordu "Hadi oğlum salona geçeceğiz artık, babam yine küplere binmiş zaten." Baran derin bir nefes aldı ve ceketini düzeltti. Yüzündeki ifadesizliği, içindeki fırtınaları gizlemeye yetmiyordu. "Tamam, gidelim," dedi, sesi yorgundu ama kararlıydı. Gözleri kısa bir anlığına Arslan'la buluştu. "Abi," dedi, hafif bir tebessümle, "belki dediğim gibi bir mucize olur."

Arslan, kardeşinin yüzüne baktı, ancak bir şey söylemedi. Yalnızca başını hafifçe salladı. İçten içe Baran'ın bu umudunun gerçekleşmeyeceğini biliyor gibi görünüyordu.

Beraber aşağıya inip yola çıktık. Düğün salonunun girişine vardığımızda içerideki gergin atmosfer yüzümüze çarptı. Konuklar yerlerini almıştı. Müzik henüz başlamamıştı ama salondaki uğultu, yaklaşan törenin ağırlığını hissettiriyordu. Baran adımlarını yavaşlatarak Arslan’ın yanında durdu.

"Abi," dedi fısıltıyla, "Şuan buradan geri dönüşüm yok biliyorum ama Allah aşkına bundan sonrasından kurtar beni."

Arslan elini kardeşinin omzuna koydu, gözleri kararlıydı. "Baran, eğer başka bir yol varsa, buluruz. Ama şu an yapmamız gereken neyse, onu yapacağız."

Tam o sırada Edip Ağa yanımıza geldi. Sert bakışlarıyla önce Baran’a, ardından bana ve Arslan’a döndü. "Hadi, vakit geldi," dedi. "Daha fazla beklemeye gerek yok."

Baran derin bir nefes aldı, bir an için gözleri dolu gibiydi ama kendini hemen toparladı. "Tamam baba," dedi sessizce.

Biz yürürken salonun kapıları açıldı. İçerideki herkesin gözleri Baran’a dönmüştü. Gelin, beyazlar içinde, sahnenin bir köşesinde duruyordu. Gözlerinde bir yabancının bakışı vardı; ne mutluluk, ne de heyecan. Sadece kabul edilmiş bir kaderin ağırlığı.

Baran, ağır adımlarla sahneye doğru ilerledi. Herkesin gözü onun üzerindeydi, ama onun gözleri başka bir yerdeydi. Adeta bulunduğu ortamdan kopmuş gibiydi.

Ben, Arslan’ın yanında dururken, elim istemsizce onun eline uzandı. Göz göze geldik ve onun bakışlarından anladım ki, o bu durumdan hiç memnun değildi. Ama yapabileceğimiz bir şey yoktu.

Baran ve gelin sahnede yan yana durduklarında klasik nikah töreni başladı. Konukların sessizliği, odadaki gerilimi daha da artırıyordu. Baran’ın sesi, evet derken güçlükle çıkıyordu. Ardından gelin de aynı kelimeyi tekrarladı.

Tören sona erdiğinde, Baran’ın yüzündeki ifade beni derinden yaraladı. Bu, onun için bir zafer değil, bir yenilgiydi. Gözlerimle Arslan’a baktım ve o da benimle aynı şeyi hissediyor gibiydi.

Düğün kalabalığında Baran bir an için uzaklaştı. Arslan, kardeşini aramak ister gibi etrafa bakındı. "Bir şeyler yapmalıyız," dedim sessizce, onun yanında durarak.

Arslan derin bir nefes aldı. "Baran'ı kaybetmek istemiyorum," dedi kararlılıkla. "Ama her ne yapacaksak, zamanında yapmalıyız. Daha fazla geç olmadan." Düğün bir cenaze töreninden farksızdı, Baran Füsun'la hayalini kurduğu günü bir başkasıyla yaşıyordu.

O an anladım ki, bu sadece Baran’ın değil, hepimizin savaşıydı, bu aşka inananların savaşıydı. Ve bu savaşta herkes bir şekilde bir şeylerini kaybedecekti.

Öyle böyle bu gece düğün bitti, herkes huzursuzca evlerine dağılırken, bizde yavaşça konağa geçtik "Odaya geç Baran." Baran avlunun bir köşesinde oturmuştu, Edip Ağa'nın sözleriyle başını kaldırdı "Odaya mı geçeyim, söylesene odaya geçip ne yapacağım!?" Edip Ağa’nın bakışları sertleşti. “Ne demek ne yapacağım? Karın içeride seni bekliyor,” dedi, sesi buyurgandı. Salondaki herkesin önünde sessizliğini koruyan Baran, şimdi içinde biriken öfkeyi bastırmakta zorlanıyordu.

Avlunun taş zeminine yumruğunu vurdu, sesi gecenin sessizliğinde yankılandı. “Beni bir kafese koyar gibi odaya mı yolluyorsun, baba?” Gözleri alev alevdi. “Ben bir mahkûm muyum? Bu, benim hayatım değil mi?”

Edip Ağa’nın yüzü gölgelendi, ama sesinde en ufak bir yumuşama yoktu. “Sen bu ailenin oğlusun, Baran! Hayatın sadece sana ait değil. Aşiretinin şerefini düşünmek zorundasın.”

Arslan bir adım öne çıktı. “Baba, bu gece için yeterince baskı yaptın. Baran’ın biraz nefes almasına izin ver.”

Edip Ağa, Arslan’a döndü, gözleri kısıldı. “Sen de fazla ileri gitme, Arslan.”

Arslan geri çekilmedi, babasının gözlerinin içine baktı. “Baran’a biraz zaman ver,” dedi kararlı bir sesle. “Zaten evlendi, artık olan oldu. Ama şu an ona baskı yaparsan her şeyi daha da kötü hale getirirsin.”

Baran, nefes almak ister gibi gökyüzüne baktı. “Benim hiçbir şeyim kalmadı,” diye mırıldandı, sesi kısıktı ama yüreğindeki acıyı saklayamıyordu. “Beni sevmediğim bir kadınla evlendirdiniz, sevdiğim kadını elimden aldınız. Daha neyin savaşını veriyorsunuz?”

Edip Ağa, Baran’ın yüzündeki kırgınlığı gördü ama bunu umursamıyormuş gibi dik durmaya devam etti. “Hayat her zaman istediğin gibi gitmez, Baran. Bunu öğreneceksin.”

Arslan, Baran’ın yanına yaklaşıp elini omzuna koydu. “Şimdi bir şeyleri değiştiremeyebiliriz,” diye fısıldadı. “Ama bu böyle gitmeyecek, söz veriyorum.”

Baran başını kaldırdı, gözlerinde umutsuzluk ve kırgınlık vardı. “Geç mi kaldık, abi?”

Arslan bir an tereddüt etti ama sonra gözlerini kaçırmadan cevap verdi. “Belki... Ama savaş bitmedi.”

Edip Ağa, sabırsızca başını iki yana salladı. “Yeter artık, bu gece burada bitmeli. Baran, odana geç.”

Baran, önce babasına, sonra Arslan’a baktı. Sonunda derin bir nefes alarak ayağa kalktı. Ama hiçbir şey söylemeden konağın içine yürüdü. Ağır adımlarla, sanki her basamakta yükü biraz daha artıyormuş gibi...

Arslan ve ben, ardında kalan sessizliği izlerken, içimde fırtınalar kopuyordu. Baran’ın yüzündeki yenilmişlik, içime bir kor gibi düşmüştü. Bu düğün, bir başlangıç değil, bir sondu.

Ve biz, bu sona seyirci kalmayacaktık.

"Sen ne biçim bir babasın yaa, sen ağalığı evlatlarından üstün kıldın ya, yazıklar olsun. Sana yazıklar olsun baba. Ben asla senin gibi bir baba olmayacağım." Arslan’ın sözleri avluda yankılandı, gecenin sessizliğini bıçak gibi kesti. Edip Ağa bir an için dona kaldı, sonra yüzü gölgelendi. Öfkesi gözlerinden okunuyordu ama Arslan umursamıyordu artık.

“Senin için her şey aşiret, değil mi baba?” diye devam etti Arslan, gözleri babasının gözlerine kilitlenmişti. “Oğulların mutsuz olmuş, hayatları ellerinden alınmış, umrunda bile değil. Yeter ki aşiret ayakta kalsın, sende ağa olarak kal! Peki ya biz? Biz senin oğulların değil miyiz?”

Edip Ağa sert bir adım attı, sesi keskin ve buyurgandı. “Sınırını bil, Arslan! Ben bu aileyi ayakta tutmaya çalışıyorum. Aşiretimizin gücü, bizim fedakârlıklarımızla var oldu. Baran da bunu öğrenecek, sen de!”

Arslan’ın çenesi kilitlendi, elleri yumruk oldu ama kendini tuttu. Öfkesi kabına sığmıyordu, ama Baran’ın yaşadığı acıyı gölgede bırakmamalıydı. Derin bir nefes aldı, bir adım geri çekildi ama gözlerini babasından kaçırmadı.

“Hayatlarımızı mahvederek mi ayakta tutacaksın bu aileyi? Baran şu an içeride paramparça, biliyor musun? Sevdiği kadının yerinde başkası var. Ve sen onun sadece aşiretin şerefini düşünmesini bekliyorsun. İnsan gibi yaşamayı hak etmiyor mu?”

Edip Ağa’nın bakışları sertleşti. “Sevgiyle aşiret yönetilmez, Arslan! Bunu hâlâ öğrenemedin mi?”

Arslan acı bir kahkaha attı. “Hayır baba, senin gibi olmayı hiçbir zaman öğrenemedim. Evlatlarının gözlerindeki umudu öldürmeyi öğrenemedim. Beni affet.”

Gecenin içinde herkes sessizdi. Hizmetçiler, akrabalar, düğünden kalan birkaç kişi bu tartışmayı izliyordu ama kimse bir şey söylemiyordu. Edip Ağa derin bir nefes aldı, sonra başını iki yana salladı.

“Ne yaparsanız yapın, ama sonuç değişmeyecek,” dedi, sesi yorgundu ama hâlâ otoriterdi. “Baran evlendi. Bundan sonra bu konu kapanmıştır.”

Son sözlerini söyledikten sonra arkasını döndü ve ağır adımlarla konağın içine ilerledi. Arslan dişlerini sıktı, yumruğunu havada sıkarak güçlükle tuttu.

Ben hâlâ donup kalmıştım. Baran’ın bu evliliğe mecbur bırakılışı, Arslan’ın babasına karşı verdiği savaş… Her şey gözümün önünden film şeridi gibi geçiyordu.

Arslan başını gökyüzüne kaldırdı, derin bir nefes aldı. “Bunu böyle bırakmayacağız,” dedi kısık ama kararlı bir sesle.

Ona döndüm, sesim titriyordu. “Ne yapacağız?”

Gözleri karanlıktı, ama içinde bir kıvılcım yanıyordu. “Baran’ı bu esaretten kurtaracağız.”

İçimde bir ürperti hissettim. Çünkü Arslan’ın bu sözleri, büyük bir fırtınanın habercisiydi. Avlunun kapısı açıldığında ikimizde o yöne döndük "Ağam, Arslan Beyim." Sesi boğuk ve titrekti "Ne oldu Şerif?" Şerif hafifçe başını eğdi "Beyim nasıl söylenir bilmiyorum ama Meyra hanım," kaşlarımı çattıp tüm dikkatimi adama verdim "Beyim Meyra Hanım. Ee Meyra Hanım vefat etmiş, beyim."

Arslan’ın gözleri, duydukları karşısında bir anlığına boşluğa düşer gibi oldu. Sesindeki titremeyi saklamak için derin bir nefes aldı. "Ne diyorsun, Şerif?" diye sordu, sesindeki sertlik hala kaybolmamıştı ama gözlerindeki şok, her şeyden daha belirgindi.

Şerif, başını eğmeye devam etti, fakat kelimeler boğazında tıkandı "Az önce haberi geldi beyim, bizde yeni duyduk hemen size haber verdim bende."

Arslan, bir adım geri çekildi, sanki odaklanmakta zorlanıyormuş gibi bir ifadesi vardı. Az önceki gerginlik, bu anın önünde silinmiş gibi hissedildi.En son öğrendiğime göre kendine yeni bir hayat çizmişti ve mutluydu, neden kendine böyle bir şey yapmıştı.

Arslan’ın yüzü solgundu. Dudakları aralanmıştı ama tek kelime bile çıkmıyordu. Şerif’in sözleri havada asılı kalmıştı. Meyra... Meyra ölmüş.

Arslan, geriye doğru bir adım attı, sanki olduğu yere çakılmıştı. Gözlerindeki o anlık boşluğu, yüreğindeki fırtına takip etti. Hiç böyle görmemiştim onu. Şaşkın... Kaybolmuş... Acı çeken.

Elimi uzatıp koluna dokunmak istedim ama yapamadım. O an aklımdan geçen tek şey, onun neden bu kadar üzüldüğüydü

“Nasıl olmuş?” diye sordu Arslan, sesi neredeyse fısıltıydı ama içinde bir kırılma vardı.

Şerif başını eğdi. “Beyim… İntihar etmiş. Dün gece, evinde.”

Arslan’ın yumrukları sıkıldı. Gözleri, benliğindeki bir savaşı yansıtır gibiydi.

Kalbimde bir sancı hissettim. İçimde, kendimi bile korkutan bir kıskançlık büyümeye başladı. Onun bu hâlde olması… Üzülmesi… Nefes alamıyormuş gibi derin nefesler alması…

Meyra için.

Eski sevgilisi için.

Ben olsam, böyle üzülür müydü?

Derin bir nefes alıp gözlerimi sıktım. Yapmayacaktım bunu. Kendi kendimi zehirlemeyecektim. Ama… Ama onun yüzündeki o acıyı görmek, içimde bir şeyleri parçaladı.

Arslan bir adım daha attı, sonra gözlerini bana çevirdi. Gözlerimiz buluştuğu an, içimdeki zehir damla damla akmaya başladı.

Beni unutmuştu. O an, dünyasında sadece Meyra vardı.

“Sana ne oluyor?” dedim istemsizce. Sesim boğuk çıkmıştı ama öfkemi saklayamıyordum.

Arslan’ın kaşları çatıldı. “Ne demek bu?”

İçim kaynıyordu, ama bir yandan durdurmaya çalışıyordum. “Neden bu kadar üzüldün?”

Gözleri kısıldı. “Ne saçmalıyorsun, Ayla? Bir insan öldü, bir zamanlar hayatımda yeri olan biri. Bunu anlaman bu kadar zor mu?”

İçimdeki kıskançlık büyüdü. O kadar tanıdıktı ki bu duygu. Kendimi en son böyle hissettiğimde, Arslan’ın beni terk edip Meyra ile evleneceğini sandığım gündü.

Ama şimdi buradaydı ve onun gözlerindeki acının sebebi ben değildim.

Meyra’ydı.

Beni hiç böyle sahiplenmiş miydi? Ben ölseydim gözleri içi yanacak mıydı?

Bilmiyordum. Ama bilmek istiyordum.

“Evet, zor,” dedim. Sesim hırçındı. “Zor çünkü sen böyle üzüldüğünde, bir an için bile olsa, onun benim yerimde olmasını istemişsin gibi hissediyorum.”

Arslan’ın yüzü gerildi. “Ne saçmalıyorsun?”

Güldüm ama sesim titredi. “Bilmiyorum, Arslan. Söylesene, sen Meyra’yı hiç unutabildin mi?”

Sessizlik…

Gözlerimin içine bakıyordu ama cevap vermedi.

İşte o an, içimde bir şeyler kırıldı.

Ağzımın içinde acı bir tat vardı. Kendimi durduramazdım. Durdurmak istemedim.

“Ben olsam, benim için de böyle yıkılır mıydın?”

Arslan başını kaldırdı. Yüzüme uzun uzun baktı. Gözleri hâlâ şoktaydı, hâlâ üzgündü. Ama içinde bir şeyler daha vardı.

Sonunda, derin bir nefes alıp başını iki yana salladı. “Senin aklın mantığın alıyor mu, Ayla? Sen gerçekten bunu mu sorguluyorsun?”

“Elimde değil,” dedim. “Seni böyle görmek… Sanki ona hâlâ…”

“Kes!” diye kesti sözümü. Sesi öfkeliydi, ama içinde başka bir şey daha vardı. Kırgınlık mıydı?

Bir adım attı, aramızdaki mesafeyi kapattı. “Ben seni seviyorum, Ayla. Ama bir insanın ölümüne üzülmem, seni daha az sevdiğim anlamına mı geliyor?”

Yutkundum. Cevap vermek istemedim. Çünkü cevabım beni korkutuyordu.

Ama sonra Arslan daha da yaklaştı. Sesi fısıltı gibi çıktı.

“Sen olsaydın- boşversene seni seviyorum işte.”

İşte o an, gözlerim doldu.

Ama bu kıskançlık… İçimde kalmaya devam etti. Çünkü Arslan, Meyra için ağlamamıştı. Ama gözlerindeki o sönmeyen acı, bana yeterdi. Belki de en kötüsü buydu.

Arslan’ın gözleri uzakta bir yere kilitlenmişti. Meyra’nın ölüm haberi yüzüne soğuk bir tokat gibi çarpmıştı ve ben… Ben sadece ona bakıyordum.

Beni görmüyordu.

Yanındaydım, nefes alıyordum, ellerim titriyordu ama o gözlerini bile bana çevirmiyordu.

"Bu kadar üzülmene ne gerek var?”

Kaşları çatıldı. “Bir insan öldü, Ayla.”

“Sadece bir insan mı?”

Sustuk. Birbirimize bakıyorduk ama konuşmuyorduk.

Aramızda görünmeyen bir şey duruyordu.

Bir isim.

Meyra.

Gözlerim onunkilere kilitlendi. Ağzından çıkacak cevaptan nefret edeceğimi bile bile sordum.

“Onu hâlâ seviyor muydun, onu unutmamıştın değil mi?”

Arslan’ın gözleri anlık olarak donuklaştı. Kaçacak bir yer arıyordu.

Benimle yüzleşmek istemiyordu.

İşte bu, içimdeki zehri iyice dolaşıma soktu. "Onu hâlâ seviyor muydun, onu unutmamıştın değil mi?” diye tekrarladım. Sesim titriyordu ama durmadım.

Yutkundu. Gözlerini kaçırdı.

İşte o an…1

İşte o an her şeyi anladım.

Arslan’ın yüzüne alaycı bir gülümseme yerleşti. Ama bu gülümseme… Sinirliydi.

“Gerçekten mi, Ayla?” dedi. “Bunu mu sorguluyorsun? Senin aklından geçen düşünce bu mu?”

İçim içimi kemiriyordu. Sanki bütün vücudum alev almıştı.

“Senin Meyra’yı unutmadığını biliyorum,” dedim. İlk kez sesli söylüyordum. “Beni sevdiğini söylüyorsun ama şu an aklındaki tek kişi o.”

Gözleri parladı. Öfkelenmişti.

“Ben seni seviyorum, Ayla!” dedi, sesi keskin bir bıçak gibiydi. “Ölmüş bir kadına üzülmem, seni daha az sevdiğim anlamına mı geliyor?”

Ama ben onu dinlemiyordum. Çünkü içimdeki sesler susmuyordu.

Beni böyle sevmiş miydi?

Ben ölseydim… Böyle yıkılır mıydı?

Bilmiyordum. Ve bilmemek içimi parçalıyordu.

“Ben olsam,” dedim yavaşça, gözlerimin içine bakmasını istiyordum, “ben ölsem, bu kadar üzülür müydün?”

Arslan’ın yüzü gerildi.

Yutkundu. Ama cevap vermedi.

İşte, içimdeki tüm o kıskançlık o an zehire dönüştü. Çünkü bu sorunun cevabını bilmeliydim.

Ve o cevap verilmedi.

"Bugüne kadar olanlar da mı yalandı yani? Biz mutluyduk, yani ben buna inanmıştım." Arslan gözlerini kıstı. İçinde bir şeyler çatırdıyor gibiydi ama bana göstermemekte ısrar ediyordu.

"Yalan değildi," dedi sonunda. Sesi boğuktu.

Ama bu bana yetmedi. Yetmeyecekti.

Beni sevdiğini söylüyordu. Peki, neden şu an gözlerinde ben yoktum?

Meyra onun geçmişiydi, onun yarasıydı, onun kaybıydı.

Ama ben onun bugünüydüm.

O halde neden… Neden gözleri hâlâ geçmişteydi?

"Anladım,” dedim, sesim titremişti ama güçlü kalmaya çalışıyordum. “Beni seviyorsun. Ama onu unutmadın. İyi de bu ikisi bir arada olamaz, olmamalı.”

Arslan bir adım attı, kolumu yakaladı. “Ayla, saçmalıyorsun.”

Kolumu çektim. “Ben senin tek ve en büyük aşkın olmak istiyorum. Kırıntılar istemiyorum. Bir gölgenin içinde kaybolmak istemiyorum.”

Arslan’ın gözleri acıyla karardı. “Sen benim her şeyimsin, içimde engel olamadığım duygular yüzünden benden kopma, yalvarırım.”

Ama o gecenin içinde, içimde bir his bana aksini söylüyordu.

O gece, Meyra aramızda duruyordu.

Ve ben, Arslan’ın gözlerinde kendimi görmek isterken, onun aklında hâlâ başka birinin yankısı olduğunu biliyordum.

Hatice anne odasının penceresinden kafasını çıkardı "Çocuklar neden odanıza geçmediniz?" Başımı hafifçe kaldırdım "Meyra ölmüş anne, oğlun da ona ağlıyordu, şoku atlatmasını bekliyoruz." Hatice anne şaşkınlıkla gözlerini kocaman açtı,bir an sessiz kaldı, gözlerinde karışık bir ifade belirdi. Ne söyleyeceğini bulamıyordu. Sonra, derin bir nefes alıp başını sallayarak, "Neyin acısı oğlum bu, Allah rahmet eylesin de sen, ne oluyor oğlum sana?" dedi, sesi titrek ama kararlıydı. "Arslan." Arslan daha fazla katlanamayıp odaya çıktı "Kızım, ben gidip bir konuşayım. Sen burada bekle" dedi, sesi yumuşak ama kararlıydı.

Başımı hafifçe sallayarak cevap verdim, ama içimde bir sıkıntı vardı. Arslan’ın odasına kapanması, onunla konuşmanın zor olacağı anlamına geliyordu. Oysa ben, ne hissettiğini bilmek istiyordum.

Hatice anne, yavaş adımlarla içeri geçti. Kapıyı tıklattığında içeriden bir cevap gelmedi. Birkaç saniye bekledi, sonra kapıyı nazikçe açarak içeri girdi.

Ben olduğum yerde, gecenin serinliğini hissederek beklemeye devam ettim. Kafamın içinde dönüp duran düşünceler bir türlü durulmuyordu. Arslan, neyin acısını çekiyordu? Geçmişte ki anılarlar mıydı onu bu hale getiren, yoksa hâlâ ona karşı duyduğu duygular mı?

Dakikalar ilerledikçe, içeri girip Arslan’la yüzleşmek istedim. Ama bunu yaparsam, gerçeği gerçekten öğrenebilir miydim, yoksa duymaktan korktuğum şeyleri mi işitirdim?

Hatice annenin içeride söylediklerini duyamıyordum, ama bir süre sonra içeriden gelen boğuk bir sesle irkildim. Arslan, kısık ama öfkeli bir şekilde bir şeyler söylüyordu. Ses tonu, çaresizlikle doluydu.

O an, içimde bir şeyler koptu.Arslan, sadece geçmişin yasını tutmuyordu.

"Bir insan iki kişiyi aynı anda sevebilir mi anne!?"

Bir adım attım. İçeri girmeli miydim? Yoksa beklemeli miydim? Arslan’ın sesi acı ve öfkeyle titriyordu.

"Bir insan iki kişiyi aynı anda sevebilir mi anne? Söyle bana!" diye tekrarladı. Kapıyı açıp hızla içeri girdim, onun gözleri ateş gibi yanıyordu.

Hatice anne derin bir nefes aldı, Arslan’ın elini sıktı. "Evlat, yürek bazen şaşar, bazen yolları karışır. Ama insan kalbinin sahibini bilir, bile bile kendini kandıramaz."

Odadaki hava ağırlaştı. Arslan, yumruklarını sıkarak başını öne eğdi. İçindeki fırtınanın gözlerinde nasıl yankılandığını görebiliyordum ama artık anlamını yitiren bir savaşı izler gibiydim.

Hatice anne, derin bir nefes alıp başını iki yana salladı. “Ben artık ne desem boş. Ama sen de bil oğlum, kendine de, Ayla’ya da zulmediyorsun,” dedi, sesi yorgun ama sertti.

Arslan yerinde kıpırdadı, ama bana bakmadı. Beni seviyor muydu? Yoksa yalnızca Meyra’nın boşluğunu mu dolduruyordu? Hatice annenin sorusu hâlâ odanın içinde yankılanıyordu.

"Özür dilerim, özür dilerim. Ben sadece yani o nolursa olsun benim geçmişimdi, geçmişimde ki en önemli, en değerli insandı. Bana geçmişimi kaybetmek, onu kaybetmek çok ağır geldi."

Arslan’ın sesi titriyordu, ama yine de bana bakmıyordu. Dudaklarını araladı, sonra tekrar kapattı. Sanki kelimeleri doğru sıraya koymaya çalışıyordu ama başaramıyordu.

Hatice anne derin bir nefes aldı, gözleri Arslan’ın üzerinde sabitlendi. “Geçmişinle yaşamak, geleceğini mahvetmene değmez oğlum,” dedi, sesi katıydı. “İnsan yas tutar, üzülür. Ama kaybettiklerinin hayaletiyle yaşamak… Bu, seni de yakar, sevdiğin insanı da.” Arslan derin bir nefes aldı, gözlerini kaçırmadan bana baktı. “Ayla, ben seni seviyorum,” dedi, sesi titriyordu ama kararlıydı. “Sadece… bir anda onu kaybetmek, çocuğumun annesini kaybetmek bana çok ağır geldi. Ne yapacağımı bilemedim.”1

Gözlerimi kıstım, kollarımı göğsümde kavuşturdum. “Ne yapacağını bilemedin, öyle mi? Peki ya ben, Arslan? Ben ne yapacağım? Kocamın gözlerinin önünde başka bir kadının yasını tutmasına sessiz mi kalacağım?”

Arslan başını eğdi, parmaklarını saçlarının arasından geçirdi. “Bu onun ölümüyle ilgili değil, Ayla. Ben onunla bir hayat paylaştım. Oğlumu doğurdu, onun annesiydi… Bunun ağırlığını nasıl hemen sırtımdan atabilirim?”

Hatice anne sert bir şekilde iç geçirdi, sözlerimizi sabırla dinlemişti ama sonunda araya girdi. “Evlat, insanın içinde acı olur, tamam. Ama sen geçmişe öyle bir sarılmışsın ki, geleceğini göremiyorsun. Meyra öldü. Sen hâlâ yaşıyorsun.”

Arslan başını kaldırdı, gözleri acıyla gölgelenmişti ama annesinin sözlerine karşı çıkmadı.

Ben ise içimdeki öfkeyi kontrol etmeye çalışarak konuştum.

"Beni seviyorsan, gözlerinin içinde Meyra’nın hayaletini değil, beni görmek istiyorum, Arslan. Ben senin yas tutan karın olmak istemiyorum.”

Arslan adım attı, ellerimi tuttu. “Ayla, sen benim hayatımsın. Ben seni seviyorum. Geçmişin beni nasıl yaraladığını anlamanı istiyorum ama bu, senin benim için ne kadar değerli olduğunu değiştirmiyor.”

Ellerimi hızla çekip geriledim. “Seviyorsan, bunu hissettir. Yoksa bu evlilik senin için bir kaçış, benim içinse bir eziyet olur.”

Hatice anne başını salladı, gözlerini Arslan’a dikti. “Oğlum, ya geçmişinle yaşamayı bırakır, önüne bakarsın ya da Ayla’yı da kaybedersin. Seçim senin.”

Odanın içinde sessizlik yankılandı. Arslan’ın gözlerinde bir mücadele vardı. Ama ben beklemeyecektim. Eğer gerçekten benimle yürümek istiyorsa, geçmişiyle vedalaşmayı öğrenmeliydi.4

Kabul edin Meyra'nın adını tekrar duymayı beklemiyordunuz 💫1

Okuyan herkese teşekkürlerimi sunuyorum, sizleri çooookkkk seviyoorumm, oy verip destek olmayı da unutttmaaaayınnnn 💐 ✨ 🤍

 

Bölüm : 05.02.2025 20:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...