52. Bölüm
Ömer Faruk Yardımcı / Kaizen :  Zamanın Varisi / Uyanış : Part 7

Uyanış : Part 7

Ömer Faruk Yardımcı
davyjones

Alex; yok olmuş zaman çizgisinin hiçliğinde savrulurken Logan’ın insanlıktan çıkmış çığlıkları karanlığı delip geçiyordu. Bu çığlıklar, insan sesine benzemeyen, daha çok karanlık bir varlığın derinliklerden yankılanan korkutucu iniltilerine benziyordu.

Logan, vahşi bir hızla Alex’e doğru atıldı. Yumruklarını sanki aklı yok olmuş gibi acımasızca savuruyor, her darbeyle birlikte karanlık boşluğu yırtıyordu. Alex, zor da olsa hareketlerinden kaçınıyor, bazen saldırılarına karşılık veriyordu.

Fakat nefesi kesilmek üzereydi ama gözlerini bir an olsun Logan’dan ayırmadı. Saldırıların arasından sıyrılarak Logan’ın bileğini yakaladı ve son kalan tüm gücüyle Logan’ın kafasını şiddetli bir şekilde yana doğru çevirdi.

O anda Logan’ın gözleri garip bir şekilde boşalmıştı. Korkunç bir inleme ile sessizliğe gömüldü. Artık iri yaşlı bedeni, cansız bir şekilde boşlukta süzülüyordu.

Alex ise ellerini bırakıp gözlerini kapattı. Kendini düşüşe teslim etmişti. Logan’ın dehşet verici sesi hala zihninde yankılanıyordu. Artık her şeyin sona erdiğini düşünürken birden bileğinde bir sıcaklık hissetti.

Gözlerini araladığında, güçlü bir elin onu tuttuğunu gördü. Karanlığın içinde bir ışık gibi parlayan bu el, onu bu boşluktan çekip çıkaracakmış gibi sımsıkı kavramıştı. Tanıdık bir ses yankılandı: “Eve dönme sözünü hala tutmadan ölmeyi planlamıyorsun herhalde.”

Jessy, Alex’in kolunu sıkıca kavrayarak onu bulunduğu kara parçasına doğru çekti. Bu yer, Babil Kütüphanesi’nin eski ve zarif bir kısmını andırıyordu. Devasa sütunlar, tozla kaplanmış kitap rafları ve çatlamış taş döşemeler arasında gizemli bir hava vardı.

Alex, gördüklerine inanamayarak Jessy’ye sarıldı. “Nasıl hayatta kaldın? Herkes yok oldu!”

Jessy, hafif bir tebessümle cevap verdi: “En son seni Çin’den dönmeni beklerken bedenimin toza dönüştüğünü ve yok olduğumu hatırlıyorum. Ama sonra gözlerimi açtım ve bu hiçliğin ortasında kalmıştım.”

Alex başını salladı. “Aynısı benim de başıma geldi. Ama daha önemli bir şey var, Jessy.” Yüzüne bir umut ışığı yerleşti. “Geçmişte yaptığımız değişiklikler işe yaradı. Değiştirdiğimiz Zaman çizgisinde ki Sofia ile karşılaştım ve... Logan’ın planlarını artık biliyorlar! Gezegeni kurtardık!”

Jessy, bir adım geri çekildi ve yüzüne karmaşık bir ifade yerleşti. “Ah, o konu hakkında... Sana göstermem gereken biri var. Beni takip et.”

Bir kara parçasından diğerine sıçrarlarken, sonunda bir avluya vardılar. Burada, kadim bir ağacın altında yaşlı bir kadın oturuyordu.

Thalia, omuzlarına dökülen beyaz saçları ve bilgece parlayan gözleriyle Alex’i dikkatle süzdü.
“Sonunda geldiniz.” dedi, sesi derin ve yorgun bir tonla.

Alex, gözlerini Thalia ile Jessy arasında gezdirerek sordu:
“Neler oluyor? Sende kimsin?”

Thalia, doğrularak yaşlı ağacın gölgesinde sakin bir şekilde konuşmaya başladı:
“Kim olduğum artık önemli değil. Evren yok oluyor, Alex. Babanla ilgili sorununu çözmüş olabilirsin ama şimdiki sorun daha büyük. Zaman Köprüsünü kırdın. Artık tüm zamanlar birbirine karışıyor.”
Thalia’nın sesi giderek daha kısık bir tona büründü, ama konuşmaya devam etti:
“Değiştirdiğin zaman çizgisinden gelen arkadaşlarını kendi zamanlarına gönderdim. Ama bu, yalnızca geçici bir çözüm. Eğer bir şey yapmazsak, herkes gibi onlar da ölecek.”

Alex, derin bir nefes alıp düşünceli bir şekilde başını salladı.
“Yapabileceğimiz bir şey olmalı, değil mi?”

Thalia, Alex’e bilge bir bakış attı ve nazikçe başını eğerek cevapladı:
“Jessy’ye her şeyi anlattım. Benim tek görevim köprüye giden yolu size açmak. Artık daha fazlasını yapamam.”

Jessy, ileriye bir adım atarak itiraz etmeye çalıştı.
“Thalia, buna mecbur değilsin. Başka bir yol bulabiliriz.”

Thalia, hafifçe gülümseyip başını iki yana salladı.
“Yıllarca Andrew’in yönettiği zamanı inceleyip onun kirli ellerinden kurtarabileceğim kadar insan kurtarmaya çalıştım. Artık o olmadığına göre burada durmamın bir anlamı da kalmadı.”

Yaşlı kadın, melodik bir ritimle mırıldanarak yavaşça ağacın gövdesine yaslandı ve gözlerini kapadı.

O an, yaşlı ağacın dallarından yayılan parlak bir enerji dalgası havayı doldurdu. Altın renginde ışıklar gökyüzüne yükselirken, ağacın köklerinden büyük bir geçit oluşmaya başladı. Bu geçit, zamanın derinliklerine uzanan bir köprü gibiydi.

Alex ve Jessy, açılan geçide hayranlıkla bakarken Thalia’nın sesi son kez duyuldu:
“Bu yol, sizin son şansınız. Evrenin kaderi artık sizin ellerinizde.”

Thalia’nın bedeni, ağacın gövdesiyle bir bütün haline gelerek ışığa karıştı. Etraf tamamen sessizleşirken, Alex ve Jessy bir süre hareketsiz kaldılar.

Jessy, Alex’e dönerek, "Hazır mısın?" diye sordu.

Alex, köprüden yükselen ışığa bakarken içindeki tüm duyguları bir arada hissediyordu. Derin bir nefes alarak, "Eski günlerdeki gibi tekrar birlikteyiz." dedi. Ardından, Jessy’nin elini tutarak adımını ileriye doğru attı.

***

Alex, Zaman Köprüsünün sadece bir geçit olacağını düşünmüştü, ama karşısında bambaşka bir manzara vardı. Gökyüzünde süzülen devasa bir şehir, parça parça olmuş bir enkazın içinde asılıydı. Şehir, hem görkemli hem de hüzünlü bir şekilde havada duruyordu. Alex ve Jessy adım attıkları anda, şehrin yarattığı tuhaf bir enerjiyle bedenlerini bir ürperti sardı.

Alex, yüzüne dokundu ve şaşkınlıkla fark etti: Sakalları gitmiş, genç hali geri dönmüştü.

Jessy ona yaklaşarak yüzündeki değişimi fark etti ve gülümseyerek, “Hissediyor musun? Zamanın dışındayız artık.” dedi. Ardından eliyle Alex’in yüzüne dokundu. “Ve sadece yeteneklerin değil, genç halin de geri dönmüş. En azından artık yaşlılıktan ölme derdin yok.”

Alex, Jessy’nin sözlerine aynı sıcaklıkla karşılık verdi. “Burayı onarmamız yıllarımızı alacak gibi görünüyor. Ama hatırlıyor musun? Geçmişe gidip kütüphaneye kapanarak sabahlara kadar dünyayı kurtarma planları yaptığımız günleri?”

Jessy, hafifçe başını eğip gülümseyerek. “Hayatımın en güzel yıllarıydı o zamanlar. Ve evet, sanırım tekrar iş başındayız.” dedi. Sonra sesini kalınlaştırarak teatral bir şekilde ekledi: “Değil mi Sherlock?”

Alex, kahkaha atarak hemen yanlarındaki yıkık bir binaya döndü. Aynı teatral havayı yakalayarak, “Tabii ki Doktor Watson, ilk hedefimize başlamayı dört gözle bekliyorum.” dedi. Sonra ciddileşerek elini binaya doğrulttu ve gözlerini kapattı. İçinden binayı onarmayı düşündü. Ancak gözlerini açtığında hiçbir şey değişmemişti.

“Ah, tabii ya!” dedi hayal kırıklığıyla. “Zamanın dışında olmak, zamansal yeteneklerimi tamamen işe yaramaz hale getirmiş olmalı.”

Jessy, yanına yaklaşıp omzuna dokunarak, “Belki de başka bir yöntem denemeliyiz.” dedi. Sonra yıkık binaya doğru ilerledi. Ellerini enkaza koyduğunda, sanki etrafında tuhaf bir enerji dalgalandı. Jessy gözlerini kapattı. Zihninde, yıkık binanın bir yapboz gibi karmaşık parçalarını görüyordu. Parçalar adeta kaosun içine gömülmüş gibiydi.

Parçaları zihninde teker teker bir araya getirip düzenlemeye başladı. Bu ona saatler sürüyormuş gibi geldi, ama aslında yalnızca saniyeler geçmişti.

Gözlerini açtığında ise bina tamamen onarılmıştı. Pırıl pırıl yeni yapılmış gibi duruyordu.

Alex, hayranlıkla binaya bakarak ıslık çaldı. “Birileri Sherlock’un rolünü çalmış gibi görünüyor.”

Jessy, doğrulup derin bir nefes aldı ve alaycı bir gülümsemeyle yanıtladı: “Birileri başrolden çıkıyor diye korkmaya mı başladı acaba?”

Alex, bu sözlere içten bir kahkaha attı ve Jessy’nin gözlerine baktı. O an, mutluluğu tüm benliğinde hissetti. Kaosun ve yıkımın arasında, bu anın sonsuza kadar kalmasını diledi.

İkili, yıllar boyunca şehri onarmaya çalışırken yalnızca çalışmıyor, aynı zamanda eğleniyor ve birbirlerine destek oluyorlardı. Onardıkları her bina, taşıt, lunapark ve akıllarına gelen sayısız şeyle, geçmişin izlerini yeniden canlandırıyorlardı. Her dokunuşları, yıkılmış bir anıyı yeniden hayata döndürüyormuş gibi hissettiriyordu.

Zaman, onlar için çoktan anlamını yitirmişti. Yüzlerce, belki de binlerce yıl boyunca bu harabe şehirde mutlu bir hayat sürerek ilerlemişlerdi. Ancak, sürecin sonlarına yaklaştıklarında Alex bir şeylerin yolunda gitmediğini fark etmeye başladı. Jessy, bazı günler sebepsiz yere üzgün görünüyordu; hatta birkaç kez onu ağlarken yakalamıştı. Her seferinde tüm bunların kendisinin yaptığı bir şeyden kaynaklandığını düşünüp özür dilese de, Jessy'nin tavırları değişmiyordu. Sessizlik, giderek artan bir gerginliğe dönüşüyordu.

Sonunda, şehrin kıyısındaki son yapıya ulaştılar. Artık her şeyin sonuna geldiklerini hissediyorlardı.

Jessy, uçurumun kenarında durmuş, gökyüzüne bakıyordu. Sesi alışılmadık bir dinginlikle çıkmıştı:
“Yaptığım hesaplamalara göre, bu son yapı.”

Alex, yanına yaklaşarak ona baktı. Ancak Jessy’nin gözleri Alex’te değil, ufukta bir noktaya odaklanmıştı.
“Hala anlamıyorum, neden tüm haritayı aklında tutuyorsun? Burada zamanın bir önemi yok.”

Jessy, bakışlarını gökyüzünden ayırarak Alex’e çevirdi. Hafif bir gülümsemenin ardında sakladığı bir ağırlık vardı.
“Alışkanlık diyelim.” dedi, sesi istemsizce titredi. Cümlesindeki saklı anlamı ele vermemek için bakışlarını kaçırdı.

Alex, Jessy'nin bu garip tavrı üzerinde durmamaya karar vererek arkasını dönüp ilerledi. Ancak tam o anda Jessy, onun kolunu sıkıca kavradı.
“Ne yapıyorsun—” Alex cümlesini tamamlayamadan Jessy hızla ona yaklaşıp sarıldı.

Alex, Jessy’nin bir şeylere üzüldüğünü düşünüp sarılmasına karşılık verdi. Ancak Jessy, ani bir hareketle Alex’in dengesini bozdu. Ayağına basıp onu geri iterek, uçuruma doğru savurdu. Alex, düşerken son anda bir taşa tutunmayı başardı. Parmakları kayan taşın kenarına sıkıca tutunmuştu.

Yukarıda, Jessy gözyaşları içinde ona bakıyordu.
“Jessy, ne yapıyorsun? Neden?” diye haykırdı Alex.

Jessy’nin sesi çatallaştı, gözyaşları yanaklarından süzülüyordu.
“Hala anlamadın mı? Köprüyü onardığımız an, tüm geçitler kapanacak! Değiştirdiğimiz dünyayı bir daha asla göremeyeceksin!”

Alex, yüzüne yansıyan çaresizliği saklamaya çalışarak haykırdı:
“Umurumda bile değil! Lütfen yapma bunu! Tek istediğim senin yanında kalmak!”

Jessy, acı dolu bir nefes aldı ve sesi bir fısıltıya dönüştü:
“Binaları onarırken mavi bir binayla karşılaştım, Alex. Eğer gitmezsen, Albert…” Jessy’nin sesi titriyordu. “Yaptıklarını gördüm, Alex. O anılar... Hala midemi bulandırıyor. Onları kurtarmak zorundasın. Değiştirdiğimiz zamanı korumalısın!”

“Bunu sensiz yapmak istemiyorum!” diye bağırdı Alex. “Lütfen, seni burada bırakmama izin verme!”

Jessy’nin gözleri doldu, ancak bu kez kararında tereddüt yoktu.
“Seni seviyorum, Alex. Hep de seveceğim...” dedi, sesi kırılmıştı. “Ben üz— üzgünüm.”

Jessy, ayağıyla Alex’in parmaklarını tutunduğu taştan uzaklaştırdı. Alex, uçurumdan aşağıya düşerken sadece Jessy’nin gözyaşlarını ve uzaklaşan siluetini görebildi. Arkasından gelen mavi ışık tüm vücudunu sararken, gözlerinden akan yaşlar havanın esintisiyle karışıp savruluyordu...

Bölüm : 18.01.2025 23:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Ömer Faruk Yardımcı / Kaizen :  Zamanın Varisi / Uyanış : Part 7
Ömer Faruk Yardımcı
Kaizen : Zamanın Varisi

4.08k Okunma

1.64k Oy

0 Takip
49
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...