13. Bölüm

BÖLÜM 12

Firuze
darulfiru

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum... ♥️

 

 

 

Mustafa Ali timini toparlamış limanda ikinci unsuru olan yüzbaşı Korkut'u bekliyordu. Güneş gökyüzündeki etkisini arttırmaya başlamış, herkese bıkkınlık vermeye başlamıştı. Gözlükleri bile fayda vermiyordu. Operasyon bitip ortalık durulmuştu.

 

Ortalığın sakinliğinden fırsat bulup telefonunu açtığında ilk işi Aybüke'ye attığı mesaja bakmak oldu. Geri dönüş almamıştı. Hatta Aybüke mesajını bile görmemişti. İçini derin bir hüzün kapladı. Bir süreliğine de olsa onunla kalplerini birleştirme umudu yeşerse bile, çiçek veremden solmuştu ona dair olan bütün umutları.

 

Mustafa Ali çaresizlikle kapattı telefonunu. Biraz köşeye çekilip timini uzaktan izlemeye başladı. Hala komuta ondaydı ve aklını bulandırmaması gerekiyordu.

 

Begüm gölge bir yer bulup çantasını başının altına alarak şekerleme yapmaya karar vermiş, Çağatay ise başucuna oturmuş telefonu ile ilgileniyordu.

 

Fırat her zaman ki gibi sözlüsü Meryem ile konuşuyordu. Rusya'da ki maçın tarihinden öncesine nişan tarihi almışlardı. Tim olarak Eskişehir yolculuğunun vakti gelmişti.

 

Taha ise Asena'dan olabilecek en uzak yerde geziniyordu. Asena'nın konuşma çabaları her defasında boşa çıkınca o da vazgeçmişti konuşmaya çalışmaktan.

 

Sena ise kumanyasını açmış bir şeyler atıştırıyordu. Mustafa Ali biliyordu ki Sena olur olmadık zamanlarda yemek yiyorsa canı sıkkındı. Ancak yapılabilecek çok da bir şey kalmamıştı. Biraz daha yaşı genç olsaydı, zamanı geri döndürebilmenin yollarını arardı. Ancak bazen bir şeylerin yaşanması gerekirdi. Ve Sena'nın da dediği gibi bedellerin ödenmesi gerekirdi.

 

"Yürüsene kızım!"

 

"Pişman olacaksın. Gerçekten pişman olacaksın."

 

Mustafa Ali ormanın içine doğru baktığında Korkut 'un birini kendine kelepçelediğini görmüştü. Yanında turuncu saçlı bir kızla gelirken bu kızı operasyonda görmüş olduğunu hatırladı. Çağatay ile göz göze geldiklerinde ayaklandılar.

 

"Hoşgeldin kardeşim."

 

"Hoşbuldum Mustafa Ali. +1 geldim. Botta yerimiz vardır inşallah."

 

Güldü Mustafa Ali. Dışarıdan çok komik duruyorlardı.

 

"Bir +1 de ben de var. Garson hanım sanırım doğa yürüyüşündeyken karşılaştınız."

 

Karşısındaki kadın öfke ile bir kere daha çekti elini. Ancak Korkut'u yerinden oynatamamıştı.

 

"Aynen. Doğada yürüyüş yaparken de bu boz ayısına denk geldim."

 

Korkut elini kendine doğru hızla çektiğinde kız da Korkut'un üzerine savrulmuştu. Korkut kızı tutmayıp yere düşmesine izin vermişti. Tek dizini yere koyup kızın suratını avuçladı.

 

"Bana bir daha ayı minvalinde herhangi bir hakarette bulunursan seni gebertirim."

 

Yüzünü kurtarmaya çalışırken Korkut sertçe bırakmıştı suratını.

 

"Ötüken'den elimi kolumu sallaya sallaya çıktığımda dene istersen beni gebertmeyi."

 

Tim duydukları cümle ile birbirlerine baktılar. Ötüken, karargahlarının operasyon koduydu. Böyle bilgilerin sızmış olması ise büyük tehlike arz ediyordu.

 

"Sence bu kadar şeyi biliyorken seni salacak adamlara benziyor muyuz?"

 

Bu sefer öfkeyle konuşan Mustafa Ali olmuştu. Elindeki tüfeği hazırda bekletiyordu. Kız ayaklanıp dizlerini çırptı. Ve yüzünde ise pişkin bir gülümseme vardı.

 

"Türk askeri bile bana bir şey yapamaz! Kim olduğumu bilseniz böyle davranamazdınız!"

 

Her cümlesini bağıra bağıra kurarken Mustafa Ali tüfeğini kızın göğsüne bastırdı. Gözlerinde düşman görmüş yüreği intikam ateşi ile dolu olan her Türk askerinin büründüğü ifade vardı.

 

"İstersen yedi ceddini yığ başımıza. Teröriste karşı tavrımız nettir. Ayrıca sana neler yapabileceğimizi görmek bile istemezsin."

 

Kız Mustafa Ali'ye tekme savuracağı sırada Mustafa Ali kızın boşta kalan ayağına hamle yapıp onu tekrardan yere düşürmüştü.

 

"Bu kadar tantana yeter. Kürşadlar. Hedefimiz TCG KARABURUN"

 

Verilen emirle tim en kısa sürede toplanıp zodyaklara binmişti. Geldikleri gemiye doğru giderlerken Mustafa Ali Korkut'un haline gülmemeye çalışıyordu. Ancak az önceki çıkışını korumak için taviz vermiyordu ifadesinden.

 

Kısa bir süre içerisinde belirledikleri koordinatlarda kendilerini bekleyen gemiye binip vatana dönmek için yola çıkmışlardı. Korkut getirdiği kızı odalardan birine kelepçeleyip istirahate çekilmişti. Yani çay içecekti.

 

"Nasıl olduysa çayımı almayı unutmuşum. Bir çaysızladım, bir çaysızladım."

 

Mustafa Ali, Yüzbaşı Asena ve Korkut kendileri için ayrılan bölmede kalıyorlardı. Aslında operasyon değerlendirmesi yapmaları gerekiyordu. Ancak hepsinin üzerinde bir yorgunluk mevcuttu. Özellikle Asena Yüzbaşı'nın yorgunluğu göze batıyordu. Aylardır Suriye'deydi.

 

"Ee devrem. Eve dönüyorsun."

 

Kafa salladı Asena. Özlem duyduğu o kadar çok şey vardı ki, bunların başında sıcak bir duş ve ailesi vardı.

 

"Hiç sorma Mustaali. Yemin ediyorum canım çıktı bu sefer. Lazkiye'ye geçene kadar kırk döndük araziyi."

 

"Özel değilse bir şey sormak istiyorum."

 

Mustafa Ali, Korkut'un ilk defa özel bir şeyi merak ettiğini görünce şaşırmıştı. Buyur dedi gözleri ile.

 

"Taha ile de devresiniz. Ve yaşlarınız da aynı hemen hemen. O niye hala üsteğmen? "

 

Asena ve Mustafa Ali birbirlerine baktılar. Asena derin bir nefes bıraktı. Arkadaşının içinin acısını hissetmişti Mustafa Ali.

 

"Orası biraz karışık yüzbaşım. Onun özeli. İsterse o anlatır."

 

Üstelemedi Korkut. Çayının tadını çıkardı.

 

Timin geri kalanı kendilerine ayrılan odalarda dinlenirken Fırat dışında herkesin keyfi yerle birdi. Operasyondan döndüklerinde önce Denizli'ye gidecek sonra da ailesini alıp Eskişehir'e gidecekleri. Güzel bir nişan, hatta vakti kalırsa küçük bir tatil yapacaktı müstakbel nişanlısı ile.

 

"Neye sırıtıyorsun Fırat?"

 

Fırat yattığı yerde yan dönül elini başının altına sabitledi.

 

"Asıl sen niye somurtuyorsun? Bu daha garip. Asena yüzbaşı yüzünden mi?"

 

Taha sırtını verdiği duvardan biraz öne eğilip kafasını ellerinin arasına aldı.

 

"Yok be oğlum! Ne alakası var? Başım ağrıdı. Mustafa Ali'ye canım sıkıldı."

 

Yalan söylemiyordu Taha. Senelerdir kardeşi yerindeki adamı kaybetmekten korkmuştu. Eski defterlerin hükmü kalmamıştı onun için.

 

Çağatay ve Begüm için ise defterler henüz yeni açılıyordu. Arkadaşlarının aksine Begüm odalarda tıkılmak yerine güverteye çıkmıştı. Nefes almak istiyordu. Operasyon tehlikesi geçtiği için artık gündelik düşüncelerine dönebilirdi.

 

"Her yerde seni arıyorum."

 

Begüm duyduğu sesle kapattı gözlerini. Hazır hissetmediği yüzleşmeyi yaşamak üzereydiler.

 

"Neden?"

 

"Nedeni mi var Begüm? O gün o evden çıkıp gittiğinden beri yüzüme bakmadın. Konuşmaya çalıştıkça hep kaçtın. Sence de artık bir şeyleri konuşmamızın vakti gelmedi mi?"

 

Çağatay'ın rica dolu ses tonu canını daha çok yakmıştı. Yaşadıkları durumun suçlusu Çağatay'dı Begüm için.

 

"Konuşacak ne var Çağatay? Korkut yüzüme bile bakmıyor. Kırık olan kalbi şimdi unufak oldu sözlerinle. Senin yüzünden onun gözünde sözünde bile duramayan biriyim artık."

 

Begüm'ün yanına çöküp yüzünü yandan izlemeye başladı.

 

"Ya o sözü bozan Korkut olsaydı. Çıksaydı karşına birine aşık oldum deseydi. Ya da biri bana aşık oldu şans..."

 

"Korkut asla böyle bir şey yapmaz. Yapamaz çünkü. O kadar yaralı ki."

 

Bu sefer lafı kesilen Begüm olmuştu.

 

"Bilmiyorum mu sanıyorsun? Sen gidince oturup iki yetişkin gibi konuştuk. Beni annesinin yanına götürdü. Senin için açtı kendini bana. Sırf sana olan bağlılığını daha iyi anlayayım diye yaptı bunu. Ben artık bu olayda üçüncü kişi değilim Begüm. Ben o gün silah arkadaşımdan özür diledim. Yaptığım hayvanlığı telafi etmek istedim. Ve o da müsade etti. Sen de izin ver de sana karşı olan kabalığımı da telafi edeyim. Lütfen."

 

Begüm göz yaşlarını akıtırken kahkaha atmaya başladı. Bir nevi sinir krizi geçiriyordu.

 

"Gördün mü? Korkut'un kimsen yok derken kastettiği buydu. Onu o kadar kırmana rağmen seni bile affetmeyi denedi. Belki de affetti. Ama beni affetmeyecek. Çünkü aptal Begüm yine suçlu, yine her şeyi mahvetti."

 

Çağatay uzanıp Begüm'ün elini aldı eline.

 

"Neden o aptal Begüm benim burada olduğumu görmüyor? Neden her şeyi tek başına üstleniyor. Sana tek değilsin derken ciddiyim. Ben varım burada derken ciddiyim Begüm."

 

Begüm elini çekip yaşlarını sildi. Oturduğu yerden kalktı hızlıca.

 

"Çünkü sen benden Korkut'un gitmesine sebep oldun!"

 

Çağatay tüm tahammülünü tüketmişti artık. Aşık olduğu kadın tarafından bu kadar görmezden gelinmek canını acıtmıştı. Ve bu acı da sesine yansımış çoktan arkasını dönüp giden Begüm'ü durduracak sözlerini söyletmişti.

 

"Buna ben sebep olmadım. Anlamıyor musun? Korkut sana zarar verdiğini bildiği için sana yaklaşmıyor. Seni tam iyileşirken bu noktaya getirdiği için sana yaklaşmıyor."

 

Begüm hızla geri dönüp Çağatay'a parmağını salladı. Kabul etmek istemiyordu.

 

"Hayatımdan Korkut çıkacağına hastalıklı biri olarak gezmeyi tercih ederim Çağatay. "

 

Çağatay Begüm'ün kollarını tuttu nazikçe. Her bir temastan kaçınan Begüm o dokunuşla sinirlerinden arınmıştı. Bakışları çaresizce yere düşmüş, göz yaşları ise şiddetlenmişti.

 

"Begüm. Ne olur yapma böyle. Zor bir dönemden geçiyoruz. Onu özlediğinin farkındayım. Ama ben de seni özlüyorum. Sen bana bakmadığında, gülmediğinde, cama çıkmadığında, sana baktığım zaman gözlerin gözlerimde olmadığında seni çok özlüyorum. Söz veriyorum. Her şeyi düzelteceğim. Yemin ederim ki. Ama ne olur üzme artık kendini kurban olduğum."

 

Begüm bir adım daha atıp aralarındaki mesafeyi kapatmıştı. Çağatay'a sarılmadı ama alnını omzuna yaslayabilmişti sadece.

 

"Sarılmama izin verir misin?"

 

Begüm izin vermemişti. Birkaç dakika boyunca Çağatay'ın omzunda ağlamıştı sessizce. Korkut'u gerçekten özlüyordu. O yokken savunmasız hissediyordu. Bir asker olup fiziksel anlamda ne kadar donanımlı ve kendini savunabilme becerilerine sahipse, ruhu da bir o kadar savunmasızdı.

 

Begüm gibi Aybüke de kendini savunmasız hissediyordu. Yatağına uzanmış göğsüne bastırdığı babasının fotoğrafı ile ağlıyordu. Doğduğu eve gelip babasının anıları ile dolu olan evde babasını bulamıyor olmak onu savunmasız hissetiriyordu.

 

O olsaydı belki şu an onun göğsünde ağlıyor olacaktı. Ona danışacaktı ne yapması gerektiğini. Şimdi ise aklında dünden beri ezberlediği mesaj vardı.

 

' Aybüke, Mustafa Ali ben. Söyleyecek tonla şeyim var. Ama şu an ölüme giden bir helikopterin içindeyim. Her zaman ailesinin gözüne bir damla yaş düşürmemek için geri dönmeyi kafasına koyan ben bu sefer senin de dün ağlaya ağlaya öğrendiğin şeyleri tekrar anlatmak için geri döneceğim. Beni bekler misin bilmiyorum. Ama ben sana içimdeki her şeyi anlatmak için döneceğim o günü bekleyeceğim. İyi bak kendine. Ve tekrar karşına çıkacağım güne kadar Firuza'nın mekanında karşımıza çıkan şarkıyı dinlemeyi ihmal etme.'

 

Kalbinin ortasına çökmüş büyük bir duygu karmaşası vardı. Gerçekten Mustafa Ali bir kadını kendisi yüzünden terk etmişti. Aybüke o yeşil gözlere bakarken içinde bir çok yaranın kapandığını hissetmişti çoğu zaman. Ama o gözlerin bir başkasını kanattığını öğrenince iyileştiğini düşündüğü yaraları tekrar açılmıştı. İçinde Mustafa Ali'ye karşı bu kadar yoğun bir duygu seli olmasına rağmen bencilce düşünemiyordu.

 

"Öğretmen hanım, öğlen oldu ne zaman kalkmayı düşünüyorsunuz?"

 

Aybüke annesinin odaya aniden girmesi ile yaşlarını silmeye fırsat bulamamıştı.

 

"Bebeğim ne oldu sana?"

 

Annesi telaşla odaya girdiğinde yatağa oturmuştu. Önce kızının göğsündeki fotoğrafı aldı eline. Parmak uçları ile sevip fotoğrafı yerine koyarken yüzünde yalandan bir kızgınlık vardı.

 

"Hep babana sarıl sen, hiç geldiğinde bir kere bile böyle sarılmadın bana."

 

Aybüke ağlamaya devam ederken bir yandan da gülüyordu.

 

"Aile evinde ağız tadı ile depresyona giremeyecek miyim?"

 

Annesi ayağındaki terlikleri çıkarıp kızının yanına sokuldu. Aybüke annesinin göğsüne sığınırken ağlaması biraz daha gürültülü olmaya başlamıştı.

 

"Ay Aybüke sakın bana Kağan'ın askeri deme."

 

Annesinin nokta atışı tahmini ile daha sıkı sarılmıştı annesine.

 

"Kız Allah'ın cezası senin yüzünden askeriyede adam kalmayacak."

 

Aybüke kafasını geri çekip annesinin yüzüne baktı.

 

"Zaten bizden olmaz artık anne. Ben başkasının günahına giremem."

 

Annesi Songül kaşlarını çatmıştı. "O ne demek öyle Aybüke? Adam evli mi?"

 

"Yuh anne. Ne alaka? Of çok karışık ya."

 

Annesi kızının gözlerini kurulayıp alnını öptü. "Benim güzel kızım şimdi bana ne olduğunu anlatırsa eğer ben de antin kuntin tahminlerde bulunmam herhalde annecim."

 

Aybüke yattığı yerden kalkıp bağdaş kurdu yatağında.

 

"Nasıl oldu bilmiyorum ama, benim yüzümden sevgilisinden ayrılmış. Bana aşık olmuş. Aslında ben de onu çok beğenmiştim, hoşlanmıştım da, bir şeylerin olması için çabalamak istemiştim. Ama sonra kızla tanıştım. Benim yüzümden ilişkilerinin bittiğini söyledi."

 

"Aman kızım boşver, iki günde aşık olan adam mı olur? Sen daha Ankara'ya gideli kaç gün oluyor da bu adam sana aşık olup sevgilisini terk ediyor? Hayır annecim. Uzak dur tamam mı?"

 

Aybüke başını önüne eğdi.

 

"Öyle bir bakıyor ki nasıl uzak duracağım bilmiyorum. Operasyondalar, aklım onda."

 

Annesi uzanıp kızının başını kaldırdı.

 

"Hiç bir duygun için başını önüne eğmek yok demedim mi? Yanlış bir adama gönlünü kaptırmış olabilirsin anneciğim. Ya da gerçekten sana aşık olmuştur ve böyle bir karar almıştır. Ama yine de bu dediğin gibi başkasının ahına girmek olur. Bana göre mutlu olmak istiyorsan uzak durmalısın ondan. Bugün senin için birini terk eden.."

 

"Yarın başkası için seni terk eder."

 

"Yine de karar senin güzelim. Ben sadece sana olumsuz olabilecek yönlerini gösterdim. Sen bu konuda başka düşünüyor olabilirsin. Belki duyguları gerçek mi diye bir şans vermek isteyebilirsin. Daha yolun başındasın annecim."

 

Başını sallamakla yetindi. Kararını vermişti. Doğru olduğuna inandığı şeyi yapacaktı. Kalbinin ona her zaman doğruyu söyleyeceğine inanıyordu.

 

Aybüke kalbinin sesini yükseltmeye karar vermişken Mustafa Ali ise Ankara'ya döner dönmez kalbinin sesini susturup işinin başına geçmişti. Yeşil gözlerinde duygudan yoksun bir ifade vardı. Kalbinin sesini sakladığı her an ortaya çıkan acımasız bakışları vardı yüzbaşının.

 

"Dökül bakalım. Neden bizi takip ediyorsun?"

 

Mustafa Ali, kendileri ile beraber dönen Mehmet Bedir'in sorgusundan çıkmış şimdi ise Korkut'un bulduğu kadını sorguluyordu. Oturduğu sandalyede dikleştirdi duruşunu.

 

"Beni Uzunkol ile görüştürmezsen ağzımdan tek bir kelime alamazsın yüzbaşı."

 

"Binbaşının teröristlere alerjisi var."

 

Kod adını Zeynep olarak veren bu kız Suriye'deki tavrının aksine daha sakin ve barışcıldı. Binbaşı Uzunkol getirdikleri kızı geçmişten tanıdığını söylemişti. Bu yüzden ısrarla binbaşı ile konuşmak istiyordu.

 

"O zaman sonsuza kadar burada bekleriz. Benim vaktim çok. Ama seni bilemem. Belki hastaneye kaldırılan yeğenini görmek isteyebilirsin."

 

Mustafa Ali tepkisizliğini koruyordu. Yeğeninin hasta olduğuna kadar araştırma yapmıştı. Timin geriye kalanı hakkında da bilgi sahibi olduğunu düşününce blöf yapmasına müsaade etmemeliydi. Blöfünün karşılıksız kalması için bütün yüz kaslarını kontrol ediyordu adeta.

 

"Benim için vatanım her şeyden önde gelir, yeğenimden bile. Senin gibi vatansızların beni anlaması mümkün değil."

 

Zeynep gülümsedi. Yüzünde ise manidar bir ifade yerleşmişti. Gözlerini yüzbaşının gözlerine dikti.

 

"Sorguladığınız herkese bu kadar nazik misiniz? Yoksa bu kibar muamele sadece bana mı?"

 

Mustafa Ali geriye yaslanıp ellerini göğsünde bağladı. Blöf yapmak için elinde koz olan sadece Zeynep değildi.

 

"Hayır sadece karşımda zeki bir kadın olduğunu bildiğim için bilek gücümüzü kullanmamıza gerek olmadığını düşünüyorum."

 

Zeynep'in kahkahası neredeyse tüm nizamiyede yankılanmıştı.

 

"Yüzbaşı. Kullandığın stratejileri ayırt edebiliyorum. Ama dediğim gibi binbaşından başkasına konuşmayacağım."

 

"Neden? Bana söyleyeceğin her şey binbaşına gidecek."

 

"Ama binbaşına söyleyeceğim her şeyi bilmemen gerek."

 

Mustafa Ali işin içinde bir gariplik olduğunu limandan beri anlamıştı. Ve birkaç tahmini de vardı bu konuda. Ancak tahminlerinin gerçekliğe kavuşması için biraz daha kanıta ihtiyacı vardı. Ve bu kadın biraz daha istediğini vermezse Mustafa Ali tehdit etmeye karar vermişti.

 

"Peki o zaman şöyle yapalım, sen bana kim için çalıştığını söyle ben de detaylar için binbaşını çağırayım."

 

"Beni güldürme yüzbaşı. Asla hain olduğunu düşündüğün biri ile anlaşma yapmazsın, sana kim için çalıştığımı söylersem bile beni binbaşı ile görüştürmeyeceksin."

 

Mustafa Ali'nin yüzündeki gülümseme genişledi.

 

"O zaman şöyle yapalım mı Süeda? Gerçek ismin bu değil mi?"

 

Kendini Zeynep olarak tanıtan bu hainin gerçek ismi Süeda'ydı. Ve bu oldukça gizli bilginin açığa çıkması ile karşısındaki kadın ellerini masaya vurarak öfke ile ayaklanmıştı.

 

"Seninle anlaşma falan yapmayacağım yüzbaşı. Uzunkol gelmeden konuşmayacağım. Sıktı bu oyun artık. Binbaşını çağır ve ben de buradan defolup gideyim."

 

Mustafa Ali sakince ayaklanıp kadının arkasına geçti. Omuzlarından bastırarak olduğu yere oturttu tekrardan. Omuzlarına tüm gücü ile baskı uyguluyordu.

 

"Eğer biraz daha konuşmazsan, kardeşinin zorla kazandığı ve şu an sallantıda olan eğitim hayatını tek bir dilekçe ile bitirebilirim. Eminim ki üniversitedeki hocalar binbaşının yazdığı dilekçeyi dikkate alacaktır. "

 

Süeda omuzlarındaki baskıdan kurtulmaya çalışırken bir yandan istifini bozmuyordu.

 

"İstediğini yap. Hayatı benim yüzümden defalarca mahvoldu. Bir kere daha mahvolabilir."

 

"Yeter bu kadar nezaket gösterdiğimiz."

 

Binbaşı sertçe kapıyı açarak içeriye girdiğinde Mustafa Ali selama durmuştu.

 

"Kağan Abi."

 

Binbaşının gözlerinde derin bir öfke vardı. Süeda'nın kendisine hitap şekli ile yüzünü ekşitmişti.

 

"Karşında bir abi değil, Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olduğunu unutma. Ayrıca senin gibi terörist kamplarında baş köşede olan birine abilik etmem. Şimdi anlat derdini."

 

Süeda bakışlarını Mustafa Ali'ye çevirdiğinde Bumin Kağan kızın çenesini sertçe kavrayıp kendine çevirmişti.

 

"Konuş dedim sana!"

 

Avucunun arasındaki çeneyi sertçe bıraktığında Süeda çenesini ovuşturdu.

 

"Bu da mı burada olacak? Seneler sonra beni böyle mi karşılıyorsun Kağan abi?"

 

"Eminim ki baban senden utanırdı. Kendi katillerinin içinde yaşayan kızını görse mezarında ters dönerdi. Değil mi Süeda? Hele Kübra, ne acılar çekti okumak için. Şimdi hekim olmak için ne kadar uğraşıyor. O da eminim ki utanıyordur senden. Haberi var mı hain olduğundan?"

 

Süeda dolan gözleri ve titreyen çenesi ile baktı Bumin Kağan'a. Mustafa Ali söylediğinde bu kadar etkilenmemişti. Ancak ailesini tanıyan Kağan abisinden bunları duymak içini yakmıştı.

 

"Kağan abi, babam benimle gurur duyardı eminim. "

 

"Hiç sanmıyorum!"

 

"Gurur duyardı, çünkü kızının onun intikamını almak için teröristlerin arasında tıkılı kalmak zorunda olduğunu görseydi kesin gurur duyardı. Okulu bitirip yurt dışında yüksek lisans yapmak yerine Turan Başkanın emrine girdiğimi bilseydi gurur duyardı."

 

Süeda ağlayarak haykırmıştı binbaşına karşı. Mustafa Ali ise duyduğu isim ile geçmişine küçük bir yolculuk yapmıştı. Zamanında o kadar çok duymuştu ki bu ismi. Seneler sonra, yani babası öldükten bu zamana kadar ilk defa bu ismi duyması işleri daha da karışık bir hale getirmişti.

 

Sonra Süeda Mustafa Ali'ye döndü yaşlı gözlerle.

 

"Baban da sana defalarca anlattı değil mi? Turan Başkan'ın kahramanlık hikayeleri ile büyüdün. Ve babana söz verdin bu hikayeleri kimseye anlatmayacağına dair, değil mi?"

 

Mustafa Ali karışan kafası ile kaşlarını çatmıştı. Ellerini masaya koyup Süeda'ya eğildi.

 

"Sen şimdi bize istihbarat personeli olduğunu mu kanıtlamaya çalışıyorsun?"

 

Süeda yaşlarını silip gülümsedi kendinden gurur duyan bir ifade ile.

 

"Sence?"

 

Mustafa Ali geri çekilip binbaşına baktı. Binbaşı ise gözlerini Süeda'ya sabitlemişti.

 

"Biraz akıllı olsaydın Turan Başkan'ı şehit verdiğimizi bilirdin, gerçi akıllı olsaydın bu işlere kalkışmazdın. Bu kadar yeterli. Gerekeni yap Mustafa Ali."

 

Binbaşı ayaklanacağı vakit Süeda onu bağlı olmayan tek eli ile tutmuştu.

 

"Sadece sizi öldüğüne inandırdı. Kendisi açığa çıkmamak adına gelemeyeceği için de beni yolladı abi. Dün istesem üç tane daha Korkut'u paket edebilirdim. Ama bilerek beni sana teslim etmesini istedim. Böylece başkanın sana iletmesini istediği şeyleri iletebilecektim. Ayrıca alenen sana gelseydim seni ateşe atmış olurdum."

 

Binbaşı düşünceli bir şekilde yerine geri oturdu. Ellerini masada birleştirdi.

 

"Herşeyin Turan Başkan'ın planı olduğunu mu söylüyorsun şimdi?"

 

"Evet abi. Bunu sana kanıtlayacak bir sürü argüman sunabilirim. Ama Turan Başkan beni bulduğunuzda bunun sana bildirileceğini söyledi. Hem de en güvendiğin kaynak tarafından."

 

Eş zamanlı olarak binbaşının telefonuna bir bildirim gelmişti. Kaşlarını çatarak telefonuna baktığında yine Divane'den mesaj gelmişti.

 

'Sürprizimi beğendin mi? Turan Başkan'ın hayatta olduğuna sevinmiş olmalısın. Alpaslan'ın kızlarına iyi bak binbaşı. Özellikle Süeda'ya. Babasının kesin emri vardı. -Divane'

 

Defalarca okudu binbaşı. Ellerini başının arasına alıp ağrıyan başını ovuşturdu sertçe. Bu işe bulaştığında bu kadar derinleşebileceğini tahmin etmemişti. İşin içine, Alpaslan Türkeri, ve Turan Başkan da girmişti.

 

Derin bir nefes bıraktı.

 

"Sanırım onaylandı hain olmadığım."

 

Kafasını salladı Bumin Kağan. Gözleri ile kelepçeyi işaret ettiğinde Mustafa Ali cebindeki anahtar ile kelepçeyi çözdü. Süeda kızarmış bileğini ovuştururken yüzünde hüzünlü bir gülümseme belirmişti.

 

"Seninle seneler sonra böyle karşılaşmak istemezdim Kağan abi. Ama seninle paylaşmak istediğim başka detaylar da var. Şimdi yalnız kalabilir miyiz?"

 

Tekrar Mustafa Ali'ye baktığında Mustafa Ali binbaşından gelecek emri bekliyordu.

 

"Mustafa Ali, şimdilik time bundan bahsetme. Detaylar konuşulduğunda ben gerekli açıklamayı yaparım. Çıkabilirsin."

 

Binbaşı kafası ile de onayladığında Mustafa Ali emri alıp selam vererek çıktı odadan.

 

Mustafa Ali kafasındaki soru işaretleri ile nizamiyeden ayrılmıştı. Karargaha doğru yürümeye başladığında kafasında işlerin görünenden daha derin olduğu, büyük bir operasyonunun içinde oldukları belirmeye başlamıştı. Ve bu kadar kapsamlı bir operasyonun büyük yıkımlar bırakacağını biliyordu.

 

Operasyon için yürüttüğü fikirler tepesindeki güneş ile birleşmiş beynini iyice yakıyordu. Karargaha kadar olan on dakikalık yürüyüş süresinde Ankara'nın kuru sıcağı onu iyice bunaltmıştı.

 

Mustafa Ali nizamiye binasından karargaha giden yolda halı sahanın yanından geçerken beynindeki yangın kalbine göç etmişti. O gün kollarının arasında havaya süzülen kadından şimdi tek bir ses soluk yoktu. Mesajına hala bir cevap gelmemişti.

 

Mustafa Ali bir daha Aybüke'nin gözlerinde gördüğü şeyi göremeyeceğini düşündükçe delirecek gibi oluyordu.

 

'Allah'ım hatamın bedelini onu benden alarak ödetme. Onu uzun bir zaman sonra bulmuşken kaybettirme bana. Ne kadar sevdiğimi sen benden daha iyi bilirsin.'

 

Mustafa Ali birkaç gündür dilindeki bu duayı tekrar geçirmişti içinden.

 

"Dikkat."

 

Mustafa Ali karargaha girdiğinde Taha dikkat emrini vermişti. Hala alışamıyordu buna. Askerlerine rahat emri verdiğinde Korkut elinde çayla karşısına dikilmişti.

 

"Ee Mustafa Ali, çıkabildi mi bari elini kolunu sallaya sallaya."

 

Mustafa Ali Korkut'un az sonraki surat ifadesini düşünüp büyük bir gülümseme ile cevap verdi.

 

"Büyük ihtimalle birazdan çıkar kardeşim."

 

Korkut'un ifadesi saniyelik bir arayla değiştiğinde Mustafa Ali iyice gülümsedi.

 

"Ne demek çıkar Mustafa Ali?"

 

Mustafa Ali omuzlarını kaldırdı. "Sözünün eriymiş Korkut."

 

Korkut elini dizine vurarak yenilgisini bertaraf edeceğini düşünüyordu. Söylene söylene koltuklardan birine geçerken Mustafa Ali operasyondan önce kendisine verilen emirleri yerine getirmek için bilgisayar başına geçti. Ferit Büyük'ün antrenörü hakkında bilgiler edinmek için araştırma yapıyordu. En yakın zamanda bir plan daha yapıp onunla görüşme gerçekleştirmesi gerekiyordu. Adres ve telefon bilgilerine ulaşınca aynı işlemi Pelin Çınar için de gerçekkeştirdi.

 

Fırat ile kadının sosyal medya hesabını inceleyip paylaştığı bağlantılardaki sitelerin arka planındaki oluşumları bulmaya çalışıyorlardı. Bir süre sonra Fırat güzel bir bilgi ile gelmişti.

 

"Komutanım, ne kadar bağlantılar alışveriş sitelerini gösterse bile direkt olarak siteye giriş yapanı Ender'in şirketinin sitesinde bilgileri kopyalanıyor."

 

"Yani bu itlerde veri hırsızlığı da var."

 

Başını salladı Fırat. Uzun saatler süren çalışmaları Begüm'ün dikkat diye seslenmesi ile son bulmuştu.

 

Binbaşı bu sefer peşinde Süeda ile gelmişti. Süeda girdiği karargahı incelerken binbaşı askerlerine rahat emri vermişti.

 

"Hoşgeldiniz arkadaşlar. Bir başarılı operasyona daha imza attınız. Tebrik ederim sizi. Radyasyon bombasının elimizde patlamamasına ayriyeten sevindim. Her operasyonda elimize çok kıymetli bilgiler geçiyor. En kısa sürede yeni operasyonlar için planlar yapacağız.Süeda da elindeki bilgiler ile bize yardımcı olacak. Kendinizi yarına sıkı hazırlayın. Asıl operasyonumuz için hazırlıklara başlayacağız. Bakma öyle Koşar. Senin nişan iznin hala geçerli. Yarın akşam yola çıkarsın. Şimdilik istirahat edin."

 

Korkut öne atılıp öfkeli bakışlarını Süeda'ya sabitlemişti.

 

"Bilgilerini kullandıktan sonra bu teröristi ne yapacağız komutanım? "

 

Binbaşı önce Süeda'ya sonra da Korkut'a baktı.

 

"Sen mi açıklamak istersin ben mi arkadaşlarına bilgi vereyim?"

 

Süeda eli ile binbaşına öncelik verdiğinde binbaşı bütün time göz gezdirdi. Özellikle Korkut'un az sonra suratının alacağı şekli görmek istiyordu.

 

"Tanıştırayım. Süeda Türkeri. Milli İstihbarat Teşkilatı personeli. Kendisi Divane'nin ulaşamayacağımız istihbarat bilgilerine ulaşmamız için görevlendirdiği arkadaşımız. Başından beri olduğu gibi bundan sonra da bizim için çalışacak. Korkut. Süeda ile ekip olmanızı istiyorum. Bizimle geldiği için tanık koruma programına alınmış gibi göstereceğiz. Bu sayede örgütle bağlantısı devam edecek. Süeda ve Korkut. Birbirinizi gözünüzün önünden ayırmayın. En azından Tiger'ı ortalıktan yok edene kadar."

 

"Emredersiniz komutanım!"

 

Korkut şaşkınlıkla bakıyordu komutanına. Binbaşı karargahtan ayrılırken tim Süeda'nın etrafına doluşmuştu.

 

"Seni biraz hırpalamış olabiliriz Süeda. Kusura bakma. Tekrardan tanışalım. Yüzbaşı Mustafa Ali."

 

Süeda uzattığı eli sıktı.

 

"Siz işinizi yaptınız yüzbaşım. Ama bu arada yeğeninizin hastaneye kaldırıldığı konusunda ciddiyim. Bir görüşün isterseniz."

 

Mustafa Ali elini hızla kurtarıp telefonuna davrandı. Çalan telefonun açılmasını beklerken arkadaşlarının yanından uzaklaşmıştı.

 

"Mustafa Ali. Dönmüşsün."

 

"Yağız Efe nasıl? Abla o iyi mi? Hangi hastanedesiniz?"

 

Ablasının sevinçli tavrına karşı Mustafa Ali oldukça gergindi.

 

"Eve geldik Mustafa Ali. Bir şeyi yok. Sadece nefes alamadık o kadar dayısı. Dur annecim bak dayınla konuşuyorum. Yağız Efe!"

 

Mustafa Ali derin bir nefes bıraktı rahatlamanın verdiği etki ile.

 

"Eve geliyorum. Bir şey istiyor musunuz?"

 

"Çitotaaa."

 

"Yok ablacım. Sen gel yeter bize. Hadi annem de merak etti seni."

 

"Dayıı çitotaa."

 

Mustafa Ali'nin yüzüne buruk bir gülümseme konmuştu.

 

"Tamam ulan sıpa. Geliyorum hazırla kendini."

 

Yağız Efe'nin çığlıkları eşliğinde kapandı telefon. Mustafa Ali arkadaşlarının yanına geri döndüğünde Taha Süeda'yı adeta darlıyordu.

 

Diğerleri ise onu tanımak için soru soruyorlardı. Korkut hariç. Köşesine çekilmiş çayını içiyordu. Mustafa Ali yanına yaklaşıp elini omzuna attı.

 

"Hayırdır Korkut? Ne bu halin oğlum? Ne güzel işte kız hain değilmiş tehlike riskimiz ortadan kalktı."

 

Korkut ince belli bardağından büyük bir yudum alıp bitirdi bardağını.

 

"Sinirlerimi bozdu. Benim onun hakkında yaptığım bütün araştırmalar boş çıkarken hatun senin yeğeninin hastaneye kaldırıldığına kadar öğrenmiş."

 

"Kardeşim, kız bu iş için yetiştirilmiş. Ne bekliyorsun? Sen bu konuda yeteneklisin, ama o sadece yetenekli değil uzman da aynı zamanda. Hem belli mi olur belki sana da bir şeyler öğretir."

 

Korkut öfke ile meşhur bakışlarını takındığında Mustafa Ali kafasını geriye atarak kahkaha atmıştı.

 

"Hem bence sen onu bunu değil de bu kızla ne yapacaksın onu düşün. Size mi götüreceksin? Sen mi ona gideceksin? Binbaşı gözünüzün önünden ayrılmayın dedi."

 

Mustafa Ali normalde yapmayacağı bir şeyi yapmıştı. Böyle şeylerde çok ilgisi olmasa bile Korkut ile Süeda'yı yakıştırmıştı. Korkut sıkıntı ile bir kere daha ofladı. Ne yapacağı hakkında bir fikri yoktu. Üzerinde yeterince yük yokmuş gibi, bir de ülke sırlarını bilen önemli birinin de sorumluluğunu almıştı.

 

Korkut ne yapacaklarını konuşmak için Süeda'nın yanına ilerlerken Mustafa Ali gelen bildirim sesini, yine heyecanla karşılamıştı. Her defasında Aybüke'den gelme ihtimali ile heyecanlanıyordu. Bu sefer ihtimaller kesinlikle buluşmuştu. Mesaj Aybüke'dendi.

 

'Ankara'da değilim. Döndüğümde umarım karşıma çıkmazsın. Çünkü ben bir başka kadının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurmak istemem. Ve umarım sen de kendi mutluluğun için bir başkasının mutsuzluğuna göz yummazsın.'

 

Bölüm : 11.12.2024 20:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...