
Güney Çin kıtası, doğanın en zarif tablosu gibiydi. Bu topraklar, binlerce yıllık tarihin ve kültürel mirasın bir araya gelerek oluşturduğu huzurun başkenti olarak anılmayı hak ediyordu. Han Hanedanlığı’nın gölgesi hâlâ bu diyarlarda hissediliyordu; bu hanedanlık, burada tarihe kazınmış bir miras bırakmıştı. Fakat bu uzun süreli barışın ve düzenin ardındaki asıl güç, Celestium Akademisi’nin varlığıydı. Kai'nin kurduğu Yükseliş Akademisi'nin ilham kaynağı olan bu akademi, zamanında bilgeliğin ve disiplinin kalbi olmuştu.
Alex, arterin içinde hızla ilerlerken bakışlarını çevresine kaydırdı. Uzun, kavisli çatılarıyla kırmızıya boyanmış Çin tapınaklarını andıran binalar, birer sanat eseri gibiydi. İhtişamlı ejderha motifleri sütunlara işlenmiş, taş köprülerin altından akan nehirler ise adeta bu huzuru fısıldıyordu.
Sonunda kalıplaşıp arterden çıkınca Seçkinlerin olduğu kuzey Dojolarına doğru yöneldi. Seçkinler, yöneticilerin yıllar süren titiz bir değerlendirme sonucu seçtiği özel bir gruptu. Logan, bu grubu oluşturduğunda onun liderliğinde seçilmek bir onur sayılmıştı.
Alex, ince detaylarla işlenmiş bir tapınağın önünde durdu. Tapınak, Çin mimarisinin tüm zarafetini üzerinde taşıyordu. Tapınağın önündeki taş köprü, mistik bir havayla doğrudan ana dojoya bağlanıyordu. Köprünün başındaki ahşap tabela, özenle yazılmış “Seçkinler” yazısını taşımaktaydı. Tabelanın yanında asılı duran bronz çan, rüzgârla hafifçe sallanıyor ve melodik bir ses yayıyordu.
Köprüye adımını atarak ilerlemeye başladı ancak köprünün ortasına geldiğinde, beklediği dinginlikten çok farklı bir şey fark etti. Tapınağın çevresindeki sessizlik, aşağıdan gelen gürültüyle bozuluyordu. Köprünün taş korkuluklarından dışarı doğru baktı ve alt tarafta geniş bir arenanın içinde toplanmış bir kalabalığı gördü. Arena, antik sumo güreş sahalarına benziyordu. Yuvarlak zemin taşla döşenmiş, çevresi ise ahşap korkuluklarla çevrilmişti.
Arenanın ortasında, bir grup savaşçı hararetli bir mücadele içindeydi. Dövüşler, sıradan bir turnuvanın çok ötesindeydi; hareketlerin her biri doğaüstü bir gücün yankısı gibiydi. Alex, sahnedeki kaosu izlerken bunun dört büyük fraksiyonun geleneksel turnuvası olabileceğini düşündü.
Tam karşılaşmaya odaklanmıştı ki kalabalığın içinde, dönüşken yeteneğiyle dikkat çeken bir öğrenci gözlerine çarptı. Genç dövüşçü aniden devasa bir yılana dönüşerek çevresindekilere saldırıya geçti. Yılanın inanılmaz hızı ve gücü karşısında, birçok rakibi kaçmayı başaramadı. Aralarından biri, bir Elementalist, kendini buzdan bir duvarla korumaya çalıştı. Ancak saldırının şiddetiyle savrulan Elementalist, duvarıyla birlikte alanın dışına itilmiş ve elenmişti.
Yılan, bir sonraki hamlesinde ayı formuna dönüşerek devasa bir figür halini aldı. Gücüne güvenle etrafına baktığında, yalnızca tek bir rakibinin kaldığını fark etti. Rakibi ise oldukça sakin görünüyordu; şapkalı bu figür, sanki yılanın saldırılarından hiç etkilenmemiş gibi hafifçe göz kırptı. Ayı formundaki dönüşken, rakibinin neden böyle rahat olduğunu anlayamadan öfkeye kapıldı. Üzerine saldırmaya hazırlandığı sırada bir şeylerin ters gittiğini fark etti. Hareket edemiyordu. Alanın dışında kalıp çoktan elendiğini anladığında, öfkesi hayal kırıklığına dönüştü.
Turnuvanın sona erince mücadeleyi izleyen tek izleyici coşkulu bir şekilde bağırmaya başladı. "Kai, Seçkinlerin ev sahipliğinde yapılan turnuvada Sifu Luhan'ı eleyerek bir kez daha Seçkinlere galibiyet getiriyor! Ah, bu sene kimse izlemeye gelmemiş." Bu sesi tanımak Alex için zor olmadı; bu, Sandra'nın ta kendisiydi. Sandra’nın enerjik tavrı, sessiz arenaya hayat katmıştı. İkilinin her ne kadar artık akademide eğitime ihtiyacı olmasa da mezunların bile turnuvaya katılması zorunlu olduğu için buraya gelmişlerdi.
Bu sırada, ayıya dönüşen dönüşken öğrenci insan formuna geri dönmüştü. Yaşlı bir Çinli adam olarak ortaya çıkan bu figür, uzun saçlarını arkasında sıkıca bağlamıştı. Yorgun bir sesle mırıldandı:
"Ah, Logan bu turnuvayı zorunlu yapmazsa asla katılmazdım. Binlerce yıl oldu ve hâlâ Kai’nin turnuvalara katılmasını yasaklamadı."
Kai, şapkasını çıkararak hafifçe gülümsedi.
"Üzülme Luhan," dedi. "Bir sonraki sefere kaybetmeye çalışırım."
Sonra, kısık bir sesle Sandra’ya dönerek devam etti:
"Bu bunak, Rekor serimi bitireceğimi sanıyorsa çok yanılıyor."
Alex, bu manzarayı izlerken kendi düşüncelerine dalmıştı. Ancak bir elin omzuna dokunması onu gerçekliğe geri çekti. Hızla arkasını döndüğünde, karşısında Logan’ı buldu.
"Celestium Akademisi’ne hoş geldin, Zamanın Varisi."
Zamanın Varisi, bu söz ona artık yabancı geliyordu. Uzun zamandır zaman görüşünü kullanmak dışında herhangi bir zamansal yeteneğini kullanamamıştı. "Bana Alex deseniz yeterli. Artık yeteneklerim pek işe yaramıyor."
Logan, yüzünde gülümsemeye benzeyen, ancak tam olarak ne ifade ettiğini anlamanın zor olduğu bir ifadeyle Alex’e baktı. “O zaman sana Akhilleus desem nasıl olur?”
Alex, şaşkınlıkla bu adamın onu ne kadar yakından takip ettiğini fark etti. Hafifçe kaşlarını kaldırarak cevap verdi:
“Hey, kuralları çiğneyecek bir şey yapmadım. O turnuva sondu, söz veriyorum.”
Logan, sakin bir şekilde gülümsedi:
“Merak etme, biliyorum. Ama yine de dünyanın dört bir yanına duyulacak efsaneler yaratmayı seviyorsun.”
Alex, bu sözlerin övgü mü yoksa alay mı içerdiğini anlamakta zorlandı. Hafifçe omuz silkerek, geçiştirmek adına kısa bir cevap verdi:
“Ah, teşekkür ederim.”
Logan, ortamın gürültüsünden uzaklaşmak istercesine Alex’in yanına geçti ve tapınaktaki özel bir odaya doğru ilerlemeye başladı. Yürürken konuşmaya devam etti:
“Buraya neden çağrıldığını merak ediyorsundur.”
Alex, Logan’ın peşinden yürürken ona cevap verdi:
“Jessy bir mektuptan bahsetmişti. Ama içeriğini tam olarak yazmamışsınız.”
Logan, hafifçe başını salladı:
“Doğru. Jessy’ye bilerek ayrıntılardan bahsetmedim. Aksi halde seninle gelmek için her şeyi yapardı.”
Odaya girdiklerinde Alex, dört bir yanı saran kitaplıkları görünce şaşırdı. Burası neredeyse bir kütüphane kadar büyüleyiciydi. Ahşap rafların arasında düzenli bir şekilde sıralanmış kitaplar, odanın atmosferine entelektüel bir hava katıyordu.
Logan, kitaplıklardan birine yöneldi ve bir kağıt çıkardı. Kağıdı masanın üzerine koyarken konuşmaya başladı:
“Bana bahsettiğin şu gelecekteki şirket ve Connor’ı yönlendiren ölümsüz adam...”
Kağıdın üzerine üç farklı nokta çizdi ve bu noktaları birleştirerek tek bir çizgi haline getirdi. Alex dikkatle izliyordu. Logan, ciddiyetle sözlerini sürdürdü:
“Anlattığın verilere ve gördüğüm kanıtlara göre, Triton Şirketi denilen bu yapı, zamanın başından beri varlığını sürdürüyor. Kanın sayesinde geçmişe pek çok kez giderek, gelecekteki bilgileri kullanarak Kaizen’e kendilerini belli etmeden dünyanın tarihine yön verdiler. Dünya üzerindeki bozulma sürecini gizlice onlar tetikledi."
Logan, Alex'in gözlerinin içine bakarak devam etti:
"Tahminlerime göre, Connor'ı yönlendiren o adam, Triton'un kurucusu. Eğer bu adam olmasaydı, Kaizen bozulma sürecini dengede tutar ve değişim günü hiç bir zaman var olmazdı böylelikle Dünya, dengesini korumaya devam ederdi." Bu sözlerin anlamı büyüktü sonunda her şeyin kurtuluşu için bir yol doğmuştu. Tabii, bu bilgilerin tamamını yüzyıllar içinde zorluklarla topladık ve bunları öğrenebilmemin tek nedeni, bir zamanlar gelecekten gelip bana her şeyi anlatarak bize yeterli zamanı kazandırmandı. İşte bu yüzden gelecekte, kurtuluş çözümünü bildiğim halde seni geçmişe göndermiş olmalıyım. Çünkü eğer bunu yapmasaydım, bu kirli sırlara ulaşmak için asla yeterli zamanımız olmayacaktı."
“Yani her şeyin kurtuluşu o adamı öldürmek...” Alex, sözlerinin ağırlığını hissederek bir an duraksadı. “Sonrasında hem dünya hem Kai hem de ailem kurtulacak…”
Bu düşünce, içinde bir umut kıvılcımı yakmıştı. Uzun zamandır hissetmediği bir şekilde, her şeyi değiştirebileceğine dair bir inanç filizlenmişti. Ancak hemen ardından bu umut, sert bir gerçekle gölgelendi:
“Ama karşımızda bir ölümsüz varlık var.”
Logan, sandalyesine geriye yaslanarak derin bir nefes aldı. Yavaşça konuştu:
“Asıl mesele de bu. Tarihteki tüm Enderler ölümsüzdür. Kaizen, tüm Enderleri kayıt altına alır. Buna sen de dahilsin. Ancak karşımızdaki adam ya tarih boyunca bizden ustalıkla saklandı ya da…”
Alex, Logan’ın sözlerini tamamladı:
“Ya da içimizde bir hain var.”
Logan başını hafifçe sallayarak onayladı:
“Evet, öyle görünüyor.” Kağıdı rafa geri koyarken düşünceli bir şekilde devam etti:
“Eğer düşmanımızı erkenden bulabilirsek, belki dediğin gibi her şeyi değiştirebiliriz. Ama kolay olmayacak. Karşımızdaki kişi, senin ve benim gibi zamanın derinliklerine hâkim. Ben geleceği, Jessy'le Kai’nin kapısına geldiğiniz gün senden öğrendim, üstelik yalnızca senin bakış açından. Ama o, senin kanın sayesinde gelecekten geçmişe tahmin bile edemeyeceğimiz kadar çok kişi gönderdi. Neredeyse her çağda, her yerde bir gözü var.”
Alex, bu sözlere hafifçe başını sallayarak karşılık verdi. “Bunu biliyorum Logan. Bu yüzden zamanı değiştirmeye çalışmadım. Eğer ailemi öldürmesini engellemek için geleceğe gidip Connor’ı öldürseydim, o adi herifte başka bir plan yapardı.”
Kendi sözleri, içinde filizlenen umut kıvılcımını bir anda söndürür gibi olmuştu. Düşüncelerine dalarak kısa bir süre sessiz kaldı. Tüm çabalarının boşa gitme ihtimali, içini kemiriyordu. Ya ne yaparsa yapsın düşmanı, her seferinde onun önünde bir yol bulmuşsa?
Bu sessizliğin ardından derin bir nefes aldı ve yeniden konuştu:
“Biliyor musun, öleceğimi bilsem bile bu yolda devam etmeye kararlıyım. Aksi takdirde, hiçbir şey yapmadığım için ömrüm boyunca pişmanlıkla yaşayacağım.”
Logan, pencereye doğru ilerledi. Dışarıdaki manzarayı izlerken derin bir nefes aldı. Ardından konuşmaya başladı:
“Madem bu kadar kararlısın, o zaman sana anlatacağım son bir hikaye var.”
Pencereden yansıyan loş ışık, Logan’ın anlatmaya başladığı hikâyeyi adeta bir gölge tiyatrosuna dönüştürmüştü. Sözcükler, gölgelerle birleşip bir resim gibi canlanıyordu.
“Zamanın birinde bir ip cambazı vardı. Bu adam, gün batımının muhteşem manzarası eşliğinde bir gösteri yapacaktı. Onun için önemli olan tek bir şey vardı: ipe odaklanmak ve işini en iyi şekilde yapmak. Zamanı geldiğinde, tüm dikkatiyle gösterisini gerçekleştirdi. Herkes nefesini tutmuş onu izlerken, o asla aşağıya bakmadı. Gösteri sona erdiğinde işini gerçekten istediği gibi yapmıştı ama gün çoktan bitmiş, etrafındaki tüm güzellikler karanlıkta kaybolmuştu. Şimdi sana diyorum Alex, hayat hâlâ devam ediyorken etrafındaki güzelliklerin farkına var. Yoksa bir gün, her şey bittiğinde cambaz gibi hiçbir şeyin farkına varmadan günün sona erdiğini anlayacaksın.”
Logan, gözlerini dışarıya çevirdi. Kai ve Sandra'nın gülüşlerini izlerken sesi hüzünle doldu:
“Şu an ne kadar mutlu görünüyorlar değil mi? Ama Kai’nin içinde her saniye fırtınalar kopuyor. Jessy’nin gerçek kimliğini Sandra’dan nasıl saklayacağını düşünüyor durmadan.”
Alex, Logan’ın bu sözleri üzerine içindeki kararlılığı daha güçlü hissetti.
“Unuttuğun bir şey var,” dedi sakin bir tonla. “Kai, gelecekte mucizevi bir şekilde çocuğu olacağını bilmesine rağmen Sandra’yı sevmeye devam ediyor. O, geleceğin belirsizliğine rağmen kalbinden vazgeçmedi. Ben de gelecekte ne olursa olsun yoluma devam edeceğim.”
Logan, Alex’in kararlılığı karşısında derin bir nefes aldı. Ardından gözlerini Alex’e dikerek ciddi bir tonla konuştu:
“Madem öyle, o zaman seni buraya çağırmamın asıl nedenini söyleyebilirim. Şirketin yerini buldum. Özel bir arter yoluyla gidiliyor. Bu yer dünyadan gizlenmiş, bu yüzden tarih boyunca hep saklı kaldı.”
Bir an duraksadı, sonra eliyle kitaplığı işaret etti:
“İkinci raftaki beşinci aralıkta, aradığın adamla ilgili birkaç bilgi var. Ama dikkatli ol Alex. Bu işi tamamen çözene kadar temkinli hareket etmelisin. Eğer bir şey yapacaksan, keşif yapmaktan öteye gitme. Triton Şirketi, bu devirde fazla aktif değil, bu yüzden sana eşlik etmeyeceğim. Ama olur da başına bir şey gelirse, seni kontrol etmek için oraya geleceğime emin olabilirsin.”
Logan, sözlerini bitirip odadan ayrıldı.
Alex, yerinden kalktı. Ancak zihni, Logan’ın bu kadar bilgiyi nasıl bulabildiğiyle ilgili sorularla doluydu. Şüphelerini bir kenara bırakıp ikinci rafa doğru ilerledi. Beşinci aralıkta birkaç sayfa buldu.
Sayfalar tuhaftı. Bir tanesi, gelecekteki bir yazıcıdan çıkmış gibi görünen bir özgeçmiş formuydu. Formda, “Doktor Nathan” adında biriyle ilgili bilgiler yer alıyordu. Yüz resmi yoktu ama bu adamın Triton Şirketi’nde çalışan bir bilim insanı olduğu açıktı.
Alex, diğer sayfalara göz gezdirdiğinde ise bazı koordinatlar ve yılların yazılı olduğunu gördü. Artık gideceği yer belliydi. Bu yeni ipuçları, içinde hem bir merak hem de daha büyük bir sorumluluk uyandırmıştı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.08k Okunma |
1.64k Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |