14. Bölüm

1.3

Danesima
danesima

Tereddütte düşsem de kapının kilidini çevirip açınca içeri önce apartmanın otomatik lambasından çıkan sarımsı ışık doldu ardından cüsseli takım elbiseli bir adamı gördüm.

Kapının önünde duran takım elbiseli adam bana baktıktan sonra tek bir cümle söyledi. “Akif Kıraç’ın hediyesidir.” Karton poşeti önüme koyduğu poşetle hızlıca merdivenlerden inerken başımın döndüğünü hissettim.

Ne alakaydı ya?

Önümde duran karton poşeti iplerinden tutup kaldırdım.

Bu niye tekrar hediye göndermişti ki?

Bugün ben zaten onun hediyesini göndermiştim. Yılda birden fazla hediye göndermezdi.

Poşeti içeri aldıktan sonra kapıyı arkadan kapattım. Kafamı çevirince gördüğüm Uraz'la durdum. Eğer içerisinden ona dair bir şey varsa her şey anlaşılırdı.

Uraz yanıma gelip elimdeki karton poşeti aldı "Gel içerde bakarız.” elindeki poşetle salona geçerken arkasından bende ilerledim.

Uraz salonda yere oturmuş önünde koca poşet duruyordu. Bende yaklaşıp onun yanına oturdum. O bana bakarken elimi poşete atıp kendime doğru çektim.

Uraz'la babama karşı yalan söylememe neden olması, şu an beni zor durum bırakmasından dolayı Akif Kıraç'tan nefret ediyorum.

"Ayla'yla Efil hediye alıcaz diye tutturmuştu. O geldi galiba." Uraz anladım anlamında kafasını sallarken ben poşeti yavaşça açtım.

Karton poşetin içinden bir büyük kutu daha çıkarken, onu da çıkartıp açıtım. Onunda içinden ilk başta bir kâğıt parçası geldi.

Kâğıdın üstünde eskinden çekilmiş fotoğrafım vardı.

Bu fotoğrafın ne zaman çekildiğini ve üzerindeki elbiseyi kimin aldığını daha dün gibi hatırlıyorum.

Akif Kıraç’la o kadının ilk davası bittiğinde evimize yemeğe gelmişti. Uraz'la bana bir sürü hediye almıştı.

O hediyelerden biride benim fotoğrafta giydiğim elbiseydi.

Annem olacak kadın zorla masadan kaldırıp giydirip fotoğraf çekmişti.

Aslında elbiseyi çok sevmiştim ama yine aynı kadın elbiseyi elleriyle yırtmıştı...

~1 Mayıs 2015~

Elimdeki siyah elbiseyi dikkatlice yatağıma koydum. Bunu Akif amcam almıştı.

Çok güzel ve çok pahalı olduğu belli olan bir elbiseydi.

Yarın benim doğum günümdü ve bütün arkadaşlarımla-lise arkadaşlarımda dahil- benim için bir parti organize etmişti. Tabi Efil’le Ayla hala benim bunu bildiğimden haberi yoktu.

Bana sadece en güzel hazırlığını yap biraz eğlenelim demişti.

Sanki Ankara’da 15 yaşında gideceğimiz çok yer vardı.

Pavyona gitmezsek iyi.

Aklımdan geçen düşünceyle elimle ağzımı kapatıp güldüm.

Aslında bende doğum günümü anne, babam ve kardeşimle geçirmeyi isterdim ama babamın işi çıkmıştı ve gelemeyecekti. Babamda bu yüzden yarın bütün gün arkadaşlarımla dışarı çıkmama izin vermişti.

Aniden çarparak kapının açılmasıyla arkamı döndüm.

Annem elinde konuştuğu telefonu kapatıp odama girip kapıyı arkasından kapattı. “N’apıyorsun saatlerdir odanda?” Uzattığım parmağımla kenardaki hala ışığı açık çalışma masamı gösterdim. “Ödevlerim bitti, şimdiden yarın için giyeceğim şeyleri ayarlıyordum.”

Gösterdiğim yere bile bakmazken kaşları çatıldı. “Yarın nereye gidiyorsun ki hazırlanıyorsun?”

“Ayla ve Efillerle dışarı çıkıcaz. Babamın haberi var izin vermişti.” Annemin yüzü ekşirken sinirlendiği çok belliydi. “Yarın çıkmayın. Başka zaman çıkarsın.” Hayır anlamında kafamı salladım. “Anne yarın doğum günüm onu kutlayacağız. Zaten lise başladığından beri hiç dışarı çıkmama izin vermediğiniz için buluşamadım.”

“Doğum günün mü?” Unutmuş muydu?

İnsan doğurdu çocuğunun doğum gününü unutur muydu?

“Umurumda değil Asena. Yarın bir duruşmam var, sonra Akif beni yemeğe çıkartacak. Uraz’ı evde tek bırakamayız o yüzden sen evde kalıp Uraz’ bakacaksın.” Bu sefer onun değil benim kaşlarım çatıldı.

“Akif amca mı? Tek mi olacaksınız?” gözlerinde kızgınlık olurken birkaç adım bana doğru geldi. Onun yüzündeki ve bu gözlerindeki ifadeyi 15 yıldır bildiğim için korkup birkaç adım geriye gidip yatağa çarptım.

“Sen ne ima ediyorsun?” aslında bir şey ima etmiyordum. Sadece merak etmiştim.

“Anne sadece merak ediyorum anne. Bir şey ima etmiyorum.” Ben sadece Akif amcayı merak etmiştim.

Zaten onlar sık sık tek başlarına duruşmadan sonra yemeğe çıkarlardı.

“Dışarı çıkmaya çaksın Asena.” Arkasını döndüğü anda gözlerim doldu. “Ama anne-” Bir anda hışımla dönüp çalışma masama doğru gidince korkum attı.

“BEN SON SÖZÜMÜ SANA SÖYLEMİŞTİM.” Çekmecemi açıp içinden aldığı makasla bana doğru gelince olduğum yerden ayrılıp kapıya doğru koştum ama o bana doğru gelmek yerine yatağımın üzerindeki elbiseyi aldı.

“Bir daha sözümü dinlememek neymiş bakalım.” Elbisenin yaka kısmına soktuğu makası sertçe açıp kapatıp boydan boya elbisemi yırttı.

Tek parça olarak açılan elbisenin başka yerine makas attığında bu sefer iki parçaya ayrıldı.

Siniri bitince elindeki makası başka tarafa, elbisenin parçalarını başka tarafa attı. “Artık yarın sarıla sarıla bu elbiseyle kardeşine bakarsın.”

Beni itip odadan çıkarken kalbimin acıdığını hissettim.

Ağlayıp babama anlatmak istedim ama onu da üzmek istemedim.

Elinden bir şey gelemezdi ki. Sanki Van’dan buraya gelip bana sarılabilecekti.

Sevdiği kadının bir canavar olduğunu işte artık tam o zaman kabul ettim...

~Şimdi~

Fotoğrafı kenara bıraktıktan sonra kâğıdı kaldırıp kutunun içindeki elbiseye baktım.

Nerde görsem yaka kısmından bile tanırdım bu elbiseyim. Aynı duyguları hissettim, gözlerim doldu.

“Çok güzel.” sesim titresede gülümsedim. Elbiseyi kırılacak bir parçaymış gibi dikkatlice uçlarından tutup yukarı kaldırdım.

Gerçekten eski elbisenin resmen bütün detayları vardı ama bende o küçük kızın aldığında ki mutluluğu değil kırgınlığı vardı.

Uraz paketin içindeki küçük zarfı alıp bana uzattı. Tedirginlikle zarfı alıp üzerinde Akif Kıraç’ın normal mühürlerine benzemeyen mühür izini yırtıp mektubu açtım.

Umarım içinde sana dair bir şey yoktur Akif!

Siyah zarfın içindeki küçük beyaz kağıdı çekince kaşlarım daha da çatıldı.

Akif Kıraç ne zaman bir hediye gönderse adres olarak ya bir otel ya da özel mülk olurdu.

Bu tamamen bir koordinattı. Ne bir mülk ismi ne de bir otel ismi vardı. Daha önemlisi altında ‘bekliyorum AK’ yazıyordu.

Uraz’ın çenesini omuz oyuntuma koymasıyla irkilip ona baktım.

Çok fazla istemeden şüpheli davranıyordum.

“O zaman yarın kızlarla bu elbiseyi giyip buluşuyorsun. Doğru mu anlamışım?” Yarın evet bu gönderen kişiyle buluşacaktım ama ne onun gönderdiği adresle ne de bu elbiseyle.

Çünkü ben Akif Kıraç’a uyan bir insan değilim.

Benim soyadım Kıraç değil Işık’tı…

💐 

Odamdaki aynada son kez kendime baktım.

Bütün gece ağlamıştım ama zaten bahanem hazırdı, film kötü sonla bitmişti.

Kime sorsan beni simsiyah bir kişilik olarak bilirdi.

Bana da sorsan gözlerime sadece koyu renkler yakıştığı için öyle giyindiğimi söylerdim. Ama aslında ben simsiyah olmaya zorlamıştım.

Küçükken en sevdiğim renk mavi ve mordu. Ama onlarında en açık tonlarıydı.

Açıp küçüklük fotoğraflarıma baksan zaten en fazla 3 fotoğrafımda o renk şeyler giymiştim. Çünkü o renk kıyafetlerim yoktu. Almıyordu, anne.

Ona göre en asil renk siyahtı, koyuydu.

Şu an üzerimde bembeyaz bir takım vardı.

Üzerimdeki hafif beyaza yakın krem rengi kalın triko açık omuzlu bir kazak, altımda beyaz bir pantolon vardı.

Elimdeki küçük beyaz çanta geçen sezona aitti ama onu Akif Kıraç almıştı.

Ben çok almak istemiştim ama elim cebime gidip alamamıştı. Zaten bir hafta sonra ne hikmetse Akif Kıraç hediye etmişti.

Takı setimde bu ay içerisinde Akif Kıraç’ın gönderdiği swarovski setiydi.

Son kez aynada kendime baktım.

Yıllar sonra olacak karşılaşmamızda ben sadece uzlaşmak istiyordum, başka bir şey değil.

O yüzden ya bugün black swan kişiliğimden sıyrılıp bembeyaz giyinmiştim.

Ama tek hatasında gardımı kaldırmaya, dişlerimi batırmaya hazırım Akif Kıraç!

💐 

Nil Karaibrahimgil-Burası İstanbul

Arabamın durduğu beyaz büyük binaya baktım.

Bir zamanlar daha iyiydi bazı şeyler. Ya da biz kafamızda daha iyimserdik, başka açıklaması yok.

Yan koltuktaki çantamı alıp arabadan çıkarken önüme genç-muhtemelen Uraz’la yaşıt- bir vale gelip arabayı teslim alırken aracın etrafından dolanıp dönen kapıdan geçtim.

Önümdeki kırmızı halıya inat halının serili olmadığı beyaz siyah yıldırımların olduğu seramiklerin üzerine sertçe topuklularımı vurdum.

Kapının karşısındaki danışma kısmına gelince siyah Ysl gözlüğümü çıkartıp tek elimle kapattım.

Saçları ombre olan kadın ve onun gibi iyi giyinimli bir erkek çalışan dönüp bana baktı. “Buyrun ne için gelmiştiniz?” kızın gözleri baştan aşağı beni incelerken seviyemi ölçmeye alışıyordu.

Tepedekiler gibi miyim yoksa orta katman mı?

Akif Kıraç için gelmiştim.” İkisi de birbirine bakarken dalgasına alır gibi sırıttılar. “Randevunuz var mıydı?”

Kafamı olumsuz anlamda salladım “Akif benim için randevu açtırtmaz, kapıları her zaman açıktır.” Gülüşleri daha da büyürken yandaki kat planından onlar fark etmeden zten Akif Kıraç’ın odasını öğrenmiştim.

“Hatta şimdi anlarız.”

Sağımda duran asansörün kapısı açılmasıyla bende içeri girdim.

Danışmadaki kadınla adam ne olduğunu anlamadan birinin asansöre kartını okutmasıyla kapılar kapanıp asansör çalışmaya başladı.

Kat planında gördüğüm gibi en üst katın düğmesine basarken asansördeki birkaç kişi kaçamak şekilde bana bakarken gözlüğümü geri takıp arkamdaki aynaya yaslandım.

Nasıl olsa bu asansörde en son ben inecektim.

Nerdeyse 4 dakikanın sonunda asansörde tek ben kalıp en üst kata gelince hızlıca indim.

Buraya birkaç kez gelmiştim ama pekte değişen bir şey yoktu.

Yine aynı şekilde en üst katta 3 temel kişi vardı.

Adnan Yıldırım yani benim tabirimle Adnen. İkinci kol/ sağ kolu/ güvenliği/ can dostu Adnen.

Çelik Topal benim tabirimle Allah’ın cezası. Hukuk departmanı/ demir avukat TOPAL.

Tabi zamanında boşanıcam diye işleri boşlamasaydı ve bu zamanlama Akif Kıraç’ın hapse atıldığı zamana denk gelmeseydi o kadınla Akif Kıraç’ın tanışmasına neden olmayacaktı.

Ve tabi bel kemikleri Akif Kıraç.

Diğer katlara farkla duvardaki işlemelerin altın renklerinde olduğu koridorda ilerlerken dikkatimi pahalı tablolar çekti.

Hepsi nerden baksan bir ev parasıdır.

İstesek mi babamızdan?

Belki başka zaman.

Koridorun sonunda doğru dümdüz yürüyerek giderken topuklu seslerim büyük alanda yankılanırken 3 temel yöneticinin odalarındaki sekreterlerin yavaşça beni fark ettiklerini biliyorum.

Fark edilmeyecek gibi de değilim ki.

En tanıdık yüz sadece Akif Kıraç’ın çalışanı Filiz’di. Tabi onunda yüzü de 10 yılın savaşında yorgun düşmüştü.

Tam koridorun sonundaki kapının kulpunu ittirip açacağım sırada arkamdan seslenilmesiyle döndüm.

“Pardon! Nereye gidiyorsunuz?” Arkamı dönüp bakınca tamda tahmin ettiğim gibi Filiz ayağa kalkmış bana doğru bakıyordu.

Birkaç adım atıp yanına geldim. Yüzündeki o anlamaz ifade gitmezken yavaşça gülümsedim. “Yoksa beni tanımadın mı?”

Kadının kaşları hafifçe çatıldı. “Tabi aradan 10 yıl geçmiş. Tanımaman çok normal.” Gözlüğümü yavaşça indirip ona doğru baktım.

Gözlerimin çok güzel olduğunu söyleyen kadın bence yıllar sonrada tanırdı.

Çatılan kaşları yavaşça gevşerken ağzı yavaşça açıldı.

Ne kadar normal. Bende yıllar önce annesiyle yakın olup patronuma yamadığım kızı görsem böyle olurdum.

“Bir tane çok şekerli türk kahvesi getirirsin odaya.” Gözlüğü tamamen çıkartıp elimde katlayıp küçük çantama atarken tıklatma gereksinimi bile bulmadan kapıyı itip içeri girdim.

Sağımda ve solumda olmak üzere iki tane sehpanın üzerindeki büyük vazolar beni karşılarken odanın içinde canlı bir şey yoktu.

Önceden bildirmek lazımdı paşamıza!

Kapını karşısındaki masanın patron koltuğuna oturmadan önce uzun krem rengi kabanımı çıkartıp koltuğun arkasına asıp çektiğim büyük siyah patron koltuğuna oturup bacak bacak üstüne attım.

Güzel fotoğraf çekilir burda.

Peki neden olmasın?

Çantamdan telefonumu çıkartıp açtığım ön kamerayla güzelce fotoğraflar çektim.

Asena Kıraç olduğum evrende ortalığı dağıtan bir mafya kızı olma planlarım olabilirdi ama ben Esved Işık’ın kızıydım.

Şansına küs Akif Kıraç.

Koltuğa yayılıp çektiğim fotoğraflara bakarken üniversite zamanından kalma Slav arkadaşımın aradığını gördüm. Ne alakaydı ki şimdi?

Telefonu açıp klasik cümlemle başladım “Privet(merhaba)” karşı taraftan özlediğim ses geldi. “Zdravstvuyte, Asena. Vy byli dostupny?( Merhaba Asena. Müsait miydin?)”

Rusçam zaten hali hazırda lise eğitimlerimden dolayı temeli varken Lena sayesinde geliştirmiştim.

“Da, ya dostupen, moya dorogaya. Chto-to sluchilos'?( Evet müsaitim bir tanem. Bir şey mi oldu?)” oturduğum koltuktan kalkıp masanın üzerindeki şeyleri ayakta incelemeye başladım. Ne kadar dağınık ve ruh emici bir masası var.

Koy şuraya güzel ceviz ağacından masa. Bu ne simsiyah?

“Na samom dele eto ne problema, no ya prosmatrival stat'yu o proyekte, kotoryy my delali v tret'yem klasse. Yesli on u vas yest', yest' li u vas vozmozhnost' prislat' mne svoy proyekt i chernoviki proyekta?( Aslında sorun sayılmaz ama 3. sınıfta yaptığımız projeyle alakalı bir makaleye bakıyordum. Sende duruyorsa proje ve proje taslaklarını bana atma şansın var mı?)” masanı kenarındaki altın kaplamalı kurşun askeri elime aldım.

Dikkat eksikliğim üst düzey.

3. sınıfta yaptığımız projenin konusu az buçuk aklımdaydı ama bütün her şey bilgisayarımdaydı.

“Menya seychas net doma, dorogaya. Kogda ya pridu domoy v polden', ya proveryu komp'yuter i soobshchu tebe.( Şu an evde değilim tatlım. Öğlen eve geçince bilgisayara bakar duruma göre sana söylerim.)” Ben tam cevap verdiğim sırada açılan kapıyla kafamı çevirip baktım.

Cılız ve benden kısa bir kız kapının orda durmuş bana bakıyordu.

Ben onu baştan aşağı incelerken kaşları çatıldı. Elinde tuttuğu laptoplar stajyer bir kız gibiydi ama hiçbir stajyer kız şirket sahibinin odasına tıklatma gereksinimi duymadan giremezdi.

Topladığı gece siyahı saçlarınızdan çıkan tutamları tek eliyle arkaya doğru atarken arkasındaki kapıyı kapattı.

Lena arka planda onaylar bir şekilde mırıldandı. “Ty znayesh', skoro u menya svad'ba, ya zhdu. Gotov'te plat'ya podruzhek nevesty!( Biliyorsun yakında düğünüm olacak, bekliyorum. Nedime elbiselerini hazırla!)”

Hafifçe güldüm. “Mne by ochen' khotelos' pobyvat' tam, no moya nyneshnyaya rabota ne pozvolyayet etogo. No ya poprobuyu.( Orda olmayı çok isterim ama şu anlık işlerim buna elverişli değil. Ama deneyeceğim)”

Beni dinlemeye çalışan odadaki kızın kaşları havaya kalktı ve bu sefer o beni incelemeye başladı.

Masadan aldığım kurşun askerin altına çevirip baktım.

Düşündüğüm gibi özel tasarımdı.

“YA nazovu tebe datu. Zatem vy mozhete soobshchit' nam v zavisimosti ot situatsii. Tseluyu, uvidimsya.( Ben sana tarihini atarım. O zaman duruma göre haber verirsin. Öpüyorum, görüşürüz.)” Bende Lena’ya karşı sevgi sözcükleriyle güzel dileklerimi diledikten sonra telefonu kapatıp masanın üzerindeki çantamın içine attım.

Odadaki kız hareketlerimi izlerken bir yandan üstündeki şişme montu daha sonra ise üzerindeki siyah hırkayı çıkartıp üstündeki eşofman takımını ortaya çıkardı.

Kim bu kadar rahat olabilirdi ki?

Benden başka.

“Bu kim şimdi ya?” Kızın konuşmasıyla kafamı çevirip baktım.

Gayet duyulur bir şekilde söylemişti.

Büyük olasılıkla Rus olduğumu ve Türkçeyi bildiğimi düşünmemişti.

Koyu saçlı bir Rus. Ne komedi ya!

“Asıl sen kimsin?” Kıza doğru bir adım atınca kız şokla gözlerini belertti.

Her yerde açık açık kişiyi anlamadan konuşmamak lazımdı.

Kız çenesini dikeltip bana baktı. “İlk ben sordum. Kimsiniz?” Sırıtıp arkamı dönüp yandaki konsoldaki ödüllere doğru ilerleyip inceledim. “Akif Kıraç’ın gözde misafiriyim. Sen kimsin?”

Kapının açılma sesiyle baktığım ödülleri boşverip kapıya baktım ama yine tanıdık bir simayla kalbim acıdı.

“Akif Kıraç’ın kızıyım.” Duyduğum şeyle kalbim daha da acıdı.

Akif Kıraç’ın birde kızı vardı di mi?

Hemde Uraz’la yaşıt.

O kadın Uraz’la beni bırakıp bu kıza annelik yapmıştı. Doğru…

“Asena?” Kapının orda bana bakakalan Adnen’le hafifçe gülümsedim. “Yaşlanmışsın Adnen.”

Omunda yüzünde hafif bir gülümseme gelirken arkasındaki kapıyı kapatıp odanın ortasına geldi. “Adnan abi bu kadın kim?” Akif Kıraç’ın kızı Adnen’e sorular sorarken elimde hala sıkı sıkıya tuttuğum heykelciğe baktım.

Bu aslında bir heykel değil, metefordu.

Babamdı. Albay Esved Işık’tı.

“Söylesene Adnen, ben kimim?” Adnen abi ikimizin arasında bakışları gidip gelirken kızı boşverip bana döndü. “Yıllar sonra neden geldin Asena?”

Benim yıllardır olmadığımı mı düşünüyordu?

Sanki başka evrenden geldim.

“Adnen ben asla Akif Kıraç’la iletişimimi kesmedim ki yıllar sonra bir yerden çıkayım.” Önüme gelen saçlarımı arkaya doğru atmamla kızın gözleri gerdanımdaki kolyeye deydi. Sonra bileğimdeki bilekliğe deyip sinirle yüzüme baktı.

“Babam bunları birine hediye olarak almamış mıydı Adnan amca?” Birde ailesine göstere göstere mi bana hediye alıyordu Akif Kıraç?

“Parla şu an sırası değil.” Adnen tekrar bana döndü. “Niye geldin Asena?” Umursamadan büyük masaya gidip koltuk sandalyeden önce kabanımı sonrada çantamı alıp ona geri döndüm.

“Akif Kıraç’a baktım ama burda sadece kuyrukları var. Daha sonra gelirim ya da o beni hiç uğraştırmasan karşıma çıkar. Bunu da iletirsin Adnen.” Tam gidecekken aklıma gelen şeyle geri döndüm. “Kattaki kadınlara, yani bir bakıma haberci kuşlara ve Akif Kıraç’ın kızına söyle ağzını sıkı tutsun, o kadın kulağına gitmesin benim hala yaşadığım. Malum yoksa siz onunla uğraşırsınız.”

Kimse o kadın kulağına benimle alakalı, özellikle Akif Kıraç’ın etrafında olduğumla alakalı bir şey gitsin istemezdi.

Elimdeki kurşun askeri kenarda duran ağzı açık çöp kutusunu fırlatıp gidecekken kız kolumu sertçe tuttu. “Benim babam evli ve evliliğinde mutlu. Ailemizi rahat bırak.” Dişlerinin arasında ne kadar kızgın olduğunu belirten sesine rağmen gözümü devirip kolumu serçe çektim.

“Yere batsın mutluluğunuzda, ailenizde.” Hızlıca açtığım kapıdan sonra aklıma gelen şeyle yandaki büyük vazolardan birine vurdum.

Onları açık arttırmalardan birinde alırken şahit olmuştum ve o kadın vazolara bayılıyordu…

💐 

Üzerimdeki şala daha sıkı sarıldım. Hava dondurucu soğuktu ama ben bu soğukta terasta oturmaya karar vermiştim.

Akif Kıraç’ı görmeden çıktığım şirketten sonra eve gidip biraz zaman öldürüp üstümü değiştirip nöbete gelmiştim.

Bütün gün evi temizlediğim, üstüne Uraz için yemek hazırladığım için çok yorgundum. Tabi bünyem bunu doğal karşılıyordu.

Saat 23.30'da çıktığım aranın 10. dakikasındayım telefonumdan çalan şarkıyla Ankara'nın binalarından çıkan ışıkları izliyordum.

Aslında burayı sadece ben keşfetmiştim ama 2 sandalye koymuştum buraya.

Belki bir gün buraya birini getirebilir onunla Ankara ayazı eserken gecenin içindeki ışıkları izlerdim.

Telefonunda çalan listede Dedubülman başka bir şarkısı başlarken gözlerimi kapadım.

Tam düşüncelere dalmışken duyduğum sert ayak sesleriyle gözlerimi açıp yayıldığım sandalyede dikelip arkama baktım.

Boyundan bile kim geldiğini anladığım adam, elinde iki karton bardaklarla yanımda durdu.

Bana doğru uzattığı bardağı Kubat’ın elinden aldım. Yanımdaki sandalyeye bakıp geri bana döndü.

"Oturabilir miyim?" kafamı sallayıp onaylarken dudaklarımı sıcak bardağa dayayıp içitim.

Tam benim sevdiğim gibi şekerli sütlü kahveydi.

Bardağı elimde döndürürken gördüğüm yazıyla durdum.

> Teoman - Kupa kızı ve Siner Valesi

Ama bu benim hamlendi. Hemde Teoman.

Boğazımdan alaylı bir ses çıkartıp ona bakmadan şarkının en sevdiğim yerini söyledim.

"İnanmak lazımmış meğer iskambil fallarına."

O kafasını kaldırıp bana bakarken ben önümdeki şehrin ışıklarına bakmaya devam ettim. Anlamamıştı beni.

Kim anlayabilirdi ki?

"Sacıların mı ıslak yoksa ıslak mı yaşamak?" Onu söylediği kısımla kafamı çevirip baktım.

O da ban dönüp baktı "Benim sevdiğim kısımda burası.”

Demek ki anlayan kişiler var Asena. Ne dersin?

Bu sefer bana sadece susmak kalıyor...

“Senin için rüzgârda hep yağmur mu var?” şarkının devamını söyledikten sonra yine kahveden bir yudum aldım.

Seviyordum şarkıları. Onlar benim duygularım, elim ayağımdı.

“Gözlerin mi daldı, yoksa sıkıldın mı sorulardan?” O şarkıyı söylüyor gibi değil de sanki şiir okuyor, bir ima barındırıyor gibiydi.

Tamamen ona öndüm. “Hiç geçmez mi gözlerinden bu sonbahar?” Gözlerimde olan gözleri önce üstüme sonra sıcak kahveye ısınmak için sarılan parmaklarıma baktı.

Kendi elindeki bardağı kenara koyduktan sonra hızlıca ayağa kalkıp montunu çıkartıp omuzlarıma attı.

O hızlı hareketlerle yaparken daha tepki vermeden montunu omuzlarıma koyup geri yerine oturdu. “Ben soğuğa alışığım. Sen üşüme”

Düştüm galiba.

Kendine gel. Bu kadar hızlı kaleleri terk edemezsin.

“Teşekkürler.” Ne kadar gurur yapmak istesem de gerçekten donuyordum.

Onun kokusunu saran montuna iyice sarılıp oturdum.

Ona sorular sormak istiyordum ama çekiniyordum.

Kendine gel. Normal Asena böyle değil, asla çekinmez.

“Sen nereliydin?” Aferin, müthiş soru.

Bıraktığı kahvesini geri eline aldı. “Karadenizliyim.”” Müthiş soruya çok müthiş cevap.

“Soğuğu seviyorsundur.” Kafasını hayır anlamında salladı. “Sen?”

Paşamız sonunda iletişimsel soru sordu.

“Ben aslında soğuğu seviyorum ama Kasımı sevmiyorum.” Yan çehresinden bile kaşlarının çatıldığı belli olurken kafasını eğip ‘ne?’ anlamında baktı.

“Annemiz bir kasım gecesi terk etti bizi. Soğuk normalde beni üşütmez ama Kasım soğu dondurur.” Çatılan kaşları yumuşarken sorduğu sorunun cevabının ağırlığından dolayı bir şey demedi.

Sessizlik hoşuma gitmezken bir soru daha attım ortaya.

“Asker olmaya nasıl karar verdin.” Gbt’sine bak, daha rahat konuşursunuz Asena.

Yok, MSÜ mülakatına aldım. Mesleki deformasyon.

“Abim gibi gördüğüm kuzenim askerdi. Ailesinden kaçmak için askerlik seçmişti. Benime ailemden kaçmam gerekiyordu, o yüzden askerlik seçtim.” Kahvesinden bir yudum alıp devam etti. “Ama mülakatta cevap olarak kuzenimde gördüğüm vatan sevgisinin bana da aşılandığını, o yüzden asker olmak istediğim söyledim. Anlarsın ya yetkilinin kalbini çalmak için.”

Son kısmıda göz kırpmasıyla gözlerimi kaçırıp gülümsedim.

Galiba flört ediyor.

Sen sussana.

“En azından dürüstsün.” Ben sağlıkta elenmeseydim nasıl olurdu acaba?

“Bir sana bu kadar açık ve dürüstüm.” Kalbim saçmalama.

“Bunu da belli ediyorumdur umarım.” Kafamı yavaşca çevirip yanımdaki adama baktım.

Galiba açık konuşmanın zamanı geldi.

“Yanlış kişiye böyle yakın olmaya çalışıyorsun. En son kişiyim ben Kubat.” Albayının kızıyım kendine gel Kubat, demek istedim.

Deliyim baş edemezsin, demek istedim.

Baran’ın zorlamasıyla yapıyorsun, demek istedim.

Ama ağzımdan çıkmadı. Çıkamadı...

“Deneme yanılma prensibim var. Yanılıyorsam da sonuna kadar deneyip sonra yanılırım Feridem.”

Yine Feride...

“Aklında ve dilinde başkası varken bende şansını denemek ne kadar doğru bir deneme Kubat?” O deneyip yanılmak istiyor olabilir ama ben bir aldatılma daha kaldıramazdım.

“Çok yanlış taraftan bakıyorsun. Feride bir isim ya da kişi değil.” Tamamen bana dönüp sandalyesini yaklaştırdı. “Benim Feride bir metafordur.”

Dibime girmesinden olayı aklım karışsada belli etmemeye çalıştım.

Niye böyle oldu ki?

Neden acaba Kalp Hanım?

“Feride metaforuma uyan ilk ve tek kadınsın. Muhtemelen de son Feridem.”

Bulduğum güçle sandalyemin altından tutup biraz kaydım. “Kendinden o kadar da emin olma Kubat. Benim duvarlarım çok yüksek, kapılarım çok serttir. Son ve tek değilimdir.”

Onun yüzünde sırıtış olurken elimin titrediğini hissettim. “O zaman duvarlarının nasıl kırılır olduğunu, kapılarının ne kadar kolay açıldığını görmeye hazır ol?” Gözleriyle yandaki telefonumu gösterdi. “Saat kaç?”

Ne alakaydı şu an?

Elime aldığım telefonla 00.00 olduğunu gördüm.

Kasımın yeni bir gününe girmiştik.

“Bugünden itibaren izle ve gör Feridem. Bende Gölge’ysem asla pes etmem. Seni Kasım ayında bile ısıtır, mutlu ederim.”

🖤 

Bir dönüşüb baxmaq ilə əqlimi aldın, Fəridəm

Ekran başında çığlık atmamak için zor duruyorum.

Ağır ve yazması biraz kalp kıran bir bölümdü ama bundan sonrası çok güzel olacak.

Söz : )

Yeni bölümde görüşürüz Ankara ayazlarım

💋💗

 

Bölüm : 22.02.2025 23:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...