11. Bölüm

1.0

Danesima
danesima

Gölge

Ranzanın sallanmasıyla şokla kalktım. Ne oluyor lan?

"Komutanım! Kalkın yangın var.” Baran'ın tanıdık sesiyle hızlıca kalkıp ranzadan atladım.

Odanın içerisindeki karanlığa rağmen demire asılı pantolonumu altıma geçirdim. Üstümdeki tişörtü düzeltip yerdeki postallarımı giyip bağlamaya bile uğraşmadım.

"Baran askeriyenin boşaltılmasına yardım edin.” Biraz sendelesemde ortadaki masaya gitmeye çalıştım. "Yangın nerde? Hangi cephede?"

Masanın üzerindeki telsizi aldığım sırada arkaya çekildim. "Alın Komutanım." Uğur elime bir şey koyarken kafamı çevirip elime baktım.

Araba anahtarı?

Ne alaka?

"Yangın nerde Kızıler?" Uğur dolaptan kıyafet çıkartırken ben anlamadan dörtlüye baktım. Uğur, Baran, Özgür. Göktuğ....

Kafamı yatakhaneye geri çevirdim. Dündar horul horul uyurken Fırat yatak hanede yoktu.

Uğur dolaptan aldıklarını kucağıma bıraktı. "Can evinizdeki yangın kalbinizi küle çevirmeden bunları giyip yola çıkın komutanım." Kıyafetleri sakince masaya bırakıp Kızılere döndüm. "Ben senin can evini öyle bir yakacağım ki, okyanuslar bile söndüremeyecek."

Geri ranzaya doğru gidip yatağa kendimi attım.

Kime nasıl davranacaklarını bilmiyorlardı. Ayarsızlardı, disiplinsizlerdi.

“Komutanım kalkın, kız sizi bekliyor.” Umarsamdan arkamı döndüm.

Kız kim?

“Komutanım bakın bir kere gideceksiniz ya. Vallahi olmazsa zorlamayacağız. Olmazsa olmaz, zorla sizi buluşturacağımız mı var sanki?” Evet, var.

“Kızıler siktir git. Bu bok senin başının altından kalkıyor.” Yine aynı mevzu. Asena mevzusu.

“Komutanım bir kere deneyin vallahi sonra siktirip gidicem. Söz.” Yataktan doğrulup ramazanım dibinde dikilen askerlere baktım. Sanarsın kreş çağı çocukları.

“Tamam.” Kızıler ellerini çarparken diğerleri kurtulmuş gibi nefes verdi.

Geri yatmak için döneceğim sırada bacağımdan tutulup engellendim. “Komutanım kız şu an o gün gittiğimiz kafede tek. En iyi fırsat bu.”

Hay sikeyim kafenizi de.

Hangi deli bu saatte kafeye gider ki?

Oflayrak ranzadan atlayıp iki dakikada kıyafetlerimi giyip elime araba anahtarımı aldım.

Arkamı dönüp masada oturmuş beni izleyen dörtlüye son bir kez döndüm. “Bu ilk ve son olacak. Ve kafeden geldikten sonra dördünüzünde ecdadını sikicem hatırlatın.”

Masadakilerden ses çıkmazken ranzaların ordan cevap geldi. “Uyanınca hatırlatırım.” Saol Dündar.

Askeriyeden çıkıp arabayla kafenin önüne geçme sürem 15-20 dakika tutmuştu.

Yine soğuk bir Ankara sabahında hiçbir Allah’ın kulu da kalkıp ‘sabahın körümde kahve içmeye gideyim’ demez. Bu kafe niye açık düşünceleriyle yolu bitirmiştim

Arabayı kafenin önündeki yere park ettikten sonra yavaşça ilerleyip turuncu-sarı ışıkları açık camlardan içerisi gözüken kafeye baktım.

Bu kafe cidden kime ait?

Düşüncelerden sonunda sıyrılıp kapıyı itip içeri girdim.

Kapının üst kısmındaki zilin çalmasıyla sıcak havanın yüzüme çarpması bir oldu. İçerde soba mı var acaba?

Время пройдёт, и ты забудешь всё, что было

С тобой у нас, с тобой у нас.

Нет, я не жду тебя, но знай, что я любила

В последний раз, в последний раз,

В последний раз, в последний раз.

Rusça olduğunu düşündüğüm şarkı sözleri dükkanı doldururken geçen sefer kahve sipariş ettiğim yere doğru yürüdüm…

💐

Asena

Elimdeki kahve paketini kenara koyup makinanın tuşuna basıp fitre kahve makinasını çalıştırdım.

Sabah uyandığımda evde kimse yoktu ve tek başımaydım. Sadece baş uçumda Ayla’nın bana yazdığı not vardı.

Notta ise sabah uyandığında Efil’in olmadığının, kendisininde müvekkili gözaltına alındığı için gitmesi gerektiği yazıyordu.

En azından o haber verip gitmişti.

Всё напоминает о тебе, а ты - нигде

Остался мир, который вместе видел нас

В последний раз.

Sadece iyi niyetimle kafeyi açmış sabah hazırlıklarını yapıyordum. Ne kadar güzel bi saatte, 7.35.

Комната с балконом и окном светла сейчас,

Чиста как день, который вместе видел нас

В последний раз.

Şarkıyı mırıldanarak içeri mutfağa girdim.

Bizi (son kez) birlikte gören gün gibi saf

Son kez.

Fırının kapağını açıp sıcaklık yüzüme gelmesin diye birkaç adım geriledim. Sıcaklıkla birlikte güzel koku içeri yayılmaya başladı.

Kenarda duran havluyu ikiye katlayıp sıcak tepsinin kenarlarından tutup çıkardıktan sonra ortadaki ada mutfağa koydum. Diğer iki tepsilerden aynısını yaptıktan sonra kek kalıplarının olduğu tepsilerinde fırına yollayıp kapağı kapattım.

Время пройдёт, и ты забудешь всё, что было

С тобой у нас, с тобой у нас.

Нет, я не жду тебя, но знай, что я любила

В последний раз, в последний раз,

В последний раз, в последний раз.

Gelen zil sesiyle mutfak bölümünden çıktım. Bu saatte kim gelecek kadar kahve aşığıydı acaba?

Ya da sıcaklık arayan bir kedi?

Дни пройдут, не знаю, сколько зим и сколько лет.

Быть может, я смогу быть счастлива с другим,

А может, нет.

Kasanın önüne geçerken arada gördüğüm çehreyle durdum. Issız adam?

“Gölge?” Ellerini ceketinin cebine sokmuş adam bana dönüp şaşkınlıkla baktı. Sanki arkadaşımın kafesine galip çok farklı bir şey bekliyordu.

“Günaydın.” Ellerini ceplerinden çıkartıp tezgaha yasladı, ardından geri çekti. Bir gariplik var.

Tam kasanın önüne gelip bende onun gibi tezgahtan tutundum. “Günaymadı daha.” Gözlerimle dışardaki karanlık havayı gösterdim. “Eminim ki daha baykuşlar bile uyumamıştır.”

Пусть ничто не вечно под луной,

Но ни на час,

Я не забуду дня, когда ты был со мной

В последний раз.

Tezgahtan bana doğru hafifçe eğildi. “Öyle mi diyorsun?” Ona doğru daha da eğildim. “Öyle diyorum.” O onaylar bir ses çıkarınca olduğum durumu fark edip kendime geldim.

Ben Kubat’la mı flörtleştim???

Allahım ne oluyor?

Tezgahtan çekilince o yerinde kalmıştı. Ondan biraz daha yukarda olduğum için kafasını kaldırarak gözlerime baktı.

Время пройдёт, и ты забудешь всё, что было

С тобой у нас, с тобой у нас.

Нет, я не жду тебя, но знай, что я любила

В последний раз, в последний раз,

В последний раз, в последний раз.

Şarkı arka fonda duyulmaya devam ediyordu ve bu beni daha da geriyordu.

Acaba Rusça biliyor muydu?

Saçmalama Asena sen sanki c3 biliyorsun.

“Ne için gelmiştin?” Sorumla o da doğrulup benden uzun boyunu belli edecek şekilde durdu. Gerçekten kaç boyundaydı?

“Her müşteri gibi kahve içmeye.” Kaşlarımı kaldırarak baktım. “Kahve içmek ve sen?” Asena saçmalıyorsun. İki tane çakasım geliyor sana.

“Neden ben içemez miyim? Hatta sipariş vereyim. Bi tane espresso alabilir miyim?” Tatlı sevmiyordum demişti ve kendine yakışır şekilde acı kahve söylemişti.

Acı ve sert

“Macchiato’ya noldu? Beğenmedin mi?” Geçen sefer kafeye geldikleri zaman Baran’la kendisi için macchiato istemişlerdi ama günün sonu Baran için hastanede bitmişti.

“Düşman başına gör kurşun. İstemez. Ama senden bi espresso içerim.” Allahım güneş batıdan mı doğuyor?

Tezgâha tekrar ellerimi koyup ona doğru eğildim. “Kahvaltı yapmadıysan bir sandviçe ne dersin?” Kaşları yukarı kalkarken ifademi tartmaya çalışıyor gibiydi.

Söz ısırmam ya da zehirlemem.

“Nasıl yardımcı olabiliriz Işık Hanım?” Kahkaha atıp tezgâhın ordan ayrıldıktan sonra beni takip etmesini söyleyip mutfağa girdim.

Mutfağın sol köşesinde duran büyük iki kapaklı buzdolabı açıp içinden domates çıkartıp ona uzattım. Hızlıca elimden aldıklarını tezgâha bırakırken içine sandviçlik birkaç malzeme çıkarttım.

Krem beyni zeytin çeşitleri ve birkaç salatalık ve marulla dolabın kapağını kapatıp onlarıda tezgâha koydum.

“İş bölümü yapalım. Sen sebzeleri yıka bana ver, ben onları doğrarsan sende poğacaları yarıp içine krem peynir sür.” Onaylar şekilde kafasını salladıktan sonrakilere hızlıca başladık.

Yıkayıp verdiği marulları kenardaki peçeteye bir güzel koyup elindeki yıkanmış salatalıkları doğramaya başladım.

Sebzeleri yıkama işi bitince poğaçaları yarmaya başlamasıyla domateslerinde kesip tahtanın üzerine koydum.

Kenardaki iki çeşit zeytinle Kubat’a döndüm. “Yeşil zeytin mi?” Sol elimi indirip sağ elimdeki siyah zeytinleri gösterdim. “Siyah zeytin mi?” Elindeki bıçakla sağ elimdeki zeytinleri gösterdikten sonra onun için siyah kendim için yeşil zeytinlerin çekirdeklerini çıkarttım.

O yanıma gelip önce salatalık sonra marul en sonda üste domates sırasıyla malzemeleri dizerken aralara zeytinleri attım.

Onun etrafından dolanıp sağ tarafındaki yukardaki dolaba uzanıp tabakları almaya çalıştım.

Ama sadece çalışmakla kaldım

1.70 boyundaki benim alamadığım raftaki tabakları Efiller nasıl alıyordu acaba?

Arkamda hissettiğim sıcaklıkla geri çekilecekken sert bir şeye çarpmam bir oldu.

ALLAHIM BUGÜN NE OLUYOR?

“Ben alırım.” Görüyoruz da keşke bizi tezgahla arana sıkıştırmadan önce uyarsaydın.

Kalın kolunu yukarı atıp tabakları alırken kafamı eğip ayak uçlarıma baktım.

Ben parmak uçunda alamazken adam tabanları yere yapışık alıyor.

En az 1.90 adam Asena. Bi zahmet senin gibi parmak uçuna kalkmasın.

Önüme konulan iki tabakla kafamı kaldırdım. “Bu tabaklar olur mu?” Olur olur, yeterki aniden hareketler yapmayalım.

Onaylar şekilde kafamı salladıktan sonra tabakların üstüne bir peçete örtüp üstüne poğaçaları koydum. Yandaki servis tepsisine tabakları koyduktan sonra çalan zille aklıma fırına koyduğum kekler geldi.

Hızlıca yandaki bezi alıp kapağı açtım.

ÖNCE KAPAĞI AÇACAKSIN Kİ SICAK BUHAR GİTSİN ASENA. YOKSA YÜZÜNÜ HAŞLAR.

Sıcak bir yanma beklerken iki omzumdan da çekilerek buhardan uzaklaştırıldım. “Fırındaki şeyler iki dakikada yanmaz. Yüzün daha önemli.” Beni kenara aldıktan sonra elimdeki havluyu alıp fırının içindeki tepsiyi çıkarttı.

“Nereye koyayım bunları?” Elimle gösterdiğim tezgâha tepsileri çıkarıp bıraktıktan sonra poğaçaların olduğu servis tepsinin alıp mutfaktan çıktı.

Aklıma gelen şeyle hızlıca kenardaki çantamı açıp ilaç kutumu çıkarttım. Dünden kalan yarım lityumu ağzıma atıp kenardaki bardağa sürahiden su doldurup kafaya diktim.

Normale oranla bugün daha erken kalmıştım. Ve normalde asla bu saatte bu enerjiye sahip olamazdım.

İşe yarıyor mu acaba?

“Asena!” Kubat’ın sesiyle bardağı tezgâha bırakıp mutfaktan çıktım.

“Portakal suyu mu, limonata mı, süt mü?” Bar kısmına geçip dolaptaki şeyleri saydım.

Kubat’tan ses gelmeyince kafamı kaldırıp oturduğu masaya baktım.

Ciddi misin bakışı atıyordu.

“Portakal suyu o zaman.” Yanına da sarma müthiş gider ama şansa bak ki adım Ada değil.

İki tane bardak çıkartıp portakal suyunu dökmeye başladım.

“Biliyor musun ben portakal suyunu, portakallı keki ya kısacası portakala dair her şeyi çok seviyorum.” Dolan bardaklarla kutunun ağzını kapattım.

“Bu küçüklüğümden beri böyle. Küçükken hiç unutmam babam eve geleceği zaman askeriyenin ankesörlü telefonundan arardı bir şey istiyor musunuz diye. Ama 2-3 yaşlarında daha yeni kelimeleri söyleyebiliyorum.” Bar kısımından çıkıp onun oturduğu masaya doğru ilerlemeye başladım.

“Sadece portakal diyormuşum. Babamda her seferinde evir kilo portakal alıp geliyordu. O kadar yerdim ki artık her yerim asitinden yanar kızarırmış.” Bardakları masaya bırakırken Kubat kollarını göğsünde bağlamış arkasına yaslanmış beni dinliyordu.

“Tabi o Uraz’a hamileyken portakaldan midesi bulmadığı için sadece askeriyede ara arada amcalarda yiyordum.” Her zamanki gibi bacaklarımı kendime çekerek oturdum. “Bak bu bilgiyi kimse bilmez ama amcamlar Ural doğana kadar Ankaradaydı. Sonra Uraz doğunca Ankara’yı beğenmeyip gittiler.”

Portakal suyumdan bir yudum aldım. “Meymenetsizin yüzünü görümce dar geldi tabi Ankara.”

Dudağında hafif bir kıvrıklık olunca portakal suyunun boğazımda kaldığını hissettim.

Sonunda yaptığım espriyi anladı.

Tepsideki iki tabaktan birini önüme koyup diğerinizde kendi önüne koyup portakal suyunu içti.

Portakal suyunu içti.

Şekerli. Portakal suyunu. İçti.

Bardağı geri masaya koyarken yüzündeki ifadeye bakarken hiçbir şey belli etmedi. “Neyi sevdiğini anlamadım. Şekerli-ekşi bir tat. Aman aman bir şey yok.” Sözleriyle gözümü devirip kendi portakal suyumu biraz daha içtim. “Damak zevki olan anlar. Sen anlamazsın.”

Eline aldığı sandviçi yiyecekken eller durdu ve kaşları kalktı. “Benim mi damak zevkim yok.” Onaylar şekilde kafamı salladım. “Ne şekerli bir şey yiyorsun ne çikolata yiyorsun ne portakal suyu seviyorsun. Yok işte.”

Sandviçinden bir ısırık aldıktan sonra tabağa geri bıraktı. “Şekerli değilde tatlı bir şeyler yiyorum. Mesela size ilk geldiğimiz gün yaptığın tatlılar güzeldi.” Ben bize geldiklerinde tatlı mı yapmıştım?

“Manolya mı neydi adı? Özgür söylemişti.” Aklıma gelen şeyle kafamı arkaya atıp kahkaha attım.

MANOLYA

“MAGNOLYA OLMASI O?” Karnımın kasılmasıyla ellerimi karnıma dolayıp gülmeye devam ettim.

Manolya ne ya?

Yüzü düşsede poğaçasını yemeye devam etti. Gülmemi sonunda durdurup bende yaptığımız sandviçi yemeye devam ettim.

Kalan portakal suyumu kafaya dikip yenisini almak için ayağa kalkacağım sırada kendi bardağını benim önüme itti. “Ben içmiyorum, sen iç.”

Yavaşça geri eski pozisyonuma geçip başımı salladım.

Önce çikolata sonra portakal suyu.

Cenk malıyla çıkarken ya da sevgiliyken bencillikleri yüzünden böyle centilmenlik ya da kibarlıkları unutmuştum.

Kendi sandviçimi de bitirip alttaki peçeteyle ağız çevremi temizleyip ayağa kalktım. Masanın üstündeki tabakla bardakları servis tepsine koyup mutfağa koyup masaya geri döndüm.

Kubat elindeki telefona bakıp birine yazıyordu.

“Kafasını kaldırıp beni görünce telefonunu kapatıp bana döndü. “Sandviç için teşekkürler.” Sandalyeyi itip ayağa kalktı. Kızılerler beni çağırıyor, canları idman çekiyormuş gidip yedireyim.”

Kafamı sallayıp onu onaylarken aklıma gelen şeyle bir dakika işareti yapıp bar kısmının arkasına geçip buzdolabı standından trileçe alıp karton poşete koyup Kubat’a uzattım. “Bunu Demet’e vermeyi unutma.”

Elindeki poşete bakarak kafasını salladıktan sonra telefonu cebinden çıkartıp ekranda yazan isme baktıktan sonra geri bana baktı.

“Kendine dikkat et.” Arkasını döndükten sonra telefonu açıp kapıya doğru ilerledi.

“Geliyorum Kızıler.” Bi süre konuşmayıp karşı tarafı dinledi. “Geleyim seninle özel olarak mesai harcayacağım.”

Bugün askeriyede film izletecekler galiba.

💐

Üstümdeki elbisenin arabada oturduğundan dolayı katlanan kısmını aşağı çekip beyaz büyük binanın içine girdim.

Arabadayken vloga devam etmiş, gönderme manasında Hande Yener’den Kırmızı ve Alt Dudak ithaf etmiştim.

Arabada bağıra bağıra söylemiş olabilirim…

Elimdeki goproyu açıp yüzümde güzelce açıladım. “Her ayki gibi huzurevine geldik. Tontişlerimi özledim.” Topuklu ayakkabının zemine bıraktığı sert sesler eşliğinde önümdeki dönme kapıdan geçip tanıdık danışmadaki kıza el salladım.

“Sibel, tünaydın.” Kız ayağa kalkarken kamerayı aşağı indirip sarıldım. “Tünaydınnn!” Yaşlıların arasında nerdeyse sayılı neşeli kalanlardandı çünkü danışma bölümündeydi.

“Seninkiler bahçede. 10 dakikaya tombala başlayacak. Başlamadan git göster kendini.” Sibel’in söyledikleriyle kafamı sallayıp danışmanlık masasını geçip ilerdeki kapıdan çıkıp bahçeye girdim.

Soğuk havaya rağmen çoğu dışarda, bazılarınızda başlarında hemşirelerle bahçedelerdi.

Bazıları yürüyor, bazıları ayak üstü sohbet ediyor, bazıları ise banklara oturmuştu.

Gördüğüm pembe fularlı kadınla taşlara dikkat ederek hızlıca yanına gittim.

“Gülnihal ben geldimmm.” Önünde durduğum kadın elindeki çiçekleri incelemeyi bırakıp kafasını benim yüzüme kaldırdı.

Önce anlamasada sonra tanıyıp hızlıca kalkıp sarıldı. “Aaay geldi benim güzel kızım.” Arkadaki hafif dalgalandırdığım saçlarımı kısa boyuma rağmen tepeden tutup okşuyordu.

Aralarında en sevdiğim Gülnihal’di galiba.

Beni iki yana sallayarak satılamadı bitince omuzlarımdan tutarak beni ittirdi. Yüzümü uzunca inceledikten sonra kaşları çatıldı. “Bu makyaj ne kızım. Okula mı geliyorsunuz pavyona mı?”

Kahkaha atarak onu kendime çekerek sarıldım.

Kendisi emekli öğretmendi ve bütün öğretmenlerin özelliği onda da vardı.

“25 yaşına girecek kazık gibi kızım yaparım. Okulda güderim, pavyonada.” Sırtıma sertçe vurmasıyla ağzımdan bi inilti çıktı.

Bu sefer kesin omurgam kaydı.

Hızlıca benden ayrıldı. “Özür dilerim, unuttum yavrum.” Eliyle hızlıca sırtımı sıvazladı. “Yaşlı aklıma arada gidiyor. Özür dilerim.”

Üzgün yüzünü iki avucumun arasına aldım. “Sorun değil Gülüm. Arada bende unutup sert davranıyorum.”

Gözlerindeki üzüntü geçmesede kolumdan tutup beni banka oturttu. “Şöyle direk gibi durmada otur. Şimdi Dora filan seni görüp benden uzaklaştırır.” Bir şey hatırlamış gibi bana döndü. “İnci’yi Neriman’ı seviyormuşsun, lütfen Dora seni sevmesin, pislik.”

Şokla ağzımı kapattım. “O nasıl söz Gülüm? Arkadaşlarına niye öyle diyorsun?” Burda toplasalar bir elin parmağını geçmeyecek kadar arkadaşları vardı ve onları da kaybetmeleri kötü bir şeydi.

“Tombalada durmadan benim görmediğimi o yüzden hile yaptığımı söylüyor. Ama geçen sefer ben onu üst üste iki kere yendim. Ondan bana garezi var.” Kenara bıraktığı çiçeğini okşamaya devam etti.

Yaşlılar ve ilginç dertleri.

Kafamı çevirip tekrar etrafa bakınca yaşlı bir adamın kenarda tek başına oturduğunu fark ettim.

Ne yanında bi hemşire ya da arkadaşı vardı.

Buradaki çoğu hastayı tanırdım-yeni gelenler dışında-, ama bu adamı hiç görmemiştim.

Etrafa çok korkarak bakıyordu, babama benzeyen masmavi gözleriyle.

Gülnihal’i yavaşça dürttüm. “Şurdaki yakışıklı kim?” Kafasını baktığım yere çevirdi. “Yeni geldi o, daha üç hafta olmadı ama her gece hemşireler çığlıkları yüzünden odasına giriyor.”

O sırada adamla gözlerimiz kesişti. Babamın gözlerine benzemesi içimi titretti.

“Duyulana göre küçük kızı doktormuş. Adam kızını ziyarete gittiği sırada hasta tarafından kızı gözleri önünde öldürülmüş. Bi süre tedavi görmüş evine yollamışlar. Ne karısı ne de ona bakan küçük kızı kalmadığından büyük kızıyla kalmaya başlamış. Sonrada alzheimer olmuş. Büyük kızda uğraşamayınca buraya bırakmış. Bıraktıktan sonrada bir kere olsun gelmemişler.”

Adam gözlerini benden çekemezken yavaşça elimi kaldırıp salladım.

Adam önce şaşırsada yavaşça elini kaldırıp o da salladı.

“Ama çok nazik biri. Geçen bana yanlışlıkla çarptıktan sonra bugün bu çiçeği getirdi.” Gülnihal elindeki çiçeği bana uzatınca dudaklarım yukarı kıvrıldı.

Masmavi adamın gözleri gibi güzel bir çiçekti.

Gülnihal’e doğru tutup ona döndüm. “Ben gidip yeni yakışıklıyla tanışayım ama sonra benim için tombalada yer tut tamam mı? Şu Dora’ya gününü gösterelim.”

Gülnihal hevesle kafasını salladıktan sonra ellerimizi ayırıp ayağa kalktım. Başımı onun oturduğu tarafa çevirince bana bakmaya devam ettiğini fark ettim.

Gülümseyip ona doğru yürüdüm. Oturduğu bankta yana kayıp eliyle iki kere yanındaki boşluğa vurdu.

Gösterdiği gibi onun yanına oturdum.

“Merhaba.” Hevesle konuşmasıyla içim burkuldu.

Büyük olasılıkla kızını hatırlamıyordu…

“Merhaba yakışıklı. Ben Asena.” Elinde Gülnihal’in çiçeğine benzer çiçeği bana uzattı. “Bende Ulvi. Bu gözlerinizin yanında solacak çiçeklerimi kabul eder misiniz?”

Çiçekleri alıp burnuma götürüp kokladım. Pek bir kokusu yoktu ama görüntüsü bile güzeldi.

“Adın eğer Hare olsaydı seni kızımın gençliği geldi sanardım. O kadar benziyorsun ki ona.” Elimdeki çiçek burun çevremde kalırken boğazıma bir yumru oturdu.

“Onunda gözleri senin gibiydi. Annesiyle benim gözlerimin karışımı çiçeğimin gözleri.” Çiçeği burnumdan uzaklaştırıp adama baktım. Eşofmanının çepine elini atıp içinden bir kağıt parçası çıkartıp bana gösterdi.

Kağıt parçası değil bir fotoğraf.

Kızıyla olan fotoğrafı…

Cidden benim 30’lu yaşlarımdaki bir kızla yanımdaki adam vardı fotoğrafta.

Kız adamın boynuna sarılmış gülümsüyordu.

Parmağıyla boynuna sarılan kızı gösterdi “Bak bu benim Hare’m. Hemşirelerle konuştuk nöbetten gelince tekrar birlikte fotoğrafımızı çekecekler.” Yavaşça elimden fotoğrafı çekip kızının yüzünü öpüp tekrar cebine koydu.

“Benim büyük kız Hare’m nöbetteyken geldi beni bu tatil yerine bıraktı. Hare’m olsa bırakmazdı.” Onaylar şekilde kafamı salladım.

Kendini bir huzur evinde değil tatil yerinde sanıyordu.

“Normalde 1 haftaya gelirdi ama başhekim çok nöbet yazıyor olmalı. Yavrum kafasını kaldırıp benimle tatile de çıkamıyor. Ama söz ben yazın başhekimle anlaşıp tatil izni alıp kızımı Muğla’ya götürücem.”

Tam ağzımı açıp konuşacağım sırada genç erkek bir hemşire yanımıza geldi. “Ulvi amca ilaç saatin geldi. Hadi odana gidelim.”

Ulvi amca bana doğru dönüp ellerimi ellerinin arasına aldı. “Daha sonra tekrar gel kızım. Hem Hare’m de gelir onunla da tanışırsın.” Onu onaylar şekilde kafamı salladım “Gelirim, ama sen o zamana kadar düzenlice ilaçlarını iç. Tamam mı?”

Adam onaylar şekilde kafasını salladıktan sonra hemşireyle yanımızdan ayrılırlarken elimde mavi bir çiçekle kalmıştım.

Kolumun çekiştirilmesiyle mavi çiçekten gözlerimi alıp beni kaldırmaya çalışan Gülnihal’e baktım

“Hadi kalk Doralar tombalaya indi. Geç kalıcaz.” Gülümseyerek onu takip edin tompala salonuna gittim...

💐

İçeri giriş yapan Barış dibime fırlattığı çantayla zıplayarak ona baktım.

“Derdin ne senin hırdo?” Elimdeki dosyayı masaya koyup mal Barış’a baktım. 100 kiloluk çantasını üstüme atmakta kastı neydi bu malın.

Doruk elinde konuştuğu kamerayı hafifçe indirip bize baktı. “Prim çıkartacak bir şey var mı? Ona göre size çeviriden kamerayı.” Allah’ım ben buna niye kamera verdim?

“Özür dilerim bebeğim. Öpücüklerle selamlamadım seni.” Barış’ın laubali hareketleriyle gözlerimi devirdim. Büyük olasılıkla bununla regl dönemi yaklaştı.

Doruk yavaş yavaş bana yaklaşıp kamerayı tam yüzüme tuttu. “Duygu ve düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Bir boks maçı izler miyiz bu akşam?” Yavaş yavaş gözlerimi çevirip Doruk’a baktım.

“Rövanş maçımada senle geçerim Doruk.” Elini itip dibime soktuğu kamerayı uzaklaştırdım. “Şunu da dibime sokma ya.” Kafamı çevirip yeni dosya açıp önümdeki laptopa bilgileri girmeye devam ettim.

Doruk yanıma otururken uzanıp tam ortadaki Kadem’in Asena yazdırıp gönderdiği baklavadan bir dilim alıp ağzına attı. “Kadem Bey olmasaydı 2-3 haftadır bizi kim doyuracaktı ya.”

Evet kadem ben olsamda olmasamda sapık gibi yemek gönderiyordu.

“Oooo baklava mı var?” Barış’ın dolapların olduğu kısımdan sesi gelirken Doruk kamerayı çevirip tam kapının oraya odakladı.

İçeriden altında sadece eşofman üstünde bir şey olmayan Barış salına salına içeri girdi.

“Barış üstünü giymeyi düşünüyor musun?” Kolumu sandalye koluna dayayıp ona baktım. Pisliğine kurallarımı çiğniyordu.

25. Madde: odada asla çıplak dolaşılmayacak!(özelliklede erkekler-barış- için)

Gönderdiğim belgedeki bu maddeyi başhekimde bir tık anlamamıştı. AMA LAZIMDI!

Barış elini beline koyup kameraya doğru poz verir gibi bakıp sırıttı. “Bakma öyle dostum benim baklavalarım yok, çünkü baklava yemiyorum.” Çakal…

Doruk kamerayım çevirip ortadaki baklavadan bir tane alıp Barış’ın yanına gitti. “Dalganın açta ağzını baklavaların olsun.” Barış’ın açtığı kocaman ağzına zorla baklavayı tıktıktan sonra yanağından öptüğünde öğürmemek için kendimi zor tuttum.

Ne iğrenç davranıyorlar?

“Barış nöbete git. Doruk başında Barış’ı izle. Odayı terk edin, başımı şişirmeyin.” Hastanın adı Murat Öncü.

“Sana mı sorucam?” Barış’ı umursamadan hastanın şikayetini girdim.

Yoğun kasılmalarla doğum başlangıçı.

Bir dakika ne?

Dosyayı tekrar açıp hastanın fotoğrafına baktım.

E bu sakallı bir erkek. Hatta amca.

“Ben sizin gireceğiniz dosyaya.” Elimi kaldırıp dosyayı gösterdim. “Hangi mal Murat Öncü’ye doğum başlangıçı yazdı.

Üstünü giyinmiş ve elinde kamera tutan Doruk mal mal bana baktı.

Zaten anca bakıyorlardı.

Dosyayı masaya bırakıp derin bir nefes aldım.

Bir işi de düzgün yapsalar ölürler sanki.

“Ben biraz dolaşıcam. Lütfen dosyalar için bir şey yapın yoksa bu gece ben delircem.” Hay kendime bile isteye nöbet yazdıran bana.

Yanda duran telefonu scrubsın cepine atıp masadan kalktım. Herkesin montlarını astığı yerden hırkamı alıp üstüme geçirdim.

Dışarı çıkarsam buz kesmek istemiyordum. Kendimi seviyorum.

Son bir kez odaya baktıktan sonra asistan odasından çıkıp koridorda ilerledim.

Kadem’in yanına gidip pislik mi yapsaydım?

Yok ya. Sonra kendisi bana sarar. Uğraşama-…

Bana çarpan bedenle inleyerek omzumu tuttum.

Al götür çekinme ya!

Kafamı arkaya çevirip çarpan hemşireye baktım.

“Özür dilerim hanımefendi.” Adam yere dökülen eşyaları toplarken bir şey yapmadan baktım.

Bizde erkek hemşire yoktu ki?

Adam eşyaları topladıktan sonra kalkarken gördüğüm yüz biraz tanıdıktı. Belki de hastanede hemşire olduğu için tanıdıktı.

Adam arkasını dönüp asansöre doğru giderken katlanmış hemşire scrubsından gördüğüm siyah şeyle aklım başıma geldi.

Silah…

Adam açılan asansöre binip arkasını dönünce tanışıklığın nerden geldiğini anladım.

Bu o gün hastanede karşılaştığımız Kadem’in odasına girmeye çalışan adamdı.

Asansörün kapanmak üzereyken hızlıca koşup asansörün tuşuna bastım ama sadece yüzüme kapandı.

Yandaki asansörün tuşuna hızlıca basıp bekledim.

Kadem ölse umrumda olmazdı ama gözümün önünde olması rahatsız ediyordu.

Gelen ikinci boş asansöre binip Kadem’in kaldığı odanın tuşuna bastım.

Mal adam en üst kata çıkmasaydı şu an seni ölümden kurtarmam daha kolay olurdu mal Kadem.

Kapı açılma sesiyle hızlıca asansörden geçip korumaların olduğu kapıya doğru yürüdüm.

Peki bu mal adamlar hiç mi kapılarından kovdukları adamın yüzünü bilmeyip içeri alabiliyordu?

Kapının önünde duran tanıdık kotuma bana bakarken elimi ona uzattım. “Emaneti ver.” Adamın kaşları önce çatıldıktan sonra yanındaki adama baktı.

“Mal değilim. Öldürmek istesem gizlice içeri silah sokardım, sizden istemezdim.” Adam emin olamasada belinden silahı çıkartıp verdi. “İçerde hemşire var. Korkutma adamı.”

İki adam kapının önünden çekilirken silahın emniyetini açtım. Allah’a şükür ki babam küçük yaşlarımda silah kullanmayı öğretmişti.

Kapıyı ses çıkartmadan açtıktan sonra aynı şekilde çıt çıkartmadan arkadan kapadım.

Yavaşça odanın içerisine ilerleyip yatağın olduğu kısma geldim ama ondan önce daha büyük bir sürpriz vardı.

Yatakta uyuyan Kadem ve onun önünde, bana arkası dönük silahı Kadem’e tutan bir adam.

Elimde enişteyi açık silahı kaldırıp nerdeyse benle aynı boydaki -biraz daha uzun olabilir- adamın ensesine hizaladım.

Ve bir adım daha atmamla benim elimdeki silahın soğuk namlusunun adamın ensesine değmesi bir oldu.

“Elindeki silahı bırak.”

💐

 

Bölüm : 01.02.2025 01:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...