
"Andre, Andre!" Ağlayarak ona sarıldım, şaşkınlıkla donakaldı "Elya, ne oldu, ne bu hâlin?" diye sordu, sesi endişeyle titriyordu. Beni nazikçe kollarından uzaklaştırıp gözlerimin içine baktı. Nefes nefese kalmıştım, ağlamaktan konuşamıyordum.
"Evde biri vardı..." dedim, kelimeleri zar zor çıkararak. "O... o buradaydı! Damga! Duvara bir şey yazdı ve sonra... sonra konuştu benimle! Andre, o beni öldürmek istedi!"
Andre’nin yüzü bir anda ciddileşti, ellerini omuzlarıma koyarak beni sakinleştirmeye çalıştı. "Tamam, sakin ol, Elya. Derin nefes al. Yanındayım güvendesin." Gözlerim büyümüştü, hâlâ o anın etkisindeydim. "Her şey o kadar gerçekti ki! Zihnim bana oyun oynamıyordu, o gerçekti! Beni öldürecekti, öldürecekti..." dedim, titreyen bir sesle. Andre beni sıkıca tuttu.
"Şşş Elya sakin ol lütfen, bak ben yanındayım tamam mı? Belki de bu hastalığın sana oyun oynuyor olabilir. Şizofreni hastaları bazen gerçek ile hayali ayırt etmekte zorlanabilirler, biliyorsun," dedi nazik bir ses tonuyla. Belli ki beni incitmek istemiyordu, ama o sözleri duymak beni daha da huzursuz etti.
"Hayır, hayır! Bu farklıydı, Andre. O gerçekti! Sesi, nefesi… beni tutuşu gerçekti. Damga buradaydı!" Ellerimle saçlarımı kavrayıp sinirle ayağa kalktım. "Beni deli sanıyorsun, değil mi? Hepiniz böyle yapıyorsunuz!"
"Elya, sakin ol," dedi Andre yeniden, yanıma yaklaşarak ellerimi tuttu. "Kimse seni deli sanmıyor. Ama elimizde bir kanıt yok. Eğer gerçekten buradaydıysa bile hiçbir iz bırakmamış. Anlıyor musun? İz yoksa polise de gitsek kimse sana inanmaz."
O an sessizlik çöktü. Andre’nin söyledikleri doğruydu. Damga o kadar zekiydi ki arkasında hiçbir iz bırakmamıştı. Bu da onu daha da tehlikeli yapıyordu. Oyun oynuyordu benimle ve beni yavaş yavaş köşeye sıkıştırıyordu. Yalnızca benim gördüğüm ve hissettiğim bir gerçeklik yaratmıştı.
"Bana inanmıyorsun oysa ben sana inanırdım." Gözlerini devirerek, kaşlarını çattı "Elya ilaçlarını içtin mi sen, içmediysen iç ve uyu! Ben gidiyorum."
Andre’nin bu kadar sert çıkışı içimde büyük bir boşluk yarattı. O an bir şey söyleyemedim, sadece ona bakakaldım. Damga gerçekti. Tüm hislerimle bunu biliyordum. Ama Andre... Sözleri, tavrı... Sanki bana inanmıyor, şüpheye düşmüş gibiydi.
Ardından arkasını dönüp hızla kapıya yöneldi. "Andre, bekle!" dedim, ama sesim güçsüzdü, neredeyse bir fısıltı kadar cılız. O ise duraksamadan kapıyı açtı ve dışarı çıktı. Kapının kapanışı yankılandı odada, yalnızlık soğuk bir dalga gibi üzerime çöktü.
O an, yalnız olduğumu bir kez daha fark ettim. Odamın her köşesine göz gezdirdim, her şey normal görünüyordu. Damga hiçbir iz bırakmamıştı… tıpkı Andre’nin dediği gibi. Duvardaki yazı bile anlamsız bir şekilde silinmişti. Ama bu, onun burada olmadığı anlamına gelmezdi. Birileri iz bırakmamakta bu kadar başarılıysa, görünmez olmaya da aynı derecede yatkındı.
Bir şey eksikti. Bir şey vardı ama gözden kaçırıyordum.
Hızla oturduğum yerden kalktım, Damga’nın bana yaklaştığı köşeye doğru yürüdüm. Gözlerimi kıstım, dikkatlice duvarı ve zemini inceledim. Hiçbir şey yok gibiydi ama...
Parmak uçlarımla duvara dokundum, ardından yere eğilip zemin kenarlarını yokladım. Bir an için sol elim, duvarın alt kısmında hafif bir girinti hissetti. Parmaklarım oraya takılınca kalbim hızlandı. Duvarın altına sıkıştırılmış küçük, ince bir kağıt parçası buldum. Kağıdı yavaşça çektim. Üzerinde üç siyah nokta vardı…
Damga'nın imzası.
Ellerim titriyordu. Kağıdı sıkıca tutarak geri çekildim. Bu… bu gerçekti. Andre yanılıyordu. Damga buradaydı ve bir iz bırakmıştı! Ama bu iz, herkesin değil yalnızca benim bulabileceğim türden bir şeydi. Sadece benim görebileceğim bir mesaj...
Bu sefer gerçekten köşeye sıkışıyordum. Kağıt elimdeyken bile aklımda hâlâ Andre ve kafama takılan sorular vardı: Andre neden bu kadar hızlı gitmek istedi, benden sıkılmış mıydı, bana artık katlanamıyor muydu?
Bir şey biliyordu… ve bunu benden saklıyordu ya da sadece korkuyordu.
O an bu evde durmak bana bir kabus gibi hızlı adımlarla vestiyerdeki montumu alıp üzerime geçirdim, anahtarı da cebime attıktan sonra evimden çıkıp, apartmanın merdivenlerinden aşağıya inmeye başladım. Hızla yürüyerek apartmandan çıkıp sokağa adım attım. Her adımımda kalbim hızla çarpıyordu, kafamda binbir düşünce. Andre'nin söyledikleri, aklımı karıştırıyordu. "Gerçek ile hayali ayırt etmekte zorlanabilirler." Evet, belki de doğruydu. Ama ya bu seferki farklıysa? Ya Damga gerçekten buradaysa ve Andre bana bunu söylemek zorunda kaldıysa? Belki de sadece korkuyordur dimi? "Senhorita Elya bu saatte burada ne işiniz var?" Bana seslenen komşum Arthur'du. Arthur'un sesini duyunca, bir anlığına duraksadım. Dönüp ona bakarken, kendimi gizlemeye çalıştım. "Arthur, iyi akşamlar," dedim, bir miktar telaşla, "Sadece biraz yürüyüşe çıktım. Birkaç şey düşünmem gerekiyor."
Arthur, biraz şaşkın ama her zamanki sakin tavırlarıyla bana yaklaşarak, "Bu saatte biraz garip, değil mi? Her şey yolunda mı?" dedi.
Gülümsedim ama bu gülümseme, içimdeki karmaşayı yansıtmıyordu. "Evet, her şey yolunda. Sadece biraz kafam karışık," diye ekledim. Arthur, bir anlık duraklama yaptıktan sonra başını sallayarak, "Anladım, ama dikkatli ol. Gece karanlık, son olayları biliyorsun, heryer çok karışık," dedi ve bir süre bana baktı.
"Teşekkür ederim," dedim ve hızla ekledim, "İyi akşamlar," ardından yürümeye devam ettim. Arthur’un bakışlarını sırtımda hissetsem de, adımlarımı hızlandırarak karanlık sokaklara doğru ilerledim.
Gecenin sessizliği içinde, kalbimin hızla çarptığını, her şeyin daha karmaşık hale geldiğini hissediyordum. Andre'nin sözleri zihnimde yankılanıyordu ama Damga'nın burada olduğuna dair hissettiğim korku daha fazlaydı. Yavaşça adımlarımı hızlandırdım.
Yazardan
"Arthur demek." Dedi maskesinin altından "Neden Elya'ya öyle bakıyorsun, kimsin sen, neden daha önce seninle hiç karşılaşmadım?" Uzaktan onları izliyordu, Elya yürümeye devam ederken, Arthur bir süre daha arkasından bakıp evine doğru yürümeye devam etti. Elya'nın yüzündeki korku Damga'yı gülümsetiyordu.
Elya, adımlarını hızlandırırken kalbi sanki göğsünden çıkacak gibi çarpıyordu. Kafasında binbir türlü düşünce bir araya gelmişti. Yürüyüşünün sonlarına doğru, bir noktada vücudu yavaşladı, adımlarının hızı azaldı ve en sonunda, korkmaktan ve kaçmaktan yoruldu. Bir bankın kenarına oturdu, içini derin bir huzursuzluk kapladı. Bir süre hiç kıpırdamadan, gözleri ileriye, karanlık sokaklara dalmıştı.Damga hafifçe başını yana eğdi ve Elya'yı izlemeye başladı, Elya'nın korkudan titreyen elleri, soğuktan gıcırdayan dişleri ve morarmış dudakları o kadar acınası duruyordu ki Damga göz korkutmaya yeltenmedi bile, sadece izledi Elya'yı, sadece izledi... Bir süre sonra Elya telefonunu çıkardı ve Andre'nin numarasını tuşladı,her bir sayıya tek tek göz attı, bir an düşündü ya açmazsa diye "Belki de gerçekten bitmişizdir biz," Numarayı aramadan telefonunu kapatıp tekrar cebine koydu. Elya, telefonu cebine koyduğunda içini tarifi zor bir boşluk kapladı. Soğuk hava tenine işlerken, içinde çok daha derin bir üşüme hissediyordu. Kalbi, sanki göğsüne sığamayacak kadar sert çarpıyordu. Kendi nefesini bile zor duyarken, zihni Andre’nin sesiyle doluydu. Gözlerinden bir iki damla yaş aktı "Ben bizi bitirmek istemiyorum." Sözlerine bir cevap gelmeyeceğini bile bile konuşuyordu Elya, yanıyordu yüreğinde derin bir ateş vardı. Damga yana eğdiği başını yavaşca kaldırdı, maskesinin ardında yüzünü saklarken Elya’nın sesi, gecenin sessizliğinde yankılanmıştı. O kadar kırılgan, o kadar çaresizdi ki… Bir zamanlar yalnızca kendisine söylenen kelimelerdi bunlar. Ama artık yalnızca yankıdan ibaretti.
Elya, dizlerine kapanmış ellerini sıkıca birbirine kenetlemişti. Soğuk, iliklerine kadar işliyordu ama onu asıl üşüten bu değildi. Yalnızlık, belirsizlik ve içinde büyüyen o korku, onu titretmeye yetiyordu.
"Andre..." diye fısıldadı yeniden, sesi neredeyse bir dua kadar kırıktı. "Ben ölmek istemiyorum, ona izin verme."
Damga’nın gözleri kısıldı. Elya'nın iç çekişlerini duydukça içindeki karanlık sarsılıyordu. Adım atmak, bir şeyler söylemek istiyordu. Ama hangi kimliğiyle? Andre olarak mı? Damga olarak mı? "Korkuyorum, öleceğim, o beni öldürecek diyorum! Neden bana inanmıyorsun?" Elya ölmemek için katiline sığınıyor, ondan yardım istiyordu sevdiği adamın katili olduğunu bilmeden...
Damga'nın parmakları, bıçağının kabzasına hafifçe dokundu. Elya'nın sesi, ona geçmişini hatırlatıyordu. Yıllar önce aynı çaresizlikle birine yalvarmış, ama kimse onu duymamıştı. Şimdi karşısında, titreyen bir kadın vardı. Aynı korku, aynı sessizlik… Onun geçmişi zaten Elya'ydı, peki yalvardığı kimdi?
Elya, başını yavaşça kaldırıp çevresine baktı. Gecenin karanlığı her zamanki gibi soğuk ve sessizdi, ama bir şeyler yanlıştı. Bir gölge mi kıpırdamıştı? Yoksa zihni ona her zamkı gibi oyun mu oynuyordu? Andre'nin uyarıları, Damga'nın varlığına dair hissettikleri… Hepsi birleşince, içindeki korku daha da büyüyordu. Ayağa kalkmaya çalıştı ama dizleri titriyordu, gücü tükenmiş gibiydi.
Tam o an, bir ayak sesi duyuldu. Düzenli, ağır ve temkinli… Birinin yaklaştığını hissediyordu. Boğazı düğümlendi, gözleri büyüdü. “Kim var orada?” Sesi, rüzgârın içinde kayboluyordu. Cevap gelmedi.
Damga, gölgelerin arasından onu izlemeye devam etti. Hareket etmiyordu, ama Elya'nın korkusunu her zerresinde hissediyordu. Onun ne kadar kırılgan olduğunu görebiliyordu. Ve kırılgan şeyler ya korunurdu… ya da paramparça edilirdi.
Elya, derin bir nefes aldı ve gücünü toplayarak hızla arkasına döndü. Hiç kimseyi göremedi. Ama hissettiği o keskin bakış hâlâ sırtındaydı. Kalbi, göğsünden fırlayacakmış gibi atıyordu. "Andre..." diye fısıldadı tekrar, ama bu sefer sesi umutsuzluktan çok, bir çığlık gibiydi.
Damga, yavaşça geri çekildi. Bugünlük yeterdi. Eğlenceyi uzun sürdürmek istemiyordu. Ama Elya'nın korkusunun zirveye ulaştığını görmek… garip bir tatmin duygusu yaratıyordu.
Ve sonra, karanlıkla birleşip kayboldu, her adımında Elya'nın korkusunun yankılarını geride bırakarak, soğuk gecenin içinde bir gölge gibi silindi.
Ertesi Sabah
Gece boyunca kaç kez uyandım bilmiyorum. Kalbim göğsüme sığmıyordu. Korkularım, zihnimin karanlık köşelerinde yankılanıyordu. Sadece rüya olduğunu düşündüğüm o uğursuz his, gerçekte de peşimi bırakmıyordu.
Ve sonra… sabaha karşı gözlerimi açtığımda, bedenimi saran soğuk ürpertiyle irkildim.
Yatağımın başucunda, yastığımın hemen kenarında katlanmış bir kâğıt duruyordu.
Önce gözlerimin bana oyun oynadığını sandım. Belki rüya görüyordum. Belki de bu, zihnimin uydurduğu yeni bir korkuydu. Ama elimi uzattığımda, parmak uçlarımın kâğıdın pürüzlü yüzeyine dokunduğunu hissettiğimde, her şeyin fazlasıyla gerçek olduğunu anladım.
Titreyen parmaklarımla kâğıdı açtım.
Ve okudum.
Her kelime, içime sızan zehir gibiydi.
“Elya,
Beni hissediyorsun, değil mi? Gözlerin beni arıyor. Ama ne kadar uzağa kaçsan da, ben hep en yakındayım.
Korkuyorsun. Bunu görebiliyorum. Ama en çok neden korktuğunu biliyor musun? Gerçeği öğrendiğinde neler hissedeceğinden. Çünkü gerçek, sandığından çok daha karanlık.
Beni hayal ediyorsun. Gölgenin içinde, odanın köşesinde, sokakta… Ama hayal ettiklerin, gerçek olanın yalnızca bir yankısı. Gerçek olan seni izliyor, seni duyuyor, seni kokluyor.
Bugün sana yaklaşmadım. Ama bu, yaklaşmayacağım anlamına gelmiyor.
Seninle oynayacak değilim, Elya. Ama gerçeklerle yüzleşmeye hazır mısın?
Saklanma. Çünkü saklandığın yerde bile seni bulabilirim.
Kaçma. Çünkü ne kadar kaçarsan kaç, sonunda hep bana döneceksin.
Ve en önemlisi… Kimseye güvenme. Çünkü en güvendiklerin, en büyük korkuların olabilir."
D.
Nefesimi tuttuğumu fark ettiğimde ciğerlerim yanıyordu. Ellerim kâğıdı tutarken terlemişti. Gözlerim satırların üzerinde donup kalmıştı.
Yatağımdayken buradaydı. Ben uyurken…
Boğazıma bir yumru oturdu, gözlerim korkuyla odanın karanlık köşelerine kaydı. Kapıyı kitlemiştim. Camları da. Ama o buradaydı.
Buraya girmişti.
Ve ben fark etmemiştim bile.
Bütün vücudum sarsılırken yatağımdan fırladım. Çekmecemi açıp rastgele bir şeyler aradım, neyi bulmaya çalıştığımı bilmiyordum bile. Ama tek bildiğim şey, buradan çıkmam gerektiğiydi.
Tek bir kişiye ihtiyacım vardı.
Andre.
Elime geçen ilk şeyi—montumu, telefonumu ve anahtarlarımı—alıp odadan hızla çıktım. Koridorda, kendi nefesimin bile fazla yüksek sesle çıktığını fark ettim. Dış kapıyı açarken elim titriyordu.
Ve adımlarımı hızlandırarak gün boyunca sığınabileceğim tek yere doğru koştum.
Sokaklar boştu. Ama bu boşluk beni rahatlatmıyordu, aksine daha da huzursuz ediyordu. Her adımımda arkamdan biri geliyormuş gibi hissediyordum. Gölgelere, sessizliğe, hatta rüzgârın bile içimde tetiklediği korkuya karşı koymaya çalışıyordum.
Elimde sımsıkı tuttuğum telefonuma baktım. Arayacak mıyım? Andre bana inanır mı? Yoksa bunu da hayal ettiğimi mi düşünecek?
Elimi cebime soktum, parmaklarım mektubun soğuk kağıdına dokundu. Gerçekti. Buradaydı. Damga buradaydı.
Ayaklarım beni farkında olmadan Andre’nin kapısına getirdi. Nefesimi düzenlemeye çalışarak birkaç saniye duraksadım. Ellerim terlemişti. Kapıyı çalacak gücü kendimde bulamıyordum.
Ama burada duramazdım.
Kapıya birkaç kez vurdum.
Hiçbir ses gelmedi.
Tekrar denedim. Daha sert, daha telaşlı…
Sonunda, kapının kilidi döndü.
Andre’nin yorgun gözleri kapının aralığından bana baktığında, içimdeki panik bir anda daha da büyüdü. Gecelikle dışarı çıkmış, korkudan titreyen halimi görmüştü. Ama o hiçbir şey sormadı. Gözleri beni süzerken, yalnızca bir anlığına duraksadı.
Sonra, kapıyı ardına kadar açtı.
İçeriye adımımı attığım anda, bacaklarım beni daha fazla taşıyamayacakmış gibi hissettim. Nefesim düzensizdi. Kalbim, göğsümden çıkacakmış gibi çarpıyordu.
Andre, kapıyı kapatıp önüme geçtiğinde başımı kaldırdım.
“Ne oldu?” diye sordu, sesi her zamanki gibi sakindi ama bakışlarında belirsiz bir endişe vardı.
Ona bakarken, mektubu çıkardım.
Titreyen ellerimle uzattım.
Andre, birkaç saniye boyunca yüzüme baktı. Sonra, mektubu aldı.
Sessizlik içinde okurken, yüzü ifadesizdi.
Ama ben onu izliyordum.
Ve biliyordum.
Gözlerindeki gölgeyi fark etmemek imkânsızdı.
Mektubun sonunda, parmakları kağıdın kenarlarını sıkıca kavradı. Ama yüzünde hiçbir duygu yoktu.
Tek kelime etmedi.
Bekledim.
Ama Andre konuşmadıkça, içimdeki korku daha da büyüdü.
Sonunda, dayanamayarak fısıldadım.
“Bunu buraya bıraktı. Ben uyurken…”
Sözlerim boğazımda düğümlendi.
Andre gözlerini mektuptan kaldırıp bana baktı,soğukkanlı bir şekilde başını sallayarak, "Demek ki hayal görmemişsin," dedi. "Yanıldığımı kabul ediyorum."
Andre'nin sesindeki soğukkanlılık, içimdeki korkuyu katbekat arttırdı. Gözlerim, onun yüzündeki ifadesiz duruşu izlerken kalbim çarpmaya devam etti, daha hızlı ve daha düzenli bir şekilde "Eee şimdi ne olacak, ne yapacağız?" Bir anlığına gözlerini kaçırdı, biraz düşündü, sesiz ve ıssızca "Aslında işe yarar mı bilmem ama belki şehir değiştirebilir veya ıssız bir yerlerde saklanabilirsin." Kaşlarımı çattım "Sence daha önce bunu deniyen olmamış mıdır? Bunlar işe yaramaz." Kendinden emin bir şekilde başını iki yana salladı "Hayır olmamıştır çünkü Damga hiç kimseye daha önce sana verdiği gibi fırsat vermemiş, direk işini hâl edip kurbanını anında öldürmüştür." Bir an için söylediklerinin ağırlığı, hava gibi üzerime çöktü "Sen nerden biliyorsun ki? Belki de onlara da fırsat sundu ve hemen öldürmek yerine bir süre onların korkusunu izleyip eğlenmeyi ve sonra öldürmeyi tercih etti." Andre bir an suskun kaldı, gözleri karanlıkta derin bir boşluğa odaklanmış gibiydi. Sözlerim onu düşündürmüş gibiydi, ama ne düşündüğünü görmek zordu. Sonra yavaşça başını salladı ve derin bir nefes aldı.
"Belki de... Ama Damga'nın tarzı her zaman nettir," dedi, sesi hala sakin ama bir o kadar da kararlı. "O, acele eder. O kadar hızlı hareket eder ki, çoğu kurbanı bile ne olduğunu anlamaz."
Sözleri, içimdeki tüm o karanlık korku düşüncelerini bir anda daha da derinleştirdi. Eğer haklıysa, bu sadece başlangıçtı.
"Bu fırsat... Neden ben?" diye sordum, sesim hala titreyerek. "Neden bir tek bana bir şans verdi?"
Andre'nin gözleri bir an için yumuşadı, ama sonra tekrar eski soğukkanlı haline döndü. "Bunu gerçekten anlamaya başlıyorsan, demek ki o da bir şeyler fark etti. Seninle ilgili bildiği bir şey var ya da sende onun ilgisini çeken bir şeyler var Elya."
Ellerimi sıktım, aklımda bir sürü düşünce birbirini takip ediyordu. Eğer gerçekten de Damga'nın benden farklı bir amacı varsa, bu oyun her zamankinden daha tehlikeli olacaktı.
"Ne yapacağız peki? Saklanmak mı? Bu kadar kolay mı?" diye sordum, gözlerim Andre'nin gözlerine kilitlenmişti.
"Kolay değil," dedi, sessizce ama keskin bir şekilde. "Ama bir seçenek. Saklanmak, hayatta kalman için belki de tek yol."
Bir an, onun söylediklerinin içinde kaybolduğumu hissettim. "Ama bir tek sığınacak yerim vardı... Bu da bozuldu."
"Senin için tek gerçek tehdit o değil, Elya," dedi Andre, sesi biraz daha sertleşmişti. "Tehdit olan şey, şansını kaybetme korkusuyla yapacağın yanlış hareketlerdir."
Gözlerimdeki belirsizlik ve korku ona geçiyordu, ama o soğukkanlılığını bozmadan bana bakıyordu. "Herkes bir hata yapar. Ama hayatta kalmak istiyorsan, doğru hamleyi yapman gerek." Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra, içimdeki belirsizliği bir kenara itip, başımı salladım. "Tamam," dedim, derin bir nefes alarak. "Ama nerede saklanacağız? Her yer tehlikeli."
Andre, derin bir nefes aldı ve biraz uzaklara bakarak konuştu. "Issız bir yer... Şehirden uzak, kimsenin bilmediği bir yer. Burası, her yer gibi tehlikeli. Ama saklanabileceğimiz yerler var."
Bir an şüpheyle bakarak, ona tekrar sordum. "Orada güvende olabilir miyiz? Damga, her yere ulaşabiliyor."
Andre, gözlerime soğukkanlı bir şekilde bakarken, "Bunu yapmalıyız," dedi. "Hayatta kalmanın yolu, görünmeden hareket etmek. Ve şu anki tek şansımız, onu yavaşlatmak. Bir süreliğine izini kaybettirmemiz gerekiyor."
Bir an, söylediklerinin etkisiyle kaybolmuş gibi hissettim. "Ne zaman gideriz peki?" diye sordum, korkum biraz daha artarak.
"Şimdi," dedi Andre, hiçbir tereddüt göstermeden. "Gideceğiz ve onu bir süreliğine kaybettireceğiz. Zaman bizim tarafımızda olmalı." Şimdi mi ama hastane kontrollerim, tedavim, annem onlar ne olacak? Sanırım hayatta kalmam hepsinden daha önemli "Şimdi mi ama-" gözlerini devirerek ellerimi tuttu "Şşş herşeyi hâl edicem, bana güven. Babanla bir süre iletişime geçme, annene de benimle tatile çıkacağını söylersin zaten seni çok umursayacağını düşünmüyorum, sevgilisiyle artık her nereye gitmişse dönünce Elya'da yok rahat ederim diye düşünür," derin ve hafif bir nefes aldı "Tedavine felan da bir süre ara verirsin canından önemli değil ya!" Andre’nin söyledikleri mantıklıydı, ama yine de içimdeki huzursuzluk dinmiyordu. Hastane kontrollerim, tedavim… Hayatımın zaten zor olan dengesi tamamen bozulacaktı. Ama şu an önemli olan tek şey vardı: hayatta kalmak.
"Tamam," dedim, sesi titreyen bir fısıltıyla. Ellerini hâlâ tuttuğumu fark ettiğimde, hızla geri çektim. Ama Andre’nin bakışları ciddiyetini koruyordu, onun için bu durum sadece bir hayatta kalma meselesiydi.
"Ne kadar sürecek?" diye sordum, boğazımdaki düğümü yutkunarak.
"Bilmiyorum," dedi, kısa ve net bir şekilde. "Ama bir süreliğine izimizi kaybettirmeliyiz. Şimdi ikimiz birlikte senin evine gideceğiz eşyalarını hazırlayacağız ve yola çıkacağız." Cevap vermeme müsade etmeden kendi odasına geçip eşyalarını topladıktan
sonra tekrar yanıma geldi "Çıkıyor muyuz?" Başını salladı "Evet hadi."
İçimde garip bir huzursuzluk vardı. Sanki geri dönüp bir şeyleri düzeltmem gerekiyormuş gibi bir his… Ama zamanımız yoktu. Andre’nin bakışları ciddiyetini koruyordu; şimdilik ona güvenmekten başka çarem yoktu.
Kapıdan çıkarken, soğuk hava tenime çarptı. Gecenin karanlığında, sokaklar ürkütücü bir sessizlik içindeydi. Ay ışığı binaların üzerinden süzülerek kaldırımlara solgun gölgeler düşürüyordu. Adımlarımız yankılanıyordu ama ben her an arkamızdan birinin gelip gelmediğini kontrol etmekten kendimi alamıyordum.
Andre, hızlı adımlarla ilerliyordu. Onun yanında yürürken bile kendimi güvende hissedemiyordum. Kalbim deli gibi atıyordu.
“Korkuyorsun.”
Sesi alçaktı ama yankısı zihnimin içinde büyüdü. Korkuyordum, evet. Ama sadece Damga’dan değil. Andre’den de… Onun ifadesiz yüzü, her şeyi soğukkanlılıkla karşılaması, tepkisizliği… Bütün bunlar içimde daha büyük bir korku uyandırıyordu.
“Bu iyi bir şey,” diye devam etti. “Korku seni diri tutar. Ama yanlış hamle yapmana da sebep olabilir. Dikkatli ol, Elya.”
Ona dönüp baktım. Gözleri karanlıkta parlıyordu, sanki içinde sakladığı başka bir şey vardı. Ama bu sırada apartmanıma varmıştık. İçimde kötü bir his olsa da geri dönüp eşyalarımı almak zorundaydım.
Andre kapının önünde durdu. “Hızlı ol,” dedi. “Beş dakikadan fazla sürmesin.”
Başımı sallayarak apartmana girdim. Sessizlik, her zamankinden daha kasvetliydi. Ayak seslerim merdivenlerde yankılanıyordu. Kapımın önüne geldiğimde, anahtarları çıkarmak için çantama uzandım.
Ve o an, fark ettim.
Kapı tam kapanmamıştı.
Boğazıma bir yumru oturdu. Nefesim düzensizleşti. Bunu hatırlıyordum—kapıyı çıkarken dikkatlice kilitlemiştim. Ama şimdi…
Aralık duran kapının ötesinde zifiri bir karanlık vardı. İçeri adım atmaya cesaret edemiyordum.
Arkamı dönüp Andre’ye bakmak istedim ama bir şey beni durdurdu.
Sessizlik.
Bu, normal bir sessizlik değildi. İçinde bekleyen bir şeyler vardı. Bir gölge, bir nefes…
Ve sonra, odanın içinden gelen fısıltıyı duydum.
“Geri döneceğini biliyordum, Elya.”
Kanım dondu.
Ses… Çok yakındı.
Nefesim kesildiğinde, adımlarımı geri çekmek istedim. Ama arkamı döndüğümde…
Biri oradaydı.
Gölgeyle bütünleşmiş, silueti zor seçilen bir figür.
Ama ben kimin orada olduğunu biliyordum.
Damga.
Kalbim göğsümden çıkacak gibi attı. Bacaklarım kilitlendi, kaçamıyordum. Çığlık atmak istedim ama sesim çıkmadı.
Ve o an, ışıklar yandı.
Andre kapının eşiğinde duruyordu.
Ama Damga… Gitmişti.
Odaya göz gezdirdiğimde, hiçbir iz yoktu. Ama onun burada olduğunu biliyordum. O sesi duymuştum.
Andre, bir adım öne çıkıp beni inceledi. “Ne oldu?”
Ellerim titriyordu. Gözlerimi kırpıştırıp odaya tekrar baktım. Hiçbir şey yoktu.
Ama az önce buradaydı…
Andre bana yaklaşıp omzuma dokundu. “Elya?”
Boğazım kurumuştu. Titreyerek cevap verdim.
“Buradaydı.”
Andre’nin gözleri kısıldı. Odayı bir kez daha süzdü. Ama hala hiçbir şey yoktu.
Sonra bana döndü.
“O burada felan değildi zihnin sana oyun oynuyor, şizofreni olduğunu ne kadar çabuk unuttun. Eşyalarını al. Hemen gidiyoruz.”
Sesinde bir şey vardı. Gizleyemediği, küçük bir tereddüt.
Neden Damga'nın burada olmadığından o kadar emindi?
Zihnim yine bana oyun oynamıştı. Damga’nın burada olduğunu hissetmiştim.
Andre'nin sözlerini dinleyip eşyalarımı hızlıca sırt çantama yerleştirdim, Andre başımda dikilmiş beni izliyordu "İlaçlarım mutfakta masanın üstünde onları getirir misin?" Başını sallayıp mutfağa yöneldi, bende çantamın fermuarını kapatıp sırtıma taktım. Andre ilaçlarımı getirdikten sonra evden çıktık, arabaya binince ikimizden de çıt çıkarmıyordu, bir süre sonra bu durumdan sıkılıp konuşmaya karar verdim "Çok teşekkür ederim Andre, sen gerçekten de hayatımda gördüğüm en güvenilir insansın." Andre'nin dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı "En güvenilir öyle mi?" Diye sordu her zaman ki ses tonuyla "Öyle," Andre gözlerini yoldan ayırmadı, başka hiçbir şey de söylemedi "Ee biz nereye gidiyoruz?" Kaşlarını hafifçe çattı "Bunun bir önemi var mı, seni o katilden kurtarıyorum yetmez mi?" Andre’nin yüzünü incelemeye çalıştım. Gözlerini yoldan ayırmıyordu, ifadesi her zamanki gibi soğukkanlıydı. Ama az önceki tereddütü… Onu fark etmiştim. Bunu inkar edemezdi.
“Beni neden bu kadar önemsiyorsun, Andre?” diye sordum aniden.
Gözlerini kısarak bana kısa bir bakış attı ama sonra tekrar yola odaklandı. “Bu aptalca bir soru.”
“Cevap vermedin.”
Direksiyonun başındaki elleri biraz daha sıkıldı. “Çünkü böyle olması gerekiyor.”
Kaşlarımı çattım. “Ne demek bu?”
Andre sessiz kaldı. Konuyu kapatmak istiyordu ama ben pes etmeyecektim "Son zamanlarda çok tuhaf davranıyorsun." Elini direksiyona sertçe vurup bana döndü "Çünkü seni seviyorum Elya! Son zamanlarda ben değil sen tuhaf davranıyorsun ve benim sana olan sabrımı taşırıyorsun, bir akıl hastasıyla uğraşmak ne kadar zor biliyor musun sen!?" Bağırmasıyla ürkerek geri çekildim "Uğraşma o zaman! Zorunda değilsin çünkü!" Arabada bir anlık sessizlik oldu. Yalnızca motorun uğultusu ve kalp atışlarımın kulaklarımda yankılanan sesi duyuluyordu.
Andre direksiyona bakarak derin bir nefes aldı, parmakları gerildi, sonra gevşedi. Gözleri hâlâ yoldaydı ama yüzü sert bir ifadeyle gerilmişti.
“Sana yardım etmek istiyorum, Elya.” Sesi daha sakindi ama içinde gizlenen öfke hâlâ hissediliyordu.
Kaşlarımı çattım. “Ama neden? Bunu yapmak zorunda değilsin.”
Andre bu kez gözlerini yoldan ayırıp bana baktı. Gözlerinde yanıp sönen bir şey vardı; öfke, yorgunluk, belki de başka bir şey… Ama anlamlandıramıyordum.
“Senin sandığın gibi değil,” dedi sonunda. “Bazen birine bağlanmak, onu sevmek, yardım etmek zorunda kalmak gibidir. Seçme şansın olmaz.”
Sözleri içimde garip bir yankı uyandırdı. Ne demek istiyordu? Neden birini sevmek, ona yardım etmek zorunda kalmak olsun ki?
“Ben… bunu anlamıyorum,” dedim.
Andre gözlerini devirdi. “Tabii ki anlamıyorsun.”
Sessizlik.
Dudaklarımı sıktım, içimde bir şeyler kopuyordu. Neden böyleydi? Neden her zaman her şeyi benden saklıyordu? Ve ben neden onun bana yardım edişine, bana olan ilgisine bu kadar şüpheyle yaklaşıyordum?
Gözlerimi ona diktim. “Bana doğruyu söyle, Andre.”
Gözleri hızla bana çevrildi. “Neden?”
“Benim gibi hasta bir insanla uğraşmak zorunda değilsin?”
Andre bir an duraksadı. Sonra tekrar yola döndü. “Sevgi ne demek bunu bugüne kadar kimse sana öğretemedi mi, annen baban? Peki ya ben?”
Ama sesi… O küçücük tereddüt…
Parmaklarımı sıktım. “Annem ve babam öğretemedi, sende.”
Arabayı hızla sağa çekti, ani frenin etkisiyle öne doğru savruldum. Andre döndü, gözleri öfkeyle parlıyordu. “Sana daha ne kadar sevgi gösterebilirim Elya, seni herşeyinle kabul ettim, ayrıldık, bittik ama ben yine de senden kopamadım çünkü ben seni çok sevdim!”
Yutkundum. İçimde bir şeyler kırılıyordu.
Andre’nin göğsü hızla inip kalkıyordu. Gözleri üzerimdeydi ama… içinde yine o garip şey vardı.
Korku.
Evet, Andre korkuyordu. Ama benden mi, yoksa başka bir şeyden mi?
Geri çekildim. Ellerimi kucağımda sıktım. “Ben… ben buradan inmek istiyorum.”
Andre başını eğdi, derin bir nefes aldı, sonra tekrar doğruldu. “Burası senin için güvenli değil.”
Gözlerimi kıstım. “Ya sen?”
Gözleri kilitlendi. “Ne?”
“Sen benim için güvenli bir sığınak mısın, Andre?”
Sessizlik.
Sonra, boğuk bir kahkaha attı. Ama bu kahkaha öylesine soğuktu ki
tüylerim diken diken oldu.
“Bu dünyada kimse güvenilir değildir Elya!”
Okuyan herkese teşekkürlerimi sunuyorum, sizleri çooookkkk seviyoorumm 💚
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
