3. Bölüm

Kâbuslar ve Tiyatrolar

Diana
darksideofthepeopl

Eve yaklaştığımda evin aynı şekilde durduğunu görünce rahatladım ve yavaşladım. Verandaya gidip kapıyı açtığımdaysa dış görünüşün bir aldatmaca olduğu tüm gerçekliğiyle üzerime çöktü.

Korktuğum rüyalar, gerçek olma olasılığını göz ardı ettiğim ama tüm gerçekliğiyle karşımda dikilen kâbuslarım nefesimi kesti. Meva'm, sığındığım limanım, neşe kaynağı olduğumu söyleyen, beni büyüten sıcak yuvam gözlerimin önünde kan gölü içinde yatıyordu. Görememeyi istedim o an, hayatımın yıkılışını izleyememek istedim; bu kabustan uyanmak istedim ama imkansızdı. Çığlık atmak, bağırmak, çırpınmak, bir kez daha gerçekliği inkâr etmek istedim ama donakalmıştım. Üst kattan gelen patırtıyla birlikte ana döndüm. Aklıma gelen düşüncelerde ve anılarda boğulurken koşarak üst kata çıktım. Merdivenlerin tepesine ulaştığımda babamı haykırıyor olduğumu fark ettim. Odama doğru ilerlediğimde sonunda babamı gördüm ama asla istemeyeceğim bir şekildeydi.

Keşke aramasaydım, keşke kaçsaydım buradan diye düşündüm o an. Her ağladığımda gözümün yaşını silen, her kahkahasında içimi ısıtan, her düştüğümde kalkmayı öğreten babam büyükannem Meva gibi kaderden kendi payına düşeni almış; yerde yatıyordu. Alamadığım nefesler boğazımda düğümlenmeye başladı. Hâlâ kâbusun içinde olmalıydım, gerçek olamazdı bunlar.

Uyanmak için çabalasam da nafileydi, rüyalarımda sahnelenen oyunlar bu gece hayatın tiyatrosunda baş rolü oynuyordu. Hatırladığım bir şeyle ve son bir umutla, tutunacak bir dal arayarak Marin'in adını seslenmeye başladım. Bir yandan da koşar adımlarla evi turluyordum.

Büyükannemin odasında buldum onu. Kum rengi duvar kanıyla boyanmıştı, ucu kanlı balık desenli hançeri elinde sıkı sıkıya tutup oturmuş ve nefesini toparlamaya çalışıyordu. Bacaklarımdaki son gücü yanına gitmek için kullandım.

"Marin.."

Zorlanarak da olsa açtı gözlerini ve mavileriyle beni selamladı.

"Selam, Fıtfıt."

Ağzımı açtım ama zorlanarak kaldırdığı parmağıyla beni susturdu.

"Bak Lilya..."

Gözlerinde anlatacağı çok şey vardı ama bedeni izin vermiyordu kelimelere dökmesine.

"...pek vaktim yok ve bunları sana ben anlatmamalıydım ama buradayız."
Derin bir nefes aldı. Son kez çekiyormuş gibi çekti havayı göğsüne.

Ölmemesi için, vücudunun dayanması için Tanrı'ya yalvarmaya başladım. Bir yandan da yaralarına elimle bastırmaya çalışıyordum. O kadar hırpalanmıştı ki...
Durmamı ister gibi elimden tuttu. İstediğini yaptım ve maviliklerine baktım.

"Sen bir Mirassın. En özellerinden birisin, Ay'ın Dünya'ya gönderdiği emanetlerdensin ve seni almaya geliyorlar. Özür dilerim, cennet bahçem; seni koruyamadık. Tehlikeyi bilmemize rağmen seni koruyamadık onlardan."

Acıyla buruşturdu yüzünü.

"Kimseye güvenme; kimsenin oyunlarına piyon olma ve unutma, sana ancak sen yardım edebilirsin."

"Ne saçmalıyorsun Marin?! Ne mirası, kim geliyor, kim yaptı size bunu?!"

"Lilya, kendine gel!"

Nefes almaya çalıştı ama çabası öksürük kriziyle sonuçlandı.

"Bak cennet bahçem, acın büyük ve omuzlarında taşıyacağın tonlarca yük var. Ama bunların yanında koruyup kollaman gereken çok fazla kişi olacak. Biz seni koruyamadık ama siz birbirinizi ne pahasına olursa olsun korumalısınız."

Sözlerini idrak etmeye uğraşsam da durumu beni öyle endişelendiriyordu ki endişem sözleri ile aramda parazit yaratıyordu. Kolumu tutmasıyla irkildim. Alt kattan gelen sesle daha çok sıktı kolumu. Elindeki hançeri elime bıraktı ve fısıldadı.

"Kaç, Lilya."

Ne yaptığımı bilmeden arkamdan kovalayan biriyle koşmaya başladım. Çıplak ayaklarımla ve dinmeyen gözyaşlarımla ormana daldım. İçimdeki geri dönme arzusunu görmezden gelmeye çalışarak koştum, koştum. Bir süre sonra arkamdan gelen sesler daha da şiddetlendi.

"Buraya gel küçüğüm, buraya gel Lavinya; seni incitmeyeceğim!"

Söylediği sesler kadar huzur vermemişti sesi. Öldürmeye yemin etmiş, kovalıyordu beni. Ormanda normalde hiç olmayan sise lanet ederek koşmaya devam ettim. Birden yerde görmediğim bir ağaç köküne takıldım ve yuvarlandım. Bana iyice yaklaşmaya başladığında kâbusumda gördüğüm bir detayı hatırlayarak Marin'in bana verdiği bıçakla kesik açtım derimde. Bu hareketimle aramızda birkaç adımlık mesafe kala durdu. Ay ışığıyla beraber Güneş gibi parlayan sarı gözlerini seçebilmiştim. Ayağa kalktığımda tereddüt eder gibi biraz bekledikten sonra üzerime atladı. Bıçağımı derisine saplamaya çalışsam da çabam bıçağın bükülmesiyle sonuçlandı. Babamın önceden başım belaya girerse kullanmam için öğrettiği bir hamleyle ikimizi de yere yuvarlayacak şekilde sıkıştığım köşeden kaçmayı başardım. Ne yazık ki sis daha da arttı ve önümü bile göremez oldum. Kafama aldığım bir darbeyle gözüm kararırken sanki bir perde açılırmışçasına sis de dağıldı. Gördüğüm son şey kızıla bürünmüş Ay oldu.

Bölüm : 21.08.2024 01:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...