24. Bölüm

2.2

Danesima
danesima

Kütüphanede zar zor düzenledim bölümü, kalan kısmı Allah'a emanet ettiğim bi bölüm.

 

Çünkü kendisi 40 sayfa ve 4 kısımdan oluşuyor.

 

Yayınladıktan sonra hızlıca okuyup yanlışlar varsa düzeltmeye çalışacağım.

 

Bölüm içerisinde anlaşılmayan şeyler var soru sormanız yeterli açıklamaya çalışırım.

İyi okumalar diliyorum...

 

Oy ve yorumları eksik etmeyelim...💗

 

🖤

 

Asena

 

Adamla bakışmaya devam ederken Kadem boğazını temizledi. "Ben en iyisi bir benim savcıyı arayayım. Bugün doğum günüydü, kutlamazsam bir sonrakine kadar başımın etini yer."

 

Kulaklarım Kadem'i dinliyordu ancak gözlerimi en son 10 yıl önce gördüğüm adama bakıyordu. Yaşlanmıştı ama hâlâ çok karizmatik bir adamdı.

 

Babam ondan daha gençti ama o daha genç duruyordu.

 

Belki de zaman ona acımıştı. Peki zaman Esved Işık'a niye acımadı?

 

"O zaman ben gideyim." Kadem yanımdan giderken omzuma dokunmuştu ama ona dönüp bakmak bile istemiyordum. Kandırmıştı beni.

 

"Kızım" eskisi gibi söylemişti ama sesi daha gergindi. Yüzümde alaylı bir gülüş oldu "Yüzsüzlüğün kitabı yazılsa yazarı eminim ki sen olurdun Akif Kıraç."

 

"Bir insan, 14 yaşında bir kız çocuğunun ailesini dağıttıktan sonra nasıl karşısına geçip yüzsüz gibi kızım diyebilir." Ona bir adım yaklaştım. "Ben senin ve o kadının yüzünden bir gecede büyümek zorunda kaldım. O arkasında bir aile bırakırken umursamadı, çünkü kalpsizdi." Sesimin titremesinden nefret ediyordum ama işte titriyordu.

 

"Ben senin kalbin var sanıyordum Akif Kıraç. Senin sadece kalbin değil, vicdanında yokmuş. Şimdi karşıma geçip baba ayağı çekme. Yıllar önce bu hareketler masumdu ama artık değil."

 

Bir insan nasıl evli hatta çocukları olan kadına âşık olup o aileyi yıkabilirdi. Nasıl bir midesizlikti bu?

 

"Eskiden daha soğuk kanlıydın Asena. Oturup sorardın 'niye' diye. 'Her şeyin bir nedeni, bir yarası vardır' derdin. Ne oldu da de-" sözünü yarıda kestim "Büyüdüm, akıllandım. Artık kimsenin masum olmadığını biliyorum."

 

İnsan nasıl 24 yaşındaki bir kadından 14 yaşındaki kız çocuğunun izlerini arardı?

 

"Neden geldin?" Onu görmeye nedense kalbim dayanmıyordu. 10 yıldır hediye gönderirken sorunum yoktu. Çünkü vicdanım onu görmediği için yaptıklarını yok sayıyordu.

 

"Beni çağırmışsın, geçte olsa geldim yanına." çağırmıştım, 2 kere hediye göndermesi normal değildi çünkü.

 

"Bu sene 2 kere hediye gönderdin. En son gelen elbiseyi niye getirdin diyecektim. Adnen Bey ve kızın karşıladı. Bu arada kemik kadro hâlâ duruyormuş, şaşırdım. Ama şirketindeki lobidekiler beni tanımadı." Konuştukça yüzündeki ifadesizlik yerine kaşları çatık bir adam aldı.

 

Yıllar önce sadece şirkette kaşlarını çattığını görmüştüm.

 

Hep babacan davranırdı, belki de küçüklüğümün babacan figürü olduğu için kirletmeye kıyamıyordum.

 

"Ben sana elbise göndermedim." O kendince mırıldanırken soğuk havaya rağmen nefesim darlanıp, sıcaklamaya başladım. Üzerimdeki önlüğü çıkartıp kolum astım.

 

Kendi kendine mırıldanan Akif Kıraç sadece beyaz kıyafetimdeki kanlara bakıyordu. Ne gariptir ki bugün iki hayatımda yeri olmayan adamın yüzünde aynı ifade olmuştu.

 

"Kıvanç amcanın kanı. Müdahile ederken üzerime bulaştı. Alışığım." Kendisi de alışıktı, biliyorum. Sadece şirketi olan o iş adamlarından değildi.

 

Zaten kendine ait şirketleri varsa altında dönen kirli işleri kesin vardı. Bugün daha iyi anlamıştım, bu hastane bile bir paravandı. Bu gece bu hastaneye gelen bütün insanlarda o kirli işleri yapan temel yapı taşlarıydı.

 

"Ailen üzerine kan sıçramaması için uğraşırken, senin kanla iç içe olman ne kadar tezat." Bir adım yaklaştı "Üzerine kan sıçratma Asena, insanlar önüne zırh olurken sen kendini bu kadar bulaştırma." Benim önüme zırh olacak tek insan vardı, babam.

 

Ya da ben öyle sanıyorum...

 

"Hayatımın içine ettikten sonra hayatımı düzenli tutmamı istemen ne kadar komik. Sen benim hayatımın içine Akif Kıraç." Gözlerim ihanet edip yanıyordu. Kalbimin içindeki yanağım gözükmezken gözlerim çok şeffaftı.

 

"Kendine AK diye lakap koymuşsun ama sen siyahın en kara tonusun. Hangi ruha dokunsan hayatını karartıyorsun." İkimizinde çok iyi bildiği şey 10 yıl içinde büyük bedellerin ödendiğiydi. Hâlâ da ödendiği.

 

"Ben senin, kızının ruhuna en ak halimle dokunmaya çalışıp karartıysam özür dilerim. Her adımını bin kere düşünen bir insanken mantığımı bırakıp bir kere bile düşünmeden yaptığım şey, en çok karartmaktan korktuğum insanları bitirdi." Ne kadar yıllar geçse de hâlâ aynı tonda 'kızım' diyordu. En çokta bu acı veriyordu.

 

Bir zamanlar babam gibi gördüğüm bir insan artık karşımda duruyordu. Karşımda?

 

"Sen yıllar önce bir aile yıktın." Söylemesi ne kadar kolaydı oysa ki. "Ama belki de en büyük iyiliği sen yaptın. Ya onun gibi bir yılanla yıllarımı geçirseydim. Babamın, benim omuzlarımdan çok ağır bir yükü alıp kendi omuzlarına vicdanınla koydun. Bundan sonrasında hayat sana ne gösterir bilmiyorum ama aldığın ahların acısını çekmişsindir umarım."

 

"Sadece şunu sorucam. O gün bana dediğin gibi o kadını seviyor muydun? Gerçekten evli çocuklu bir kadını kaçıracak kadar seviyor muydun?" Cevabı evet olursa şıracıkta kusabilirdim bile.

 

"Hayır. Sadece sizi kurtarmak istiyordum, ama dediğim gibi düşünmeden yaptığım için her şeyi kaybettim. Kızımı kaybettim." Daha fazla dinleyemeyeceğimi hissedince arkamı dönüp hızlıca terası terk edip asansöre bindim.

 

Cebimden çıkardığım telefondan Kubat'a hemen hastaneye gelip gelemeyeceği hakkında bir mesaj atıp asistan odasının olduğu kata indim.

 

Asansörden çıkmamla hemşire lobisinin önünde duran Kadem'i gördüm.

 

Terastan çıkarken dediği gibi telefonla konuşuyordu.

 

Yanından geçerken bilerek konuşmalarını dinlemeye çalıştım. Artık onunda Akif Kıraç olaylarında olduğundan emindim. Bir tek Barış şüpheliydi.

 

"Ya savcım unutmadık kutladık işte. Ne tavtava yapıyorsun? Hem bak sana güzel ciciler aldım hediye olarak. Kim bilir kimin hayatını karartırken giyersin artık." İlgi çekmemek için çok oyalanmadan yanından geçtim.

 

Odaya girer girmez kapı arkasında ki koridordan geçip dolapların olduğu bölmeye girdim. Kendi küçük dolabımın önüne gelince şifreyi girip açtım.

 

Üzerimdeki büstiyeri çıkartıp aynı modelin bordosunu giyip dolabın içindeki lazım olacak eşyalarımı, bilgisayar ajanda vs çantaya tıkıp dolabı kapatıp telefonumu kontrol ettim.

 

Kubat: Kapının önündeyim.

 

Çantayı sıkıca tutarak odadan çıkarken yanımdan geçen Barış'a çarpmıştım ama kafası yerinde değildi ki dönüp bana bakmadı.

 

Yine hemşire lobisinin önünde geçerken telefonunu kapatan Kadem'le göz göze geldik.

 

Hızlıca asansöre doğru giderken kolumu tutup beni durdurdu. "Asena konuşalım mı?" Kafamı hemen hayır anlamında salladım. "İşim var Kadem. Şu an sırası değil, kafam durulunca konuşalım."

 

O yüzünde çocuksu ifadesini yaparken açılan asansöre binip kafamdaki sesleri bastırmaya çalıştım.

 

Kubat'ı niye çağırmıştım ki?

 

Onu sıkıntımda çağırmam ne kadar doğruydu? Daha yeni olsa da bu kadar onun yanında açılmam ne kadar doğruydu bilmiyorum.

 

Hayatımda hiç ilişkilerde ne yapmam gerektiğini gösteren biri olmamıştı.

 

Asansörün kapılarının açılmasıyla derin bir nefes verip hızlı adımlarla çıkış kapısına yürüdüm.

 

Girişteki bankoya ilerleyip çıkış imzamı verip dönen dolaptan çıktım ve hayatımda hiç görmek istemediğim manzarayla duraksadım.

 

Akif Kıraç'la Kubat yan yana sigara içiyordu.

 

Kubat beni görmesiyle elindeki sigarayı yere atıp ayağıyla ezerken Akif Kıraç, Kubat'la bana bakıyordu.

 

Kubat yanıma gelip omzumdaki büyük çantayı alırken Akif Kıraç'ın tek kaşı kalktı. "Asena?" Kubat çantayı kendisi alırken Akif Kıraç sanki ona cevap verecekmişim gibi hâlâ bana bakıyordu.

 

Kubat kolunu belime sarıp beni arabasına ilerletirken kulağına eğildim. "Onunla ne işin vardı?" Arabanın yanına gelince belimi bırakmadan çanta taşıdığı elle çok kolay kapıyı açtı.

 

"Çok basit bir insan ve eski performansı olmadığına çok emini ki bir sigaraya tüm hayatını anlattı." Koltuğa otururken gözlerime ayrılmadan devam etmesi için ona baktım "Ne kadarını anlattı?"

 

"İşte kızı gibi gördüğü seni nasıl kaybettiğini. Sebebler olup anlatamamanın ne kadar acı verici olduğunu. Ha bir de birini canımdan çok sever, sayarsam ondan bir şeyler saklamam gerektiğini söyledi." Kafamı 'anladım' şeklinde sallayınca kapımı kapatıp arka koltuğa çantamı yerleştirmeye başladı.

 

Emniyet kemerimi bağladıktan sonra camdan hâlâ köşede sigara içip arabaya bakan Akif Kıraç'ı izledim.

 

Boyum artık ona yaklaşmıştı.

 

Ben büyürken o yaşlanmıştı.

 

Bir zamanlar baba-kız gibi hissettiğim adam şimdi hayatımı kaydıran adamdı.

 

Kubat sürücü koltuğuna yerleşip tek kelime etmeden arabayı çalıştırıp hastane alanından çıkarken hâlâ yan aynalarından arabayı izleyen Akif Kıraç'a baktım.

 

Bugün olanlar o kadar saçma o kadar alakasız şeylerdi ki zihnim yorulmuştu.

 

Diyar Pala denen adam Kadem ve Kadem'in kardeşi Karen'in babasıydı. Diyar Pala'yla Kıvanç Arıkan, yani Barış'ın babası arkadaştı.

 

Barış'la Kadem çocukluk arkadaşıydı...

 

Ve sanki bunlar yetmezmiş ki gibi Kadem'le Akif Kıraç'ı hastanenin terasında dertleşirken buluyordum.

 

Hepsi nasıl bir girdap ki beni boğuyor?

 

"Eve mi götüreyim seni?" Kubat'ın ana yola çıktığımızdan beri ilk defa konuşmasıyla kafamı çevirdim.

 

Anlamıştı ve saygı duyuyordu.

 

"O götürmek istediğin yere gidelim mi? Eve gitmek istemiyorum." Kafasını sallayarak evin yolundan çıkıp başka yola saptı. Radyodaki hafif efkralı şarkıyla gözlerimi kapatıp başımı cama yasladım.

 

Biraz dinlenip kafamı boşaltmam gerekiyordu artık. Doldum...

 

🤎

 

'Hikayesi yarım kalan herkese...'

 

'Şikayetim var çok üzdünüz beni...'

 

Fırat Korkut

 

Koridorun sonundaki odanın kapısını iterek açıp içeri girdim. Içerde oturan timin yanında bir tane, adını bilmediğim ama sık sık Baran'la takılan, kız oturuyordu.

 

"Hoşgeldiniz komutanım." Kız anlattığı şeyi yarım bırakıp bana selam verirken kafamı salladım "Eyvallah bacım" küçük dolabı açıp içinden su şişesi çıkartıp kafama diktim. Normalde kız olmasa çoktan alkolün verdiği uyuşuklukla yatardım.

 

"Öyle demeyin komutanım lazım olur." Kız sesini incelterek söylediği şeyle yüzümü ekşitip baktım. Hatırladım, bu kız Demet'in sevmediği asteğmen Derya'ydı.

 

Elimdeki biten su şişesini çöp kutusuna atıp mutfak tezgahına yaslanıp Baran'la kızın konuşmasını dinledim.

 

"İşte sonra bir anda beni ghostluyor, bende down oluyorum." Ne anlatıyor bu kız ya? Ayrıca kız niye böyle şeyleri burda anlatıyor ki?

 

Dündar yattığı ranzadan dikilip kıza baktı. "Bacım sen niye böyle fok balığı gibi konuşuyorsun? Güzel Türkçemin suyu çıktı da haberimiz mi yok?" Konuş yaşlı kurdum.

 

"Komutanım işte çocuk beni görmezden gelince benimde moralim bozuluyor. Hayır sen kimsin ki beni görmezden geliyorsun. Benim peşimde kimler kimler varki ben seni seçmişim. Elimi sallasam ellisi." Kız çaktırmadan Uğur'a bakış atıp elini sallıyordu.

 

Yanında oturan Baran göğsünü kabartıp kıza yanaştı. "Ben senin yanındayım bebeğim, her sıkıntında her sorununda yanıma gelip anlatabilirsin. Sorunun ne olursa olsun çözümü bende vardır." Kız kaçamak bakışlarla Baran'la Uğur'u süzerken kaşlarımı kaldırdım. Askeriyenin suyu çıktı.

 

Kapının sertçe açılmasıyla kafamı çevirip baktım.

 

Sıçtık, Demet geldi.

 

"Nerde o orospu?" Demet bağırarak içeri girerken Baran'la Uğur hızlıca ayağa kalktı. Yaptıkları pisliğin farkındalardı.

 

Demet hızlıca odayı süzerken gördüğü Derya'yla gözleri ışıldadı. Gerçekten bu sefer olay çıkacaktı.

 

Demet hızlıca kıza doğru yürürken Baran ikisinin arasına girip Demet'in önünü kesti. "Atarlı buket, neyin var?" Şakanın ne de Demet'e buket demenin sırasıydı.

 

"Baran çekil önümden, yoksa senin sarı mısır kocan gibi saçların elimde kalacak." Baran saçlarına aldığı hakaretle aradan çekildi "Sen benim saçlarıma kurban ol çiyan."

 

Baran'ın çekilmesiyle Derya'yı gören Demet kıza ilerleyip saçlarını tuttuğu gibi asıldı. "Lan sen nasıl bir kızsın ki evli adama asılırsın. Yüzsüz müsün kızım sen? Ayarın yok mu?" Bağırırken bir yandan kızın saçlarını çekip sürüklüyordu. Kızda bağırarak kurtulmaya çalışıyordu.

 

Baran yüzünde şok olmuş ifadeyle kızlara bakarken Dündar ranzasına geri uzanmıştı. Normalde olsa ayırırdı ama evli birine asılmış birini Demet'in elinden kurtarmaya uğraşmayacak kadar sert kuralları vardı.

 

Yaslandığım tezgahdan ayrılıp Demet'in kolunu tutup kızı ariyetten çekmeye çalıştım "Demet bırak gitsin. Albayın kulağına bu konu giderse uzaklaştırma verir sana, zaten yakında görev var. Başına iş açma boşuna."

 

Kız çığlık atmaya devam ederken Demet son kez kızın saçını kendine doğru çekip koparttıktan sonra fırlatır gibi bıraktı.

 

Demet'in elinden kurtulan kız gücünü ayarlamayıp arkadaki demir masaya çarpıp acıyla inledi. "Eğer beni bir yere şikayet edersen seni rezil ederim. Duydun mu beni!" Demet'i tutarken bağırmaya devam ederken Baran kızın kalkmasına yardım edip odadan çıkarttı.

 

Kapının kapanmasıyla Demet'i masanın oradaki sandalyelerden birine oturttum. Özgür açtığı su şişelerinden birine bana uzatırken alıp Demet'e verdim.

 

Az çok alıştığımız bir şey varsa Demet'in ayın ilk haftası yaşadığı ani çıldırmalı duygu değişimleriydi. Ama bu kadarı Derya denen kıza özeldi. Oldum olası kızdan nefret ediyordu, çünkü kız ilk Ankara'ya tahini çıktığından beri Demet'in Sancak timine basit olduğunu söyleyip aramıza sızmasıydı. Ayrıca askerlerle olan yılışıklığı ayrı bir konuydu.

 

Baran 5 dakika sonra içeri girip Demet'in karşısına otururken Uğur' da onun yanına oturmuştu. Özgür'le Göktuğ masanın baş köşesinde olacak kaosu bekliyordu.

 

Dündar' da yattığı ranzadan kalkıp benim gibi mutfak tezgahına yaslandı. "Gölge nerde?" Dündar'ın sorusuna dudaklarımı büzdüm "İçime sıkıntı geldi dedi, sonra mesaj gelince resmen uçarak kaçtı."

 

Dündar kaşlarını kaldırdı "Başımıza taş düşmezse mükemmel olacak." Kafamı onaylar şekilde sallayıp Baran'ı gözleriyle öldürmeye çalışan Demet'e baktım.

 

Baran durmadan gözlerini kaçırıp bakmamaya çalışıyordu ama Demet hâlâ hınçını alamamıştı. "Ne var be? Sanki ben evli adama yavşadım. Allah Allah!" Baran artık dayanamayıp konuşurken Özgür'le Göktuğ sanki film izliyormuş gibi odaklanmıştı.

 

"Senin işin mi de kızı buraya getirip teselli ediyorsun. Sana ne iş düşüyor! Bırak sürünsün." Baran hiç üstüne alınmadan arkasına yaslandım. "Teselli lazımdı yardım ettik işte."

 

"Lan senin sevgilin yok mu? Efil'le birlikte değil misiniz de kıza teselli veriyorsun? Sanki ben bilmiyorum amaçını!" Baran yaşlandığı sandalyeden dikleşti. "Sevgilimin olması insanları teselli edemeyeceğim anlamına mı geliyor. Ben kadınların yanında olup onlara destek veriyorum."

 

Demet elini sertçe demir masaya vurunca ses odada yankılandı. "Senin kadınlara yardım ettiğin falan yok, kaşarsın sadece!" Şokla elimle ağzımı kapattım. Timdeki hepsinin yüzü şok ifadesinde kalırken Baran'ın beyaz yüzü sinirden kızarmaya başladı.

 

"Aaaa ne diyorsun be!" Baran sinirle sandalyesini itip ayağa kalktı. Demet'te altta kalmayıp ayağa kalktı. "Aaaaa gerizekalı yalan mı kaşarsın işte!" Masanın başında oturan Göktuğ güldüğü gözükmemesi için kafasını Özgür'ün omzuna gömerken Özgür sırıtarak izliyordu.

 

"Kafan mı güzel kızım senin. Ne dediğini kulan duyuyor mu? Ben gayet namuslu bir erkeğim." Demet, Baran daha cümlesini tamamlamadan gülmeye başladı "Yıl kaç, 1995 mi? Çünkü en son o zaman senin namusunu gördüler."

 

İşin iğrenç bir hal almaya başlayınca yaslandığım yerden Baran Demet'e cevap vermeden doğruldum. "Yeter bu kadar psileştiğiniz! Askeriyedesiniz farkına varın, kıytırık mahalle köşesi değil. Azıcık yaşınız, makamınız gibi davranın."

 

Sözümü dinlemeden Demet gözlerini devirdi "Bunlar her haltı yesin, başımıza türlü türlü dert açsın boklarını biz toplayalım. Ama ağzımı ben açınca askeriyede olduğumuzun mu farkına varıyoruz?" Baştan aşağı beni süzdü "Sen önce askeriyede su mantarlısına alkol koyup içme!"

 

Yediğim lafla durdum. Alkol mü kokuyordum?

 

"Ha sorunlarınızı farkedemiyorsanız açıklarım." Eliyle Dündar'ı işaret etti "Aralarında bir temizi sensin eyvallah abi. Ağzımı açıp tek kusurunu söyleyemem ama şunların bir hıyarlığında bile beni korumaya acizsin."

 

Dündar kafasını eyvallah dercesine sallarken Demet, Özgür'le Göktuğ'ya döndü "10 yaşında velet değilsiniz 22 yaşındasınız. Sizin yaşınızda üstteki yetkililere kendimi gösterip barınmak için kemiklerim kırılana kadar antrenmanlar yapıyordum. Ama siz sanki hâlâ ana kuzusu gibi elim sıcak sudan soğuk suya geçmesin mantığında sefa sürüyorsunuz. Albayla konuşucam sizin burnunuzu bir sonraki görevde sürttürsün." Özgür'le Göktuğ babalarına şikayet edilecek çocuk tedirginliğiyle oturduğu sandalyede gerildiler.

 

Demet'in onları şikayet etmesi benim yaptıklarıma tuz atmak olurdu çünkü her tim raporunda acemilerin rahatlığından bahsetsek, yaz kamplarına onları soksakta hâlâ aynı mallardı.

 

"Seni zaten konuşmaya gerek yok Baran. Sağır sultan bile yaptıklarını biliyor diyeceğim ama sen şimdi sağır sultan kaç yaşında diyecek bir pezevenksin." Odada tek laf atmadığı Uğur'a döndü. "Sen zaten duygularını bilmeyen bir adamsın. Bu bile sana en büyük hakaret ama sen anlamazsın."

 

Dönüp odada başka kimse var mı diye bakıp Gölge'yi görmeyince vazgeçti.

 

"Ben bunlara niye katlanıyorum ya? Ben niye size katlanıyorum? Demet, Albayı halletsene. Demet, ben bir bok yedim yardım et. Demet sakın bunlar albayın kulağına gitmesin. DEMET SİZİN KURTARICINIZ YA ZATEN!" arkasındaki sandalyeyi iyice itip masadan uzaklaştı.

 

"Ee Gölge'ye laf yok mu?" konuşmamla Demet başını bana çevirdi. "Yukarda Allah var, sizin kadar yavşaklığını görmedim. Zaten başı bağlı adam." Kapıyı açıp odadan çıkarken Baran arkasından bağırmaya başladı.

 

"NE DEMEK BAŞI BAĞLI? KİMİNLE BAĞLI? BÖYLECE BIRAKIP GİDEMEZSİN BİZİ!" Baran hızla bana döndü "Komutanım yalvarırım arayıp öğrenin. Bunu öğrenmem gerekiyor, çok müşkül bir durumdayım." Kafamı hemen olumsuz anlamda salladım. "Dışarda ve rahatsız edilmek istemiyor. Ararsam gözü ne beni ne seni görür, siker."

 

Mutfak tezgahından ayrılıp boştaki sandalyelerden birini çekip oturdum. "Şimdi sizlerle yeni kurallar koyacağız ki demin yaşadıklarımız tekrarlanmasın."

 

💐

 

'Bu korkular çok eskiden miras bana...'

 

Asena ışık

 

20 dakikalık araba yolculuğundan sonra Kubat'ın dediği yere sonunda gelmiştik.

 

Meyhanenin içerisine girerken Kubat belimden hafifçe tutmuş beni yönlendiriyordu. Kafam bu kadar dolu olmasa üzerine içimden 40 kere kritik yapacağım bir hareketti.

 

Kapıdaki görevli çocuk Kubat'ı görünce gülümsemiş sohbet etmeye başlamışlardı ama ben onları dinlemektense mekanın iç tasarımına dalmıştım.

 

İçeri doğru uzanan mekanın cam tavanından hasırla örülmüş avizeler sarkıyordu. Turuncu ışığın verildiği hava ve çalan Müslüm Gürses şarkısı içeriyi tamamlıyordu.

 

Tam karşıya Atatürk'ün küçük bir portresi asılıyken diğer yanlarında küçük çerçevelere gelen ünlü kişilerle çekildikleri fotoğrafları koymuşlardı.

 

Bazı duvarların kenarlarında yazılar yazarken yerde duran levhada mekanın ismiyle birlikte Sezen Aksu'dan söz geçiyordu.

 

Alkolle karışık odun kokusunu içime çekerken gerçekten gelmekle iyi yaptığımızı düşündüm.

 

Kafamı ancak bu kadar kendimi ait hissettiğim bir yer toparlayabilirdi.

 

"Asena?" Kubat'ın seslenmesiyle kafamı kaldırıp ona baktım. "İyi misin?" Hemen kafamı olumlu anlamda sallayıp gülümsedim "Çok tatlı güzel bir yer. Bayıldım buraya."

 

Kubat'ın gözleri gülümsememe takılı kalırken dudakları kenara kıvrıldı. "Beğenmene sevindim. En son buraya geldiğimde aklımda sen vardın, şimdi yanımdasın."

 

Belimdeki elinin üstüne elimi koyup hafif parmak uçuma yükselip yanağını öptüm "Yerim seni, ama aniden söyleme kalbim sıkışıyor." Kubat beni kendine daha sıkı çektikten sonra koridorda yürütüp mekanın masaların olduğu yere getirdi.

 

Demin ki çocuğun beklediği masaya gelince benim sandalyemi çekti "Hoş geldin yenge." Kafamı sallayıp oturdum "Hoşbulduk ama sandalyemi çekmenize gerek yok." Kendi sandalyemi masaya kendim yaklaştırırken çocuk masanın diğer yanına geçti.

 

"Tam senin aynını bulmuşsun abi, helal olsun." Çocuk hakaret mi etti iltifat mi etti anlamazken Kubat'a baktım ama onun tek tepkisi çocuğa göz kırpmaktı.

 

Kubat tam karşıma otururken önümdeki menüyü inceleyip baktım. Bu tarz yerlere çok. Fazla bir şey yiyebilen bir insan değildim. Oldum olası kebaptan nefret ederdim.

 

Çocuğa döndüm "Ben bir tane içli köfte alayım sadece." Çocuk benim siparişimi aldıktan sonra Kubat'a döndü. Kubat hiç açmadığı menüsüne rağmen takır takır siparişini vermeye başladı.

 

"İki lahmacun, 1 beyti olsun ortaya, karışık meze yaptırt aslanım. Kayseri mantısı varsa olur, bir tanede büyük açtırt." Çocuk hemen not alırken şaşkınlıkla Kubat'a baktım.

 

Bu saatte o kadar şeyi nasıl yiyecekti acaba?

 

Çocuk önümüzdeki menüleri alıp acuka, cacık ve bir sepet doğranmış pideyi koyup gitti.

 

"Mezelerin hepsi harika oluyor. Acuka biraz acı onu cacıkla dengelemeye çalış yoksa yanarsın." Kubat acukaya batırdığı pide dilimini bana uzatırken elinden alıp ağzıma attım.

 

Dediği gibi acıydı ama o kadar yanacağım bir acılık değildi. "Cidden çok güzel." Kubat kendine de bir dilim yaparken çantamdaki telefona gelen bildirimle duraksadım.

 

Kimseye haber vermeden öylece çıkmıştım hastaneden.

 

Yan sandalyeye astığım çantamın içinden telefonumu çıkarttıktan sonra arayan kişiyi görğnce rahatlayarak nefes verdim.

 

Ayla arıyordu...

 

Masaya gelen garsonlar ellerindekileri koymaya başlayınca telefonu kenara koydum. Birkaç saatliğine dünyadan kendimi soyutlasam kimsenin ölmeyeceğine emindim.

 

Garson çocuk başka isteğimiz olup olmadığını sorduktan sonra gitti.

 

Önümdeki bakır kaptaki içli köfteye bakınca gerçekten ne kadar açıklığımın farkına vardım.

 

Sabah yediğim kahvaltıyla şu saate kadar dayanmış olmamın kutlamasını yapabilirdim.

 

Altını peçeteye sardığım içli köfteden bir ısırık aldıktan sonra gözlerimi kapattım. Gerçekten çok açıkmışım. Ve içli köfteye olan aşkım daha da artmıştı.

 

Kubat yemeğe başlamadan önce bardaklara rakıyı doldurduktan sonra seyrek olanı bana uzattı.

 

Bardağı alıp onunkiyle tokuşturduktan sonra bir yudum almamla yüzümü buruşturdum.

 

Evet hâlâ rakı benim için çok ağırdı...

 

Kubat çok rahat içtikten sonra bardağını masaya koyarken ekşittiğim suratıma baktı "sana en iyisi süt söyleyelim feridem." Hemen kafamı hayır anlamında salladım. "Herkes içki içerken ben süt mü içeyim? Vişne suyu kokteyli falan varsa ilerleyen zamanlarda bakarım."

 

Elimdeki içli köfteyi ona doğru ısırması için uzatınca önce bana sonra köfteye baktı.

 

Sabah şahit olduğu manzara kardeşiyle kahvaltı tabağını paylaşmayan benle şu an yemeğini paylaşan ben çok zıttık.

 

Köfteyi ısırdıktan sonra kafasını salladı. "Kızartmasındansa kaynamış hali daha güzel oluyor. Küçükken annem her seferinde bir kazan yapıp dağıtıyordu." Elimdeki köfteden bir ısırık alıcakken durdum.

 

Ailesinden çok bahsetmeyen biriydi. Aynı benim annemin konusunu açmam gibi.

 

Bu gece hakkında artık az çok fikir sahibiydik. Konuşup tanışacaktık...

 

"Benimde babaanmen hasşaarak yapıyordu. Ne zaman bize gelse hepimiz toplanınca yapar buzluğa atardık. Ama son 5 yıldır hiç gelmediği için yiyemiyoruz." Annenin bizi terkinden sonra babaannen bir süre sonra bana yardım etmişti. Daha sonra dedemle birlikte Türkiye'yi gezmiş, en sonda Karadeniz' de kalmışlardı.

 

2 kere yanlarına gidelilmiştim, zaten kendilerinin gelmek için kriterleri vardı.

 

Aileden birinin ölmesi, ölüme yakın olması ve düğün.

 

Allan korusun şu ana kadar, 5 yıldır, kimse ölmemişti. Kuzenlerimden kimse de evlenme hayalleri olan kişiler olmadığı için ölene kadar buradayız diyordu.

 

Kubat adını bilmediğim yeşil yoğurtlu bir mezeyi ekmeğe sürüp tabağıma koydu.

 

"Evi terk etmeden 1 gün önce en son annenin elinden yemiştim. O zamana kadar a evde yediğim en huzurlu yonex falan clabilirdi." Sevgisiz bir aileden çıkan çocuklar da hep buruk bir gülümseme kalırdı.

 

"Büyük abim nişanlanacaktı, 2. abim üniversiteye gitmişti. Diğerleride halısaha maçı vardı. Babam terfi almıştı, annem kışlık hazırlıklarını anlatıyordu. Bende artık karar verdiğim için mutluydum." Dışardan bakıldığında çok mutlu bir aileydi ama içerisinde hep bir kaos vardı...

 

"Yemekten sonra annem kek yapıp kutulara koymuştu. Yakındaki bir liseyi kazandığımı oranın oryantasyon dersine gidicem sanıyordu. O gece evden kaçıp ilk otobüsle Kuleli'ye gittim. Albay Kuş beni alıp yerleştirip hakkında çıkan kayıp ilanını gizleyip beni yok etti." Her şeyi anlatırken çok rahattı ama bana çok ağır gelmişti.

 

Volkan'ın babası Albay kuş'un böyle çok öğrencisi vardı. Kaçarak gelen asker olmak isteyen gençleri korumasına alıp aileleri ikna edecer tekliflerde bulunuyordu. "Her şeyi arkasında bırakacak kadar gözü kararıp kapıma sığınan askeri koruyup eğitmek boynumun borcudur" derdi.

 

"Daha sonra hiç konuştunuz mu?" soruma Kubat 'hayır' anlamında kafasını salladı. "Bir kere olsun haber gelmedi. Asker bir kuzenim vardı, mezuniyetime gelip 5 dakika konuşup gitmişti."

 

Hatırladığım kadarıyla kuzerinden görüp erken yaşta aileden kaçışı askerlik olarak görmüştü.

 

Bunları anlatırken o kadar rahat ve umursamazdı ki yemeğine devam ediyordu.

 

"Nasıl ya, bir aile hiç mi oğlunu merak etmez, bir kere olsun aramaz, mektup yazmaz." yerimde rahatsızca kıpırdandım.

 

Uraz'a 3 saat ulaşamazsın ortalığı ayağa kaldırırdım. O bir anneydi, nasıl oğlunu gözden çıkarırdı?

 

"Belki arayıp sormuşlardır ama benim haberim yok. Albay Kuş'a kesin olarak görüşmek istemediğimi söyleniştim. 15'ime kadar yanında olmayan kalanda da olmasa da olur. Kafamı salladım.

 

Önündeki içli köfterin son lokmasını ağzıma attım.

 

Benimde anlatacaklarım vardı ama ertelemek daha kolay geliyordu.

 

Aklımda Akif Kıraç ve Kadem'in babası Diyar Pala'nın dedikleri vardı. Benim üstümden bir işler çevriliyordu ama ben burda pasiftim.

 

Kafamdaki sesler durulunca başladım. "Akif Kıraç annemin müvekkiliydi. 11 sene önce mafya olayları patlamış vefat eden karısının ailesi kızını almak için dava açmıştı. O zaman Atif Kıraç'ın avukatının özel mevzulları olduğu için avukatı annem olmuştu."

 

Akif Kıraç'ım davasını kazandıktan sonra bünyeye alınıp şirkete girdi. Zaten ne zaman şirkete girdi o zaman aileden daha da uzaklaştı.

 

"Sonra Akif Kıraç aileye girdi. En güzel yıllarım gibiydi. Akşamları çok güzel sofralar kurulur yemekler yenilirdi. Yemekten sonra hediyelerimizi verir bizimle sohbet ederdi. Ders çalışmaya gittiğimde balkonda babamla oturup sohbet ederlerdi."

 

Hayatımın gerçekten toz pombe hissettirdiği zamanlardı. Belki bu yüzden Akif Kıraç'ın hediyelerini kabul ediyorumdur. Eskisi gibi hissettirdiği için.

 

"2 tane babam vardı artık, her anında bana destek olan iki adam. Babamın görevleri olduğunda bile yanımızda o vardı. Uraz'ı, futbol maçlarına götürüyordu." Söylediğim şeyden sonra Kubat atayla güldü. "Uraz'ı maça götürsem banada alışır mı?"

 

İronik cümleye gülüp kafamı salladım. "Insanlara güvenip, alışmaya dünden hazır benim kardeşim. Ama şu an çok göze batmamaya çalış."

 

Kubat anladım şeklinde kafasını salladı. "Gülü sevmek için dikenlerine katlanmaz lazım." O bana bakarken gözlerimi kaçırdım.

 

Renkli gözleriyle bana baktığında kendimi çok garip hissediyordum. Utanıyordum.

 

Yıllarca aynı yerde yaşayıp tanışıklıklarımı bile aynıyken nasıl olurda bilemezdik, göremezdik birbirimizi?

 

Farklı konular hakkında bir süre konuştuktan sonra sessizleştik.

 

O tabağındakileri yerken bende küçük pide dilimlerine mezeler sürüp yedim. Ne kadar rakıyı sevmesemde 2. bardağım bitmişti.

 

Kubat biten bardaklarımızı dolduracakken durdurdum. "Rakı çok çarpıyor daha hafif bir şey alıcam. " Kubat kafasını sallayıp sadece kendi bardağını doldurdu.

 

Şişeyi masaya koyduktan sonra elini 'gel' anlamında sallayınca genç garson tekrar masamıza geldi. "Orkun, Armut ve ananas suyuyla olan içeceğiniz var ya, ondan bir bir tane getir." Çocuk tekrar not alıp masadan ayrıldı.

 

Önüme koyulan kokteyle yüzümü ekşittim. "Hiç armut suyu içmedim. Ama o kadar eminimki çok mayhoş bir tadı vardır." bardağın kararındaki takılı ananası çıkartıp kenara koydum.

 

Her zaman favorim vişne ve elma suyu olacaktı.

 

"Orkun'un kendi tarifi kötü olma ihtimali düşük." Kubat'ı dinlerken dudaklarımı bardağa dayayıp bir yudum aldım.

 

Bardağın kenarındaki şekerler ve içerisindeki alkollü şurup ananas ve armutun kekremsi tadını almıştı. Alkolün tadı belli olmadığı için boğazı yakmıyordu.

 

"Gerçekten güzelmiş." Ona uzatınca red etti "İçindeki ananasa alerjim var." Bir insanın ananasa nasıl alerjisi olurdu? Onu geçtim alerjisini nasıl keşfedebilirdi?

 

Bardağı ondan uzak duracak şekilde koyup karnımı doyurmaya devam ettim.

 

Gerçekten her haliyle güzel bir mekanı nasıl olurda bunca zaman göremezdim.

 

Belkide bakmakla görmek aynı şey değildi...

 

🩷

 

'Hikayesi daha başlamadan bitenlere...'

 

Ayla Çakır

 

Elimdeki dosyayı kenara koyup sakinleşmeye çalıştım.

 

Asena'nın çalıştığı hastaneye gelip hakkında açılmak istenen davayı anlatacaktım ama kimse yoktu. Ne Barış, ne İlkin, ne de Asena hiçbir yerde yoktu. Kime sorsam bilmiyordu. Nereye gitmişti herkes?

 

Aklıma gelen son çareyle telefonumu açıp Asena'yı tekrar aradım. 'Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz ya da sinyal sesinden sonra sesli mesaj bırakabilirsiniz.' Sinyal sesinden sonra derin bir nefes aldım.

 

"Asena acilen konuşmamız lazım. Hakkında asılsız bir sürü suçlama işlemleri var. Yarısından çoğunu hallettim ama bunlar ağır suçlamalar. Ellerinde kanıtların olduğu söyleniyor." Şimdi söyleyeceğimin ağırlığıyla derin bir nefes alıp soluklandım.

 

"Kasten adam yaralama, kasten adam öldürme, örgüt liderliği, mafya üyeliği, tehdit, şantaj vs aklına gelebilecek her şey var. Savcıdan önce dosyalara ulaştığım için bazılarını kapattırabildim ama bazıları ulaşmak üzere, acilen bana ulaş."

 

4 dakikayı geçen ses kaydını kapatıp sıkıntıyla başımı ovuşturdum. Avukatlığa geri dönerken hiç böyle bir şey düşünmemiştim. Tatlı tatlı boşanma davalarına bakıcak paramı kazanacak birde arkadaşlarımın başına gelen küçük olaylara bakacaktım.

 

Mafya, kasten adam yaralama ve öldürme beni aşardı. Ama söz konusu Asena'ysa arkadaşıma yardım etmekten başka elime bir şey gelmiyordu.

 

Onur Savcı'nın eline dosya geçtiği anda yanardık çünkü en ince ayrıntısına kadar inceler ve Asena'nın görevine süresiz izin verebilirdi. Esved amcanın görevi yanabilirdi, Uraz'ın okulu yanabilirdi.

 

İki ucu boklu değneğin en kötü haliydi.

 

Yanıma oturulmasıyla irkilip ellerimi başımdan çektim.

 

Yanıma akyaz bir adam oturmuştu. Benle yaşıt gözüksede yüzündeki yorgunluk onu daha olgun gösteriyordu.

 

Gözleri kapalı bir şekilde kafasını arkaya atarken, ellerini siyah pantolonunun ceblerine sokmuştu. Tamamen yayılarak koltukta yatarla oturur pozisyon halinde olduğu için üstündeki beyaz gömleği gerilmişti.

 

"Daha ne kadar beni incelemeye devam edeceksin." Gözleri hâlâ kapalı olan adamın konuşmasıyla hemen önüme döndüm. Mal mıyım ya ben? Niye o kadar uzun süre süzüyorum adamı?

 

"Devam et lütfen, buna ihtiyacım var. Gururum en son 4 sene önce böyle okşanmıştı." Adamın keyifli gelen sesiyle kafamı çevirip çatıp baktım.

 

Yasladığı kafasını oynatmadan hafif araladığı gözlerinin uçuyla bana bakıyordu.

 

Birkaç saniye daha gözlerini içine baktıktan sonra gözlerimi devirdim. "Egoist" dediğim şeyi bilerek fısıldamakla normal ses arasında duyacağı şekilde söylediğimde gülmeye başladı.

 

Gerçek bir zengin piçiydi. Vurdum duymaz, egoist...

 

Yanımda hareketlenme olurken başımı yine sıkıntıyla ovdum. Şu an yanımdakinden daha büyük sorunlarım vardı.

 

Bakış açıma bir el uzanınca kafamı çevirip elin sahibine baktım. "Tanışabiliriz bence. Karen Pala" uzun süre durdu. "Kendimi nasıl tanıtacağımı bilmedim. Holdingi söylesem tam zengin diyeceksin. Bu hastanenin vakıflarından desem bu tam zengin piçi diyeceksin. Çalıştığım bir işte yok söyleyeyim. Ben gerçekten tam bir zengin piçiyim."

 

Sinirlerimin bozulmasıyla güldüm "Dolaylı yoldanda olsa yine zengin piçi olduğunu tanımladığın için teşekkür ederim ya." Kafamı koridora çevirip gelen geçen insanlara bakarken bacağım dürtülünce derin nefes verip adama döndüm.

 

Sardı yine.

 

"Çok ayıp o kadar elimi uzattım, kendimi tanıttım, üstüne hakaret yedim eyvallah. Ama sende biraz çabala ya. Hep mi bizden beklersiniz ?" Sinirle uzattığı eli tuttum "Avukat Ayla Çakır, prenses Pala. Tanıştığıma pek memnun olamadım, uzar mısın şimdi."

 

Son söylediğim şeyden sonra yüzüne piççe bir sırıtıp yer aldı. "1.90'ım, bence gayet uzadım. Görmek ister misin?" Sonda göz kırparken adamda bir şey fark ettim.

 

Gözünün altındaki silik beni tanıyordum ben.

 

Parmağımı benine uzatıp dokunacakken uzaklaştı. "Biliyorum gözlerim çok güzel ama onlara oyarak sahip olamazsın." Kafamı hayır anlamında salladım.

 

Bu adamı nerden tanıyordum ben?

 

Adam parmağımı tutup aşağı indirirken yaklaşıp gözlerime baktı. "Gözlerin çok güzel avukat." Anın ve kişinin farkına varıp avucunun içindeki parmağımı alıp adamdan uzaklaştım.

 

Sıradan gözlerim vardı...

 

"Ayla, ayla, ayla... Karardı dağlarım, seninle Ayla.. Vuslatı bekledi ölümü geldi." Ahmet Kaya'nın yazdığı şiiri söylemesiyle yüreğim ağrıdı.

 

Sevmiyordum sonu kötü biten hikayeleri, ama o yine e parça parça söyledi.

 

"Koptu diz bağlarım, seninle Ayla.. Ellerinde çiçek umudum vardı." Ümitsizliğin içinde bembeyaz bir umut beklenemezdi. "Peki sen söyle Ayla, bana niye bu kadar tanıdıksın?"

 

Sorduğu sorunun cevabını bilsem içimdeki sıkıntı bitecekti ama kendi sorularıma bile cevabım yoktu.

 

Bir insan bu kadar yabancıyken bir o kadarda nasıl benden olabilirdi.

 

Tam ağzımı açıp birkaç söyleyecekken koridordan sert adım sesleri ve konuşmalar duyuldu. "Karen!" Koridorun uçunda yanımdaki adamın biraz daha kalıplı ve büyük gözüken bir adam geliyordu. Yanında da Barış vardı.

 

"Bensiz iki dakika geçiremiyor." Karen ayağa kalkarken kıpırdamayıp oturmaya devam ettim.

 

"Puşt içerisi mahşer alanı gibi sen gelmişsin burda yayılıyorsun. Arsız mısın oğ-" adam bağırmaya devam edecekken beni görünce yarıda kesildi. Bakışları ben ve Karen arasında giderken Barış'ın kaşları çatıldı. "Ayla, ne işin var burda?"

 

Kucağımdaki dosyayı kolumun altına alıp ayağa kalktım. "Asena'ya ulaşamadığım için buraya geldim ama burda da yok. Senin haberin var mı?" Barış ve yanındaki adamın yüzleri gerilirken Karen sinir bozucu derecede alayla güldü. "Doktor niye her şeyin altından çıkıyor ki? Şaşırmamalı."

 

Barış alnını oluşturdu. "Sen niye Asena'yı arıyorsun ki?" Tavırları ne kadar rahatsız etse de Asena'yla bizim kadar yakın olduğunu biliyordum.

 

"Hakkında saçma sapan itiraflar var. Kasten adam öldürme ve yaralama, örgüt liderliği, çeteleşme, karapara filan. Aklına gelebilecek bütün saçma sapan şeyler hakkında iftira atılmış. Birazını hallettim ama onunda imzaları lazım, yoksa onun, Esved amcanın, Uraz'ın başı yanar."

 

Barış atılan iftiraları anlatmaya başlamamla yanımdaki adama döndü, adamında yüzünde dinledikçe pek iç açıcı yüzünde ifade yoktu.

 

"Kadem ben sizin yapacağınız işe sokayım. Kıza niye sıçradı olay." Kaşlarımı çatıp Barış'ın yanındaki adama sitemine baktım.

 

Ne oluyor burda?

 

"Ben halledicem, her şeyi." Arkamda duyduğum tanıdık sesle yavaşça döndüm. Akif Kıraç tam karşımdaydı...

 

Yüzüne inanmayarak baktım. Asena onu görmüş müydü? Burda ne işi vardı? Hangi yüzle?

 

Sertçe yutkunup birkaç adım geriledim "Sizin burda ne işiniz var? Asena sizi görmemeli." Yüzünde buruk bir gülümsemeyle baktı "Tanımazsın sanıyordum Ayla. Hafızanın güçlü olduğunu zaten hukuk okuyarak kanıtlamıştın ama gözlerimle görmek mutlu etti. Yakışmış."

 

Pişkince konuşmasıyla kaşlarımı çattım. "Akif Bey, 10 yıl olacak sizi görmeyeli. Daha doğrusu yüz yüze görmeyeli. Nasıl olurda Asena'nın yakınında tekrar çıkabilirsiniz?" Aklıma tekrar gelen soruyla durakladım. "Gördü mü sizi? Nerde, n'aptınız ona?"

 

Elimdeki dosyayı sıkıca tutarken gözümün önünde sadece Asena'nın geçirdiği zor zamanlar vardı. Kardeşimin berbat yılları...

 

"Cani değilim Ayla. O benim kızımdı, ona zarar verecek hiçbir şey yapmam." Alayla güldüm "10 yıl öncesini hatırlamıyor olmanızı yaşlılığınıza mı vereceksiniz, yoksa küstahlığınıza mı?"

 

Normalde olsa bu kadar uzun cümleler kuramayacak beni bile şaşırtıyordu ağzımdan çıkanlar.

 

"Olması gerekenler o zaman oldu. Şimdi olmaması gerekenler engellenecek. Dosyayı ver ben halledicem her şeyi, savcının kulağına bile gitmeden iftiraları yok edip adamları ortadan kaldırıcam." Uzattığı eline bakıp sonra tekrar adama baktım.

 

Ona hemen güvenecek kadar aptal değildim. Ama onun bunu yapacağını bilecek kadar akıllıydım.

 

Kolu benimkinden hatta Esved Işık'tan kat ve kat uzundu. İsterse her şey tek telefonuna bakıyordu.

 

"Ayla dosyayı Akif Kıraç'a ver. Her zaman Asena'nın arkasını o topladı. Şimdi de halleder." Barış'ın konuşmasıyla Asena'nın yerine resmen ben ihanete uğradım.

 

Barış Arıman, Asena'nın 7 yıllık arkadaşı da Akif Kıraç'ın tarafındaydı.

 

İhanet sırası bende miydi?

 

Akıl mahkemem vicdan mahkememden ağır bastı ve dosyayı verdim. "Asena'nın başına bir şey gelirse seni batırırım Akif Kıraç. Bunu yaparım biliyorsun." Akif Kıraç dosyayı eline alıp kafasını salladı.

 

"Yaparsın Çakır, bunu en iyi babandan biliyorum, ama şu an ateşkesteyken tadını çıkartıp faydalan. Kızıma zarar vermem." Gözlerimi devirdim "Kesin öyledir."

 

Kafamı Barış'a çevirdim "Alçak puşt, elime geçen ilk fırsatta kalemini kırıcam." Eğilip hızlıca sandalyenin üzerindeki kabanımı alıp Barış'a bilerek çarparak koridorda ilerledim.

 

Hastaneden çıkınca yaptığım ilk iş attığım sesli mesajı silmek oldu.

 

Aklım ne kadar doğruyu yaptığımı söylesene kalbim çok ağrıyordu...

 

💐

 

'Gerçekleri öğrensem ne olur geçmişimi döndüremezken?'

 

Asena Işıl

 

Elimle yanımda oturan adama vurdum "Kalk yirmi yedindesin hâlâ neyin peşindesin? Git dedeler gibi evinde televizyonunda haberlerini izle akşamında da meyve tabağı eşliğinde belgeselini izle!"

 

Hafif vücudumda hissettiğim mayhoş sinirle önümdeki kokteyl bardağından armut suyumu içtim.

 

Zorla açtırdığım müziğin ritmiyle kafamı salladım. Tabi şarkıyı onun için baştan uyarlamıştım.

 

27 yaş dededir.

 

Gitsin evinde otursun! Niye buraya geliyor ki?

 

Sende 24 yaşındasın Asena. 2.5 yaş anca vardır abartma.

 

"Konuştu birazdan içtiği armut suyundan dolayı sandalyeden kalkarken kemikleri paslanmış gibi cızırdayacak kadın." Konuşmasıyla kafamı çevirip sertçe baktım.

 

Bu niye konuşuyor ki?

 

Adam ne yapsa yarandıramıyor.

 

"Neden armut suyundan dolayı sandalyeden kalkıcam ki?" Merakla ona döndüm. Elindeki kendi bardağındaki içeceğini içerken kaşlarını kaldırdı.

 

'Bilmem ki' anlamına geliyordu.

 

"Yaaa!" Elimdeki bardakta ki son damlayla içerken sırıtarak bakıyordu. Sinirlerim gitti.

 

"Bir doktor adayı olarak bilmemen senin hatan, bilmek benim değil." Önümdeki bardağa yandaki şişeden biraz daha armut suyu eklerken durdum.

 

Bu bilerek içiriyor ve neden olduğunu söylemiyor!

 

Bir şey var.

 

Çantama elimi atıp hızlıca telefonumu çıkarttım.

 

'Armut suyu ne işe yarar?'

 

İnternette yazan şeylerle gözlerim açılırken midemin hareket ettiğini hissettim.

 

BEN İKİDİR BUNUN YÜZÜNDEN Mİ TUVALET SIKINTISI YAŞIYORUM!!!

 

"Oha ama ya! Bilerek resmen beni kaçtır masadan kovuyormuşsun!" Gürültüye karışsada kahkahasını duymuştum. "Sadece bilmediğin şeyler yaparken ki saflığını seviyorum Feridem..."

 

Sinirli görünmeye çalışarak kaşlarımı çattım "Çok kötüsün. Resmen alıklığımdan yararlanıp benimle dalga geçiyorsun." Hâlâ akıllanmamışım için armutlu ve ananaslı kokteyli içtim.

 

Tadı güzel olmasa da içerdim ben.

 

"Çok tatlısın böyle. Küçük kız çocuğu gibi bakıyorsun." Söylediği şeyle şımarmıştım ama belli etmemem gerekiyordu. Çünkü şımarınca saçma sapan davranıp çirkin oluyordum.

 

"Ayy küçük kız çocuğu istiyorum şu an." Kafamın bulanıklığında ne diyeceğimi bilemiyordum ama aklımda şu an sadece sarışın küçük bir kız çocuğu vardı.

 

Onun kaşları havaya kalkarken hayalimdeki küçük kızla gülümsedim. Kokteylimden hemen bir yudum daha aldım. "Dur şu an sana hayalimi anlatmam lazım."

 

Elimdeki bardağı masaya koydum. "Sarışın bir kız çocuğuyla, simsiyah saçlı bir erkek çocuğu var." Düşmek üzere olan çenemi elimin altına koyup masayla destekledim.

 

"Kızın yemyeşil gözleri var, oğlanın da mavi gözleri. Ama böyle korkutucu bir mavi değil. Mavi gülün rengi gibi bir mavilik." Gözümün önünde oluşan film karesinde gelecekte hayal ettiğim çocuklarıma baktım.

 

"Senin gibi mi yani gözleri?" Onun söyledikleriyle kafamı sallayıp gülümsedim "Benimkiler gibi."

 

Gözlerime yaptığı iltifatla yüzümde istemsiz alkolden zaten kontrol edemediğim bir gülümseme oldu.

 

Gözleri gülüşümde takılı kaldı.

 

"Kız çocuğu umarım gülüşünü annesinden alır." O da gözümün önündeki hayali görüyor muydu bilmiyorum ama orda çok mutluydum.

 

"Ama aklıma bir soru takıldı." Kubat'ın sorusunu sormasını beklerken bardağımdan bir yudum aldım. "Bu kız çocuğu sarı saç genini kimden alacak?"

 

Haklı adam.

 

Koyu kahvenin koyu tonları saçımdan kim sarı bir kız çıkacağını bekler?

 

"Baba tarafımın yarısından fazlasının saçları sarı. Zaten amcamlarda falanda gördün." Elimdeki bardağı geri yerine koydum. "Ayrıca sende var." gözlerimle sarımtırak saçlarını gösterdim. "Vermez misin?"

 

Beni dinlerken yüzünde oluşan o hafif tebessümün yerini gülümseme doldurdu.

 

"İste canımı veririm. Bir genin lafını mı yaparım?"

 

Ben bu gece bir şey fark ettim.

 

Ben Kubat'tan hoşlanmıyordum.

 

Ben Kubat'ı çok seviyordum...

 

💐

 

Yaslandığım beden belimden kavrayıp beni hareket ettirirken burnumu tişörtüne sürtüp kokladım. Bergamot kokuyordu sanki.

 

Tabi bergamot kokusunu sadece çayın içerisindeki kokusundan hakim olan benim için çok karamsar bir şeydi.

 

Zorunlu olarak attığım adımlar yüzünden ayaklarım dolaşırken kafamı kaldırıp Kubat'a baktım.

 

Ama o odaklanmış şekilde etrafa bakıp bir yandan beni kendine yaslayıp yürütüyordu.

 

Tabi bütün alkolü bana verdirip kendisi dinç kalmıştı.

 

Tekrar adım atacakken dolanan bacağımla yere çalışacağımı beklerken beni sıkıca tutup ayakta tuttu. "Dikkat et." O sakince söylerken ayaklarıma baktım.

 

Ayaklarımı niye hissetmiyorum?

 

"Ay burdalar ama" pantolonun sardığı baldırımı elimle sıkmama resmen karıncalanma hissi vardı.

 

Nasıl yürünülüyordu?

 

Üst bedenimi iyice Kubat'a bastırdıktan sonra ayağımı yukarı kaldırıp topuklu ayakkabımı çıkarttım. Daha sonra çıplak ayağımla asfalta bastım.

 

Hissettiğim soğuklukla gözlerimi kapatıp diğer topuklumu çıkarttım.

 

Büyük olasılıkla Kubat şu an ne yaptığımı anlamıyordu.

 

İki topuklumu tek elimle tuttuktan sonra diğer elimle Kubat'ı göğsünden ittim. En azından ayakta durabiliyordum.

 

Birkaç adım attıktan sonra beyaz volkswagen bir arabanın kapısına tutunup ona döndüm.

 

Bir elinde çantam diğer eli her an beni tutmak için uzanırken bana bakıyordu.

 

Arabanın kapısını sırtamı yaslayıp yavaşça yere çöktüm. Lise ve üniversite yıllarımdaki gibiydi.

 

Alkolden beynim uçarken sokakta oturuyordum.

 

Ayaklarıma asfaltın o soğukluğu geçerken içimde alkolün sıcaklığı, kafam uyuşuk, sesler susmuş.

 

Sesler susmuş...

 

Sahi en son ne zaman sesler susmuştu?

 

Seslerin söylediği bir şarkı vardı şu an zihnimde. Şu an anlaşıp aynı dilde konuşuyorlardı.

 

Ellerimle asfaltta ritim tuttum. Güzel noktalardı bunlar, yine genç hissettiriyordu.

 

Yanımdaki hareketlilikle gülümsedim. Yadırganmıyordum, kabul edip katılıyordu...

 

 

Levla gözlerinde yaşlarla vazgeçti

 

Levla gözünde yaşlarla vazgeçti

 

Levla sil yaşını bunlarda geçti

 

Leyla...

 

Kafamı arabanın kapısına yaslayıp nefes verdim. Çok mal gibi davranıyordum.

 

Düşünmeden hareret edip, akışına bıraktım diyordum. Aslında kendimi kandırıyordum.

 

Yarın yaşanacakları unutmak için bugünü harcıyordum.

 

Eve gidip uyuduktan sonra yarın işe gidip Kadem ve Barış'la yüzleşecektim.

 

Belki duymak istemediğim şeyler duyacaktım ama bugün bunları yok saymak istiyordum.

 

Kaçmak istiyordum.

 

Gözlerimi açıp yanında aturan Kubat' a baktım. O zaten bana bakıyordu.

 

"Gidelim mi artık?" Kubat'ın sorusuyla kafamı salladım. "Beni tanşırsan neden olmasın?"

 

O ayağa kalktıktan sonra bir anda havalanmamla küçük bir çığlık attım.

 

Yüzüm onun göğsüne çarpınca çığlığım kahkahaya döndü. "İnsan haber verir!" O hiç zorlanmadan yürürken kafamı göğsüne yasladım.

 

Anide havalanmanla gözlerim kararmış, başım dönmüştü.

 

"Kaldır dedin kaldırdım Feridem. Kafanı yasla uyu eve gelince uyandırırım." dediğiyle kafamı göğsüne tamamen yasladım ama uyuyamadım.

 

Arabaya gelince kucağında inecektim ama beni indirmeden kapıyı ön koltuğa beni yerleştirdi. Bebek arabasına oturtur gibi beni iyice yerleştirdikten sonra kemerimi bağladı

 

O kapımı kapayıp kendi koltuğuna oturana kadar topuklu ayakkabılarımı geri giydim.

 

Arabayı çalıştırıp park ettiği yerden alınca yandaki çantamı açıp telefonumu aldım.

 

Bildirim panelinde bir sürü Ayla'dan arama ve mesaj vardı.

 

Hepsi onu acil aramamla alakalı 2 saat önce atılan mesajlardı.

 

En son mesaja girince kaşlarımı çattım.

 

Ayla (dolunay): Asena lütfen bana ulaş

 

Ayla (dolunay): Halletim, gerek kalmadı.

 

İki mesaj arasında 15 dakika bile yoktu?

 

Siz: Ayla iyi misin?

 

Siz: Telefonu yeni elime aldım.

 

Siz: İşim vardı.

 

Mesajı atmamla Ayla aktif dup yazmaya başladı.

 

Ayla (dolunay) Seninle bir işim vardı da ben halletim

 

Ayla(dolunay): Sende hastanedeydin galiba, Uraz 'ablam işte' dedi.

 

Yalan söylemek istemiyordum ama her şeyi anlatacak gücüm yoktu.

 

Siz: Evet hastanedeydim

 

Siz: Acil çok yoğundu yeni işim bitti.

 

Ayla (dolunay): anlıyorum, kolay gelsin

 

Ayla (dolunay): İyi geceler

 

Siz: lyi geceler

 

Kafamı kaldırıp yola bakınca bizim evin yolunda olduğumuzu anladım.

 

"Kubat" seslenmenle bana bakıp onaylar bir ses çıkarttı. "Evde babamlar var gitmek istemiyorum. Babamla karşılaşmak istemiyorum."

 

"Diğer evin anahtarını Uraz'dan alayım. Beni oraya götürür müsün?" Uzun süre bana baktıktan sonra "Tamam" diyip eve yakın bir yere arabayı park etmişti.

 

Emniyet kemerimi açıp ona döndüm. "Uraz'ı arayayım anahtarı alıp geleyim." daha bir şey demeden kapımı açıp dışarı çıktım.

 

Yağmur bittiği için esen yakıcı Ankara ayazı yüzüme vurdu.

 

Hikayenin başındaki gibi dejavu yaşadım.

 

Cenk'in beni aldattığı günde apartmandan çıkınmamla ayaz yüzümü kesmişti.

 

Annenin bizi terk ettiği günde.

 

Her şeyime şahit olmuştu Ankara'nın ayazı.

 

Azıcık yürüdükten sonra arabanın görmediği bir yerde kaldırıma çöküp Uraz'ı aradım. 3. çalıştan sonra telefon açıldı.

 

"Abla?" uykulu çıkan sesiyle gülümsedim. "Ablam " bir süre karşı taraftan sadece hışırtı sesi geldi.

 

"Abla, iyi misin? Ne oldu? Nerdesin sen?" arkadaki sesler daha da artarken bir şeyleri yer düşürme sesi geldi.

 

Benim kardeşim ağır panik ataktı.

 

"Bir şey olmadı Uraz. Sakin ol." arkadakı sesler biraz olsun hafifledi. "Nerdesin sen?" sorduğu sorunun üslubu dün olsaydı onu pişman ederdim.

 

"Aşağıdayım Uraz. Diğer evin anahtarı odamdaki takı kasesinin içinde. Getirir misin?" Mal gibi gerek olmaz diye yanıma almamıştım.

 

"Sen neden eve gelmiyorsun?" gözlerimi kapatıp nefes verdim. "Uraz lütfen, çok yorgunum zaten." Uraz en son kabul edip telefonu kapattıktan sonra beklemeye başladım.

 

7 dakika sonra apartman kapısı açılma sesi duyunca oturduğum yerden kalkıp apartmana doğru ilerledim.

 

Uraz üzerinde sişme montu altında eşofman terlik kombiniyle etrafa bakıyordu. En son gözler, bana çarpınca o da bana doğru ilerledi.

 

"Abla iyi misin?" İyi görünmediğime çok emindim zater yüksek promille topukluyla yürümer zordu.

 

"İyiyim ablam, Uyandırdım seni de" O bana boş boş bakarken kollarımı açıp onu kendime çektim. "Seni çok seviyorum ablam."

 

O bana karşılık veremedi bir süre sonra kollarını belime sarıp başını boynuma gömdü. "Beni hep sev olur mu abla?" Kafamı sallayıp onu iyice kokladım.

 

Küçükkende ben geceleri onun yanına giderdim ya da o bana gelirdi. Birbirimize sarılır yatardık.

 

Şu anki hayatımdan bıktığımda gece odasına gider onun yanına kıvrılır sabah o uyanmadan giderdim.

 

Birkaç dakika sonra ayrılıp yüzünü avuçlarımın içine aldım. "Biriciğim benim, sana zarar gelmesine asla izin vermicem. Yaşadıklarımı yaşatırlarsa onların boynunu kırarım!"

 

Yapardım, yemin etmiştim onun güzel bir hayat süreceği hakkında.

 

"Korkutuyorsun abla. Ne oluyor? Hem sen sarhoş musun?" Kafamı salladım "kızlarla gittik. Ayla daha az içti arabayı o kullanıyor."

 

Uraz kaşlarını çattı. "Ayla abla 2 saat önce evde olup olmadığını sordu. Ne kadar çok yalan söylüyorsam kadar batıyordum.

 

"Ayla sonra hastaneye geldi birlikte gittik." O bana anahtarı uzatınca hemen kaptım. "Eve git, kapıyı iyice kitle öyle yat. Yarın akşam eve gelicem."

 

Uraz'a son kez sarıldım. Ayrılıp arkamı döndüm. "İyi geceler ablam." diye arkamdan seslenirken gülümsedim.

 

Sokaktan dönüp arabaya doğru ilerledim.

 

Arabanın dışından beni bekleyen Kubat'a yaklaşıp karşısında durdum.

 

"Gidelim mi?" kafamı sallayıp anahtarı uzattım "Gidelim!"

 

🔏

 

'Hikayenin sonu başından daha karanlıksa o zaman kork...'

 

Yazarın anlatımıyla

 

Işık ailesin evinde sesizlik düşünenlere rağmen çok sessizdi.

 

Amca, Uraz'ın odasında yatarken, Efe salonda yatıyordu. Evde kalan iki kişi ise düşüncelere boğulmuştu.

 

Uraz, ablasına diğer evin anahtarını verdikten sonra kafası daha da karışmıştı. Ablası dağılıyordu, ablasını da annesi gibi kaybediyordu..

 

Şu an ablasının odasının ortasına çökmüş yatağın altında bulduğu yazılı hediyeli kartlara bakıyordu. Hepsi aynı ay, aynı sembol, aynı kişi tarafından gönderilmişti.

 

Ona da her doğum gününde aynı semboller ve aynı kişi tarafından hediye geliyordu. Hiçbir zaman kimden geldiğini anlamamıştı.

 

İlk başta küçüktü ve bir sapık olduğunu düşündü. Çünkü bu kadar çok istediği şeyleri ablası, babası bilmiyordu.

 

Bir gün bir magazin izlerken annesi olabileceğine karar verdi. Annesi artık Ayten Kıraçtı. O da AK'tı.

 

Ümitlerip annem beni bıraksa da düşünüp ilgi vermeyi bırakmadı, dedi.

 

Ama simdi bütün taşlar oturmuştu. Ablasına da, kendisinede hediyeleri gönderen Akif Kıraç'tı, Ayten Kıraç değil.

 

Annelerinin onları bırakmalarına neden olan adam yine de onlara hediyeler verip ilgi gösteriyordu.

 

Uraz'ın başka öğrendiği şey ablasının lityum ilaçlarını içmeyi bıraktığıydı.

 

Ablası bipolar hastasıydı, aynı ölen teyzesi gibi....

 

Çevreleride bir elin parmağını geçmeyecek kadar kişi hastalığı biliyordu. Zaten şu ana kadar da kriz geçirecek kadar nüksetmemişti.

 

Farkındaydı, ailesi dağılıyordu ve yine sona kendisi kalıyordu. Yine kendisi yalnız kalacaktı. Yine görünmez olacaktı...

 

Dağıttığı eşyaları geri topladıktan sonra ilacı kutusunu masanın üzerine görünür şekilde koyup odadan ayrıldı.

 

Uraz, evde uyanık olan başka kişiye, babasının yanına gitti.

 

Esved Işık evin içindeki çalışma odasında bir haftadan kısa süre sonra sınır dışında göreve göndereceği timin dosyalarını inceleyip alacakları yeni kimlikleri ayarlıyordu.

 

Ona kalsa yıllar önce görevi bırakır Tekirdağ'daki deniz dibindeki evinde yaşlanırdı ama arkasında bırakacakları onu durduruyordu.

 

Görevden ayrılsada, ayrılmasa da ailesine saldırılacaktı. Ama tek fark görevde durduğu sürece ailesi korunuyordu, kaybetme kaygısı daha azdı.

 

Esved yanda duran son dosyayı alıp üzerinde 22 yaşında time alındığındaki fotoğrafı olan adama baktı. Kıdemli Üsteğmen Kubat Gölge

 

Firat korkut ilk piyonuyken, Esved Işık'ın her zaman Gölge son zar, san piyonuydu. Her zaman, her koşulda 6 gelmesi gereriyordu.

 

Fırat'ı ailesiyle iç içe eğitmişti ama Gölge'yi eğitimden çıkartmadan, sadece cezalarla büyütmüştü. Düşünmeden hareket edemezdi. Yaşlandığını fark edince, kendini tekrar Gölge'yle yaratmıştı.

 

Kendisi hatatar yapmıştı ve dönüşü olmamıştı. Onun hata şansı yoktu.

 

Odanın kapısı tıklatılınca Esved Işık dosyanın üstün beyaz kâğıtla kapatıp. Boğazını temizledi.

 

Uraz yavaşça kapıyı açtıktan sonra babasına bakıp kapıyı kapattı. "Niye bu saatte ayaktasın oğlum?" Asla bilmezdi ki Uraz evde ablası yoksa 1'den önce yatamazdı.

 

"Uyku tutmadı" derin bir nefes verdi "Baba kafam çok dolu, düşünceler bazen uyutmuyor, bazen o kadar doluyor ki, düşünmeye bile yerim kalmıyor." Kendini çok güçsüz hissediyordu.

 

Ablasına kolaylıkla anlatacağı şeyleri babasına anlatamazdı. Çünkü onun ne tepki vereceğini bilemezdi.

 

Esved Işık gözlerini kapatıp nefes verdi "Herkes çıkmaza düştüğünü hisseder, sıkıntısı hiç geçmeyecek sanar, boğulur. Ama hayatın sonu değil, yüzleşerek öğreneceksin." Oğluna dikkatlice baktı "Senin yaşındayken hayat o kadar basit geliyordu ki. Elime işimi alıp para kazanacaktım. Evlenip bir yuva kurup içerisinde çocuklarım olunca hayat bitecekti."

 

Ayten vardı,

Ben bir Ayten diye tutturmuşum, Oh ne iyi

Ayten'li içkiler içip sarhoş oluyorum, ne güzel

 

"Hayatım senden 2 yaş büyükken bitti, ablan doğdu 5 yıl sonrada sen. 48 yaşında olucam ama hâlâ yaşıyorum. Çocuk aklı işte,küçük düşünür küçük yaşar, küçük göllerde boğulur."

 

Uraz içerisinde hissettiği tek anlamı biliyordu. Babası aslında çoktan ölmüştü, tak hayat gayesi onlardı.

 

"İçim sıkıştıkça gölden çıkıp durulandım., suyumu akıttım. Beyaz bir kağıda, kullanılmış bir kağıda, kitap köşesine, bir insana anlattım içimdekileri. O zaman tekrar yüzmeye hazır hissettim kendimi. O zaman gölün beni boğmadığını, her zaman çıkabildiğimi fark ettim."

 

Uraz'ı büyütürken 'babana bile güvenmeyeceksin' adam şimdi karşısında bir insana anlat diyordu içindekileri. İnsan yaşlandıkça kendine ters mi düşüyordu?

 

"Ben kendi içimdeki sıkıntıyı görüyorum. Sen kendi sıkıntını anlayabiliyorsun ama ablam anlamıyor baba. Yine bir şeyler oluyor, boğuluyor ama farkında değil. Nefessiz kalıp bayılmayı bekliyor sanki. Soruyorum, yanında olup anlamaya çalışıyorum ama içine kapanıyor." Esved gerginlikle ellerini ovuşturdu.

 

"Ablan her şeyi anlayacak kapasitede bir kadın. Bayıldığında da yanında biz oluruz. Kendini sınırını bilip durdurağını ayarlar, yapar benim kızım." Uraz, babasının söyledikleriyle kafasını olumsuz anlamda salladı.

 

"Öyle değil bu sefer, çok sert düşecek." Söylemekle söylememek arasında kaldı.

 

"İlaçlarını almayı bırakmış. Lityum kutusu tarihi geçmiş ama yarısı hâlâ dolu. Son zamanlarda hep meşgul. Ya hastane de ya diğer evde. Bazen kızlarlayım diyor ama ne zaman Ayla ablayla konuşsam ablamı özlediğini uzun zamandır konuşmadıklarını söylüyor. Baba, ablamı kaybediyor gibi hissediyorum."

 

Annesizliğe alışmıştı, babasının zaten yokluğuyla varlığı birdi. Ama ablası...

 

Esved Işık sıkıntıyla alnını ovuşturdu "İlaçlarını aksatmaz, o da doktor. Nelerin olacağını çok iyi biliyor. Dediğim gibi doktor tabi ki hastanede olacak, diğer evde yakın olduğu için orda kalıyordur. Ayrıca onun sadece Ayla'yla Efil arkadaşı değil ki." Kendini kandırdığını çok iyi bildiği halde bahaneler üretmeye devam etti.

 

"Ablan, bizi bırakmaz Uraz. Bunu en iyi sen biliyorsun. Çok düşünüyorsun, korkuyorsun anlıyorum ama yapma. Hem kendine hem bize zarar verirsin. Olacak olan olur, varacak olan varır." Uraz istemesede kafasını salladı.

 

Ne kadar çok Akif Kıraç olayını söylemesi gerektiğini bilse de böyle bir kötülüğü yapamazdı. Ne ablasına, ne babasına.

 

"Teşekkür ederim baba." Esved Işık sadece kafasını salladı.

 

Uraz arkasını dönüp çıkacakken Esved Işık boğazındaki yumruyla konuştu. "Sizi her şeyden çok seviyorum. Ne yaparsam yapayım, ne söylersem söyleyeyim hepsi sizi korumak için? Siz her şeyden önemlisiniz bunu bilin."

 

Uraz kafasını hafifçe çevirip baktı "Biliyoruz baba," kapıyı arkasından kapatıp bir süre sessizlikte kaldı "keşke hissettirebilsende..."

 

Söylenemeyen her söz, okunamayan her kitap, dinlenilemeyen her müzik bir ömre bedeldi...

 

🖤

 

 

Sana gelecekten sesleniyorum. Artık hikayenin tıkandığı yerdeyiz.

 

Okuyan senin bile anlamadığın hikayemde benden bunları kabul etmemi bekliyorlardı. Nefes alamıyordum.

 

Aylardan Mayıs olmuştu bile ama benim hayatım aylar önce bitmek istemişti.

 

Ölmek isteyip yırtınmıştım. Görmezden gelinip ikinci plana atılmıştım, nefes alamamıştım.

 

Aklımı kaçırıyorum, ruhum bedenimden ayrılıyor diye çıldırıyordum ama herkes benden sadece güçlü durmamı bekledi.

 

Bi insan yarım kaldıktan sonra nasıl toparlanırdı ki?

 

Bi insan nasıl yarısı yokken devam ederdi?

 

Bi insan nasıl bu kadar bağlanabilirdi? Nasıl kendine bu kötülüğü yapardı?

 

Bazı geç kalınmışlıklara çare yoktur ama bazı kararlardan bazen vazgeçilmesi gerekirdi.

 

Canımın yarısı benden vazgeçtiğinde bende hayatımdan vazgeçmiştim.

 

İşte hikayenin tıkandığı yerdeyiz. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

 

Yine bir ayaz yüzümü kesiyor ve yine tek başımayım.

 

Bu hikayeyi okuyan sen bile inanmayacaksın ama ben yaşıyorum.

 

Sevgilerimle Ankara ayazıma...

Beni hep böyle sev olur mu diğer yarım...

 

🖤

Selammmm

 

Kafanızı çok karıştıran bir bölüm olduğuna eminim ama emin olun ki bende yazarken boğulacak gibi hissettim.

 

Aklımdaki tüm detayları hallettiğim için biraz daha rahatım. En kilit bölüm falandı.

 

Okurken en çok hangi bölümü sevdiniz?

 

En çok kimin anlatımını sevdiniz?

 

En çok kimin hikayesini merak ediyorsunuz?

 

Peki sondaki gelecekteki Asena hakkında neler düşünüyorsunuz?

 

Bu bölümde ilerdeki karakter rolleri hakkında bolca spoiler, 1. Kitap sonu hakkında ve komple kurgu sonu hakkında spoiler vardı.

Oy ve yorumları eksik etmeyelim

 

Sevgilerimle Ankara ayazlarıma

💗💋

Bölüm : 07.12.2025 18:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...