
ONUNCU BÖLÜM: ‘DONMUŞ GÖZYAŞLARI’
…
Sözlerim havada asılı kalırken, kendime ne kadar aptalca geldiğini düşündüm. Ne kadar kötü bir cevaptı bu, sanki bir robot gibiydim, programlanmış, duygusuz.
Demir’in arkadaşları kendi aralarında gülüştüler. Yüzlerindeki alaycı ifadeleri görmesem de hissetmiştim. Her zaman böyleydi. İnsanlar, benim bu sahte dışa dönüklüğümün ardındaki boşluğu çabucak fark ederlerdi. Ama Demir… o gülümsemedi. Ne de olsa, Demir’in sert bir mizacı vardı. Odadaki herkes onun otoritesinden çekinir, bakışları bile insanı titretmeye yeterdi. Her zaman ciddiydi, her zaman mesafeli. Ama şu an bana bakışında alaydan eser yoktu.
Gözleri, sanki içimi okumaya çalışırcasına, benimkilere kilitlendi. Yüzünde garip bir ifade vardı; ne acıma, ne de alay. Daha çok… merak. Bu, benim için alışılmadık bir durumdu. Genellikle insanlar ya yargılar ya da beni görmezden gelirdi. Ama o, sanki gerçekten cevabımı anlamaya çalışıyor gibiydi. Bu bakış, sert görüntüsünün ardında gizlenen bir yumuşaklığın ipucu muydu? Benim için Demir, tıpkı hayatımın diğer yüzleri gibi, tanımsız bir figürdü. Sertti, evet, ama içinde ne taşıdığını bilmek imkansızdı. Kimseye açılmazdı, duygularını asla belli etmezdi. İşte bu yüzden, o anki bakışı, bana hissettirdiği o tuhaf sıcaklık, içimi ürpertti. Bu kadar çelişkili duygular bana yabancıydı.
"Herkesin hoşlandığı bir şeyler vardır Kamelya," dedi sertçe, sesi tok ve keskin. Bu, Demir’in tipik haliydi. Kelimeleri bıçak gibiydi. "Belki de sen henüz keşfetmedin, ya da kendine sormaya vakit bulamadın." Sanki bir emirdi, bir öğüt değil. Bu sözleri, beni daha önce kimsenin görmediği bir açıdan değerlendirdiğini hissettirdi. Benim için bile bir muammayken kendim, onun bu kadar derine inmeye çalışması şaşırtıcıydı.
Yine o kelime… “Keşfetmek.” Ben hiçbir şeyi keşfetmemiştim hayatımda. Sadece var olmaya çalışmıştım. Küçüklüğümden beri, hayatım bir hayatta kalma savaşıydı. Çalışmak, okumak, bir üniversite kazanmak… Tüm bunlar, bir ekmek kapısı bulmak içindi. Peki ya sonrası? Sonrası yoktu ki benim için. Hep aynı döngüye hapsolacağımı biliyordum. Hayatta kalmak için yaşıyordum, başka bir seçeneğim var mıydı ki?
Düşüncelerim beni tekrar alıp götürürken, Demir’in sesi beni geri getirdi. "Bazen, bilmediğin bir şeyden de hoşlanabilirsin," dedi, sesi hala tok ve netti, ama bu kez içinde hafif bir meydan okuma da vardı. Gözleri hâlâ üzerimdeydi, beni çözmeye çalışıyordu. Bu bakış, beni rahatsız etse de, aynı zamanda tuhaf bir şekilde güvenli hissettiriyordu. Sanki beni incitmeyecekmiş gibi. Ama ben biliyordum, iyi ilişki diye bir şey yoktu, herkesin içinde bir şeytan gizlenirdi. Bu inanç, hayatımı inşa ettiğim temeldi. Demir de dahil, herkesin içinde bir karanlık taraf vardı ve ben buna asla güvenmezdim.
Ani bir kararla, masadan kalktım. Gözlerindeki o yoğun merakı daha fazla kaldıramayacaktım. İçimde büyüyen bu yabancı hisse tahammül edemiyordum. "Benim biraz hava almam gerek," dedim, sesim olabildiğince nötrdü. Arkamı dönüp kapıya yöneldim. Kaçıyordum. Her zaman yaptığım gibi. İnsanlardan, samimiyetten, özellikle de bilmediğim duygulardan.
Tam kapıdan çıkacakken, Demir’in sesi durdurdu beni. Sesi keskin ve belirgindi. "Belki yarın, seninle başka bir şey deneyebiliriz Kamelya." Sesi ne emir vericiydi ne de rica edici. Sadece... bir öneriydi. Ama Demir’den gelen her öneri, bir talep gibiydi. Onun söylediklerine karşı çıkmak neredeyse imkansızdı.
Döndüm. O masada tek başına oturuyordu, arkadaşları çoktan kendi sohbetlerine dalmıştı. Bana doğru hafifçe gülümsedi. Bu gülümseme, daha önce gördüğüm hiçbir gülümsemeye benzemiyordu. Ne sahteydi, ne de alaycı. İçten ve sıcaktı. Tıpkı kış ortasında ansızın açan bir çiçek gibiydi. Bu kadar sert görünen, bu kadar mesafeli olan bir adamın yüzünde bu kadar samimi bir gülümseme görmek, içimi bir tuhaf yaptı. Belki de bu gülümseme de, yapacağım yeni bir hatanın başlangıcıydı. Ama garip bir şekilde, içimde, uzun zaman sonra ilk kez minik bir umut kıvılcımı yaktı.
Yarın. Başka bir şey. Bu sözler, beynimde dönüp durdu. Belki de hayatım gerçekten karambole gidebilirdi, aynen bir anda sanatçı olmayı seçtiğim gibi. Belki de bu, geçmişimin gölgesinden sıyrılmam için bir fırsattı. Kamelya'nın içinde bir yerlerde, çok derinlerde, belki de hâlâ bir şeyleri keşfetmeye hevesli küçük bir kız çocuğu saklıydı. Ve Demir’in o yabancı, ama sıcak gülümsemesi, o kilitli kapıyı aralar gibiydi.
Dışarı çıktığımda, gece ayazı yüzüme vurdu. Adımlarımı hızlandırdım, soğuğun içimdeki bu yeni ve yabancı sıcaklığı dindirmesini umuyordum. Caddeler boştu, sadece birkaç araba sesi ve uzaktan gelen uğultular vardı. Hızlıca yürüyordum, sanki birinden kaçıyor gibiydim. Ama bu kez kaçtığım şey, belirsiz bir gelecekten çok, Demir’in gözlerindeki o şeydi. O anlayış… O merak… O umut kırıntısı.
Birkaç blok öteye varmıştım ki, arkamdan tanıdık, tok bir ses duyuldu. “Kamelya! Nereye gideceğini biliyor musun?”
Kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. Durdum ve yavaşça arkamı döndüm. Tahmin ettiğim gibi, Demir'di. Caddenin lambaları altında, elleri cebinde, rahatça duruyordu. Ne kadar süredir beni takip ediyordu? Fark etmemiştim bile. Bu düşünce bile içimi ürpertti. Sanki bir gölge gibi beni izlemişti. Bir anlık sinirle, "Sizi ilgilendirmez!" diye çıkıştım, sesim kendi kulağıma bile sert gelmişti.
Demir bana doğru adımladı, adımları ağırdı ama kararlıydı. Aramızdaki mesafeyi kapatana kadar bekledim, içimde bir yerlerde bu yüzleşmenin kaçınılmaz olduğunu biliyordum. "İlgilendirir," dedi, sesi hala sakin ama keskin bir otorite taşıyordu. Gözleri çelik gibiydi. "Sana bir soru sordum, cevaplamadın. Şimdi, bu saatte neden yalnız başına dolaşıyorsun?"
Gözlerinin içine baktım. Ne söyleyecektim? "Uyuyamadım mı?" Saçmalıktı. "Çalışmaktan hoşlanıyorum, yani sanırım" dediğim gibi, bu da kulağa aptalca gelirdi. Yalan söylemeye kalkışsam, Demir'in keskin bakışlarının ardındaki gerçeği hemen göreceğini biliyordum. Belki de yıllar sonra ilk kez, birinin karşısında bu kadar savunmasız hissediyordum. Maskem çatırdıyordu.
"Neden umurunda ki?" diye mırıldandım, sesim neredeyse duyulmuyordu.
Demir derin bir nefes aldı. Gözleri karanlıkta daha da keskin görünüyordu. "Çünkü," dedi, sesi alçaktı ama her kelimesi ağırlık taşıyordu, sanki bir hükmü açıklıyordu. "Az önce bana neyden hoşlandığını bilmediğini söyledin. Ve bu, doğru olamaz. Her insanın bir tutkusu vardır, Kamelya. Onu bulmak zorundasın. Bazen de biri sana yardım eder."
Durdu. O an, sanki bir karar vermiş gibiydi. "Seninle ilgili bazı şeyler duydum," diye devam etti. Sesi daha da alçaldı, ama tonu hala katıydı. "Annen ve baban... bir kazada ölmüşler. Sen annenin ölü bedeninden çıkarılmışsın."
Duyduklarımla donup kaldım. Nasıl biliyordu? Kimden öğrenmişti? Bu benim en karanlık sırrımdı, kimseye bahsetmediğim, hatta kendime bile yüksek sesle söylemediğim bir gerçek. Bedenimdeki tüm kan çekilmiş gibiydi. Yalvarabilirdim, bu konuyu kapatması için yalvarabilirdim.
Demir yüzümdeki şoku fark etmişti. Bakışları yumuşadı, ama sesi hala sert bir gerçekçilikle doluydu. "Biliyorum, zor. Benim de hayatımda erken yaşta kaybettiğim şeyler oldu. Dünya adil değil, Kamelya. Hiçbir zaman da olmadı." Bu beklenmedik itiraf, beni daha da şaşırttı. Demir gibi, çelik gibi bir adamın böyle bir açıklama yapması... Bu, onun duvarlarının ardındaki bir çatlağı görmek gibiydi. Sanki o da benim gibi bir gölgeler dünyasından geliyordu.
"Senin o yaşta yaşadığın acıyı hayal bile edemiyorum," dedi, sesi daha da ağırlaştı. "Ama bu, senin hayatının her zaman mutsuz olacağı anlamına gelmez. Senin gücünü görüyorum Kamelya. O hayatta kalma gücünü. Ve o gücü, kendine faydalı bir hale getirebilirsin."
Sözleri, bir anda beni sarstı. Benim hayatımın bir özeti olan bu acıyı, o bir güç olarak görüyordu. Benim kendime bile itiraf edemediğim bu zaafı, o bir potansiyel olarak görüyordu. Gözlerinin içine baktım. İlk kez, birinin beni gerçekten gördüğünü hissettim. Maskemin ardındaki Kamelya'yı, o küçük, kaybolmuş kızı. Ve bu kez, kaçmak istemedim. Sadece durdum, ayazın ortasında, Demir'in sözlerinin içimi yakmasına izin verdim. Belki de bu, kabuğumdan çıkacağım anın başlangıcıydı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |