13. Bölüm

1.2

Deniz
danesima

Uraz karşımızda duran Özgür, Uğur ve Baran’la tokalaşırken Kubat’la ben karşılıklı durmuş önümüzdekilere bakıyorduk.

Ne kadarda belliydi buraya zorla getirildiği.

Kubat’ın kafasını bana doğru dönünce Urazlardaki bakışlarımı ona çevirdim.

İlk seferde de dediğim gibi

İlk karşılaşmaya şans, ikinciye tesadüf, üçüncüsü ise kader denir.

Ancak artık ne bir tesadüf ne bir kaderdi. Bunlar sadece planlanmış buluşmalardı.

Kimse kimin saat kaçta nerde olacağını bilmeden sık sık denk gelemezdi. İşleyişe ters.

“Selam.” Kubat’ın selamıyla sadece gülümseyip önüme döndüm.

Dolorex erken etki ederse etrafa gerçek bir gülümseme atma olasılığım daha yüksekti yoksa bu sırtımın ağrısı yakında beni öldürecek düzeye çıkacak.

“Doktor.” Baran’ın sesiyle kafamı çevirip ona baktım. “Mekânın içinde küçük bir kafe varmış. Bizde ona bakmaya gelmiştik. Uraz’da sizin mekâna gideceğinizi söyleyince selam verelim dedik.” Yersen.

“Bu bilgiyle ne yapabilirim Baran?” Gözlerimi devirerek çift kanatlı kapıyı itip içeri girerken Kubat’ın konuşmasını duydum. “Ben senin yapıp vereceğin aklı sikeyim Kızıler.”

Koridordaki okları takip ederek lobi kısmına gelince bilet kısmında oturan kadına gülümsedim. “Merhaba 1 öğrenci 1 yetişkin kartı alacaktım.” Kadın kafasını sallayıp kartları çıkartırken kendi kimliğimi çıkartıp kayıt yaptırdıktan sonra yan taraftaki galoş kısmının koltuğuna oturup ugglarıma mavi renkli galoşları geçirdim.

O sırada koridorda sesler gelirken dört kişi kafenin olduğu kısma doğru giderken Uraz doğruca yanıma oturup benim gibi galoşları giydi. “Özür dilerim.” Kafamı çevirip baktım.

En azından yaptığı şeyin farkındaydı.

“Bir dahakine bana sor Uraz.” Ayağa kalkıp cüzdanımdan çıkarttığımı kredi kartını post cihazına tuttum. Kadın 2 kart ve kimliğimle bana uzattıktan sonra post cihazından çıkan fişi yandaki çöpe attı.

Uraz’da ayağa kalkıp yanımda-koridorda-ilerlemeye başladı. Önümüzde çıkan gişe tarzı yere kartları okutup kapıdan geçtikten sonra kırmızı mor, pembe, mavi değişen ışıklar eşliğinde hareketli müzik çalan büyük bir alana giriş yapmış olduk.

“Kaç yaşında insanlarız ya. Şunun yerine sinemaya gitseydik keşke.” Mırıldana mırıldana etrafa bakıp ilgimi çekecek bir şeyler aradım.

Liseye ya da ortaokula giden Asena olsaydı şu an heyecandan ve mutluluktan ölmüştü. Ama dediğim gibi ergen Asena bunu severdi, yetişkin 24 yaşındaki Asena değil.

“İlk şuradaki şeye gidelim.” kafamı Uraz’ın parmağıyla gösterdiği şeye baktım. Kare şeklinde köpük süngerlerin olduğu kocaman bir havuzdu. Ve eminimki bakteri yuvasıydı.

Uraz onay bile beklemeden kolumdan tutup beni sürükleyerek oraya doğru çekti. Elimdeki kartları hızlıca alana okutup kapılar açıldıktan sonra hızlıca ikimizi de içeri çekti.

Elindeki kamerayı kayıt tuşuna basıp kenara bir yere koyduktan sonra bir anda bana doğru koşup koltuk altlarımdan tuttuğu gibi birlikte havuz gibi alana attı. Olayları anlayıp adapte olana kadar geçen 2 ila 3 saniye içerisinde sadece çığlık atabilmiştim.

Tabi ne işime yarayacaksa.

Süngerlerden dolayı canıma acımasa da yaşadığım anlık şokla kendimi kastığım için tekrar sızlamıştı.

Boğulduğumu hissedince süngerleri ittirip yukarı çıkmaya çalıştım. 3 metre yapmışlar sanki. Kim bu kadar uzun sünger havuzu yapmayı akıl etti acaba?

Kafamı çevirip Uraz nerde diye bakacakken bacaklarımdan tutulup havaya kaldırılıp tekrar süngerlerin içine atıldım.

Ay benim salak ve fazla özgüvenli kardeşim.

Buradan bir çıkalım bakalım ne yapacağım.

Tekrar çıktıktan sonra tekrar ayaklarımdan tutulduğumu hissedince bu sefer tekme attım. “Senin evveliyatını sikerim Uraz. Uğraşma benle.” Uraz’ın gür kahkahası duyulurken kaşlarımı çatarak ona baktım. Saçı başı dağılmış ama hala benimle uğraşıyordu.

Parmaklarımı saçlarının arasına daldırıp arkaya doğru düzelttim.

Şimdi daha az mala benziyordu.

“Yapma ablacım. Belim ağrıyor, ağrı kesici iğne yapılsın istemiyorum. İzin günümde hastaneye gidip yatışım yapılsın istemiyorum. Rahat dur.” Uraz onaylar şekilde kafasını salladıktan sonra kenarda duran merdivenden sırasıyla çıkıp kenarda durdum.

Kendimi şu an çok kirli hissediyordum. İnsanların belki galoşları çıkıp ayakkabıları değen şeylere yüzüm değmişti. Burdan çıkınca ilk işim lavaboda çamaşır suyuyla yüzümü yıkayacaktım galiba.

Havuzdan kafamı çevirip arkamı döndüğüm sırada tam arkamdaki-dönünce önüme denk gelen-kardeşim kendisini bana çekip kucağına alınca kollarımı boynuna doladım. Saniyeler sonra tekrar koşarak ikimizi süngerlerin arasında buldum.

Bu kısmı yapan kişinin gelmişini geçmişini yani.

Düşünce Uraz’ın boynundaki ellerimi çeksem de o belimden sıkıca tutup ayrılmama izin vermedi. ADAM MODEMİ SÖKTÜ GÖTÜRÜYOR!!!

Uraz ikimizi de sonunda yüzey kısma çıkarınca sinirle omzuna vurdum. “Bir daha yaparsan cidden kızıcam Uraz. Bir kere yapma dediysem yapma.” Uraz belimdeki kollarını ayırınca hızlıca havuzdan çıkıp hiç beklemeden kapıyı açıp büyük alanda başka şeylere baktım.

💐 

Eğlence merkezinde 2 saate yakın zaman geçirdikten sonra ağrılarımın artması ve yorulduğumuzdan dolayı hiç oyalanmadan arabaya binip halletmen gereken işi yapmaya gelmiştik.

Ünlü bir saat markasının Ankara şubesine.

Hem de Akif Kıraç için.

Arabayı park etmemle çıkan Uraz’ın yanında cadde üzerindeki gösterişli dükkâna girdim. "Sakın bir şeye dokunma, zorla denemekle isterlerse deneme, satış taktiği. Zarar verirsin bahanesiyle, aldırırlar.” Uraz söylediklerime kafasını sallarken tane kadın bize doğru yaklaştı.

Emrivaki bir gülümsemeyle karşılık verirken karşımızda durdu "Kadın saatleri şurda. Buraya alayım sizi.” gösterdiği kısma bakmadan erkek kısmını gösterdim. "Erkek saati alacağız.”

Kadın benden aldığı bakışlarıyla baştan aşağı Uraz'ı süzdü.

Tabi en pasbal, en kötü halinde pahalı yere gelirsen böyle olur.

"Tabi, şöyle uygun fiyatlı kol saatlerimiz var." Kadının gösterdiği taraftakiler geçmiş sezon ya da en kötü alınmayan saatlerdi.

İzlendiğimi hissedince kafamı diğer tarafa çevirip baktım.

Diğer satıcılar gülerek bizi izliyordu. Klasik satıcı iddiası.

Satabilirim, yok satamazsın mevzusu.

"En pahalıları görmek istiyorum." Kadın biraz kararsız kalsa da orta kısmın arkasına geçip çekmeceden yeni rafı önümüze koydu.

Diğer saatlerde fiyatlar yazarken bunlarda yazmaması zaten her şeyi açıklıyordu.

Metalik kaba duran saatleri gözden çıkartıp kayışlı saatlere baktım. Daha güzel duruyorlardı.

Siyah ve kahverengi olmak üzere 2'ye ayrılan kayışlardan boy camlı 2 tane saat beğendim.

Akif Kıraç'ın iş adamı olduğu düşünülürse siyah olan daha iyi lurdu.

Siyah kayışlı olanı parmağımla gösterdim. "Lütfen bunu adrese paket yapalım.” Kadın saatin kodunu alıp depoya gitti.

Uraz'a döndüm "Ablacım sen arabaya git otur. Ben ödemeyi yaıp geliyorum.” Uraz uzattığım araba anahtarını alıp dükkândan çıkarken dönüp önümde duran saatlere baktım.

Bari babama da saat alayım.

Önüme başta bir erkek çalışan gelip rafı yerine kaynakken dur durdum. Elimle demin Akif Kıraç’a aldığım saati gösterdim. "Bana bu saatten daha pahalı saatleri gösterir misiniz?"

Tabi ki de saat öz babama Akif Kıraç'tan aşağı kalan bir yanı olmayacak.

Adam onaylar şekilde kafasını salladıktan sonra en alt çekmecedeki rafı önüme çıkartıp koydu.

Babamın zevkine göre bir saat seçtikten sonra Akif Kıraç’ın saati için bir zarfa kısa not yazıp adresi verdikten sonra babamın saatini teslim alıp dükkândan çıktım.

Babamın hediyesini askeriyeye gidince vereceğim...

☠ 

Gölge

"Komutanım bakın çilekli güzel duruyor. Size de bunu mu söylesek?" Baranın uzattığı menüde çilekli, pembe üzerinde beyaz krema alan içeceği parmağıyla gösteriyordu.

Elimi kaldırıp menüye vurdum. "Onu sana takarım Kızıler!" Baran sırıtarak uzaklaşırken Özgür'le Göktuğ ciddili ne içeceklerine karar veriyordu.

Sınırlarımı zorluyorlardı.

Ben anca siyan kahve içerdim, fazlası gereksiz.

“Ya komutanım niye bu kadar hödüksünüz?” Özgür’ün gelen sesiyle kafamı çevirip baktım.

Pardon?

Göktuğ, Özgür’ün ağzını tutarak bana baktı “Öyle demek istemedi komutanım. Kafası iki karış yukarıda. Siz her seferinde dersiniz ya, çokta siklememek lazım.” Göktuğ’nun alnından küçük bir damla ter akarken hızlıca söyledikleri tam anlaşılmıyordu.

Sandalyemi iterek masadan kalktım. “Ne bok yiyorsanız yiyin. Benim işlerim var merkeze geçiyorum.” Yanda duran telefonumu pantolonun arka cebine koyarken Baran durdurdu.

“Komutanım biz senin arabayla geldik. Nasıl geri dönücez?” Kafamı çevirip boş boş ona bakınca ağzımı açmama bile gerek kalmadan ne diyeceğimi anladı. En azından gelişme var.

“Anladım komutanım. Siktirin gidin. Ne yaparsanız umurumda değil bakışı bunlar.” Baran’ı onaylar şekilde kafamı salladıktan sonra masadan tamamen ayrılıp otomatik kapının açılmasıyla dışarı çıktım.

Asenalar eğlence merkezi için geldiklerini söylemişlerdi.

Kafamı çevirip tabelanın gösterdiği kısma baktım.

İki dakika bakıp gitsem ne olabilirdi ki?

Hiçbi’ sikim olmaz. Denemekten de hiçbir zaman zarar gelmez, galiba.

Eğlence merkezinin olduğu kısma sapıp uzun koridorda yürürken karşıma çıkan lobideki kadın bana gülümseyerek baktı.

Cebimdeki cüzdandan askeri kimliği çıkartıp gösterince kızın yüzünde dumur ifadesi oluşurken konuştum. “İçerden birine bakıp çıkacağım. 5 dakika sürmez.” Kadın kafasını onaylar şekilde salladıktan sonra aşağı çekmecelerden bir kart çıkartıp uzattı.

Misafir kartı.

Tam ilerlerken kadının sesi tekrar arkamdan geldi. “Pardon.” Kafamı çevirip bakarken ayakta kalkan kadına baktım.

Parmağıyla ayakkabılarımı gösterdi. “Galoş taksanız olur mu? Bu bir prosedürde.” Kızın çekingen sesinden dolayı bir şey diyemeden tekrar koltuklara doğru gidip hızlıca galoş taktım ayağıma.

Daha ne kadar saçma bir şey olabilirdi ki?

Taktığım galoşlarla koridorda ilerleyip önümdeki gişe tarzı şeye kartı okutup kapıdan içeri girdim. Kapıdan geçtikten sonra kırmızı mor, pembe, mavi değişen ışıklar eşliğinde hareketli müzik çalan büyük bir alana giriş yapmış oldum.

Ne kadar saçma bir yer?

İçerde sadece şarkı sesi ve birkaç insan sesi dışında bir şey yoktu. Zaten burası yeni açıldığı ve tanınmadığı içinde çok büyük bir kalabalık yoktu.

Tanıdık bir kadın sesiyle kafamı çevirince onları gördüm. Uraz ve Asena.

İki kardeş langırtın önünde ikisi de farklı yerlerde oynuyorlardı.

Çok geçmeden Asena kazanış olmalı ki iki kolunu kaldırarak etrafında dönerek sevindi.

İkisi de küçük çocuklar gibilerdi ama ne kadar saklasalar da ikisinin içinde büyük yaralar vardı.

Mesela küçükken anneleri tarafından terk edilmeleri.

Uraz’ın lise ve üniversitede yaşadığı zorbalık. Onu hala çözebilmiş değildim.

Asena’nın aldatılması.

5 dakikanın dolmasına az kaldığını fark edince yaslandığım boks makinasından doğrulup otomatik kapının açılmasıyla çıkıp uzun koridorda ilerledim.

Lobideki kız ayakta dosyalarla uğraşırken kartı masanın üzerine koyup koltuğa oturup galoşları çıkartıp hızlıca burdan çıktım.

Zaten hiç bulunmamam lazımdı...

💐 

Kapıyı ayağımla kapattıktan sonra elimdeki pizza kutularını sarsmadan salona girip masaya koydum.

Uraz elinde gazlı içecekler ve bardaklarla girip benim gibi masaya koydu. Kenarda duran sehpayı ortaya koyduktan sonra tabaklara iki dilim pizza koyup Uraz’a uzattım.

Aldığı tabaklar ve bardakları sehpaya koyarken izleyeceğimiz filmi seçip açtım. Tam filmin başındayken durdurup koltuğa oturdum.

Eve gelince direk yıkanıp biraz uzanmıştım. O sırada Uraz geçen gün benim çektiğim videoyu editleyip bitirmiş ardından paylaşmıştı.

2 saat sonra acıkınca pizza- film fikrini seçmiştik.

Uraz da yanıma oturunca ona doğru dönüp kolumu başımın altına koydum. Oturup konuşmayalı aylar olmuştu.

“Dinliyorum sizi Uraz Işık.” Uraz da benim gibi dönüp sırıttı. “Bizde pek bir şey yok. Size sormalı.” Uraz’ın yüzüne bakarken bir şey fark ettim.

Kaşlar?

Dikelip çenesini tutup kaşlarına baktım. “Sen kaşlarını mı aldın?” Olmaması gereken kadar temiz ve inceydi.

Uraz hızla kendini çekip kaşlarını düzeltti. “Yuh abla ya! Bende seveceksin sandım.” Yanda duran telefonundan kamerayı açıp kaşlarına dikkatlice baktı. “Berber abiye o kadar dedim derine girme diye yaa!”

Sabır çekip yanda duran telefonumu aldım. Hızlıca açtığım kamerayı Uraz’a tutarken fotoğrafını çekip babama attım.

Siz: fotoğraf*

Siz: Bi farklılık var mı?

Albay: Onun kaşlarına ne yaptınız?

Uraz gelip dibime gelip benimle birlikte telefona bakarken eline alıp yazmaya başladı.

Siz: Baba vallahi benim bi suçum yok

Siz: Faruk abi bak herkes yaptırıyor dedi

Siz: Oturdum bi baktım keman teli gibi kaşlarım.

Siz: Bu arada ben Uraz

Gülerken tekrar Uraz’ın kaşlarına baktım.

Aslında o kadar da ince değil. Sadece üsteki fazla karışıklıkları alınmıştı.

Albay: Tamam oğlum

Albay: Bi dahakine bizde Faruk’unkileri alırız.

Albay: Birlikte fotoğraf atsanıza.

Uraz hızlıca kamerayı açtıktan sonra kolunu boynuma sarıp kendine çekti.

Ben kameraya bakarken bir fotoğraf çektikten sonra diğer fotoğrafta eliyle çenemi tutup sertçe yanağımı öptü.

Üçüncü fotoğrafta ben gülerken hem yanağımı ısırıyor hem de öpüyordu.

Çektiği fotoğrafları babama attıktan sonra babam sadece fotoğrafları beğenmişti.

Albay: Kapıyı iyi kitleyin.

Albay: Yatmadan öncede bana son bir mesaj atın.

Uraz’ın elinden telefonu alıp babama onaylar bir mesaj attıktan sonra telefonu kapatıp tekrar yanıma koydum.

“Yarın benim nöbet var. Ondan önce uğrarsam askeriyeye uğrayıp babama aldığım saati

vereceğim.” Uraz onaylar şeklide kafasını salladı. “Ee hani adrese teslim yapacaklardı?”

Haklıydı, onun yanında Akif Kıraç’ın saatini aldığım için adrese teslim demiştim. Şimdi bunun için farklı yalan lazımdı.

“Askeriyeye götürmüyorlarmış. Bende elden veririm dedim.” Durduktan sonra uzun zamandır Uraz’la oturup konuşmadığımızı fark ettim.

“Sen yarın en yapacaksın?” Uraz elini ensesine atıp saçlarıyla oynadı. “Bilmiyorum. En kötü arkadaşlarımla buluşurum.” Kafamı tekrar salladım.

En son gözünün mosmor olduğu ve kapatmaya çalıştığını unutmamıştım.

“Dikkatli olun ve birbirinizin gözünüzü morartmayın. Morartırsanız da gidin kendinize fondöten alın. Benimki olmaz.” Kaşlarımı kaldırdım. Asıl sorguya başlamıştık. “Doğru senin gözün morarmıştı. Kim morarttı Uraz?”

“Sen karşı tarafı görmediğin için böyle diyorsun abla. Karşı taraf benden beterdi.” Yalan söylüyordu. “Kaç kişiydiler Uraz?”

“Tek başıma 3 kişi” derin bir nefes verdim. Ben ortaokulda çok fazla insanla atışırdım. Ama hiçbirinde dayak yiyemezdim. Aynı şekilde lisede de.

Çünkü babam kavga etmeme kızmazdı, zarar görüp kendimi koruyamama kızardı.

Babam bana nasıl kendimi korumam gerektiğini çocukluğumdan beri gösterirdi ama Uraz’a öğretememişti.

Çünkü o kadın Uraz’ı asla elletmiyordu.

Uraz’da korumasız kalmıştı.

“Bir şey demeyecek misin?” Uraz eliyle kolumu dürterken gözlerim doldu ama bir şey demeden gülümsedim. “Karış taraf gerçekten daha beterse bir şey demem bebeğim.”

Yandaki kumandayı alıp filmi başlaatıp sehpadaki tabaklardan birini Uraz’a birini kendime aldıktan sonra geri arkama yaslandım.

Uraz tam dibime girip başıınımı omzuma yaslarken bir yandan filmi izliyor bir yandan pizzasını yiyordu.

19-20 yaşına da gelse benim hala bebeğimdi...

💐 

Hıçkırırken göz yaşlarımı sildim.

Böyle bitmemeliydi ya.

1 saat 44 dakikalık film bitmişti ama ben yaklaşık 10 dakikadır ağlıyordum.

Aslında sonu belli olan bir filmdi ama beni bu kadar üzmesi normal değildi. Cidden bende bu aralar bir sorun vardı ve durmadan ağlıyordum.

“Ya abla yeter.” Uraz’ın seslenmesiyle tekrar hıçkırdım. Şu an bana dokunmayın çok kötüyüm.

En son bu kadar kitapa ağlamıştım. O da sonunda beklemediğim halde iki karakterinde ölmesinden dolayıydı.

İnsanlar niye ölüyordu ki?

Tekrar filmin sonu aklıma gelmesiyle ağlamaya başladım.

En acilinde psikolog randevularıma devam etmem gerekiyordu yoksa ben hiç iyi yere gitmiyorum.

“İkinci filmi varmış. Onu da izleyelim mi?” Uraz’ın sorusuna kafamı sallayıp red ettim. “Film benim için burda bitti ve devam ettirmek istemiyorum.”

Film aslında bitmişti ama sırf sevildiği için büyük olasılıkla devamı çekilip içine edilmişti.

Kötü olan ikinci filmi izlemekten se 1. filmin sonundaki kötü sonu hatırlamayı tercih ederdim.

Ama sonu kötü bitmişti.

Tekrar hıçkırdım.

Aslında insanların değerini anlamamız için ölüm vardı.

Ölümle birlikte insanların değerini anlardık. Ama aslında biz ölene değil arkasında bırkatığı ve kalanlara üzülürdük.

Belki de bir kitabın, filmin, dizinin ya da insanın en akılda kalıcı ve unutulmaz olmasını sağlayan şey sonu, hatta kötü sonuydu.

Ağlamam yavaşlayınca masada duran bardağımı alıp içindeki içeceği kafama diktim.

Hıçkırarak ağladığım için boğazım ağrımıştı.

“Sen ağlarsan ben üzülürüm.” Uraz kollarını belime sarınca kolumu omzundan atıp onu iyice kendime sarıp başının üstünü öptüm.

Kapının çalmasıyla Uraz hafifçe benden ayrılıp yüzüme baktı.

Duvardaki asılı saatten gece yarısı olduğunu fark ettim.

Bu saatte kim gelirdi ki?

Uraz ayaklanıp gidecekken onu durdurup ben ayağa kalktım. Büyük olasılıkla komşulardan biri gelmişti.

Salon kapısından geçip az ilerleyince dış kapının deliğinden baktım ama gördüğüm tek şey karanlıktı.

Biri göz deliğini eliyle kapatıyordu...

💐 

Bölüm : 15.02.2025 20:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...