
•
•
•
Begüm, Korkut'un sorduğu soru karşısında verecek bir cevap arıyordu. Daha önce defalarca geldikleri evi, ikinci evi olarak gördüğü evde kendini yabancı hissetmişti. Çağatay'a yöneltilen soruyu üzerine alınmıştı.
"Misafir istemiyorsan kalkalım Korkut."
Begüm'ün tüm neşesi bir anda yok olmuştu. Korktuğu oluyordu. Korkut'un yüzündeki ifadeden ne kadar öfkelendiğini anlıyordu.
"Ben sana misafir istemiyorum mu dedim Begüm? Bu herifin benim evimde ne işi var diyorum?"
Sesinin üst perdelerden çıkması ile Taha elindeki oyunu bırakıp öfke ile yanlarına geldi.
"Ben misafir ettim arkadaşlarımı bir sorun mu var Korkut?"
Çağatay arkadaşının peşinden gelmişti. Begüm'ün gözlerindeki çaresizliği görünce müdahale etme gereği duymuştu.
"Tamam Taha. Zaten kalkıyorduk.."
"Hiç bir yere gitmiyorsunuz Çato! "
Taha ve Korkut karşı karşıya geldiğinde Korkut yumruklarını sıktı. Ancak bakışlarını ise Çağatay'a kilitlemişti.
Begüm arkadaşlarının arasına girip öfkeli ortamı dağıtmaya çalışıyordu.
"Korkut belli ki bir şeylere sinirlenmişs..."
Korkut bu seferde Begüm'e çevirdi bakışlarını.
"Evet Begüm. Sinirlendim. Sana sinirlendim. Duydun mu? Gelsene iki dakika sen benle."
Korkut tüm öfkesine rağmen Begüm'ün kolunu incitmemeye dikkat ederek tutup odasına doğru ilerlettiğinde Begüm artık sabrının sınırını geçmişti. Sinirle kolunu kendisine çekti.
"Gelelim bakalım yüzbaşı. Yine ne yapmışım dökül derdini. Çünkü ben artık yoruldum senin bu tavırlarından."
Korkut'un odasının kapısını hızla açıp içeriye girdi Begüm. Korkut da aynı heyecanla girdi içeriye. Konuşmadan bir süre bekleyip ikisi de kendini sakinleştirdi.
"Seni dinliyorum yüzbaşı. Neden sinirlendin bana? Durduk yere ne yapmış olabilirim?"
Korkut odasında kutunun içindeki Zerda'ya yem verirken Begüm'e bakmadan konuşmaya başladı.
"Birbirimize bir söz vermiştik hatırlıyor musun?"
Korkut görmese bile kafasını sallamıştı Begüm.
"İkimizin de hayatında kimse olmayacaktı. Birbirimiz bile olmayacaktık Korkut. Çünkü bize hep sevdiğimiz insanlar zarar verdi "
Akrebin kutusunu kapatıp kalçasını masaya dayadı Korkut. Begüm'ün sözlerini onayladı belli belirsiz bir ifade ile.
"Peki şimdi sen ne yapıyorsun Begüm?"
Birkaç adım Korkut'a yaklaştı Begüm. O herkesin zaman zaman ürktüğü, kimsenin düşman edinmek istemediği adama baktı. Herkese diz çöktürüp kendisine boyun eğen adama baktı. Hem kendisine hem de Begüm'e kırgın ve kızgın olduğunu görüyordu.
"Ne yapıyorum biliyor musun Korkut? Yaşamaya çalışıyorum sadece senin aksine."
Güldü Korkut. Çağatay'ın Begüm'ü böyle kandırdığını anlamıştı.
"Neden gülüyorsun?"
Begüm ellerini beline yerleştirip iyice yaklaştı Korkut'a.
"Seni böyle kandırdı değil mi? Sınırlarını aş Begüm. Korkularını yen Begüm. Bir de hastaymışsın gibi iyileş Begüm mü dedi? Söylesene nasıl kandırdı seni?"
Begüm'ün nefes alış verişi hızlanmıştı.
"Kimsenin beni kandırdığı yok Korkut. Sadece.."
"Ne sadece Begüm? Ne? Yaşamaya çalışıyormuş! Aklını başına devşir Begüm. Bizim yaşadığımız hayatı yaşamamış insanların bizim hayatımıza ahkam kesmelerine neden müsade ediyorsun? Neden yapıyorsun bunu kendine? Yine mi yara almak istiyorsun? Yine mi yarı yolda kalmak istiyorsun?"
Korkut'u omuzlarından itti Begüm.
"Çağatay öyle biri değil. Herkes.. herkes bizi üzenler gibi değil. Neden.."
Lafını kesti Begüm'ün.
"Hani bir şey hissetmiyordun lan? Hani böyle bir şey olmayacaktı? Köpek gibi aşık olmuşsun işte. Öyle biri değil öyle mi? Emre'den daha mı iyi tanıyorsun sanki Çağatay'ı? Ama sana en büyük zararı Emre'nin verdiğini unutmuş gibisin."
Duyduğu isimle boğazına kadar tırmanan acıları yüzünden Korkut'a sağlam bir tokat atmıştı.
"Kes sesini Korkut. Kes artık! Kes!"
Begüm cesur bir kadındı. Askerdi o. Ama o bile korkmuştu sesinin desibelinden. Yüzüne inen tokattan ziyade açığa çıkan gerçekler canını daha çok yakmıştı Korkut'un.
Çoktan ağlamaya başlayan Begüm'ün omuzlarını tutup kendine gelmesi için silkmeye başladı.
"Aç artık gözünü. Bizim birbirimizden başka kimsemiz yok Begüm. Bizim birbirimizden başka dayanağımız yok. Duydun mu?"
Odadan artan bağırış sesleri ile Taha ve Çağatay daha fazla dayanamayıp müsade istemeden odaya dalmışlardı. Ağlayan bir Begüm'ü görmek ise Çağatay'ın sabrının sonunu getirmişti. Hızla gidip Begüm'ü kurtardı Korkut'tan.
"Yeter yüzbaşı. Sana olan saygımı hiç bir zaman bozmadım. Begüm ile aranızdaki bağa da her zaman saygı duydum. Ama yeter. Senin Begüm'den başka kimsen olmayabilir. Ama Begüm yalnız değil. Duydun mu? Onun bir ailesi var. Onu çok seven kardeşi var, annesi var hasta da olsa babası var. Ben varım yüzbaşı. Begüm'ü kendi karanlığına çekmekten vazgeç. O sıçtığımın karanlığında yalnız kalmaktan korkuyorsan eğer, sen çıkacaksın o karanlıktan. Begüm'ün ışığını daha fazla çalmana müsade etmem!"
Korkut kendisine öfke ile bağıran Çağatay'ın sözleri ile az önceki tokattan daha sert bir tokat yemişti. Çünkü Çağatay'ın gözlerindeki yanan alevi görmüştü. Begüm için yanan alevi, onu kendisinden korumaya çalışan alevi görmüştü. Çağatay, Korkut'un senelerdir kendisine bile inkar ettiği gerçekleri ortaya dökmüştü.
"Sen karışma Çağatay. Bu bizim aramızdaki bir mesele."
Korkut'un sesi o kadar sakin çıkmıştı ki. Öfkeden, pustan sıyrılmış yalın bir sesti. Ancak senelerce gözlemlediği gerçekleri susmaktan bıkan Çağatay ise daha çok yükseltiyordu sesini.
"Bu sizin aranızdaki mesele değil Korkut. Bu seninle geçmişinin arasındaki mesele. Bu senin meselen. Nasıl ki zamanında Begüm'ü yanlış insanlardan koruduysan şimdi de kendinden koru. Çünkü şu an onun hayatındaki en yanlış insan sensin."
Omuzları düştü Korkut'un. Begüm ile göz göze geldi. Demek ki Çağatay'da biliyordu Begüm'e olanları. Ona anlatmıştı. Ona güveniyordu Begüm. Yaşlı gözleri ise öfke ile bakıyordu kendisine. Kabullenmek istemedi Korkut. Senelerce üstüne titrediği, ayağına taş değdirmediği, kendisi gülmese bile bir şekilde yüzünü güldürdüğü Begüm şimdi onun yüzünden ağlıyordu. Ve bir başkası Begüm'ü Korkut'tan korkuyordu.
"Sana zarar mı veriyorum Begüm?"
Kendisine yöneltilen soru ile içini çekerek ağlamaya başlamıştı Begüm. Ne diyeceğine karar verememişti. Önce Çağatay'a baktı. Gözlerinden okunan duygular her zamanki gibi yoğundu. Varlığını hissettirip güven veriyordu.
Sonra Korkut'a baktı. Sinop'ta bıraktığını düşündüğü küçük Korkut'u gördü. Savunmasız, suçlu, en çok da korkan Korkut'u gördü.
Dayanamadı Begüm. Her zaman arkasında durduğunu bildiği dağ gibi Korkut'u yerle bir görmeye dayanamadı. Ne hissedeceğini bilmiyordu. Korkut'un ona zarar verdiğini kabullenmek istemiyordu. Görmeye tahammül edemediği için her zaman en iyi yaptığı şeyi yaptı.
"Ben.. ben gitsem iyi olacak. "
"Bekle beni Begüm."
Taha, dışarıdan bir enkaz gibi duran Begüm'ün peşine çıktı odadan.
Begüm ise kaçıyordu. Duygularından, daha doğrusu alıştığı duyguların değişmesinden kaçıyordu. Odadan çıkarken nefes almayı hatırlattı kendine.
Peşinden kimin gelip gelmediğini görmemek için eşyalarını dahi almadan çıktı evden. Nereye, kime gideceğini bilmeden çıktı evden. Aklı, mantığı, kalbi, ruhu birbirine karışıyordu.
"Begüm nereye?"
Kendisi ile beraber evden çıkan Taha'ya baktı. Nereye gideceğini bilmiyordu. Omuz silkti akmakta inat eden gözyaşlarını silerken. Taha arkadaşını kollarının arasına aldı. Kıvırcık saçlarına belli belirsiz bir öpücük bıraktı.
"Burada bekle beni. Seni evine götürelim. Tamam mı?"
"Begüm. Begüm özür dilerim."
.
Çağatay, Begüm'ün kendi içinde savaştığını bildiği konuda bu kadar ileri gittiği için kendisini suçladı. Taha içeriye girerken, Çağatay çorapları ile dışarıya çıkan Begüm'e baktı.
"Sana söylemiştim Çağatay! Korkut ile benim arama girme. Ben bir yerimden yaralıyken o yara bere içinde ona dokunma dedim sana."
"Sana öyle davranmasına seyirci mi kalsaydım Begüm? Gerçekten kendimi tutamadım. Özür dilerim."
Begüm'ün gözlerinin önüne Korkut'un son bakışı geldiğinde içinin acısı yüzünü vurmuştu. Zorla konuştu.
"Benden dileme özrünü. Sen az önce sadece Korkut'u yerle bir ettin."
Çağatay cevap vereceği sırada Taha çıkmıştı dışarıya. Bir kolunda Begüm'ün çantası ellerinde ise Begüm'ün ayakkabıları ve telefonu vardı. Çantayı ve telefonu Çağatay'a verdi. Yere çöküp Begüm'ün ayakkabısını giydirirken kafasını kaldırdı.
"Gerçekten timin prensesisin dişi bozkurdum. Yani nerede görülmüş Taha Akyol'un başkasının ayakkabısını giydirdiği?"
Begüm'ün gülümsemesini beklerken Begüm daha çok ağlamaya başlamıştı. Eli ile Taha'nın omzundan destek alırken aklında dolaşan tek görüntü, Korkut'un da bir zamanlar ağlayarak Begüm'ün ayakkabılarını giydirdiği günler vardı.
Taha işini bitince ayaklanıp Begüm'ün eşyalarını aldı. Ve Çağatay'a da döktü içindekileri.
"Doğru olduğunu bildiğin şeyi yaptın. Ama en yanlış şekliyle yaptın Çato."
Sessizce kafasını salladı Çağatay. Biliyordu. Üslubunun yanlış olduğunu biliyordu. Sevdiği kadını o halde görünce kendine engel olamamıştı. Begüm ve Taha gelen asansörle yanlarından ayrılırken kapı kapanana kadar izledi Begüm'ü. Daha sonra kendine yakışanı yapıp az önce olay mahalline dönüşen daireye geri girdi.
Bu kadardı hayat. Kimileri için aynı gün yeni hayatların, heyecanlı başlangıçların yuvası olurken, kimileri için sonun başlangıcı, kaybolan umutların ekilmemiş bahçesi olurdu.
🎱🎱🎱
Sabah saatlerinde güneşten önce uyanmıştı yine. Senelerdir olduğu gibi. Yatağından kalkıp ilk iş yatağını jilet gibi dümdüz bir hale getirmişti. Dolabından temiz üniformalarından birini çıkarıp duşa girdi. Her sabah yaz kış fark etmeksizin soğuk duş alırdı. Özbakımı ile ilgili her rutinini hallettiğinde mutfağa yöneldi. Bu sırada dikkatini çeken ışığı fark edip yarım açık kalan kapıya tıkladı. Ses gelmeyince başını uzattı.
Yeğeninin açık kalan telefonunu gördüğünde kapatmak için başucuna kadar gelmişti. Aybüke sere serpe uyurken açık olan telefondaki fotoğrafa baktı Bumin Kağan.
Heybetle duran Zafer Manas, omuzlarında ise ağlayan, sümüklü küçük Aybüke. Burukça gülümsedi binbaşı. Aybüke çok küçük yaşta kaybetmişti babasını. Ve binbaşı elinden geldiğinde ne ablasını ne de yeğenini yalnız bırakmamıştı. Zaman zaman Aybüke'sini, Aykız'ını evladı gibi görüyordu.
Tam telefonu kapatacağı sırada Aybüke'nin uykulu sesini duydu.
"Hayırdır binbaşı, artık telefonumu mu karıştırıyorsun? Bunu ergenlikte bıraktığımızı düşünüyorum."
Aybüke bir elini yatağına koyarken bir eli ile de ağzının kenarlarını siliyordu.
"Telefonunu karıştırmak istesem tanıdığım çok iyi hackerlar var onlara yaptırırım. Hadi kalk artık. Saat 6'ya geliyor."
Aybüke bıkkınlıkla kendini yatağa geri bıraktı. Bir askerle yaşamanın en zor tarafı bu diye düşündü önce. Sonra bir yenisini daha ekledi düşüncesine. Bumin Kağan ile yaşamanın en zor tarafı buydu.
Bumin Kağan odasından çıkarken Aybüke ise sürünerek çıkmıştı yatağından. Banyoya girip sadece yüzünü yıkadı. Uykusundan biraz daha sıyrıldığında yüzüne ufaktan ufaktan gülümsemeler gelmeye başlıyordu. Parmak uçları ile çekik gözlerini biraz daha yukarı çekerken biraz da alnında kırışıklık olmasın diye alnına masaj yapmıştı.
Bir adım geri çekilip kendisine baktı gülümseme ile. Daha sonra ona günün ilk gülümsemelerini yollayan kişinin Mustafa Ali olduğuna kanaat getirdi. Uyanır uyanmaz ilk onu düşününce daha çok gülümsedi.
"Hayırdır Aybüş, sabah sabah elin oğlunu aklına getirmek de ne?"
Aynadaki kendine sırıtıp yine kendini cevapladı.
"Aklımızdan çıktığı mı var sanki?"
Yoktu. O yeşil gözler inatla Aybüke'nin aklında kira vermeden yaşıyordu.
"Hayırdır geldi mi keçilerin? Kendi kendine ne konuşuyorsun?"
Bumin Kağan içeriden seslendiğinde Aybüke hızla toparlanıp banyodan çıktı. Mutfakta kahvaltı hazırlayan dayısına yardım ederken bir yandan da şarkı söylüyordu kendi kendine.
Salatalık dilimlerken durdu aklına gelenlerle
"Dayı, benim Kars'a gitmem lazımmış. Annem çağırdı dün."
"Hayır olsun?"
Dilimlediği salatalıkları dilimlenmiş domateslerin yanına koyarken açıklamasını yapıyordu.
"Nihal ablama kına yapacaklarmış. Annem düğüne yetişemezsin ama kınaya gel dedi."
Kafa salladı Bumin Kağan.
"İyi, ikizlerden birini yollasınlar seni almaya."
Böyle olacağını tahmin ettiği için çoktan çağırmıştı kuzenlerini. Zaten dayısının çoğu zaman haklı çıkan paranoyalarından dolayı kısıtlı bir hayat yaşarken, bir de silahlı bir saldırıya uğrayınca dayısı iyice diken üstü olmuştu.
Bumin Kağan ve Aybüke kınadan açılan konu üzerine kahvaltı boyunca akrabalarından ve eskilerden konuşmuşlardı. Kahvaltıdan sonra Aybüke dayısına ve kendisine Türk kahvesi yapmıştı. Karşılıklı olarak kahvelerini içerken Aybüke aklına gelen küçük detayla gülümserken dayısının da sorgusu başlamıştı.
"Hayırdır Aykız?"
Aybüke bir yudum daha aldı kahvesinden.
"Biliyor musun dayı, Osmanlı zamanında Türk kahvesinin yanında üzüm ikram edilirmiş. O geldi aklıma. Üzüm olduğunda deneyelim mutlaka."
Binbaşı kahvesinden son yudumu alırken gülümsedi.
"Deneyelim tabi dayısının güzeli. Sen yeter ki iste."
Aybüke sevgi dolu bir öpücük attı dayısına. Bumin Kağan her sabah işe böyle gönderildiği için şükretti. Yine bir kere daha işe gitme saatinin geldiğini fark edince üniformalarını giyip evden çıkmak üzere ayaklandı.
"Evet dayıcım, tanımadığım insanlarla konuşmuyorum. Yabancı numaraları açmıyorum, bir şey olursa mutlaka sana ya da Korkut'a haber veriyorum."
Evden çıkarken Aybüke'ye her sabah söylediği sözleri söylerken Aybüke ondan önce tekrarlıyordu. Aybüke'nin alnını öpüp yola düştü.
Arabası hala serviste olduğu için kaskonun kendisine verdiği arabayı kullanıyordu. Arabaya her bindiğinde Aybüke'nin sözleri yankılanıyordu kulaklarında.
'Sen arabana kıyıp bana vermezsen Allah da seni arabanla sınar.'
"Seninle sınamasın da..."
Bumin Kağan, askeriyeden önce hastaneye gelmişti. Sinan'ı ziyaret etmek ve durumu iyiyse operasyon ile ilgili detayları öğrenmek istemişti. Danışmaya odasını öğrenmek için yaklaştığında bacaklarına yapışan ağırlıkla aşağıya baktı.
"Çocuğum rahat bıraksana adamı, kusura bakmayın beyfendi."
Bumin Kağan bacaklarına yapışan Yağız Efe'yi kucağına aldı tek seferde.
"Anne bak, Bumin Amja."
Narin, oğlunun en azından yabancı birilerinin ayağına yapışmadığını görünce derin bir nefes almıştı. Kendisine uzatılan eli sıktı.
"Nasılsın Narin? Ne işiniz var burada?"
"İyiyim nasıl olayım, Yağız Efe aşağı, Yağız Efe yukarı. Asıl sen neden buradasın? Sinan'a mı geldin?"
Kafa salladı bir yandan da Yağız Efe'yi severken.
"Biliyo muşun, bana iine yaptılay? Hem de toluma, hem de popiloma."
Yağız Efe başına gelen talihsiz olayları anlatırken Bumin Kağan dünyanın en ciddi konusunu dinliyormuşcasına tepki veriyordu.
"Çok acıdı mı?"
"Hiş ajımadı. Aalamadım bilem."
Güldü Narin. Oğlunu binbaşının kucağından alırken bir yandan da söyleniyordu.
"Bunu hemşirelere sormak lazım, bir de bana."
Narin ile beraber binbaşı da güldü. Narin oğlunu kucağına aldığında binbaşı ise telefonuna gelen bildirimi açtı. Ona gelen her mesaj ya da telefon önemliydi.
'Acil Durum. Saat 10'da karargahta topla Kürşad'ları. Ve bilgisayar başında beni bekleyin. -Divane.'
Binbaşı anında ciddileştiğinde Narin artık gitmesi gerektiğini fark etmişti. Vedalaştılar. Bumin Kağan, Yağız Efe'yi doya doya öptü.
"Narin, sana telefonum her zaman açık. Ne zaman ihtiyacın olursa ara lütfen. Olur mu?"
Minnetle gülümsedi Narin. "Teşekkür ederim."
Farklı yönlere doğru gittikleri sırada Bumin Kağan Yağız Efe'nin kendisine tekrar bağırması ile durdu. Elindeki küçük çikolata ile koşuyordu. Çikolatayı avuçlarına bıraktı.
"Bumin Amja, bunu babama götülebiliy mişin? Ajıkmıştıy."
Yağız Efe asker selamı verip annesine geri koşarken Bumin Kağan elindeki çikolataya baktı. Narin ve Bumin Kağan akan yaşları görünmesin diye birbirlerine sırtlarını döndüler. Yağız Efe'nin tatmak için henüz küçük olduğu o derin acı ikisinin de yüreğini parçalayan bir kurşun gibi geçip gitmişti aralarından.
Binbaşı Sinan'ı ziyaret ederken Kürşadların kendilerine mesken tutundukları,en zor kararları aldıkları, en acı günlerini yaşadıkları, bazen de en sevinçli haberleri aldıkları karargahlarında kasvet hakimdi.
Begüm ve Çağatay bir gün önce yaşanan katarsisin etkisinden çıkamamışlardı.Fırat her şeyden habersiz sevgilisi ile yaptığı nişan hazırlıklarını düşünüyordu. Aileler sonunda nişan gününe karar vermişlerdi. Mustafa Ali ise onlara nazaran daha keyifliydi. Bir gün önce sevdiği kadın ile vakit geçirmiş, üstüne bir de tekrardan görüşmek için söz almıştı.
Taha ise dün ki tavrından ziyade hiç bir şey olmamış gibi davranmayı seçmişti. Karargahın ortasında Çatal ile oynuyordu. Şimdilerde ona daha da yükseklere zıplamayı öğretiyordu.
"Çatal. Gel oğlum."
Fırat kendisine çağırdığında Çatal'ın dikkati dağılmıştı bir anlığına. Fırat'a doğru adımladığında Taha en sert ses tonu ile onu uyarıp yarım bıraktığı antrenmanına devam etmesini sağladı.
"Abicim kaç kere daha diyeceğim, onu eğitirken dikkatini dağıtmayın diye. Sonra kızmak zorunda kalıyorum. İçime oturuyor.''
Taha ev arkadaşına sitem ederken Çatal'ı da göğsüne çağırmıştı. Büyük bir şefkatle onu severken dün ki yaşanılan şeyler çoktan aklından çıkmış her şey normalmiş gibi davranıp, her zaman ki tavırlarına bürünmüştü. Hatta öyle ki ortaya şöyle bir soru dahi atmıştı.
"Sizce aramızdan kim eşini gelinlikle görse ağlar?"
Çağatay düşünceli halinden kurtulup arkadaşına baktı. Sonra timde gezindi bakışları.
"Fırat net ağlar. Yıllardır bu anı bekliyor."
Fırat gururla salladı başını.
"Ağlarım tabi lan, çocukluğum, yetişkinliğim her şeyim o benim. Ama bence Mustafa Ali komutanım da ağlar gibi. Ağlar mısınız komutanım?"
Bir süre düşündü Mustafa Ali. Aybüke'yi bembeyaz bir elbisenin içinde Kafkas dansı yaparken hayal etti. Yüreği ağzına gelmişti. Aybüke'nin güzelliğinden dehşete kapılmıştı o an. Kalkıp kapısına dayanmayı düşündü evlilik teklifi etmek için.
"Ağlamam belki ama çok hayranlık duyarım."
"Hepinizin cevabı yanlış. Burada eşini gelinlikle görse ağlayacak tek kişi dişi bozkurdum olur. Düşünsenize Begüm'ün o an ki halini. Kalpten gider zavallım. Dimi kız?"
Begüm kendine yöneltilen soruyu duymamıştı bile.
"Hı?"
"Oho, size artık espiri de yapılmıyor. Birgün çok ararsınız esprilerimi. Ama o zaman da ben yapmam size espri."
Begüm ekşimiş bir suratla baktı arkadaşına. Espri yaptığını bile anlamamıştı.
"Havamda değilim Taha. Zorlama işte."
Mustafa Ali arkadaşlarının yüzlerinden dökülen bin parçanın her birinde bir mana arıyordu. Neden o halde olduklarını sormak istiyordu ancak az sonra binbaşı gelecek ve çok önemli bir toplantı yapacaktı.
Bu toplantının en önemli konularından birine hakimdi. Operasyonda ele geçirdikleri Ender'in sorgusuna kendisi girmiş ve düşündükleri gibi örgütün boksör Ferit Güneş ile ilgili planları olduğu itirafını almıştı. Sorguda bir diğer aldığı isim ise Tiger lakaplı bir elebaşıydı. Elinde sadece bir isim vardı. Ve diğer arkadaşının nasıl öldürüldüğünü bilmiyordu. O sıralarda baygın olduğunu söylemişti. Mustafa Ali ellerinde bir kamera kaydı da olmadığı için Ender'in bu sözünü kanıtlayamıyordu.
Alamadığı her cevap için türlü türlü konuşturma yöntemine başvurduğu için ve de hala Sinan'ın dayağının etkisinde olduğu için bir süre sonra gücü kalmamış bilincini kaybetmişti.
"Dikkat!"
Binbaşı Uzunkol, ve yanından bir süredir ayrılmayan müfettiş Deniz Küçümen ile karargaha adım attıklarında herkes hazır ol'a geçip binbaşının masaya gelmesini beklediler.
Binbaşı askerlerine rahat komutunu verip yerine geçti. Konuşmaya başlayan Deniz olmuştu.
"Yüzbaşı Tanış. Komutanızda geçen ilk operasyonunuz güzel bir operasyon oldu. Arkadaşınız yaralandı ama durumu gayet iyi. Binbaşım operasyonu yönettiği süre zarfında ben de ona eşlik ettim. İlk operasyon raporum sizin için olumlu detaylar verdiğim bir rapor olacak. Ama önümüzde hala bir süreç var. Bildiğiniz yoldan şaşmadan devam etmenizi istiyorum . Son olarak da, biraz daha operasyonlara konsantre olmanızı istiyorum. Ekrem Kozan'ın rehavetinden bir an önce kurtulursanız sizin lehinize olacaktır. Şimdi binbaşı sizle son gelişmeleri paylaşacak. Buyrun binbaşım."
Bumin Kağan eksik olan timine baktı. Korkut bu sabah meslek hayatında bir ilk yapıp izin istemişti. İstemeye istemeye de olsa izin vermişti. Sinan'ın durumu ise daha iyiydi. Akşam taburcu olacaktı. Nöroloji raporuna göre durumu belirlenecekti.
Binbaşı ise eksikleri düşünmeyip elindeki dosyaları askerlerine dağıttı. İlyas Boğazlı'nın ele geçirilen dosyalarının dökümleri vardı.
"Evet. Operasyondan istediğimiz verimi aldık. Belgeler elimizde. Para akışının çoğu ortak şirketler arasında dönse bile hatrı sayılır bir açık söz konusu. Elden teslim yapılmış olabilir. Ayrıca baskın yemiş birkaç sevkiyatın arkasında da kendi şirket filolarına ait araçlar var. Bu da bizi tekrardan Mehmet Bedir'i ele geçirmeye itiyor. Ancak arabasına yerleştirdiğimiz takip cihazından sonuç çıkmadı. Belgelerden sonra araç değişimi yapmış olabilir. En önemli bilgi ise sabah Sinan'dan aldığım bilgiler. Ters köşe yapmayı planladıklarını öğrendik. Biz sporcumuzu kaçıracaklarını düşünürken onlar ilk dünya şampiyonasındaki maçta Rus sporcuyu kaçıracaklar. Suç Türkiye Cumhuriyeti üzerine yıkılacak."
Mustafa Ali sorguda Ferit Güneş hakkında aldığı istihbaratın yanlış olduğunu biliyordu. Ender'in yalan söylediğini anlamak zor olmamıştı. Ve aklından geçenleri eklemeden de edememişti.
"O zaman sporcumuzun kaçırılacağı ihbarını gözden geçirmeliyiz. Muhbirimiz bizi tuzağa çekiyor olabilir komutanım. Demek ki bu ihbarla biz maça gittiğimizde Türk askerini Rusya sınırları üzerine çekip bizi bu yolla tuzağa düşüreceklerdi. Ve bize uluslararası bir itibar düşüşü yaşatmak istediler."
"Tuzak riskini gözden geçirmemiz lazım. Ayrıca muhbirimiz de dün akşam ölü bulundu. Ama her ne olursa olsun bu maç gerçekleşecek. Ancak biz hem kendi sporcumuzu hem de rakibi Maksim Miroslav'ı da koruyacağız. Mustafa Ali, senden Ferit Güneş'in antrenörü ile iletişime geçmeni istiyorum. Deniz Hanım ise operasyonun sağlığı için Gençlik ve Spor Bakanlığı'nan bilgilendirme yapacak bizim adımıza. Sen de neler var Mustafa Ali? Ne çıktı sorgudan."
Mustafa Ali bildiği her şeyi kelimesi kelimesine aktarmaya başladı.
"Komutanım, Ender önce yalana başvurdu. Ancak ailesinden konu açılınca bir bir döküldü. Ender küçük bir e-ticaret şirketinin sahibi olduğunu öğrendim. Ve İlyas Boğazlı ile ortak olduklarını söyledi. Genelde ürünleri için sosyal medya fenomenlerini kullanıyorlarmış. Çalıştıkları fenomenlere araştırdım komutanım. Ve işimize yarayacak bir isimle karşılaştım. Pelin Çınar. Sosyal medyada çok fazla takipçisi var ama geçmişinde kaçakçılık ve uyuşturucu ile ilgili göz altı kararı var. Takibe almamızda fayda var çünkü bizi asıl isme Tiger lakaplı bir örgüt üyesine ulaştıracak."
Tiger ismini daha önce çok duymuştu binbaşı. Ancak kim olduğunu asla bulamamıştı. Şimdi ise askerinin verdiği bilgilerin ışığında ek bir plana daha ihtiyacı olacaktı. Binbaşı ağrıyan başını ovuştururken saatin 10'a yaklaştığını fark etti. Ve gözleri ile Fırat'ı işaret etti.
"Şu bilgisayarı aç bakalım. Bugün bir misafirimiz var. Ekrana yansıt bilgisayarı da."
"Emredersiniz komutanım."
Fırat ayaklanıp bilgisayarın kurulumu yaptı. Dev ekrana bilgisayar yansıdığında birkaç dakika içerisinde ekranda siyah bir arka planda simsiyah kıyafetleri ve kaskı ile biri belirmişti. Kaskının en önünde ise fosforlu bir yeşil ile 'Sadece ölüler görür.' yazıyordu.
Bütün tim birbirine bakarken karşılarında Divane olduğunu biliyorlardı.
"Günaydın Kürşadlar Timi ve Sevgili Deniz Küçümen. Divane konuşuyor. Öncelikle gerçekleştirdiğiniz operasyon için tebrik ederim sizi. Ancak aranızda bazı eksikler görüyorum."
İki gün önce kulaklıklarını dolduran o robotik ses bu sefer de karargahta yankılanıyordu.
"Yüzbaşı Korkut Temelli ve Teğmen Sinan Karakaş mazaretlerinden dolayı izinliler. Aktaracağın her bilginin onlara ulaşacağından emin olabilirsin."
"Aksi düşünülemezdi binbaşı. Bugün size yeni bir görev ile geldim. Hâlihazırda içinde bulunduğunuz operasyonunun dışında yarın akşam yola çıkıyorsunuz. Özel Kuvvetler'in desteğinize ihtiyacı var. Öncü Birlik'e denizden destek sağlamanız lazım. İlyas, Suriye'de bir sevkiyat planlıyor. Ve sevkiyatı Öncü Birlik'in şu an kontrol altına almaya çalıştığı örgütle gerçekleştirecek. Yani sadece sporcu kaçımakla kalmayacak. Sizin maça kadar örgütle bağlantısını kesip hem destek olmanız hem de İlyas'ın sevkiyatını engellemeniz lazım. Sevkiyat Lazkiye Limanı'nda gerçekleşecek. Binbaşı gerekenleri yaparsınız diye umuyorum. Sormak istediğiniz bir şey var mı?"
Fırat binbaşından müsade istedi sormak için günlerdir içini kemiren soruyu.
"Merak ettiğim bir konu var. CyberPuma dünyanın en komplike, en güvenli siber duvarıydı. Ve sadece onu yazan tarafından kırılabilirdi. Hatta şirket meydan okumak için kodları bile paylaşmıştı ama sistemi kimse çökertemedi. Siz nasıl birkaç saatte hallettiniz kodları?"
Divane'den bir kahkaha sesi yükseldi.
"Anlaşılan bu konuya çok içerlemişsin Fırat. Dediğin gibi o kodları sadece yazan kişi kırabilirdi. Öyle de oldu. CyberPuma'yı ben sürdüm dijital pazara."
"Ben şu an CyberPuma'nın kodlayıcısı ile konuşuyorum öyle mi?"
Fırat'ın hayranlığı ve heyecanı herkesi gülümsetmişti.
"Başka sorusu olan var mı?"
Bu sefer soruyu soran Çağatay olmuştu.
"Bu sorguya aldığımız Ender'in arkadaşı. Onun ölümü ile alakanız var mı? Sinan'ın yaralandığı bilgisini bize siz verdiniz o gün."
"Evet. Yakından alakalıyım. Başka sorusu olan var mı?"
Kimseden ses çıkmadığında Divane oturumu sonlandırmıştı.
"Biz gerçekten az önce Divane ile mi konuştuk komutanım?"
Begüm şaşkınlıkla dönmüştü binbaşına.
"Bunlar artık sizi heyecanlandırmasın. O bizimle bir süre."
Mustafa Ali'nin içinde küçük bir adrenalin yükselmesi yaşanıyordu. Ekrem gittiğinden beri kendini ilk defa asker gibi hissetmeye başlamıştı. Operasyonlar ve planlar artık daha gerçekçi ve asıl amacına uygun hale gelmişti.
Başlarında onları eyleyen hain bir çakal değil, yol gösteren ve avına odaklanmış gerçek bir kurt vardı. Ve o kurdun arkasında ise büyük efsane Divane vardı.
Binbaşının sözleri ile düşüncelerinden ayrılıp masaya tekrar odaklandı.
"Divane'yi duydunuz. Yarın akşam için tüm hazırlıklarınızı halledin."
Binbaşı kalktığında herkes selama durmuştu. Mustafa Ali ise arkadaşlarını masaya toplayıp ve de Öncü Birlik ile iletişime geçip en hızlı şekilde operasyon planını oluşturmuştu.
Oluşturdukları operasyon planına göre Ankara'dan helikopterle kalkıp Kilis sınırından gemiye binip devamında zodyak botlarla limana yanaşacaklardı. Onların limana geldiği sırada Öncü Birlik örgütü limana çekecekti. Mustafa Ali Korkut'un erkenden sahaya gidip vereceği istihbaratlarla sevkiyatın saatini ve de örgütün eleman sayısını öğrenecekti.
Operasyonda yetecek sayıda askerleri vardı. Ancak Sinan olmadığı için personel açığı vardı. Binbaşına talimat verdiğinde binbaşının bunu çoktan planladığını ve de time yedek bir subay eklediğini öğrenmişti. Limandaki çatışmanın ardından sevkiyatı patlatıp İlyas'ın bir işine daha çomak sokacaklardı. Mesai saatlerinin bitimine kadar operasyonu detaylandırıp personel konuşlandırılmasını binbaşının yollayacağı kişiye göre tekrar revize edebilceği hale getirmişti.
"Hoşgeldiniz komutanım. Nerelerdesiniz?"
Mustafa Ali, Fırat'ın seslenmesi ile önce Fırat'a sonra seslendiği kişiye baktı. Gelen kişi Yüzbaşı Korkut'tan başkası değildi.
"Önemli işlerim vardı. Binbaşı arayınca hemen geldim, çıkacağım bu gece."
Önemli işlerini sormadı Fırat. Cevap vermeyeceğini biliyordu. Üstelemedi. Korkut ise kimse ile daha fazla konuşmadan çay makinesinin yanına ilerledi. Kendine çay dolduran Çağatay'a küçük bir selam verdi. Dün yaşanan şeylerden sonra Çağatay'ın geri dönüp kendisi ile konuşmasından ve çıktıkları ufak bir gezintiden cesaret almıştı Korkut.
"Nasılsınız komutanım?"
"İyiyim Çato. Bildiğin gibi. Sen de ne var ne yok?"
Omuz silkti Çağatay. Her şey aynı dercesine. Korkut telefonunun bildirim sesi ile baktı telefonuna. Gelen mesaj ise birkaç haftadır beklediği mesajdı.
"Tim, grubu okudunuz mu? Bozkurtlar dönmüşler operasyondan. Maça davet ediyorlar."
"Komutanım siz gece yola çıkacaksınız. Çıkabilir miyiz maça? Sinan da yok."
Mustafa Ali, Fırat'a baktı inanmaz gözlerle. Arkadaşının yanına gidip sırtını sıvazladı.
"Sanki Korkut'u tanımıyorsunuz. Koyar mı lan benim ikinci unsuruma? Hatta motive olur."
Korkut da Mustafa Ali'nin sırtını sıvazladı.
"Bak işte, gerçek bir tim komutanı. Askerinin potansiyelini bilen, iş kapasitesini bilen bir komutan."
Begüm, Korkut'un bu hiç bir şey olmadı tavırlarına anlam veremiyordu. Bakışlarını kaçırıyordu. Aslında böylesi Begüm için daha iyiydi. Bir yandan silahının dürbününü kontrol ederken bir yandan da düşünceleri ile didişiyordu.
Begüm kendini büyük bir yalnızlığın içinde bulmuştu. Çağatay'a karşı duruşunu koruyordu. Korkut yüzüne dahi bakmıyordu. Dün o kadar destek olan Taha ise hiç yaşanmamış gibi davranıyordu. Tüm bunlar Begüm'ü daha da pasif agresif bir kişiliğe bürüyordu.
"O zaman bu akşam çim sahanın efsanesi Kürşadlar ortalığın a.. ortalığı dağıtmaya mı çıkıyor?"
Taha'nın yüksek motivasyonlu hali Begüm ile göz göze gelene kadardı. Küfrünü yarım bırakıp eksik bir motivasyonla bitirdi cümlesini.
"Tabi lan. Önce yemekhaneye gidelim. Sonra da sahaya ineriz."
Kürşadlar kışlanın yemekhanesine doğru yol alırken Begüm ise çalan telefonuna cevap verdi bekletmeden.
"Begümmm."
Aybüke telefonun karşısında büyük bir sevinçle konuştuğunda Begüm istemese de gülümsemişti.
"Aybüke. Nasılsın?"
Aybüke'nin ismi ile Mustafa Ali ve Taha göz göze gelmişti. Taha dirseği ile Mustafa Ali'yi dürterken bir yandan da kaş göz işaretleri yapıyordu.
"İyiyim. Dayımın yanına geldim de devlet sırları içeren bir toplantıda olduğunu söyledi. Kışladaysan yanına geleyim mi? Müsaitsen bir de tabi."
"Yemekhaneye geçiyoruz. Yerini biliyorsan gel. Yoksa almaya gelebilirim."
"Bu sarı bina değil mi yemekhane?"
Begüm cevap vereceği sırada yemekhanenin önünde onu gördü.
"Gördüm seni. Bekle geliyoruz."
Aybüke, Mustafa Ali'yi görebilmek adına birazcık eski arkadaşını kullanmıştı. Tim kendisine doğru gelirken yüzündeki gülümseme daha da genişlemişti.
Koşar adımlarla Begüm'e sarıldı. İçindeki heyecanı ne yazık ki Begüm üzerinden atabildiği için var gücüyle sıkmıştı.
"Beni bu kadar özlediğini bilmiyordum."
Geri çekilip arkadaşının yanaklarını avuçladı.
"Çünkü dünden beri telefonlarımı açmıyorsun. Şimdi de açmasaydın kayıp ilanı verecektim."
Begüm'ün bakışları yere düştüğünde Aybüke bir şeyler olmuş olduğunu anlamıştı. Ancak kız kıza konuşmaları gerektiğine inandığı için şimdilik kapatmıştı konuyu. Ve rotasını Korkut'a doğru çizdi.
"Korkut Bey. Nasılsınız komutanım?"
Kendisine doğru seke seke gelen arkadaşını yine her zamanki resmiyeti ile kucakladı.
"Bir asker nasıl olması gerekiyorsa öyle. Bizim yeni timle tanıştın mı Aybüke?"
Aybüke hepsine gülümseyerek baktı.
"Evet hastanede tanışmıştık."
Herkese el salladı kısaca. Diğerleri gibi Aybüke de yavaştan yemekhaneye girerken Mustafa Ali'nin bakışları ile durdu.
"Nasılsın?"
"Gayet iyiyim. Bugün dün görüşmeye gittiğimiz anaokulundan geri dönüş aldım. Resmen bana şans getirdin Mustafa Ali. Teşekkür ederim."
Taha en arkadan gelip arkadaşının seneler sonra hissettiklerine kavuşmasını keyifle izliyordu.
"Burada şanslı bir kişi varsa o da benim Aybüke."
Aybüke yanaklarına hücum eden kana ve kızarıklığa engel olamamıştı. Beraber yemeklerini alıp boş bir masaya oturana kadar sessizliğini korumuştu aldığı iltifattan ötürü.
Aybüke masada Begüm'ün yanına otururken karşısına Mustafa Ali'yi almıştı. Tim operasyonlardan bahsederek yemek yerken Mustafa Ali ise Aybüke'sini izliyordu keyifle.
Herkesin aksine yemeğini ve pilavını ayrı almıştı.
"Aybüke çok şanslıymışsın gerçekten. Geldiğin gün kışlada kuru pilavdan kurtulup et sote yiyoruz. Herkese de nasip olmaz nizamiye yemeği."
Aybüke Taha'nın az önceki konuşmaya geçtiği dipnot ile üsten bakışlar atarken kendinden emin bir ifade ile konuştu.
"Eminim senden daha fazla askeriye yemeği yemişimdir Taha. Binbaşı yeğeni olmanın ayrıcalıkları çok fazla."
"Ne var? Biz de yüzbaşının kankisiyiz. Hava atıyor muyuz? Söylesene Mustaali. En yakın arkadaşım Taha desene. Devrem desene oğlum."
Masadaki herkes Taha'ya gülerken Taha avuç içine kaşığın sapını almış havaya sallıyordu.
Timin gülüşü ise masaya konan bir diğer tabldot ile durulmuştu.
"Kısa süreli de olsa tim arkadaşlarımla akşam yemeği yemem de bir sakınca var mı? Yüzbaşım?"
Üsteğmen Sena Kaleli oturduğu masada bakışlarını Mustafa Ali'ye çevirmişti.
"Ne demek istediğini anlayamadım Sena?"
Sena gülümseyerek masadaki tuza uzandı.
"Sinan'ın yerine yarın akşam ben geliyorum. Binbaşı öyle uygun görmüş."
Mustafa Ali mecburiyetten doğan bir kabullenişle Sena ile operasyonu hakkında. konuşmaya başladığında Begüm, Aybüke'nin kulağına eğildi.
"Sena, Mustafa Ali'nin eski sevgilisi. Duyduğuma göre Mustafa Ali başka bir kıza aşık olduğu için terk etmiş onu. O yüzden çok kin dolu Mustafa Ali'ye."
Mustafa Ali Begüm'ün söylediği sözleri duyduğunda öfke ile döndü arkadaşına. Dişlerini sıktığı için konuşması normalden daha boğuk çıkmıştı.
"Begüm!"
Aybüke içine dolan hayal kırıklığı ile elindeki çatalı gürültü ile bıraktığında Mustafa Ali ile göz göze gelmişti.
Aybüke, Mustafa Ali'nin bakışlarında can yakan bir kabullenişi gördüğünde kalkıp gidebilmeyi çok istemişti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |