

New York - 2000
New York şehri, uzun süredir alışık olmadığı kadar sakin bir yıl geçiriyordu. Kasım ayının sonuna yaklaşılmış, eyalet seçimlerinde George Bush başkanlık koltuğuna oturmuştu. Manhattan sokaklarında, dönemin en pahalı spor arabalarından biri, ağır ağır ilerliyordu. Bu araba, bir yıl sonra trajik bir şekilde yıkılacak olan İkiz Kuleler’in önünden geçerken, direksiyondaki adam gri saçlarını geriye tarayıp güneş gözlüğünü taktı. Dikiz aynasında kendini incelerken saçlarının duruşunu beğenmiş olmalı ki memnun bir ifadeyle gülümsedi.
Elini radyoya uzattı ve bir düğmeye bastı. Hoparlörlerden, o yılın popüler şarkılarından biri olan Maria Maria yükseldi. Şarkının ritmi onu bir an için gülümsetti. Popüler parçaları her zaman sevmişti; yaşlı insanların çağın hızına ayak uydurmakta zorlanmasını anlayamıyordu. Halbuki o yüzyıllar boyunca değişime kusursuz bir şekilde uyum sağlamıştı; bu, onun en büyük avantajlarından biriydi.
Altıncı Cadde’ye vardığında elindeki kağıdı kontrol etti. Adres doğruydu. Bu yer, Alex ile babasının gezegenlerini kurtarmak için alternatif yollar aradıkları özel toplanma noktasıydı. Arabayı özenle park etti ve kısa bir tereddütten sonra kapıya yöneldi. Buraya ilk defa bu şekilde geliyordu. Farklı bir his uyandırmış olmalıydı ki bu durum hoşuna gitmişti.
Kapı açıldığında, Alex’in öfkeyle dolu yüzüyle karşılaştı. Kai, bu tepkiyi tahmin ettiğinden pek şaşırmamıştı.
"Sana acil gelmeni söyledim! Şu lanet kapılardan geçme numaranı yapmak yerine araba mı kullandın?"
Kai, her zamanki gibi suçluluğunu gizlemek için gülümsemesine sığındı. "Bugün özel bir gün, biliyorsun."
"Bu bir buluşma günü değil, Kai! Babamın kaybolduğu gün!" dedi Alex, arkasını dönerek bodrum katına doğru ilerlerken. Bodrum, ekipmanlarla dolu, karmaşık bir laboratuvardı; bu laboratuvar, onların sonsuz olasılıklar üzerine çalıştığı, bir anlamda kurtuluşu aradıkları yerdi.
"Sakin ol, her şey kontrol altında. Hadi, son kez gözden geçirelim." dedi Kai, sakinliğini bozmadan. Alex’in öfkesi hala yüzünden okunuyordu, ancak Kai’nin her zamanki soğukkanlı tavırları, bir nebze olsun ortamı yumuşatıyordu.
Kai, Alex’i takip ederek laboratuvara girdi. Laboratuvar, üstü karalanmış çizimlerle dolu tahtalar, karmaşık ekipmanlar ve bir kaos içinde düzenlenmiş bir çalışma ortamını andırıyordu. Kai, kenarda duran örtüyü kaldırarak tahtayı açığa çıkardı. Yazılanlar, geçmişin izlerini ve geleceğin ipuçlarını bir arada barındırıyordu:
1995 – Babamın gelecekten çocuk halimi getirdiği tarih.
28 Kasım 2000 – Babamın gizemli bir mektupla ortadan kaybolduğu tarih.
2017 – Kai’nin beni dünyanın sonunun geldiğini öğrenmem için Washington’daki veri tabanına sızmamı istediği tarih.
22 Ocak 2022 – Jessy ile vücudu patlatılarak öldürülen bir adamı araştırmak için olay yerine gittiğim ve Kai ile tanıştığım tarih.
Kai, tahtada yazılanları gözden geçirirken konuşmasına devam etti. "Andrew şu anda küçük Alex’i okula götürmeye gitti. Neden bunu tek başına yapmakta bu kadar ısrar ettiğini anlamıyorum."
Alex, istemsizce başıyla onayladı. "Ona neden gelecekte böyle bir mektup yazıp bizi bıraktığını sordum ama hiçbir fikri olmadığını söyledi."
Kai, tahtadaki 28 Kasım 2000 yazısına dikkatlice baktı. Bir süre düşündü, sonra hafifçe gülümseyerek Alex’e döndü. "Alex, sanırım babacığın bizi kandırdı."
Alex, bu düşüncenin doğru olmadığını dile getirmek istedi ama Kai’nin sözlerinde haklılık payı olduğunu inkar edemedi. Çenesini sıkarak, "Hemen eve gitmeliyiz." dedi kararlılıkla.
Kai, bodrumdaki gizli kapıyı Alex’in evine bağlayarak anında bir geçiş yaptı. Kapıdan geçtiklerinde evin girişinde bulunan masanın üzerindeki mektup, Kai’nin tahminlerini doğrular nitelikteydi çünkü bu mektup Andrew'in Alex'e kaybolmadan önce bıraktığı son mektuptu.
"Gideli fazla vakit olmamış." dedi Kai, masadaki mektuba dikkatle bakarak. "Hadi, görüş yeteneğini kullan. İzlerden nereye gittiğini bulabiliriz."
Alex, hiçbir şey söylemeden gözlerini kapadı ve geçmişin izlerini görmeye başladı. Evin içinde bir iki adam belirdi, biri küçük Alex’i elinden tutup dışarı çıkarırken diğeri ona eşlik ediyordu. Alex, yabancı adamın fiziksel yapısını tanıdı. Gördüklerini Kai ile paylaşmadan doğruca dışarı çıktı ve arabasına bindi.
Sessizlik, yalnızca motorun homurtusuyla bölünüyordu. Bir süre sonra Alex, izleri takip ederken düşüncelerini toplayıp konuşmaya başladı. "Babamın yanında yabancı biri var… ve sanırım onun kim olduğunu biliyorum."
Kai, cevap verecekken Alex aniden fren yaptı. Araba bir parkın önünde durmuştu. Parkın kenarında siyah kapüşonlu bir adam hareketsiz duruyordu. Alex'in gözleri büyümüştü bu Connor'ın ta kendisiydi. Nasıl buraya gelebilmişti ki? Kai'de bu adamı tanımıştı çünkü yıllar önce kaldığı pansiyonda elinden kaçırdığı gezgindi bu.
Alex’in öfkesi kontrolsüz bir şekilde patladı. Gözlerini bile kırpmadan arabayı Connor’a doğru sürdü. Arabanın ön tamponu hedefini buldu; Connor, çarpmanın etkisiyle geriye doğru savrularak yere düştü. Ancak zırhının koruyucu yapısı, aracın devrilmesine neden olmuştu. Alex, aldığı yaradan dolayı araçtan sürünerek çıkarken, Kai gözlüklerini çıkarıp yere fırlattı ve hiçbir şey söylemeden Connor’ın peşine düştü.
Bu sefer onu kaçırmayacaktı.
Kai on beşinci caddeye kadar koşuşturmaya devam etti. Connnor'un mekanik zırhının yüksek ölçüde hız avantajı olmasına rağmen Kai'nin doğal güçleri insanüstü bir seviyedeydi. Sonunda Connor'un üstüne atlayarak onu yakalamayı başardı.
Connor hemen karşılık vererek mekanik kolunu kullanıp Kai’yi uzaklaştırmaya çalıştı. Kolundan çıkan hidrolik güç, Kai’nin savunmasını aşmaya yetecek seviyedeydi. Ancak Kai, bu saldırıya sadece bir adım geri çekilerek cevap verdi, vücudu hala dövüş için tetikteydi. Bir sonraki hamlede Connor, zırhın gövdesinden çıkan bir mekanik pençeyi Kai’ye doğru fırlattı. Pençe hızla ilerledi, ancak Kai, inanılmaz refleksleriyle yana sıçrayarak darbeden kurtuldu.
Kai, yere basar basmaz ileri atılarak Connor’un üstüne çullandı. Yumruklarının gücü, zırhın titanyum alaşımını çatlatmaya başlamıştı. Connor, mekanik kolunu Kai’nin göğsüne doğru doğrultarak ani bir itme kuvvetiyle kendini kurtardı ve hızla ayağa kalktı. Ancak Kai, bu küçük avantajın uzun sürmesine izin vermeyecekti. Bir adım ileri atılıp Connor’un omzuna sert bir darbe indirdi ve onu tekrar sendeletti.
Connor’un mekanik zırhı, savunmasını artırmaya çalışsa da Kai’nin her darbesinde daha da zayıflıyordu. Zırhtan çıkan metalik gıcırtılar, çatışmanın şiddetini yansıtıyordu. Kai, düşmanını bir an olsun rahat bırakmıyor, hareketlerini sürekli engelliyordu. Dövüş kızışmış, Connor’un gücünü test ettiği bu anlar kaçınılmaz sonu yaklaştırıyordu.
Connor tekrardan doğrulup zırhından kılıca benzer bir silah çıkarmıştı ki karşısında ki parıldayan ak gözlerini ona dikmiş muhteşem varlığı görünce duraksadı. Kai havaya yükseliyordu etrafta çıkan metal sesleri bir şey olacağına işaretti. Connor beklememesi gerektiğini biliyordu doğruca rakibine doğru atıldı. Kılıcı tam hedefini bulacaktı ki aniden önüne fırlayan metal teneke onu savurmuştu. Tekrar atılmaya karar verdi ama çevredeki nesnelerin etrafta uçmaya başlayıp ona yapışmasıyla bu hamlesinin de boşa gittiğini anladı. Zırhı binlerce tonun basıncı altında ezilmeye devam ediyordu.
Kai, karşısında ki adamı metalden oluşan bir top yumağına dönüştürmeye çalışırken bağırmaya başladı. "Andrew nerede!"
Connor bu adamla konuşmanın fayda vermeyeceğinin farkındaydı. Zırhın sinir algoritmasını kullanarak sağ bacağında takılı olan bombayı aktif etti. Bu patlama ona zarar verecek olsa da bu durumdan onu kurtaracaktı. Kai cevap almak için Connor'a yaklaştı ama bunun bir hata olduğunu bilmiyordu. Patlama ikisinin de beklemediği bir anda gerçekleşti. Kai patlamanın etkisiyle savrulurken Connor bu anın onun eline geçecek son şansı olduğunu biliyordu. Havada savrulurken zırhının dengeleyicilerini açarak tekrardan doğruca Kai'yi hedefledi. Gezegenin en güçlü adamını öldüreceğini bilmeden üstüne doğru gitmeye devam ediyordu. Belki de bu sefer başaracaktı ta ki bir tırın sertçe ona çarpmasına kadar.
***
Alex, ilerideki koşuşturmayı ne kadar izlemeye çalışsa da bir türlü onlara yetişemeyeceğini anlamıştı. Kalbi hızla çarpıyor, nefesi kesiliyordu. Kaçışan siluetler gittikçe daha da uzaklaşıyordu. Köşeyi döndüğünde karşısına çıkan devasa yük tırı gözlerini bir anlığına parlattı. Fabrika mallarını yüklemek için bekleyen bu araç, onun için bir çıkış yolu olabilirdi. Hızla tıra doğru koştu ve sürücü koltuğuna atladı. Çevresindeki bağrışmalara aldırmaksızın direksiyonu kavradı ve tam gaz ilerlemeye başladı.
Motorun homurtusuyla birlikte tır caddeye ilerlemeye başladı. Fazla zaman geçmeden Alex, uzakta yükselen dumanları gördü. Patlamanın olduğu yöne bakarken içindeki korku ve adrenalin daha da güçlendi. Tırı ara sokağa doğru sürerek dumanların içine daldı. Göz gözü görmeyen sisin arasından, Connor’un silueti belirdi. Elindeki silahı Kai’ye doğrultarak yavaşça ilerliyordu. Alex’in kararı ani ve kesindi; tırın yönünü Connor’un üzerine çevirdi.
Tır Connor’a çarptığında, aracın devasa ağırlığıyla birlikte bir duvarı paramparça ederek geçti. Ortalık toz ve moloz bulutuna teslim olmuştu. Alex titreyen elleriyle gözlerini ovuşturdu ve tozun arasından Kai’yi gördü. Baygın bir şekilde yerde yatıyordu. O an yaptığı hamlenin Kai’nin hayatını kurtardığını bile bilmiyordu.
Yavaşça, parçalanan duvara doğru yürümeye başladı. Nefesi hâlâ düzensizdi, her adımı tedirginlikle doluydu. Bir anda boynunda hissettiği sıkı bir kavrayış onu olduğu yere mıhladı. Connor... Hâlâ hayattaydı. Tüm gücüyle Alex’in boynuna yapışmış, onu yere savurarak üstüne çıkmıştı. Elleri demir gibi sertti; Alex, nefes almaya çalışarak çırpınırken Connor mekanın değiştiğini fark etti. Bu yanlıştı çünkü bulundukları mekan değişmiyordu zaman değişiyordu...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.08k Okunma |
1.64k Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |