

Kapının sertçe aralıklarla vurulmasıyla uyandım.
Ne oluyor sabah sabah?
Yataktan kalkıp hızlıca odadan çıkıp hole ilerledim. Kapının vurulması dursada zilin ötmesi durmuyordu. Şafak operasyonu olmayacak kadar hava aydınlıktı.
Son zamanlarda hep bi olay geliyor başıma. Zaten ne zaman bu eve gelsem felaket yakındır.
Kapının deliğinden bakınca kimseyi görmedim. İşte şimdi işi ciddiye almanın zamanı gelmişti.
Çelik kapının kilidini yavaşça döndürüp açıtım ancak kimse yoktu ama solmuş bir orkide saksısı duruyordu kapının önünde. Koridorda başka evler de yokken bir benim bir de yan kapıda solmuş saksıda orkide vardı.
"Apartmanda mimlendik mi? Solmuş orkide ne?" Yere eğilip orkideye baktım. “Kaç yılındayız ya?” Eskiden kapıya kırmızı boyayla çarpı atılırdı şimdi solmuş orkide mi?
Yoksa bu bir devrim mi?
Ekran sürem yüzünden yaptığım ironi çok berbattı. Kendimi en yakın zamanda geliştirmem lazım.
Saksının üzerindeki zarfı çekince gördüğüm mühürle elim dondu.
Bu Akif Kıraç’ın göndermedim dediği elbiseninde üzerinde olan mühürdü. Belki de gerçekten kendisi göndermiyordur…
Kapının tam önünendeki kapı eşiği mermerine oturup zarfı açtım.
‘Her şeyin farkına varıp bize katılıp borçlarının bedelini ödediğin günlere küçük AK.’
sondaki hitap şekliyle tüylerim diken diken oldu.
Asla!
Asla, Asena Kıraç olmazdım şu hayatta!
Kâğıdı elimin içinde buruşturup apartman boşluğuna fırlattım. “Kendi küçük dünyanızda hiçbir borçum olmayan şeylerin bedelini ödemek zorunda değilim.” Sabah sabah yeteri dozda sinir olmuştum.
Oturduğum yerden kalkıp kenardaki sokak terliklerimi ayağıma taktım. Portmantodaki kasenin içinden anahtarı alıp kapıyı arkamdan çektim ve yerdeki saksıyı alıp asansöre ilerledim.
Yine birileri kendine eğlence araçı bulmuştu ama en son çatmak isteyeceği duvar falan olabilirdim.
Asansöre binip zemin kata indikten sonra apartmandan çıktım. Kapıma tanımadığım gelen çiçeği evime sokmayacak kadar akıllıydım, gerek bile yoktu.
Apartmanın bahçe kapısını açıp çıktıktan sonra büyük çöp kutusuna orkideyi saksısıyla fırlattım. İşte şimdi hak ettiği yerdeydi.
Kafamı çevirip hızlıca etrafı kontrol ettim. Sadece ileride simsiyah BMW vardı. Plakasında DP yazan.
Kaşlarımı çatarak içindekine bakmaya çalışırken araba çalışıp önümden geçip gitti.
Artık saf rolünü bırakmanın zamanı gelmişti, çünkü şu ana kadar kendimden yeterince ödün vermiştim. Arkamdan çevrilen işleri görmezden gelemez mal gibi dolaşıp insanlara taviz veremezdim.
Apartmana girip hemen asansöre bindim. Aynadaki görüntümde yüzümdeki akmış makyajla bakışmayı beklemiştim ama yoktu.
Doğru dün gece temizlemiştik.
Onunla birlikte…
~Dün gece~
Kapıyı açmamla ayakkabılarımı çıkartıp kenara fırlatırken arkamdan gelen adam yere eğilip onları düzeltirken ona göz ucuyla baktım.
Gerçekten çok komik bi durumdu.
Bi gün gelip baban ve kardeşinden başka bi adam daha arkanı toparlayacak deseler onlarla gülerek dalga geçerdim.
Ama şimdi, çok farklıydı, gerçek değil gibiydi.
O ayağa kalkıp ikimizin ayakkabılarını kenara yan yana koyduktan sonra kendi montunu portmantoya astı. Kolumdan benimkini de çekip aldıktan sonra onu da astı. Daha sonra omuzlarımdan tutup beni ilerletti. “Banyo neresi?” Parmağımla ilerdeki kapalı kapıyı gösterdim.
Omuzlarımdan iterek beni önden götürürken kendisi arkamdan geliyordu. Şu an gerçekten kendimi hiç olmadığım kadar kısa hissediyordum.
Bi babamda bu kadar kısa hissediyordum, Kubat’ın boyu da zaten neredeyse aynıydı.
Ben kapısını açıp karanlık tuvalete girerken Kubat arkamdan ışığı açıp omuzlarımdan itip tam aynanın önüne getirdi.
Onun başının altında benim başım duruyordu. Çok tatlıydık…
“Evet şimdi ilk hangisini kullanıyorsun?” Parmağımla kenardaki makyaj temizleme suyunu gösterdim. Onu eline alırken birkaç çekmece açıp bi şey aradıktan sonra eline pamuğu alıp içine suyu döktü.
Ben dönüp lavabo tezgahına kalçamı yaslarken, oyavaşça gözüme pamuğu sürürken kapattım gözlerimi ama resmen pamukla sadece okşuyordu.
Tek gözümü açtığımda sanki çok önemli bi işin üstündeymiş gibi yüzüme eğilip bakıyordu. “Kubat gözümü okşuyormuş gibi yapma.” elinden pamuğu alıp gözümü sertçe silmeye başlarken elimden hemen pamuğu aldı. “Oyacaksın gözünü!”
Tekrar silmeye başlamıştı ama bu sefer biraz daha sert silmeye çalışıyordu ama kaç dakika yaparsa yapsın böyle geçmezdi. Ki zaten öyle de olmuştu.
Ayakta durmaktan yorulup tuvalet tezgahına zıplayarak çıktım kollarımı göğsümde bağladım. Benim bu hareketimle dudakları yanlara kıvrılsada bir şey demeden içine devam etti.
Yaklaşık 10 dk boyunca gözlerimi temizledikten sonra 3 pamuk harçamıştı ama gözümde bir kat rimel çok az kapatıcı vardı.
Başka pamuklarla 20 dakikada boyunca yüzümün diğer yerlerini sildikten sonra alnımı öptüğünde gözlerimi açtım “Başka ne yapılacak?” Yine zıplayarak aşağı indikten sonra ona arkamı dönüp elimi yıkadım. Daha sonra yüz temizleme jelini elime sıkıp Quaresma sünnetlemesi yapar gibi hayvanca bi edayla yüzümü yıkadıktan sonra su vurup dikelmemle kafam dönüp arkaya yalpalarken arkamdaki adam beni tuttu.
“Biraz daha kendine zarar verirsen moraracak her yerin.” Haklıydı ama şu an 5 aşamalı temizleme yapacak halim vardı. “Tamam baba!” Tam elinle tezgaha tutanacakken ıslak olan kısımla elim kaydı ve bu sefer boşluğa doğru kaydım.
Ama o yine de koltuk altlarımdan tutup beni dikeltti. “Senin gerçekten kafan uçmuş. Bi daha bun kadar içme. Ben yanındaysam sorun yok.”
Yüzünü görmek için kafamı arkaya atarken başımın üstü göğsüne değerken alttan alttan ona baktım.
Yarın bu anları hatırlarsam büyük olasılıkla yüzüm çok kızaracaktı.
Eğilip alnımı öpünce gözlerimi kapattım.
Kendime bi kurşun döktürtsem iyi olacaktı. Çok göz var üzerimizde kesin nazar değer.
“Hadi üstünü giyin yat Feridem.” O yine beni omuzlarımdan iterek odama götürürken çok rahattım. En son böyle babam sarhoşken temizlemişti. Tabi o zaman ağlama krizi geçirdiğim için berbat bi haldeydim.
Odamın içine girdikten sonra o kapının orada dururken kendi pijama takımımı çıkartıp yatağın üstüne koyup alt çekmeceden babamın eşyalarının olduğu yerden babamın pijama takımlarından birini çıkarttım.
Onları alıp ayağa kalktıktan sonra kapıya ilerleyip Kubat’a uzattım. “Banyonun karşısındaki kapı misafir odası orda uyursun gece. Bu saate araba sürme.” O elimden takımı alırken kafasını salladı.
Kubat odadan çıkarken arkasından kapımı kapattım. Hemen üstüme pembe-siyah çubuklu pijamamı geçirip çıkarttığım kıyafetleri sandalyenin üstüne fırlattım.
Yatağımı açıp içine girdikten sonra çantamdan çıkardıktan sonra komidinin üzerine koyduğum telefonumu şarja takıp uyumak için kenardaki ışığı kapatacakken kapım çaldı.
“Gir!” seslenmemden bi süre sonra kapı açılırken Kubat elinde bir kupayla içeri girdi. Ama babamın pijamaları üstünde olan Kubat’a mı yoksa elinde tuttuğu ‘the best Asena’ kupasına mı bilemedim.
Yatağın etrafında döndükten sonra yanıma gelip yanıma oturacağı zaman kenara kaydım. Uzattığı kupayı hemen elinden alınca hafif sıcak olduğunu fark ettim.
Tam bardaktaki sıvıyı koklayacakken kendisi “ballı süt” dedi. İçimdeki kıpıtıyı ne kadar belli etmesemde içimdeki Asena mutluluktan deliriyordu.
Dudaklarımı dayayıp yıllar sonra ballı süt içtim.
Küçükken o kadın her gece Uraz’a ballı süt yapıp geceleri içirirdi. Dışardaki insanlarada çocuklarım içirdiğim sütlerle uzadılar derdi ama bana içermezdi. Ben onun çocuğu değil miydim ki?
Asena neden hep genellemeye kurban giderdi anlamazdım. Sorgulamazdım da, ama içimde kendimi kemirirdim.
İçtiğim ballı sütten ne kadar nefret etsemde sırf benim için getirildiği için içtim. O gözlerini üzerimden ayırmazken kupayı kenara koydum.
Gözlerimle üstünü gösterdim. “Pijama yakışmış.” Güldükten sonra kafasını eğip üstüne bakıp sonra bana döndü “Bıyık yakışmış.” Hemen elimin tersiyle dudağımın üstündeki sütü sildim.
Çok rezil bi insandım ya!
“Albayın pijama takımı ve onun yattığı odada uyumak bu gece bana en büyük kabusu yaşatacak ama ondan önce böyle bir rüya görmek çok güzel bi şey.” Yüzümde istemsizce bi sırıtış oluştu.
Farkında değildi ama ona verdiğim mavi-siyah çubuklu pijama takımıyla gözlerinin rengi daha çok öne çıkmıştı ve çok güzel duruyordu.
Bi portre gibi…
“O zaman kabus başlamadan önce son bir veda et.” Ona doğru eğilip yanağını öptükten sonra hemen çekilip yatağa içine girip yattım. “Sıradışı bir masalınız yoksa odam çıkar mısınız beyfendi? Ben genç bir hanımefendiyim. Babam, kardeşim başımda değilken odamda bulunmanız çok yakışıksız.” Sanki çok ayıp bi şey söylemişim gibi elimle ağzımı kapattım. “Aaaa ben ne yapacağım şimdi? Şimdi benimle evlenmek zorundasınız beyfendi.”
İlk başta ne yaptığımı anlamaz bi şekilde bakarken sonra gülmeye başladı. “Evleniriz Feridem. Ne zaman istemeye geleyim albaydan? Ama önce hangi bacağımı feda edeceğimi seçmem gerekiyor.” Söylediği şeyle bende güldüm.
“Çıkmaz ayın perşembesi ya da kırmızı kar yağmadığı bir gün lütfen. Yoksa dayanamam.” Kafasını salladıktan sonra yataktan kalktı üstüme eğilip alnımı öptü. “Tatlı rüyalar Feridem.”
Yataktan ayrıldıktan sonra kapıya ilerledi. Son kez bana baktıktan sonra kapıyı arkasından kapattı. Bi süre sonra da benimde gözlerim kapandı…
~Şimdi~
Arkamdaki asansör kapısının açılmasıyla kendime geldim ve gelen kişiye baktım.
Apartmanda sakinlerinden kim olduğunu bilmediğim bi adam deli gibi duran bana baktı.
Açıkçası asansörde pijamalarıyla duran birini görsem bende sorgulardım.
Adam tekrar bana baktıktan sonra binmeden asansör kapısını kapattı. Ben şu an deli yerine koyuluyordum.
Zaten öyleydim ama böyle tepki almaktan nefret ediyordum.
Asansör hareket etmeye başlayınca içimde sinirle çığlık atmamak için zor durdum. İki dakika önce ben dün gece düşünürken gayet mutluydum mesela.
Asansör benim katımda durduktan sonra kapıyı açıp hızlıca çıktım. Eve gidip kahvaltı etmek istiyordum yoksa başka insanlara sarma fikri çok cazip geliyordu şu an gözüme.
Elimi cebime atıp çıkarttığım anahtarla kapıyı açıp içeri gireceğim sıra yan kapıda duran çiçeğe baktım.
O çiçeğin üzerindeki nota bakmamıştım ama ikimize de aynı çiçeğin gelmesi saçmaydı.
Benim yanımda kim oturuyordu ki?
Bi ara bunu kontrol etmem gerekiyordu…
💐
Elimdeki çantayı dolabın içine fırlatıp yandaki asılı önlüğü üstüme geçirdim. Ne kadar da istemesem bugün borçum olan mesaiyi yapmam gerekiyordu.
Eski zamanlarda izin almam gerektiğinde benim yerime idare eden kızın bugün arkadaşının düğünü vardı ve son 2 saat acil nöbetini bana devretmişti. Ve bilin bakalım nöbet arkadaşı kimdi.
Tabi ki Barış Arıman.
Evden çıkarken bile o kadar istemeyerek gelmiştim ki sadece gri bol paça pantolon, üzerimede bordo uzun kollu body geçirmiştim. Ne kadar böyle bi kombin aklıma gelmesede en önde ikisi duruyor diye hemen giymiştim.
Önlüğümün cebine tükenmez kalem, telefon, dolap anahtarı gibi önemli şeyleri tıkıştırdıktan sonra stetoskobu boynuma geçirip dolabımı kitledim.
Arka taraftan çıktıktan sonra odaya göz attım ama tanıdık hiç kimse olmadığı için çok uzun süre kalmayıp hızlıca acile indim.
Ne kadar çabuk işim biterse benim için o kadar iyi olacak gibiydi.
Arka acil girişe şifreyi girdikten sonra görevli kapısından içeri girdim. Ve tahmin ettiğim gibi Barış ordaydı.
İyi bir oyuncu ve arkadaştı ama aklımda çok soru işaretleri vardı. Bunca yıl ben ona dertlerimi anlatırken nasıl gözlerimin içine bakmıştı?
Otomatik kapının kapanma se siyle içerdeki bi kaç kişi bana bakarken o da bakmıştı. Sanki hala onun kim olduğunun farkında değilmişim gibi. Sanki hala safım ve onların oyununu görmemişim gibi.
Ama azda olsa oyuna dahil olmak için saf rolü oynamamız gerekiyordu. Çünkü zekilerin fişleri çabuk çekilirdi.
Yandaki masanın üzerindeki deftere giriş saatimi, adımı, kodumu ve imzamı attıktan sonra ondan uzak bi tarafa geçip kucağıma aldığım dosyayla gelen hastaların tekrar kontrolünü yaptım.
En azından bu beni bi süre daha oyalardı.
Ki zaten öyle de olup 1 saatin sonunda 13 hastanın kontrollerini, şikayetlerini ve hayat hikayelerini aradan çıkartıp şu anlık benim için bi iş kalmamıştı.
Elimdeki dosyayı kenara bıraktıktan sonra tekrar alanda gözümü gezdirdim ve yine onla göz göze geldim.
Niye böyle olmuştuk ki?
İlkin bile yoktu yanımızda. İkimizinde arasında artık insanlar olacaktı, çünkü İlkin’in dediği gibi ‘O, o tarafa aitti, hiç bizden biri olamazdı.’ Barış Arıma hiçbi zaman istediği gibi özgür bir insan olamazdı çünkü o hayatın kuralları vardı.
Ama o bi şekilde bize takılıp yaşamıştı, gerçekten bizden gibi hissettirmişti…
Karşımdaki hasta girişi kapısının açılmasıyla irkilip oraya odaklandım.
Üç kişi geliyordu. Bir tanıdık silüet, bir kadın ve bir adam.
Kadınla adam yakınken Kadem onlardan biraz daha ayrı yürüyordu. Biraz daha ilerledikten sonra adamla kadın Barış’ın yanında dururken Kadem bana doğru yürümeye devam etti.
Hemen gözlerimi ondan kaçırıp dosyalarla ilgileniyormuş gibi kenara bi şeyler karalayıp dosyayı sertçe kapatıp kucaklayıp arkamı dönüp ilerleyecekken o arkadümda boğazını temizledi.
“İnsan bu kadar da görmezden gelinmez be doktor.” İnsanlar nasıl bu kadar bazı şeyler olmamış gibi önlerine bakıp yaşayabiliyorlardı hiç bilmiyorum ama benim huyumda, tabiatımda, yaşayışımda bu yoktu.
Durmadan önlerine getirip vicdan azabı çektirmem gerekiyordu. Yoksa tekrar aynısını yaparlardı.
İnsanlar olmasaydı zaten kötülükler olmazdı.
İnsanlar günahların yaratanıydı. Kötü insan yoktu. İçindeki kötülüğü bastırabilen, bastıramayan insan vardı ve bu bütün dengeydi.
Kafamı çevirip Kadem’e baktım “Prensip meselesi insanların yüzüne bakarak konuşurum ama sizin hangi yüzünüze konuşacağımı bilemedim.” Alaylı sırıtmasının yerini yavaş yavaş düşür olmuş bi ifade aldı. Zaten istediğimde buydu.
“Anlatılacakları dinlemeden kesin yargı verme Asena. Her şey senin iyiliğin içindi. Seni tanımayan insanlar bile Akif Kıraç’ın hatırına seni hayalet gibi korudular.” Söylediği şeyle gözümün kenarından yaş aktı.
Bu bana söylediği şey beni sevindirmemiş ya da üzmemişti, küçük düşürmüştü.
Sanki Akif Kıraç olmasa bi toz tanesi kadar değerim yoktu.
İşte hayat buydu; ne yaparsan yap tek bi şey bütün doğruları götürüyordu.
“Onunda,” üzerine bi adım yaklaştım “seninde,” işaret parmağımla göğsüne vururken bir adım daha attım “o beni yıllarca ayakta uyutan çocukluk arkadaşına da ihtiyacım yok. Şu yaşıma kadar ne kadar göz yaşı döktüysem o kadar güçlü oldum, o kadar destek alıp ayağa kalktım.”
Göğsüne bi kere daha vurdum “o kadının, Ayten Kıraç’ın kaçma nedeni oydu. Şimdi bana kalkıp başımı okşayarak babalık taslamasına ihtiyacım yok. Zamanında yanımda olmayana, geleceğimde de ihtiyacım yok.”
Gözlerinden geçen duyguları anlayamazdım çünkü onlar doğdukları andan itibaren ifadesizlikle yetiştirilmişlerdi. Ya da ben öyle sanan bi duygusuzdum.
Kadem bu hastaneye geldiğinden beri Barış’ın hareketlerinden zaten az buçuk bi şeyleri anlıyordum ama Akif Kıraç’la bir bağları olacağını asla düşünmüyordum.
Bu kadarda etrafımı onun adamlarının sardığını düşünmemiştim.
“Hop hop hop sakin!” Kadem’le aramıza giren adama kaşlarımı çatarak baktım. Demin Kadem’le içeri giren adamdı, yanında kadın dururken Barış arkalarında bana bakıyordu.
“Sizi bölmek istemem artık tanışma faslına mı geçsek?” Adam sözünü bitirmesiyle kadın adamın omzuna elini koydu “Biraz ağır mı gitsek? Bi anda hayatına düşmemizden zaten hanımefendi rahatsız.”
Benim hayatımda temel yapı taşım kişilerim vardı ve bunlar bana yeterdi. Diğerleri hayatımın figüranlarıydı.
Barış ilerdeki tuşa basıp kafasını dışarı çıkarttıktan sonra içeri birkaç takım elbiseli adam girip hastaları dışarı çıkartmaya başladı.
“N’oluyo ya? Nereye götürüyorsunuz hastaları?” Adamlara ilerleyecekken Barış kolumu tuttu “Bi yere götürdükleri yok sakin ol. Üst katta tedavilerine devam edecekler bizde burda konuşacağız.”
Sinirle kolumu elinden çektim “Mesai saatleri içerisinde hastalarımdan başka kimseyle muhatap olmuyorum.” Tam yine gidecekken kız gülmeye başladı. “Ee hasta lazımsa yaparız.”
Kız yan tarafta duran cam su şişesini aldığı gibi yanındaki adamın kafasına geçirdi.
Adam bile ne olduğunu anlayamadan kafasına yediği cam su şişesiyle önce inledi daha sonra sarsılarak bayıldı.
Kadem, adam yere düşemeden yakaladı “Deli misin kızım? Düzgün davransana iki dakikalığına!” Barış’ta adamın ayaklarından tutarak ilerdeki yataklardan birine götürürken hala ne olduğunu anlamadan baktım.
Ben nasıl bi şeyin içine düştüm?
“Ee doktor hasta yarattım sana, gidip yardımcı olsana.” Kadının gülerek dediği şeyle ona baktım.
Aklımı oynatıcağım!
Hemen steril eldivenleri takıp sedyenin yanına gittim. Kadem adamın ayak uçuna yayılarak otururken Barış steril eşyaları ve uyuşturucu ilaçları çıkartıyordu.
“Çekil şurdan!” Barış itekleyip yerine geçtikten sonra adamın alnına baktım. Resmen beynini dağıtacaktı.
“Pamuk” elimi Barış’a uzatınca pamuğu verdi. Akan kanı yavaşça tampon hareketlerle sildikten sonra yandaki çöp kutusuna attım. “Batikon” Barış eline aldığı yeni pamuğa batikon döküp bana uzattı.
Ben yaranın çevresine batikonu sürerken kadın diğer tarafa geçip adamı dürttü. “Polat bebeğim uyanır mısın? Sabah oldu.” Adamı sarsınca kadın koluna vurdum “Sallama adamı, beyin sarsıntısı geçirebilir.”
“Adam benim, beyni benim. Sakin ol doktor, sadece fazla oyunculuk yapıyor.” Adamın koluna sertçe vurunca adam inleyerek gözlerini açtı “Doğa’m biraz insancıl mı olsan? Benimki de can sonuçta.”
Bunlar gerçekten oluyor muydu? Bunlar niye oluyordu?
“Asena ben devam ederim.” Barış elimdeki pamuğu almaya çalışınca geri çekildim “Hasta benim, ben devam edicem.” Pamuğu yarasının üstüne sertçe bastırınca Polat bağırarak geri çekildi.
“Siz kadınlar niye bu kadar canisiniz?” dediği şeyi umursamadan elimdeki batikonlu pamuğu geri uzatıp temiz bir tane vermesi için Barış bekledim. Normalde olsa yakınında bile durmazdım ama aynı verde çalışmak berbat bi şeydi.
O da zaten dünden hazırdı.
Uzattığı pamukla da tüm bölgeyi dezenfekte ederken onlar saçma sapan konuşmaya devam ediyordu.
"Bebeğim, bütün kadınlar değil ben çok acımasızım. Ayrıca kadınlar genellemesi yapıyorsun. Polat sen başka kadınları nerden biliyorsun!" Kadın bağırmaya başlayınca kafanı kaldırıp baktım.
Bu kadar alakasız ortam nasıl toplandı bilmiyorum ama içimde kötü bi his bırakıyordu.
Kirlenen pamuğu çöpe attım. "Dikiş setini ver.” Barış’a dönüp söyledikten sonra kafasını sallayıp Kadem’e döndü "Şu alttaki dolapta dikiş seti var, git onu getir."
Kaden kafasını salladıktan sonra hala Polat'la konuşan kadına döndü. "Git dikiş setini getir. Şu dolaplardan birindeymiş!” Kadın direk Polat'a döndü "Kendi dikişini kendin dit Polat!"
Polat kafasını salladıktan sonra itaatkar şekilde ayağa kalkarken geri oturttum. "Sen nereye gidiyorsun? Hasta zaten sensin." Derin bir nefes verip dolapton dikiş setini çıkarttım.
Berbat bi hafta berbat bi şekilde devam ediyordu.
Dikiş setini hazırladıktan sonra kesiğin çevresini uyuşturmak için bir şırıngaya %1'lik Lidokain çektim. Bi süre bekledikten sonra dokunduğumda hissetmediğin söyledikten sonra tıbbi dikiş setiyle dikmeye başladım.
Okul yılarımdan beri dikmeyi pek sevmiyordum ama dikince güzel dikiyordum. Son kısmı hallettikten sonra ipi kesip kutuyu kapattım.
"Bitti Polat Bey, e olsun." Arkanı dönüp gidecekken Barış önümde durdu "Bu olmak zorunda Asena. Polat, Adnan'ın oğlu. Adnan Yıldırım.” dediği şeyle kafamı çevirip Polat'ı baştan aşağı inceledim.
Akif Kıraç'ın sağ kolu Adnen'in biricik oğlu, Polat Yıldırım. İkisi de gerçekten bir birinin kopyasıydı.
"Bende Doğa Topal. Çelik Topal’ın kızıyım, tabi küçükken tanışamamıştık." Ve tabi ki de Akif Kıraç’ın demir avukatı, Çelik Topal.
"Ne yani yıllar sonra özleyip arkadaşlık tazelemeye mi geldiniz? Öyleyse bu sıralar arkadaşlıktan yana yüzüm gülmedi.” Eldivenleri çıkartip Barış’a döndüm "Sen daha iyi bilirsin tabi."
"Ben sana kötü bi şey yapmadım Asena. Ben seninle 18 yaşındayken arkadaş oldum, 25 yaşındayım hala en yazın arkadaşımsın. Arkadaşlıklarıma ne babam ne de etrafımdakiler karışabilir." Dediklerinde haklıydı, 18 yaşında daha çocukken arkadaş olarak gördü ama ben ona Akif Kıraç’tan bansedince söyleyebilirdi. Bu kadar bekletmeye gerek youtu.
"Nankörsün Barış. O kadar küçükken akülü arabamı paylaştım hala en yakın arkadaşım demiyorsun bana." Barış, Kadem'in dediklerine gözlerini devirdi. "Çünkü sen her şeyi babasına ispiyonlayan bir puştsun!”
Sedyede oturan Polat kalkıp Doğa’nın yanına yaklaştıktan sonra beline sarılıp kızı kendine çekti. "Sizi bilmen ama biz hayat arkadaşıyız. Dimi sevgilim?” Polat’a hayran hayran bakan Doğa kafasını salladı.
16 yaşındaki Asena'ya 'bu adamların çocuklarıyla aynı ortamda duracaksın’ deselerdi çok gülerdim ama şu an içimden gelmiyordu.
İçimden ‘Babalarına göre çocuklarını yargılama’ sözü çıksada yıllarca aynı masada oturup suyunu içtikleri insanların huylarını çekmek çokta zor değildi.
Bir iki söze tav olurdum ama aklım ve iradem beni durdurdu.
13-14 yaşında bi işi kere görüp sohbet ettiğim biriydi Polat. O zamanlarda bile hafif alaylı bir kişilik olup Topal’ın kızından bahsederdi. Aklı fikri onun gönlünü çalmaktı ki çalmıştı da.
Polat’ın gözlerine tekrar baktım “Almışsın.” Doğa, bakışlarını üzerime çevirdi, kaşlarını yukarı kaldırırken yüzünde saf bir merak vardı “Neyi almış?” Sorduğu soruyla yüzümde engelleyemediğim bir tebessüm yayıldı “Gönlünü, gönlünü almış.”
Polat, bu sözlerle gurur duyarcasına, Doğa'yı kendine daha sıkı çekti ardından, kızın alnına derin bir öpücük kondurdu. “Adnen’in oğluyum. Aklıma koyduysam alırım, vermezlerse çalarım.”
Doğa anladığı şeyle hemen Polat’ı itti. "Ya çalarım ne ya?" diye sordu, sesi şaşkın ve sinirli çıkmıştı. "Ben mal mıyım, eşya mıyım ki beni çalıyorsun sen? Durmam ki ben! Kaçarım bende." Gerçekten de öyleydi. Bu iki inatçı, asi ruhbirbirini tam bulmuştu.
İkisi yine tam ağız dalaşına girecekken Kadem’in telefonun zil sesi onları böldü. Dördü aralarında anlamadığım bi bakışma geçirdikten sonra Kadem telefonu açıp acilin diğer köşesine doğru ilerledi.
Bu dikkat dağınıklığını fırsat bilip aralarından sıyrılmak için yine hamle yapacakken, o an beklediğim gibi Barış bileğimi yakaladı. “Yalvarırım iki saniye dinle.” Normal biri bunu yapsa gerçekten ağrıma gitmezdi ama onun ki ihanet gibi geliyordu.
“Ne dinlicem Barış?” Sesimdeki titremeyi artık gizleyemiyordum. Kolay değilidi 8 yıllık arkadaşınızın annenizin birlikte kaçtığı adamla bağlantılı olması.
Boğazımdaki sert yumruya rağmen devam ettim. “Arkamdan çevirdiğiniz işleri mi yoksa Akif Kıraç’la olan sohbetlerinizi mi? Tabi Kadem’le de iyi kandırdık falan diye arkamdan dalga da geçmişsinizdir. Sadece merak ediyorum o gün Kadem’in babası Diyar Bey beni yukarı göndermeseydi ne zamana kadar bu oyununuzu sürdürecektiniz?”
Barış hemen kafasını ‘hayır’ anlamında salladı. “En başından beri sana her şeyi söyleme yanlısıydım ama Akif Kıraç, kendisi yüzünden arkadaşlığımızın bitmesini istemedi. Onun bile bu durumdan haberi üniversite 2. sınıftayken oldu.” Derin bi nefes alıp, gerginlikle alnını ovuşturdu. “Kadem zaten yırtık çorap gibi her yerden çıkma ihtimali vardı, bu kadar dayanması bile mucize. Ama ben, yemin ederim, tek amaçım seninle sadece arkadaş olmaktı Asena. Yemin ederim başka amaçım yoktu.”
“Bizde Kadem’le Eylül aynıda aynı anda öğrendik.” Konuşan Polat’a kafamı çevirdim. “Seninle sözde de herkes tanışıyordu ama Kadem’de merak edip geldi. Bak Asena, burda kimsenin seninle kötü bi amaçı yok. Zaten öyle bi şey olsaydı Akif Kıraç çoktan biletimizi kesmişti.”
Yanındaki Doğa’da kafasını onaylar şekilde salladı “Peki, ‘bunca yıl sonra neden bunlar ortaya çıkıyor, benimle neden şimdi yüzleşiyorsunuz’ diyorsan; bunlar ayaküstü konuşulacak şeyler değil. Çünkü durum, çok eskiye dayanan ve yeni patlak veren olaylara bağlı. Ve sen şu an bizimle gelmeyi kabul etmezsen sadece bizim değil, herkesin başı fena yanacak.”
Dediklerinden sonra yüzünde alaylı bi gülümseme belirdi “Doğru sen bu savaştan baban ve Akif Kıraç sayesinde belki daha az hasarla kurtulursun ama bizim ailemiz işin tam ortasında. O yüzden şimdi bizimle gelmelisin.”
“Benim size ne yararım olacak Topal?” Madem benimle iş birliği yapmaya zorlayacaklardı, bana mantıklı bir sebep sunmaları gerekiyordu
“Sen sadece yanımızda ol yeter. Gerisini biz bi şekilde hallederiz.” Arkamda gelen sesle afamı çevirip Kadem’e baktım. Telefonla olan konuşması yeni bitmiş, telefonunu hızla ceketinin iç cebine atıyordu. “Ama şimdi gitmeliyiz. Birazdan malum birkaç kişi gelecek, onlarla karşılaşmak dahi istemiyorum.”
Doğa’yla Polat sorgusuzca kafasını sallayıp Kadem’i takip ederken Barış’ta beni sırtımdan iterek beni ilerletti “Ben ne alaka geliyorum ya?” Soruma sırıtarak Kadem cevap verdi: “Beni değil, seni görmeye geliyorlar şapşik. Belki de elimdeki en önemli kozu göstermek istemiyorumdur.”
“Ee napacaksın o zamana kadar beni ininizde mi saklayacaksınız?” dediğim şeyin onaylanmasından korktuma ama hepsi monoton şekilde cevap vermeden acilden çıkıp yürümeye devam etti.
Ee peki öyle olsun.
Hastane binasının açık alanında yürümeye devam ederken genç kadın asistanlardan biri benim çantama benzer bi çantayı Kadem’e verip gitti. Kadem de hiç durmadan hastane çıkış kapısına kadar devam etti.
Ne?
“Bi dakika o benim çantam değil mi?” Kafamı eğip tekrar çantayı algılamaya çalıştım.
EVET BENİMDİ!
“Ya benim çantamın sizin elinizde ne işi var? Ayrıca benim dolabım kitli değil miydi?” Çantamı kenarından sarkan isimliğimden tanımıştım. Cidden benim dolabımı açıp nasıl eşyalarımı almışlardı?
“Kaybedecek zamanımız yoktu bende istedim getiriler, bu kadar basit.” Kadem konuşurken hızlanıp yanına geldim. “Peki süper zeka ben gelmek istemeseydim ne yapacaktın?” Eşyalarımı geri götürtürecek hali yoktu ya?
“Cevap basit; zaten her türlü gelecektin.” Otomatik açılan kapıdan dışarı çıktıktan sonra kimse daha bir şey demeden arabaların park halinde olduğu yere ilerledik.
Tam kendi arabamın olduğu yere ilerleyecekken, aniden yine kolumdan çekildim.
Beni iyice eşyaya çevirdiler, nereye isterlerse oraya çekiyorlar.
“Aynı arabada gideceğiz.” Kadem, kapı kolundaki tuşa basarak kilitlerini açtığı kapkara SUV’un sol arka kapısını işaret etti. Ben binerken, sol yanıma Doğa ve Polat oturdu. Doğa, hınçla çantasını kucağına yerleştirirken, Kadem sürücü koltuğuna, Barış da diğer ön koltuğa geçti.
Gerçekten mükemmel bir ekip olmuştuk.
Doğa daha şimdiden yerinde rahatsızça kımıldandı. “Bu ne ya?” Kulağımın dibinde bağırmasıyla gözlerimi kapadım.
Gerçekten hiç gerek yoktu bu aksiyona.
“Fakir miyiz de böyle aynı arabayla doluştuk? Ben öne geçicem, in Barış!” Barış arkaya dönüp, inatla Doğa’ya baktı “Sıkıysa gel. Ayrıca ben o arkaya otursam, hiçbirimiz sığamayız, biliyorsun.”
Kadem onların bu saçma tartışmasını hiç umursamadan arabayı çalıştırıp hızla hastane otoparkından çıkış kapısına ilerledi.
Her ne kadar her şeye itiraz etsem de şu an beni eşyaymışım gibi ordan oraya taşıyorlardı. Ve ben buna gerçekten izin veriyorum ya!
Kadem’in arabayı işlek yola sokmasından sonra kimse sessini çıkartmadan susmuştu.
Barış manzarayı izlerken Doğa başını Polat’ın omzuna yaslamıştı.
Belki normalde bu kadar sakin değillerdir ama aralarında bir yabancı olduğum için hepsi durgundu.
Yabancı… 8 yıllık arkadaşımla yabancı olmuştum.
Ben de başımı cama yaslayıp yolu izlemeye başladım. Bi süre sonra araç kalabalığı azalıp tenha yola bırakırken, hızla geçen tabelaya gözüm çarptı: Eskişehir.
Kafamı hemen yasladığım yerden hızla kaldırıp diğerlerine döndüm “Nereye gidiyoruz?” hiçbiri umursamazken bakışlarını bile çevirmediler. Kadem’i sertçe dürttüm. “Nereye götürüyorsun bizi? Hemen dur! Öldürürüm seni!”
“Vurma be kızım! Sanki seni ıssız depoya götürüp bağlayacağım.” Kadem’in sesindeki alay doluydu. Sesindeki dalga geçme havasını fark etmesem, gerçek sanardım; yapardı bu manyaklar.
“Niye Eskişehir yoluna girdin! Konuşucaz dedin, kaçırıcam demedin!” Kadem’den yine ses gelmedi. Yanımdaki Doğa omzumu dürttü ve işaret parmağını dudaklarının üstünü kapatıp sus işareti yaptı.
Saniyeler geçmeden arabanın aniden ve şiddetle sarsılmasıyla çığlık attım. Anın paniğiyle önümdeki koltuğa tutunup kendini korumaya çalıştım.
Araba neye çarptı bilmiyorum ama bunu beklemeyen sadece benmişim gibi herkes soğukkanlıydı. Diğerleri sadece başını koruyarak aşağı eğilmişti.
Tam kafamı kaldırıp bakacakken, Doğa aniden enseme yapışıp başımı zorla yere eğdi. O anda, silah sesleri aynı anda duyuldu.
Yanımdaki cam büyük bir gürültüyle patlarken, ağzımdan kontrolsüz bir çığlık daha kaçtı.
Allah’ım ben kurşum döktürcem derken bundan bahsetmemiştim.
Geri alamıyor muyuz?

| Okur Yorumları | Yorum Ekle |