

***
Aynanın karşısında duran adam, dikkatlice sakallarını kesiyordu. Her ne kadar yıl 2050 olsa da, bu küçük ritüel onun için hala bir rahatlama yöntemiydi. Teknolojinin her şeyi kolaylaştırdığı bir dünyada, kendi eliyle bir şeyler yapmanın verdiği tatmini seviyordu. Bugün yapılacaklar listesinin uzunluğunu düşünürken kendi kendine mırıldandı:
"Yolunu değiştirmediğin sürece, ne kadar yavaş gittiğinin bir önemi yoktur. Değil mi, Mark?"
Son rötuşları da bitirip aynadaki görüntüsüne kısa bir bakış attı. Tıraşın verdiği ferahlık hissiyle derin bir nefes aldı, ardından hızla giyinip çatıya çıktı.
Özel kısa mesafe jeti, kalkışa hazır bir şekilde onu bekliyordu. Jetin yolcu koltuğuna bindiğinde otomatik pilot konuşmaya başlamıştı.
"Günaydın Doktor Mark. Şirkete mi gitmek istersiniz?"
Mark, ön camdan gökyüzüne kısa bir bakış attı ve ardından kararlı bir ses tonuyla yanıt verdi:
"Hayır. B Sektörü 125. Bölüme git. Ah, bir de kimlik gizleme modunu aktif et."
Jet hafifçe titreşerek harekete geçtiğinde, Mark düşüncelere dalmıştı. Zamanın tuhaflığı onu her zaman büyülemişti. Connor'ın o toplantıda aradığı sektörün yerini söylemesi, olayların bu noktaya kadar gelmesine neden olmuştu.
Geçmişte alınan kararlar, geleceğin kaçınılmaz eserleri miydi? Yoksa insanlar her şeyi sadece kaçınılmaz bir düzen içinde mi yapıyordu? Mark'ın bu sorulara kesin bir yanıtı yoktu ama bir şeyden emindi: Zaman, insan aklının ötesinde bir gizemdi.
Jetin mekanik sesi düşüncelerini böldü:
"B Sektörü 125. Bölüme ulaştınız. Tüm sektör kırmızı seviye korumalı uyku modunda."
Mark, jetin konsol penceresini önüne çekti. Veri akışları holografik ekran boyunca hızla kayıyordu. Gözleri titizlikle verileri tararken soğukkanlı bir şekilde emir verdi:
"Unutma, alarmlar tetiklenince yoğun trafikten kaza süsü vererek kendini imha edeceksin. Bugün herkes Doktor Mark'ın jet kazası yüzünden öldüğünü bilmeli."
Robot asistanın sesi, jetin yapay zekasına özgü bir hüzünle yankılandı: "Size hizmet etmek benim için güzel bir deneyimdi. Teşekkürler Doktor Mark."
Mark, jetten inerek elindeki yönetici kartını tarayıcıya yerleştirdi ve B Sektörü'nün devasa kapıları ağır bir inlemeyle açıldı.
İçeriye adım attığında, sessizlik ve tozun hakim olduğu bir yerle karşılaşmıştı. Hava, eski teknolojinin metalik kokusuyla doluydu. Karanlık koridorlar arasında yankılanan adımları, mekana ürpertici bir derinlik katıyordu. Uzun bir yürüyüşten sonra aradığı odanın önüne geldi. Kapının üstündeki yazıya baktı ve kendi kendine konuştu:
"Gerçekten Connor'ın dedikleri doğruymuş. B0283..."
Odanın kapısını özel lazer şeritler koruyordu. İnce kırmızı çizgiler, herhangi bir izinsiz girişe karşı ölümcül bir savunma hattı oluşturuyordu. Mark, kapının yanındaki paneli dikkatlice açtı ve hızlıca komut verdi:
"Kapsül açılımını başlat."
Panelden yankılanan yapay zeka sesi soğuk ve kesin bir şekilde
"Kapsül açılımı. Şirketin temel prosedürünü ihlal etmektedir. Kapsülün açılması için gereken zaman... Bilinmiyor... Hata 2310."
Mark bir an için duraksadı. Bu, daha önce hiç karşılaşmadığı bir durumdu. İlk defa bir kapsülde zaman tarihi belirtilmemişti. Kapsülün ne zaman buraya konulduğu bile bilinmiyordu.
"Hata 2310'u geçersiz kıl. Yetki düzeyi C3."
Bir anlık sessizlikten sonra sistem yanıt verdi:
"Hata geçersizleştirme başarısı—Sisteme uzaktan müdahale tespit edildi. Hata geçersiz kılındı. Kapsül açılıyor."
Mark bir aksilik çıkacak diye korksa da bunu kendine yansıtmıyordu çünkü başardığını zaten Connor sayesinde biliyordu.
Kapsül tam olarak açıldığında, Mark bir adım geri çekildi. Önünde, masumca bakan bir çocuk vardı. Büyük, merak dolu gözlerle Mark'a bakıyor ve yüzündeki küçük bir gülümsemeyle sessizliğin ağırlığını hafifletiyordu.
"Merhaba." dedi çocuk tatlı bir sesle.
Mark'ın kalbi bir an duracak gibi oldu. Burada tam olarak ne olduğunu bilmiyordu ama varsaydığı tahminleri doğru çıkmıştı. Bu oda Zamanın Varisine ev sahipliği yapıyordu...
***
Alex'in bilinci gidip gelirken hissettiği her şey bir kâbus gibi üstüne çöküyordu. Bağlı olduğu makine, çift halkasal yapılar arasında dönüp duran akımlarla onun kanını çekiyordu. Her döngüde damarlarından çekilen sıvının yerini, makinelerin soğuk metalik yankıları dolduruyordu.
Nefesi kesilmiş, ciğerleri oksijen için çırpınıyordu. Ancak bir anda makinenin manyetik alanı devre dışı kaldı. Bu anlık boşluk, akciğerlerini taze bir hava ile doldurmasına izin verdi. Alex, ciğerlerine dolan havanın acısını hissederek zemine yığıldı. Soğuk metal zemine temas eden teni, bir mezarın soğuk yüzeyi gibi hissettiriyordu. Kaçmak istiyordu, ama bedenindeki son enerjisi bile tükenmişti.
"Bu muydu sonu?" diye düşündü.
Gezginlerin kazandığını, geçmişin artık geri döndürülemeyecek şekilde değiştirildiğini mi gösteriyordu bu an? Ya da her şeyin sonunda kader, bir kez daha Alex'e yüz mü çevirmişti?
Karanlık düşünceleri, dışarıdan gelen mekanik bir kapı açılma sesiyle bölündü. Başını kaldırmaya çalıştı ama güçsüzdü. Oda loş bir ışıkla dolarken, içeri bir kadın girdi. Uzun adımları ve dik duruşuyla otorite yayıyordu. Kadının dudakları kıpırdıyor, bir şeyler söylüyordu, ama Alex’in bilinci bu seslere ulaşamadan ona ihanet etti. Görüntüler karardı ve zihni karanlığa gömüldü.
Bu sefer, rüyalarının bile ona huzur vermeyeceğinden emindi
***
Mark, kucağındaki çocuğa bir kez daha baktı. Küçük yüzün masumiyeti ve gözlerindeki gülümseme, yaptığı her şeye anlam kazandırıyordu. Ama derinlerde bir yerde, işin henüz bitmediğini biliyordu. Önünde daha zorlu bir yol vardı. Kafasını toparlayıp elindeki iletişim cihazına uzandı.
"Hera'yı ara." dedi kısa ve net bir sesle.
Araç, sessizce şehir kaosunun içine doğru ilerlerken, siren sesleri tüm sektörlerde yankılanıyor, şehri bir panik girdabına sürüklüyordu.
Cihazdan Hera’nın sesi yükseldi, tanıdık bir heyecan ve endişe tonuyla:
"Mark, lütfen bana her şeyin yolunda olduğunu söyle."
Mark, sakin bir nefes alıp güven veren bir tonda konuştu:
"Merak etme canım, her şey yolunda. Sisteme müdahale eden biri var, güvenlik protokollerini şaşırtarak çoğu birimi B Sektörüne yönlendirdi. Bu, Alex’i çıkarmak için fırsatımız. Zaman kapsülün, Bölüm A 137’de hazır olacak. Sadece oradan sağ çık Hera, sana söz veriyorum. Oraya vardığımızda her şey bitecek."
Hera’nın sesi, Mark’a olan inancını ve bağlılığını taşıyordu:
"Başaracağız Mark, hep inandığımız gibi."
Bu sözler Mark’ın içine bir sıcaklık getirdi. Hera’nın her zaman yanında olması, en karanlık anlarda bile onun ışığıydı. Ve bu ışığı asla kaybetmek istemiyordu. Kendi kendine mırıldandı:
"Hep inandığımız gibi..."
***
Connor, B sektöründe ki alarm çaldığında hala uyku kapsülüne girmemişti. Bir şeylerin ters gideceğini zaten biliyordu fakat şirketin zaman yolcularına uyguladığı derin uyku politikası onun bir şey yapmasını engellemişti. Şirkette bir hain olduğunu düşünüyordu ve bu hainin yaptıklarını engellemek için şirkete ihanette bulunması gerekse bile bunu yapacaktı çünkü bu olayı engelleyebilirse, gelecekte buraya gelmesine de gerek olmayacağını düşünüyordu. Bu yüzden ne olursa olsun, yaşananlar artık ona göre önemsizdi.
Connor, alarm durumunda olan personel eksikliğinden yararlanarak, onu götüren kişileri kolayca atlatmayı başarmıştı. Neredeyse tüm personelin B sektörüne yönlendirilmesi ona tuhaf gelmişti, çünkü asıl önemli olan şey Alex Brown'du. Doğrudan zırhını giymek için eşyalarının bulunduğu A sektörüne yöneldi. Bayılttığı güvenlikten aldığı silahla karşısına çıkanları tek tek infaz ediyordu.
Alt kata inmek için manyetik alanla çalışan asansöre yerleştiği sırada, koridorun sonunda Yönetim üyesi Hera ile göz göze gelmişti. Asansörün aniden harekete geçmesi, bu göz temasını erken kesti.
Asansör durduğunda, doğruca malzemelerinin olduğu odaya doğru ilerledi. İçeri girdiğinde, karantina üniformalı birçok insanın ona baktığını gördü, ancak bu bakışlar kısa sürdü. Çünkü silahından çıkan sekiz plazma mermisi, bu bakışmayı sonlandırmıştı.
Connor, zırhının vücuduna entegre olmasını beklerken, aklında birkaç soru belirdi. İlk olarak, güvenliğin bu kadar zayıf olmasının ve şirketin olacağı bilinen bir isyana karşı önlem almamasının ardında yüksek yönetim olabileceğini düşündü.
Bu davayı defalarca okumuştu. Aklına bugün yönetimden ölecek insanlar geldi ve onlardan biriyle az önce göz teması kurmuştu. Asansöre geri döndü ve giysisini av moduna geçirip aklındaki soruları cevaplamak için işe koyuldu.
***
Alex gözlerini yeniden açtığında, kendini havada süzülen bir sandalyenin üzerinde buldu. Yanında bir kadın duruyordu. Kadının görüntüsü onda istemsizce bir huzura neden olmuştu. Uyanmasına neden olan ses, önündeki devasa kapının açılma gürültüsüydü. Koltuğunun yeniden hareket ettiğini hissedince, kapıdan içeri doğru hareket ettiğini fark etti. Dışarıdaki kapının boyutu ile içerideki alan arasında hiçbir benzerlik yoktu. İçerisi, yalnızca iki kişilik bir pilot kabinine benziyordu. Kadın, Alex’i dikkatlice yerine yerleştirirken, ondan aldığı izlenimden hoşnut oldu. Bu, Alex’in unuttuğu karşılıksız sevginin bir temsiliydi. Bu duyguya ancak insanın ailesi sahip olabilirdi. Bir an duraksadı ve sonra ona sormadan edemedi.
"Sen de kimsin?" Hera, Alex'in uyandığını fark etmişti yavaşça ona yaklaşarak gözlerinin içine baktı.
Hera, Alex’in uyandığını fark edince, yavaşça ona yaklaşıp gözlerinin içine baktı.
“Bu dünyada yeri olmayan iyi insanlardan biri.” dedi samimi bir sesle.
Alex, bu sözlerin ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Ancak bu kez, konuşmak yerine, gözleri makineyi ayarlayan kadına odaklandı. Sarı saçları ve kendisi gibi yeşil gözlere sahipti. Mavi gözlerinin içine bakarken, babasının sürekli yanında taşıdığı resimdeki kadının aynı kişi olduğunu fark etti. Bu, onun annesiydi. Ama nasıl bir tepki vereceğini bilemiyordu. Annesini hayatında hiç görmemişti. Peki, bir anneye sahip olmak nasıl bir histi? Neden bunu öğrenememişti?
Bacağındaki acıyı unutarak, nihayet konuşmaya başladı.
"Babam sürekli senin resmine bakardı. Neden onu bıraktın? İyi insanlar bunu yapar mı peki?" Alex, gözlerini kadına dikerken, sorusunun yükü Hera üzerinde bir etki bırakmıştı. Kadın, aniden şaşkın bir şekilde hızla işlerini yapmaya çalışırken kendi kendine sayıklamaya başladı. Alex, onun söylediği sözlerden dolayı bir şeylerden endişe ettiğini fark etti ve Hera'nın gözlerinden süzülen yaş damlalarını gördü. Bazı cümleleri ise Alex’in zihninde yankılandı.
"Böyle olmamalıydı. Hayır, hayır sorun yok Hera, toparla kendini. Daha hızlı olmalıyız. Mark’a söz verdim. Her şey güzel olacak. Sistem Kodu A310, Kapıları kapat!" Hera, derin bir nefes alıp tekrar Alex’e döndü. "Ne olursa olsun sizi bırakmayacağım."
Alex, neler olduğunu öğrenmek için sorular sormaya hazırlanırken, makineden gelen ses onun konuşmasını kesmişti.
"Kapsül on dakika içinde aktif olacaktır. Kapılarda kritik hata tespit edildi."
Hera bu cevaba sinirli bir şekilde bağırarak yanıt verdi. "Hatayı yoksay ve kapıları hemen kapat!"
Hera, elinde bir silah ile arka tarafa geçtiğinde, Alex yardım etmesi gerektiğini düşündü.
"Beni buradan çıkar. Bensiz bir şey yapamazsın." dedi Alex, kendini bir şekilde kurtarmaya çalışarak.
Hera, silahın plazma mermilerini hazırlarken cevap verdi. "Burada ölmen işleri sadece daha da kötü hale getirir. Eğer Mark başardıysa, geçmişin güvende demektir. Şimdi ise geleceğini güvence altına almamız gerek." Alex, itiraz etmeyi düşündü ama Hera, aniden duyulan plazma mermisinin sesi ile kapsülden ayrıldı. Alex, güvenlik kilitlerini çözmeye çalışıyordu.
O sırada Connor içeri girmişti. Kapıdaki kilit sistemini parçalayarak mekanizmayı devre dışı bıraktı. İçeri girdiğinde, kapsülden çıkan Hera'yı ve korunaklı bir koltuğa sabitlenmiş Alex'i görmüştü. silahını Hera'ya doğrultarak ateşledi ancak hedefi ıskalamıştı. Kadın, hızla arkasını dönüp siper aldı.
"Bayan Hera! Şirkete yaptığınız ihanetin bedelini ödetmek için buradayım. Alex'i teslim edin!"
Plazma kurşunları havada uçuşup patlamalar yaratırken, Hera bağırarak cevap vermişti. "Gezegenin kurtulması için ona ihtiyacımız var! Bizi bırakman gerek."
"Üzgünüm. Az önce bu görevi gerçekleştirmek için geri dönüşü olmayan bir yola girdim. Şimdi elindeki silahı bırak!"
Connor sonunda hedefini indirebileceği bir açıklık yakalamıştı. Nişan göstergesini hizaladı ama bir sorun olduğunu fark etti. Alex koltukta değildi. Nerede olduğunu anlaması yüzüne yediği yumruğun oluşturduğu kinetik patlama sayesinde uzun sürmemişti. Connor bir metre öteye fırlamıştı. Alex'in elleri ise ayağını geçici olarak iyileştirdikten sonra kalan son enerjisini kullandığı için kanlar içindeydi. Hera, Connor'un zemine fırladığını görünce Alex'e bağırmaya başladı.
"Kapsüle koş!"
Alex, topallayarak kapsüle ulaşmaya çalışıyordu. Yarı yolda, Hera ona yetişti ve birlikte kapsüle girdiler. İlk iş olarak, Hera Alex’i yeniden yerine yerleştirdi. Makinenin çıkardığı sesler işlemin sona yaklaştığını hissettiriyordu.
"Kapsül kapılarının kapanmasına yirmi saniye. Hedef yıl 1995, New York."
Hera, geriye sadece beklemek kaldığını fark etti ve bayılmak üzere olan Alex'in yanına yaklaştı. "Sakın öleyim deme, Alex." diye fısıldadı. "Senin zamanında başıma ne geldi bilmiyorum ama bana neye bedel olursa olsun seni hep seveceğini bilmeni isti-" Hera sözlerini bitiremeden, bir ateş sesi duyuldu. Connor, yerde yatarken son mermisiyle kapsülün kapı açıklığında görünen kadını vurmuştu. Alex, bilinci kapanmadan önce son gördüğü görüntü, annesinin kapsülden düşüşüydü. Hera'nın düşmesiyle, makine sanki bu anı bekliyormuşçasına kapıları kapattı.

1995, New York
Alex, ne kadar zamandır uyuduğunu tam olarak bilmiyordu ama vücudunun yeniden eski haline geldiğini hissediyordu. Kendini, sanki uzun bir yolculuktan sonra geri dönmüş gibi taze ve canlı hissediyordu. Evindeydi ama bu, onun zamanı değildi. Evdeki şöminenin ateşi, ona huzur veriyor, sıcaklığının içini ısıtmasına izin veriyordu. Ancak, o huzur anı, bir çocuğun yatağından fırlayarak üstüne atlamasıyla bozuldu. Çocuk, büyük bir enerjiyle konuşmaya başladı.
"Babam senin misafir olduğunu söyledi. Misafirler hep bu kadar çok mu uyur?"
Alex, çocuğun sorusuna cevap vermeye hazırlanırken, odanın kapısı açıldı ve içeri bir adam girdi. Adam elinde bir kahveyle, çocuğun yanına gelip kalkmasına yardımcı oldu.
"Misafirlerimize saygılı davranmalıyız, Alex. Şimdi bize biraz müsaade eder misin?"
Çocuk, babasının yanağını öpüp odadan çıktı. Alex, o anı hatırlıyordu. Aslında, babasıyla geçirdiği her anıyı hatırlıyordu. O yaşlardayken, yatağındaki adamın kendisi olduğunu öğrenseydi ne düşünürdü? Bunun cevabını hiçbir zaman öğrenemeyecekti.
Andrew, oğlunun yanına oturdu ve hazırladığı kahveyi yatağın yanındaki komidinin üzerine koydu. "Sanırım büyüdüğünde bu kadar yakışıklı olmanı beklemezdim."
Alex gülümsedi. Babasını yıllardır arıyordu ve şimdi karşısında duruyordu. Uzun yıllardır onu bulmak için çabalar sarf etmişti, ama onu gördüğünde nasıl tepki vereceğini hiç düşünmemişti.
"Sen de, gelecekten gelen birine göre fena sayılmazsın."
Gelecek… Bu kelime, Alex’in aklına kapsülde yaşananları getirmişti. "Baba, annem…"
Andrew, oğlunun ne söyleyeceğini tahmin ediyordu. Onu daha fazla üzmemek için sözünü kesmek istedi. "Merak etme, evlat. Biliyorum. İkimiz de bu riskin farkındaydık."
"Hayır baba. Her şey benim suçumdu. Orada olmamam gerekirdi. Ben senin hayatındaki en değerli şeyi aldım ve bunu yapmaya hakkım yoktu."
Andrew, Alex’in elini nazikçe tutarak, ona doğru bakarak cevap verdi. "Hayır evlat, bu senin suçun değildi. Bunu sen de biliyorsun. Bazı zamanlar dışarıda olup bitenleri kontrol edemezsin, ama içinde yaşadığın durumları kontrol edebilirsin. Şimdi toparlanmana bak, daha sonra sana benim kim olduğumu anlatmam gerekecek."
Andrew, oğlunun yanında birkaç saniye daha durdu, sonra sessizce odadan çıktı. Alex, onu izlerken, kalbinde hissettiği karmaşık duyguları ve geçmişin ağırlığını hafifçe hissetti...
***
Geçmiş Anket
Gelecek Bölüm : Kader
Okuyucular için kişisel sorum : Bölümler Partlı şekilde mi yoksa tek part şeklinde mi daha iyi?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.08k Okunma |
1.64k Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |