17. Bölüm

1.6

Deniz
danesima

 
💐

Benim siyah çarşafım yok ki.

Gözlerimi açarak baktığım odanın şu an tek gördüğüm bembeyaz havanın gözüktüğü pencerenin önünde uzanan yemyeşil büyük olasılıkla bir çınar ağacı vardı.

Bembeyaz pencere pervazlarının dışındaki duvar açık tonlarsa bir griydi.

SORUNUMUZ ODANIN ŞEKLİ VE DÜZENİ Mİ YOKSA BİR ODADA OLAMIZ Mİ?

Aklıma düşen sesle hızlıca kalkıp yatakta dikeldim.

Yatağın diğer tarafında eskiden birinin yattığını belirten kırışıklıklar varken benimde üzerimde simsiyah bol bir erkek tişörtü vardı. Hemde buram buram erkek kokuyor.

Hızlıca çarşafların arasından ayrılıp aynanın yansımasında ki kendime baktım.

Üzerinde sadece tişört vardı. Altım boş kaldı...

Yerdeki kıyafetlerimi geri giyemezdim. Çünkü onlarda çok dardı.

Her şeyi boş vererek odadan çıkıp uzun koridorda ilerledim. En iyisine yüzüme bir su çarpsam iyi gelebilir.

Düne dair en son Cenk, Doruk, Barış ve İlkin vardı. Zaten Barış ve İlkin ilerleyen saatlerde de yanımda olmuşlardı.

Bir ara dozu fazla kaçırınca İlkin'le Doruk elimdeki bardağı almıştı. Birkaç tartışma, küfür ve havada uçan yumruk bir yerlerde vardı ama flaş gibi gidiyordu.

Barış’ın evindeyim, İlkin'le beni o getirdi. Peki ya onlar nerde?

Koridorun sonundaki gördüğüm mutfak, banyo fikrini tamamen götürmüştü. Şimdi sadece soğuk bir su istiyorum.

Üsteki dolaplardan birinden aldığım bardağı arıtma musluğunun altına koyup olanları tekrar gözden geçirdim.

Cenk’le hesaplaşmıştım. Eğlenmiştim, sarhoş olmuştum. Mutlu olmuştum, bu tek başına yeter.

Akan suyla arıtmayı kapatıp ıslak tezgâha baktım. Aptal ben!

Mutfak masasının üzerindeki peçetelikten aldığım peçeteleri ıslak yere bastırdım.

Onları orda bırakıp bir sandalye çekip oturdum.

Bugün hastaneye gideceğim, yarın arkadaşımın korosuna gideceğim.

Babanın yanına uğramıyorsun. Kötü evlat!

Yarın bir gün hiç eve gelmese hüngür hüngür ağlarsın Değer bilmezsin!

Anahtar sesiyle kafamı çevirip baktım. Zaten sadece kafamı çevirip bakacak gücüm vardı.

“Asena uyandın mı?” İlkin’in önce neşeli sesi daha sonra ise sureti geldi.

O elindeki poşetleri masaya bırakırken arkasından elmacık kemiğinde hafif yeşillik olan Barış geldi.

Demek ki dün gerçekten kavga olmuş...

“Bana öyle bakma! Karadenizliyim ben. Adam laf atacakta bende bayrak direği gibi dikelecek mydim?” Söylene söylenen buzdolabından aldığı buz torbasına havlu sarıp geri elmacık kemiğine koydu.

Şimdi hatırladım olanları...

“Bize baksana sen be!” İlkin’in arkamda bir yere doğru bağırmasıyla masaya yasladığım kafamı hafifçe çevirip baktım.

Boğa güreşi izler gibi bizim masaya bakan üç erkek. Bacaklarımı hissetmiyorum.

“Zaten size bakıyorum hanımefendi.” adamlardan birinden ses gelirken telefona bakan Barış yavaşça-ağır çekimde denebilir- kafasını kaldırıp adamlara baktı.

Arka fonda tulum sesi gelmesi normal mi?

Değil. Hemde kemençe sesi de var.

“AYI MI OYNATIYOR LA!” Barış elindeki telefonu masaya çarparken üç adam arlarında bir şey söyleyip güldüler. “Sikerim sizin telinizin yayını!”

Barış teke üç atacak galiba.

İzlenir.

Kafamda cidden kemençe çalıyor.

Dağların yamacına ay vuriyi vuriyi

Kubat’la Baran horon tepmeyi öğretseydi şu an gram kalan gücümle oynardım.

Barış adaların üstüne yürüdüğü sırada en önde olan baş parmağını elinin içine alıp yumruk yapınca anladım. Sırıtışım arttı.

Acem nasıl geçeyide bensiz geçen günleri?

Adam yumruğunu Barış’ın yüzüne geçirmesiyle yanda duran su şişesini şerefine kaldırdım. “UYYYY!” benim sesime karışık İlkin’in çığlığı duyuldu.

Doruk masada dibime girerken ben hayatımdaki en güzel sahneyi izliyordum.

Barış doğrulduğu gibi yumruğunu adamın yüzüne indirip geri yakasından tutup burnuna kafasını indirdi.

Gel aşalum aşalum Rize’nun dağlarini

İlkin kenardaki masadan aldığı menüyü diğer adamın kafasına geçirirken adam yüzünü korumaya çalışıyordu.

Barış ona yumruk atan adamın işini hallettikten sonra diğerine başladı.

Bu gece bitmesin ya...

En azından ben olaya karışmadan kendileri halletmişti. Azıcık gücüm olsa su içerdim.

“Bu bardık ne?” İlkin elinde su dolu bardağı kaldırınca fark ettim.

Ben unutuyorum...

☠️

Gölge

“Gece yağmur ve soğuk!” Fırat’tan ses çıkarken arkasından iki timde tekrarladı. Koşarken bir yandan da seçtiğimiz şarkıyla askeriye bahçesini inletiyorduk.

“Şehrin caddelerinde!” kendi kısmımı söylerken geriye kalanlar tekrarladı. Binanın köşesine gelince sistematik bir şekilde kendimizi yere atıp şınav çekmeye başladık.

“Gözlerimden hayalin.” ciğerleri çıkacak kadar bağıran Dündar’a dik dik bakarken bir yandan da şınavımı çektim.

“Hasretin yüreğimde!” Demet normaldeki naif haline göre daha sert çıkan sesiyle aynı anda söylerken şınavı bırakıp ayağa kalkıp koşmaya başladık.

“Gurbette yorgun düştüm be ceylan!” Yanımda bağırarak Volkan geçerken hep bir ağızdan tekrarlarken ellerimizle sistematik bir şekilde alkışladık.

Ve sıra bana geldi.

“Hasret tükettim bittim be ceylan!” Bu sefer ben susarken hepsi beni tekrarladı. Otopark arka kısmı bittiğinden tekrar köşeye geldiğimiz için yere yatıp şınav için kesin olarak hazırlandım.

Fırat’ın başlamasıyla dirseklerimi kırarak göğsümle beton yerin arasında birkaç santim kala kalkıp tekrar aynı hareketleri yaptım.

“Gurbette yorgun düştüm be ceylan!” Uğur arkamda bir yerlerde söylerken aynı şekilde arka taraftan yüksek sesle tekrarı geldi.

“Hasret tükettim bittim be ceylan!” Timlerden birine ait olmayan sesle kafamı kaldırıp önümdeki büyük askeri postallara baktım.

Esved Işık…

Hızlıca şınavımı bırakıp ayağa kalkıp hazır olda durdum. Daha doğrusu iki timdeki bütün askerler durdu.

“İyi günler asker!” Albayın yaşına göre hala sert ve dinç sesine biz cevap verdim “Saol”

“Kızıler, Korkut, Gölge, Uşak çömezler benimle gelin. Demet kızım sende gel.” Dündar’ın başı kel mi?

Eve geçen kontrolde kız ilaç önerdi ya saçlarının tepesi seyrek diye.

Konumuz şu an o mu?

Değil mi?

“Emredersiniz Albayım.” Baran göğsünü kabarta kabarta yürürken arkada Dündar neşeli neşeli diğer timle şınav ve şarkısına devam ediyordu.

Timdekiler arkamızdayken Fırat’la en önden albayı takip ediyorduk.

“Fırat sen biliyorsun şu Asena’nın arkadaşının kora topluluğu vardı ya. Onunla ilgili bugün Alya ve Asena’nında katıldığı bir gösteri var.” Koro-Asena. Değişikmiş.

“Asena benim katılmamı istemişti ama bugün işlerim çok var ve otuz dakika sonra Çankaya’ya gideceğim. Anlayacağız yoğunum ve gidemeyeceğim.” Elini cebine atıp bir şeyler çıkartıp arkasını dönüp bize uzattı.

“Elimde üç bilet var. Siz gidersiniz. Dündar’da Çankaya’ya benimle gelecek o yüzden çağırmadım.” Dündar elendin çık. Neden Fırat’ı değilde Dündar’ı alıyor ki?

Bi dakika.

Biletler 3 tane!

Önüme bir el uzanıp alırken sinirle Baran’a döndüm.

Fırsatçı puşt!

“Tabikide gideriz albayım. Siz bizim gibi gençlere güvenin. Hiç şüpheniz olmasın, en çok ben alkışlayacağım.” Baran bir yandan bileti inceleyip bir yandan konuşurken elindeki biletleri çekip aldım. Ve büyük olasılıkla bu eylemimden dolayı bacaklarımdan olma ihtimalim var.

“Allah’ın adını verdim sen gitme Kızıler! Korkut’la Demet gidecek ama senin gitmeni katiyen istemiyorum!” Albay çatık kaşlarıyla konuşurken ilk olacak kadar keyfim yerine gelip sırıttım.

Puşt Baran üzgün.

Yedirmezdim ona bu şansı.

Onu görme şansını.

Bana dönüp baktı albay. Sırıtan bana.

“Sen gideceksin Gölge. Şunlardansa, sen ve Korkut’a güveniyorum.” Bir elini Fırat’ın bir elini benim omzuma atıp sıktı. “Gölge’yle Korkut bir abi, Demet’te benim kızım kız kızkardeşi gibi.”

Ee ananı yani ya.

Baran’ın kendini sıktığı belli olurken yavaşça başımı onaylar anlamda albaya karşı salladım.

Ne laf söylesem dönüp dolaşıp Asena’ya girdiği için içimdeki seslerde bile rahat rahat küfretemedim.

Bugünler düştüğümüzü gören gelip başımızı okşardı saygıdan.

El öpülmesi gerekmiyor muydu?

Sırası mı?

Albay birkaç şey daha söyleyip omzumu sıkıp gittikten sonra Uğur’la Baran’a döndüm. “Gökalp, Özgür, Uğur ve Kızıler! Yemekhaneye gidin ve ne kadar patates varsa akşam biz gelene kadar soymuş olun. Patates biz akşam gelmeden biterse gidin yenisini alıp soyun ya da havuç soyun. Ama asla boş kalmayın.”

Baran’ın sırıtan yüzü dolarken Uğur elini kaldırıp Baran’ın yüzüne geçirdi. “Puşt senin yüzünden benimde bacağıma sıkıldı.”

Omzuma atılan elle kafamı çevirip Fırat’a baktım. “Hayırdır? Sen benim yokluğumdan yararlanıp başa mı geçeceksin? Emir vermeler falan?” Gözlerimi omzumdaki eline çevirip tekrar ona baktım.

“Sıkıntı mı var incir?”

Fırat’ın omzumdaki eli enseme geçirilip kendine çekti. “İtiraz yok! Ne dediyse aynısını emrediyorum.”

İnsanın elinde kozunun olması nasıl güzel bir şeydi…

☠️

Niye bu kadar kasılmış bir ortamdı ki?

Demet üzerindeki beyaz takımla ellerinde içecekti insanlara çarpmadan ilerlemeye çalışırken Fırat’la ben sadece pantolon üstümüzden Polo yaka tişört tercih etmiştik.

Tercih etmiştik?

Demet zorla giydirdi!

“Komutanım şurdaki yer bizim.” Eliyle kalan boş yerlerden birini gösterdiğinde ilerleyip oraya oturduk.

Tam sahneyi görecek açıda güzel bir yerdi.

Zaten salonun kendisi çok güzeldi.

Demet telefonun aranması ve biriyle konuşmasıyla ortamdan kaçarken Fırat telefonuyla oynamaya başlamıştı.

“Abi.” Gelen sesle kafamı kaldırıp baktım. Küçük Işık?

Arkasındaki kalabalığa bakınca aklımda yarın için yapabileceğim cezalar geçiyordu.

Uğur, Baran, Asena’nın arkadaşı- Baran’ın numarasını istediği kız- ve küçük Işık. Hepsi açtığı koltuklara otururken Uğur gergin, Baran ise pişmiş tavuk gibi sırıtıyordu.

Sikicem bi gün belasını görecek gününü!

“Merhaba zaten tanışmıştık Kubat Bay, ama ben yinede tanıtayım. Efil ben, Asena’nın çocukluk arkadaşıyım.” Kadının konuşmasına sadece kafamı sallayarak cevap verdim.

Biraz sonra gelen anons ile Demet geri gelip koltuğa otururken Baran ve Uğur’a şokla bakıyordu. En azından arkamızdan iş çevirmemiş…

“Hepiniz hoşgeldiniz!” Sahnenin önünde duran bir kadın bir erkekle kafamı çevirip direk onlara odaklandım.

Uzun bir konuşma yaparken aradan birkaç şey ilgimi çekti.

“Bildiğiniz kadarıyla Esin Özal’ın hazırladığı ve şefliğini yaptığı bu karma koronun bugün burda bulunma amacı kadınlar ve onların hakları üzerine. Bugün burda yaptığınız bütün bağışlar Türkiye’nin her yerindeki farklı kadın dayanışma evlerine bağışlanacaktır.”

Zaten Asena’nın başka bir şekilde paralı bir koroya katılacağını düşünmüyordum.

“Ağustos 1914'te Reşadiye Harp Gemisi'nin kızaktan indiriliş töreninde bulunmak üzere İngiltere'ye davet edilen Türk heyeti törenin son dakikalarında güç bir durumla karşılaşmıştır. İngiliz marşı çalındıktan sonra sıra Türk Milli Marşına geldiğinde çalınacak ve söylenecek bir mil marş yoktur. Türk Çarkçıbaşı arkadaşlarına eğilerek; Arkadaşlar Entarisi Ala Benziyor'u biliyor musunuz? O halde hep beraber söylüyoruz, der ve söylerler. Böylelikle aslında hepimizin bilmediği bir bilgi olarak Entarisi Ala benziyor ilk Milli Marşımız olmuştur. Karşınızda koromuzun yorumuyla Entarisi Ala Benziyor!” Erkeğin konuşmasını bitirmesiyle salondaki herkes alkışlarken Baran bana döndü.

“Heyecanlı mısınız komutanım?” Hayırlarıyla senin pekmezi akıtınca heyecanlanıcam.

Ters ters bakarak açılan kırmızı perdeye baktım.

Sadece bana mı öyleydi bilmiyorum ama bir pırlanta gibi ilk o göze çarpıyordu…

💐

Asena

“ALYA!!” Eteğimin üçünü düzeltirken yine bir deliğe kaçmış olabilecek Alya’yı arıyordum.

Zaten onu tek bırakmamak için koroya girmişti, birde o beni bırakıp giderse komik olurdu.

“Geldimmm!” Üzerinde güzel ama biraz garip duran Ayla’ya baktım.

Bir entari ile kadar normal gözükebilirdik ki?

Evet üstümde şu an entariye benzeyen kat kat bir elbise vardı. Ama entaride denemezdi.

AMA ÇOK GÜZELLER!

Esin’e biz entari dedikçe Esin gösterinin geri kalanıyla uyumlu olabilmesi için dönem kıyafeti gibi bir şeyler seçmişti.

Kadife koyu kırmızı kumaş elbisemin omuz başlarından akan kumaş pelerinin gibi duruyordu. Göğüs kısmı dikdörtgen açıklık olacak şekilde bırakılmış onun dışında belimdeki değişik kemerine kadar her şeyiyle Osmanlı döneminde saray cariyesi gibi hissettiriyordu.

(Buna benziyor)

“Asena, hadi birazdan çıkıcaz. Sırtımdaki korseyi ilikler misin?” Ayla saçlarını arkadan kaldırıp sırtını dönerken sırtındaki ipleri sertçe çekip yandaki düğmelere sararak bağladım.

Bunu giydik iyi hoşta, akşam nasıl acıcam?

“Ayla! Asena! Hadi.” Uzaktaki Esin’i görmemle Ayla’nın sırtını ittirerek elini tutarak Esin’e doğru koştum.

Esin ortaokuldan irtibatımızı asla kesmediğimiz arkadaşlarımızdan biriydi.

Annesi müzikle ilgilendiği için o da konservatuar okuyup orkestra şefi olup kendi korosunu kurmuştu.

Küçükken şarkıcı olmak isteyen Ayla için bir pırlanta olduğu için ne zaman gösteri olacak olsa Ayla’da katılıp eşlik ederdi.

Kırmızı perdesi kapalı olan ahşap sahneye çıkıp hemen Ayla’nın arkasındaki rampaya geçtim.

Karşımızda 12 erkek varken bizim tarafımızda da 12 kız vardı.

Hepimizin karşısında bir partneri vardı.

Boyuma en uygun kişi Poyraz yine aynı şekilde ortaokuldan arkadaşım olan Esin’in üçüzüydü. Diğer üçünde Ayla’nın partneri Kuzey’di.

Kuzey’le Poyraz gram benzemediğinden daha kolay ayırabiliyorduk ikisini.

Sunucunun sonsözü ve bitirmesiyle salondakiler alkışlarken sahnenin perdeleri açıldı.

Sakin ol, kaç kere yaptın sen zaten bunu.

Başımı eğerek eteğimin yere sürtünen uçlarına bakarken uçları hafif dalgalı olan saçlarım önüme düştü.

Entarisi Ala Benziyor- Muammer Sun ve İbrahim Yazıcı (Burdan dinlerseniz daha hakim olursunuz)


Esin’in elini kaldırmasıyla erkeklerin olduğu taraftan ses yükselmeye başladı. “Şekerli misin?” Kadınlara geçince sadece ‘vay vay’ dedik.

Kaymaklı mısın Vay vay

Şekerli misin Vay vay

Kaymaklı mısın Vay

Olduğumuz platformun rampasından inerek 2 adım erkeklere doğru yaklaştık.

Hareketli koro olmasından dolayı koreografilerimizde vardı. Tabi ne kadar aklımda kaldıkları şüpheli.

Şekerli misin vay vay

Kaymaklı mısın vay vay

Şekerli misin vay vay

Kaymaklı mısın vay

Erkekler bize doğru bir adım atarken eteklerimin uçlarını tutarak biraz yukarı kaldırarak yerle olan bağlantılarını azalttım.

Entarisi ala benziyor

Erklere doğru bizde adım atarken sözleri tekrarladık. Ayağımızdaki ağır topuklu botları sertçe iki kere yere vurdum.

Şeftalisi bala benziyor.

Erkekler koşarak gelirken aynı şekilde bizde onlara koşarken aralarından geçerek yer değiştirerek onların yerine biz, bizim yerlerimize onlar geçmiş olduk.

Esin eliyle nefes aralığı bırakmaları için erkeklere işaret verirken kafamı çevirerek babam, Uraz ve Efil’in oturması gereken yere baktım.

Babamın yerinde başkası vardı.

Benim yarim sana benziyor.

Sadece bana bakıyordu. Gözleri gözlerime denk.

Benim yarim sana benziyor.

Onun gözlerinden kopunca aklıma sahnede olduğumuz geldi.

“Olamaz ne çare, o nişanlıdır. Kaytan bıyıklı delikanlıdır.” Ayağımdaki botlarla tekrar parke zemine vurarak sahnede yankılanan bir ses sağladık.

Tekrarlayarak erkeklere arkamızı dönerek sahneden gözükmeyen perdenin oraya geçtik.

Sahne şu an sadece erkeklere kalmıştı. Bundan sonraki zaten en sevdiğim kısımlardı.

Şekerli misin vay vay

Kaymaklı mısın vay vay

Şekerli misin vay

Kaymaklı mısın vay

Sahnenin arkasından erkeklerin tek dizleri üzerinde çökmesiyle çıkıp partnerlerimizin arkasına geçtik.

Entarisi biçim biçim

Entarisi biçim biçim

Arkasında durduğum Poyraz elini hayvana kaldırdığında tutup. Etrafında bir tur döndüm.

Elbiselerim Osmanlı dönemini şarkının havasıyla kendimi 1920’lerde hissediyordum.

Ama aklımda partnerim değil o vardı.

Ölüyorum senin için

Poyraz çöktüğü yerden kalkıp beni önüne çektikten sonra ellerini belime sabitleyip havaya kaldırıp döndürdü.

Ağlatma gel başın için

Bütün sahnedeki kızların aynı anda yere indirilmesiyle botlarımızdan yine sert bir ses duyuldu.

Elimi Poyraz’ın göğsüne koyarak sertçe ittim.

Olamaz ne çare o nişanlıdır

Kaytan bıyıklı delikanlıdır.

Poyraz ittiğim kolumdan çekip tekrar Osmanlı döneminde en yaygın salon danslarından biri olan valsa başlarken biz görmesekte sahnenin üstünde şu an asılı bu işin uzmanı insanlara orkestraya bizim yerimize devam ediyordu.

Hatta o kadar ki ışık bize loş bir şekilde verilirken onlardandır odak.

“Esved Işık nerde? Yerinde yok.” Poyraz’ın konuşmasıyla kafamı kaldırıp yüzüne baktım. “Bilmem, kim bilir yine ne işi çıktıda yine benim için önemli bir şeyi kaçırdı.”

Doğru. Acaba en son hangi önemli günüme katıldı ki?

“Boşver, belki gerçekten önemli bir işi vardı.” Uzun bir boşluk olurken beni etrafımda döndürdü. “En azından Ural senin önemli günlerini kaçırmıyor.” Gözlerimi Uraz’ın oturduğu yere çevirdim.

Gülümseyerek beni izlerken o sırada oturan Fırat elindeki telefonlar beni çekiyordu.

Gözlerimle salonu tararken Urazların üst sırasında oturan onu gördüm.

Akif Kıraç…

Yanında kızıyla oturuyordu.

İkisinde bana bakıyordu. Ya da bu bir histi.

Yaşlı gözleriyle bana bakarken yanındaki kızının gözünde daha çok nefret vardı.

Bir insan, bir insanı ancak tanımadan bu kadar nefret edebilirdi.

Baban gelmedi ama o geldi.

O benim mezarıma, ben onun mezarına…

💐

Polo yaka tişörtümün düğmelerini ilikleyip son kez düzelttim.

Yaklaşık 1 saatten fazladır gösteriden dolayı sahnedeydik ve sonunda bizim sıramız bitmişti. Aynı şekilde sesimde bitti.

Kızılcıklar oldu mu, Üsküdar’a gider iken, Labour tarzı hem yerli hemde yabancı şarkılardan söylemiştik ve her arada 1 milyon bağış gelmişti.

Esin gösterinin sonunda açıklayacaktı toplam bağışı ama biz çoktan kendi grubumuzla selamımızı verip sahneden inmiştik.

“Asena!” Arkadan gelen Kuzey’in sesiyle kafamı çevirip baktım.

Kapının önünde durmuş elinde benim fularımla geliyordu.

Elinde tuttuğu fuları uzattı. “Poyraz’ın cebinde kalmış, o getirecekti de ben bi sana bakayım dedim.” Fuları ondan alırken arkamı dönüp soyunma kabinlerine baktım. Alya üstünü giyiniyordu hala.

“Onu yeterince gördüm. Bir insan ortaokuldan beri gram mı dans etmeyi öğrenemez? Ayağındaki botlarla ayağımı düzleştirdi!” Alya’ya söylediği şeylerle Alya’yı kışkırtıyordu.

“Önce sen dans etmeyi öğren Kuzey. Sırf senin arkanı toplayacağım diye ayağına bastım. Birazcık Poyraz’dan bir şeyler öğren.” Alya kabinden çıkarken elindeki elbisesini kendi çantasına koydu.

“En güzel ben dans ettim. Boşuna didişmeyin!” Fularlı kendi çantama koyarken fermuarını çekip koluma taktım.

O kadar dersler alıp uğraştım, tabi ki de dansım güzel olacak!

“Kuzey, senede Poyraz’ı da Esin’i de öpüyorum. Şule’ye yetişmem lazım. Daha ondan teşekkür etmedim.” Kuzey evet anlamında gözlerini açıp kaparken askıdaki kabanımı da alıp odadan çıktım.

Şule geçen gün mal Cenk’in haberini yapmamda yardımcı olan arkadaşımdı.

Bugünde gelip gösteriyi çekmişti yeni haberi için.

Telefonuma attığı kapının önündeyim bildirimiyle odaların dışındaki kapının orda durdum.

“Asena” gece mavisi saçlı kıza kollarımı açarak sarıldım. “Nasılsın bi’tanem?” Ayrılarak ona baktım “Şu sıralar ne kadar iyi olabileceksek o kadar iyi olmaya çalışıyorum. Seni sormalı?”

Elimdeki kamerayı gösterdi “Yeni bir proje üzerine çalışıyorum. Kadınların gücü üzerine bir köşe açmayı düşünüyoruz. İlk hareketi de bu gösteri ile yaptık.” Telefonum çalmaya başladığında kapatma tuşuna basarak iptal ettim.

“Ayy okumak için çok heyecanlandım bi tanem.” O kafasını sallarken açmam gerek bir konu daha vardı.

“Geçen gün Cenk konusunda-“ sözüm yarıda kalırken Şule kaşlarını çatıp durdurdu. “Bunun sözünü bile etme. Ben orda zaten sana yardımda geç bile kalmıştım. Olan oldu Cenk’in sesi kesildi. Biz bu yönden bakalım.”

Bu sefer başka bir telefon sesi bizi keserken Şule cebinden telefonunu çıkartıp baktı. “Asena bu gerçekten önemli bir telefon, açmam lazım. Daha sonra buluşalım olur mu?” Ben kafamı onaylar anlamda sallarken o aramayı yanıtlayıp uzaklaşmaya başladı.

Bu aralar geçmişime çok dönmüş, geçmişten çok kişiyle tekrar iletişim kurmak zorunda kalmıştım.

Aslında hikayemin başladığı yer belliydi.

Aldatıldığımı öğrendiğim gün…

☠️

Gölge

Baran’ın elime tutuşturduğu çiçek buketine baktım.

Pembe güller.

Şirinlik ve nezaketin temsilcileri.

Asena’ya çok zıtlar. O şirin değil hırcınlığın içinde açmış beyazlıktı.

Nezaket değil dobralığın en güzel haliydi.

“Götüne sokucam bu gülleri Kızıler!” Sırıtarak yanımda yürüyen Baran bakış attım.

İki dakika arada hızlıca alıp gelmişti piç.

Ben zaten hediyemi günler öncesinden ayarlamıştım.

Sadece gösteri olacağını duyunca bir tane daha hediye almıştım üstüne.

“Yengeye gülleri verdikten önce mi sonra mı sokacaksın abi?” Elimdeki demetle mi vursam elimle mi vursam kafasına.

Gülleri feridene gereceksin.

Elimin tersiyle Baran’a geçireceğim sırada kaçtı. “Konumuz şu an bu mu Kızıler?” Sırıtarak bana bakınca ‘hayırdır’ anlamında göz kırptım.

“Yenge ve abi dememe takılmadın bile.”

Takılmamış mıydım?

Takılmamıştım.

TAKILMAMIŞTIM!

Sakin ol lan!

“Ablam şurda duran işte abi!” Önümüzde yürüyen Uraz yanındaki Fırat’a ilerde kapının önünde duran kadını gösterdi.

Saçlarının altında dalgalar olan kadın elinde siyah bir spor çantası tutuyordu. Arkası bize dönük olduğu için normalde tanınmazdı ama bileğindeki ip bileklik kendini belli ediyordu.

Onun imzasıydı.

Uraz hızla bizden uzaklaşırken bir yanda sessizce Asena’ya arkadan yaklaştı. “Bö!” Uraz, Asena’nın omuzlarından tutup bir kere sallayınca korkan kızdan kişiliğinin üstünde bir çığlık kaçtı.

“Kulağımızın iyiliği için Asena’yı korkutmamak lazım.” Fırat ekşittiği yüzüyle yürürken benim yüzümde sırıtış vardı. Bana yeni hobi yüklendi.

“Uraz!” Asena döndüğü gibi Uraz’ın göğsüne vurmaya çalışırken Uraz kollarını bağlamış hareket etmesini kısıtlıyordu.

Arkamızda yürüyen Asena’nın iki arkadaşı onun yanına gidip sarılırken Baran, Uğur ve ben birkaç adım uzaklarında durup onlara baktık.

Asena, Fırat ve Demet’le de selamlaştıktan sonra bize döndü.

Üstünde Polo yaka tişört ve benim gibi pantolonu vardı. Aynı giyinmiştik.

Kız sana bakıp adam beklerken sence şu an tişört mü önemli elindeki buket mi?

Elimdeki pembe güllerin olduğu buketi ona doğru uzattım. Yüzümde olan bakışları bukete düşerken ifadesinde hafifte olsa bir karamsarlık oturdu.

“Teşekkür ederim.” Buketi almak için benim tuttuğum yeri zarifçe tutup aldı. Benim gibi hayvan değil suya dokunuyor okşuyormuş gibi tutuyordu.

Buketi yüzüne yaklaştırıp kokladıktan sonra bana bakışı bir kitaptan sahneydi. Mavi gözleriyle birleşen pembeler.

“Güller nerden çıktı Gölge?” Ananın amından çıktı Korkut.

Fırat gül mü yani?

Fırat, gülleri inceleyen Asena’nın omzundan tutup kendi gövdesine yapıştırdı. “Eski şarkı söylediğin videolarının yanına yeniler eklendi Işık. İlerde bastonuyla evde dolanırken torunlarına izletip dalga geçeceğim.”

Sırıtarak Asena’yla uğraşan Fırat’ın unuttuğu bir şey vardı “İncirler olduğunuz zamana benziyor mu?” Ve bütün mutluluğu gitti Fırat’ın.

“Kalbini de atıcam o bavula Gölge. Sen bekle, az kaldı.” Asena kafasını kaldırıp sinirlenen Fırat’a bakmaya çalışıyordu ama olayı sadece 10 yıl önce Fırat’ın yanında olan ben bilebilirdim.

“Biz kızlarla benim eve gidecektik sizde gelin çay demler otururuz.” Neden olmasın?

Susan Baran’ın hareketlenmesiyle Asena’nın yanına gitti “Çok güzel bir plan bu. Hemen arabaları getirelim. Efil, eşlik etmek ister misin?” Kız onaylar şekilde kafasını sakladıktan sonra Baran’la dış kapıya doğru yürürken hepimiz onlara bakmıştık.

Şu hız bende olsa 1 aydır götüm sürtmüyor olurdu.

“Bu götü kalkık kendine Efil’i mi yaptı?”

Aynen öyle Fırat…

💐

Asena

“Kes sesini Baran!” Yanımda duran yastığı aldığım gibi karşımda oturan Baran’a attım.

Saatlerdir sahnede ne kadar komik olduğumu söyleyip taklidimi yapıyordu.

Baran’ın yakaladığı gibi bana atmayı hedeflediği yastıkla küçük bir çığlık atıp yanımda oturan Fırat’a sığındım.

Saniyeler geçti ama bana yastık gelmedi.

Rötar yaptı galiba.

Kafamı kaldırıp salonun ortasına bakınca sarı saçlı bir direkle karşılaştım.

Ama saçları dağınık.

Ayağının uçunda da demin Baran’ın bana atmaya çalıştığı yastık vardı.

Kubat kitlenmiş şekilde Baran’a dönükken gülmeye başladım. Çok komik görünüyordu.

Yanımda oturan Fırat’ın genzinden gülmeye benzer sesler çıkarken benim kahkahalarım bastırıyordu.

Baran’da olan korkutucu bakışları vana geçince bir dumur ifadesi düştü çehresini.

Tabi sen alışmışsın hanımefendi gibi gülenler.

Yüzündeki ifade sırıtmaya başlayınca kahkahalarım azalıp yerini sıcaklığa bırakmıştı.

Ne sıcaklığı? Yanıyorum.

Kubat ortada kalmış bana bakarken Fırat öksürerek dikkati kendine çekti. “Asena tatlı bir şey var mı?” Kafamı çevirip ona baktım.

Burası normal bizim ev değil öğrenciye evimdi. Genel olarak hiçbir şey bulunmazdı.

“Ben bi bakayım abi.” Ayağa kalkarak hızlıca mutfağa girdim.

Neye bakacaksın gerizekalı? Sanki bu eve bir şey alıyorsunda tatlı arayacaksın.

Tamam, bende kurabiye yaparım.

Tek başına mı?

Mutfağın seramik zemininden gelen sert adım sesleriyle arkamı dönüp kapının girişine döndüm.

“Yardıma ihtiyaç var mı?” Kubat tezgahın karşısında kalan gri buzdolabına yaslandıktN sonra kollarını göğsünde birleştirip durdu.

Vende aynı onun gibi tezgaha yaslanıp karşısında durdum. “Kurabiye yapacağım. Katılmak ister misin?”

Issız adamla havuçlu tarçınlı kek tarifi gelmez mi?

Sence artık o bir ıssız adam mı?

Kalbimin tahtını koruyan Emre Altuğ, İlyas Çakırbeyli olabilir mi?

Zaman her şeyin ilacıdır.

“Neden olmasın?” Kubat’ın konuşmasıyla içimdekilerin dışa çıkmasından korktum ama o kurabiyeye cevap vermişti.

Kurabiye teklifine.

“Kakaolu mu sade mi?” Lütfen kakaolu de.

“Hayat ışığı sanki şekerli bir şey yiyormuşum gibi bana iki seçenek sunuyorsun. Sen ne uygun görüyorsan onu birlikte yapıp yiyeceğiz işte.” Tatlı sevmiyor ama yiyecek.

Bizi yaptığımız için.

“O zaman kakaolu?” O onaylar şekilde kafasını salladıktan sonra buzdolabından yumurta çıkartmasını isterken bende kilerden şeker kavanozunu çıkarttım.

İki yumurtayı kırdıktan sonra bir bardak şekeri içine atıp karıştırması için aleti ona verdim.

Madem o kadar kas için uğraşıyorlar bir işe yarasın.

Sıvı yağ, süt, nişasta, vanilin, kabartma tozu, un, kakao gibi malzemeleri tezgaha koyarken o da iyice karıştırdığı şeker ve yumurtaları bıraktı.

İçerisine yağ ve azıcık sütü koyup karıştırması için tekrar ona verdim.

Yaptığı iş çok önemliymiş gibi bakarken o kadar çok fotoğrafını çekmek istiyordum ki.

Çocuk gibi kaşlarını çatmış, odaklanmış gibi karıştırıyordu.

“Vanilin ve kabartma tozunu ekledikten sonra yavaş karıştırır mısın?” dediğim şeyle kafasını onaylar şekilde sallayıp kabı tezgaha koyup benim malzemeleri eklememi bekledi.

Vanilin ve kabartma tozunu da karıştırdıktan sonra unu atıp karıştırmasını bekledim. Ama makinayı çevirmesiyle un üstümüze patladı.

Çığlık atarak uzaklaşırken o makinanın tuşuna basıp durduktan sonra bana dönüp baktı.

Attığım çığlıktan sonra gülmeye başladım.

Saçları arkaya gitmişken yüzüne azda olsa un gelmişti.

“Sanki senin halin çok iyi.” Kaşlarımı çattım.

Neyim var ki benim?

Saçlarımı düzeltip ona yaklaştım. Elimle yüzündeki unları düzelttim ama un gitmedi.

Parmaklarımın uçuna basıp yükseldim. Yüzüne doğru yavaşça gülerken gözlerini kapatıp durdu.

Yüzündeki unlar gidince saçlarını düzelttim. “Sana yavaş yap dedim niye tuşuna basıyorsun ki?” Donmuş şekilde duran Kubat’ın elinden makinayı alıp çalıştırmadan karıştırmaya başladım.

Unu tamamen bittiğinde kakaoluda döktükten sonra dolaptan eldiven çıkartıp yoğurdum.

Yağlı kağıt çıkartıp tepsiye serdikten sonra yuvarlayıp tek tek dizdim.

Arkamda duran Kubat’ın hareket etmemesi ve sesinin çıkmamasıyla kafamı çevirip baktım.

Yine aynı şekilde buzdolabına yaslanmış beni izliyordu.

“Kalp şeklide vermemi ister misin?” Sorumla yüzünde sırıtmış olurken yavaş yavaş yaklaştı. “Örnek olarak istersen sana vurulmuş bir kalp var göğüsümde taşıdığım.”

Düştük mü?

Sürünüyoruz…

Sessizce durup önüme dönüp şekil vermeye devam ettim.

Eline aldığı bir parçaya şekil vermeye çalıştıkça olmadığını fark ettim.

“Bak böyle yap.” Elime aldığım parçayı avuç içimde yuvarlarken dikkatlice izledikten sonra elindeki parçaya aynısını yapıp tepsiye koydu.

10 dakika boyunca bunu yaptıktan sonra biten tepsiyi önceden ısıttığımız fırına koydum. Elimdeki eldivenleri çıkartıp çöpe attıktan sonra eğilip fırının içine baktım.

O da benim gibi eğilip bakarken dönüp ona baktım.

İlk defa yapmış gibi duruyordu.

Kafasını çevirip o da bana bakınca gözlerine odaklandım. Çok güzeller…

İster misin sarı saçlı renkli gözlü kurtlarınız olsun?

“Barış sevgilin mi?” Ani gelen soruyla yüzümdeki sırıtmış durdu.

nE?

“Hayır, ne alaka?” Bende olan bakışlarını tekrar fırına çevirdi. “O zaman Kadem’le mi sevgilisin?”

Kadem’i nerden tanıyor?

“Hayır Kubat. Nerden çıktı bu konu?” Derin bir nefes verdikten sonra kafasını bana çevirdi.

“O zaman niye çıkma teklifimi kabul etmiyorsun? Bir mi var hayatında?” Gülmeye başlarken bacaklarım ağrımasıyla yere oturup gülmeye devam ettim.

“Sen bana çıkma teklifi etmedin ki Kubat.” Yüzüne gelen farkındalık daha komikti ama gülmemeye çalıştım.

“Benimle çıkar mısın Asena?” Ne?

Ne?

Ne?

Ne?

“Hayır.” Sussanaa!

“Ne?” Bu sefer şaşkınlık Kubat’a gelirken kafamın içindeki sesler sustu.

Beni her daim boğarken şimdi niye terk ettiniz ki?

“Tamam.” Kubat bir anda kalkıp mutfaktan çıkarken hareket edemedim.

Sen bir mal mısın?

Senin yüzünden mallaşıyorum.

Ne kadar süre yerde oturup bekledim bilmiyorum ama kafamdaki hesaplaşma bitince ayağa kalkıp salona geçtim.

Fırat sorgula biçimde bakarken salonda o olmaması zaten moralimi bozmuştu. Eski yerime geçip Fırat’ın kolunun altına girdim.

“O nerde?” Kafamı Fırat’ın göğsüne dayadım. “Mutfakta kurabiye yaptıktan sonra konuştuk, galiba kötü bir şey dediğim için gitti. Bende burda sandım.”

Galiba kötü bir şey mi dedin? Adamın ağzına sıçtın.

Ayla’yla Efil ortaokul zamanımıza ait bir şeyler anlatıp Fırat’ta aralara bilgi sıkıştırırsan sadece durup dinlemiştim. Ama o hiç salona gelmedi.

Yarım saat sonra aklıma gelen kurabiyelerle hızlıca yerimden kalkıp mutfağa koştum.

Fırın kapatılmış tepsi çıkarılmış tezgahın üzerinde duruyordu.

Küçük bir tabak çıkartıp içerisine 3 tane kurabiye koyduktan sonra dolaptan süt çıkartıp iki kupaya doldurup açık balkon kapışan doğru ilerleyip dışarı çıktım.

Arkası kapıya dönük sigara içen Kubat’ın arkasından dolanıp kenardaki sandalyeyi çıkartıp onun yanındakine koydum.

Sandalyeye iyice yerleşirken o elindeki sigarayı masanın üzerindeki küllüğe söndürdü.

Masaya bardakları ve tabağı koyup bacaklarımı katlayarak oturdum. “Küs müyüz?” Sence mal?

Kafasını çevirip baktı.

“Hayır Hayat Işığı. Ordan bakılınca mızmızlanma küçük çocuğa mı benziyorum?” EVET KUBAT!!!

Bardağa uzanacağım sırada benim yerime bardağı alıp verdi. Elinden bardağı aldıktan sonra tabaktaki kurabiyelerden birini bana uzattı. Onuda aldıktan sonra kurabiyemi süte bandırıp onunda yemesini bekledim.

Eline aldığı kurabiye uzun uzun baktıktan sonra ısırdı. Yüzündeki ifadeyi görmek için başımı eğip baktım. Önce çatık kaşları yumuşadı sonra kafasını çevirdi. “Çok güzel olmuş.”

Kafamı onaylar salladıktan sonra ısırıp yemeye başladım. Benimde elimdeki kurabiye bittikten sonra bardağındaki sütü bitirip Masya koyması için ona uzattım. Elimdeki bardağı masaya koyduktan sonra masanın üzerindeki yeni fark ettiğim küçük kutulardan birin bana uzattı. “Bugünki hediyeni veremdim Hayat Işığı.”

Uzattığı küçük kutuyu açarken yüzük kutu olması bi tık tedirgin ediciydi.

Çıkma teklifini red ettikten sonrada yapmaz ya.

Uzattığı kutuyu açıp sandalyede dikilirken ağırlığının olmayışı daha çok ilgimi çekti. Kutunun kapağını açtıktan sonra küçük duran mavi boncuğa baktım.

Mavi cam boncuk.

Mavi cam bilye.

Bilyeyi parmaklarımın arasına aldıktan sonra havaya kaldırıp sokak lambasının ışığında içine baktım.

İçerisinde siyah ince dalgalara baktım. Göz gibi çok güzeldi.

Kubat ben bilyeyi incelerken Ayaş’a kalkıp arkama geçti. Saçlarım tek omzuma toplanırken kolye takacağını anlamıştım.

Boynuma geçirdiği soğuk zincirle takmasını bekledim. İşi bittikten sonra eski yerine otururken gerdanımdaki kolyeye bakıyordu. Kafamı eğip bende kolyeye baktım.

Kalp şeklindeki taşın etrafında küçük pırlantalar dıoluydu. Galiba beni mavilere boğmaya yemin etmişti.

“Ne olursa olsun, yiğidin aşkı da sevgisi de tükenmez Asena.” Aklıma gelen şeyle elimle bir dakika anlamında yapıp odama doğru koştum.

Odamdaki dolabımın altındaki kısmı açıp kenardaki Duman plaklarıma baktım. Rahmetli amcamdan kalmıştı bana plak sevdası. Çokta memnundum.

En üste duran DUMAN’ın Belki Alışman Lazım plağını alıp odamdan çıktım.

O bana hediyeler veriyordu, bende ona bir tane versem bir şey kaybetmezdim.

Balkona geri girerken bana bakıyordu. Yerime oturup elimdeki plağı ona uzattım. “Benimde sana hediyem Gölge.”

Uzattığım plağın arkasını çevirip baktı. “Gidiyorum gözüm arkada. Kaçamadık burdan baş başa.” Gülümsemem artarken kolyemin üçünü tutup çekiştirdim.

Albümde en sevdiğim şeylerden biriydi Duman’ın Oje şarkısı.

“Doyamadım sana dönüp bakmaya Feride-“ tam bir şey söyleyeceği sırada balkon kapısına vurulmasıyla korkuyla baktım.

“Biz içerde açlıktan ölelim, şekersizlikten geberelim. Siz burda şarkı söyleyin.” Fırat sinirle konuşurken Kubat’ın omzuna vurdu “Kalk askeriyeye gidiyoruz. Yete oturduğun lan!” Kubat oflayarak Fırat’a bakarken Fırat geri içeri geçti.

“Dalağanı sikicem senin.” Gözlerim açarak şokla baktım. Ağzı bir tık bozuk galiba…

“Tekrar geleceğim Hayat Işığı. Gelmesemde kendimi sana hatırlatırım.” İçerden yine bağırış sesi gelince dönüp baktı. “Ama önce şunları bir halletmem lazım.” Sinirle ayağa kalkıp balkondan çıkarken plak masada kalmıştı.

Ben tam ona seslenecekken geri girip plağı koltuğunun altına sıkıştırıp tabakta son kalan kurabiyeyi ağzına attı.

Şekerli bir şey yemeyen adam kurabiyelerimi sevdi…

🖤

Sevgilerle Ankara ayazlarıma

🫶🏻💗💋

Bölüm : 03.04.2025 00:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...