16. Bölüm

•13•

Dazay
dazaydes

ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: ‘TAPINAK’


Demir’in sesi, tapınağın eski taş duvarlarında yankılandı: "Sen, Ladinya'nın en eski soyundan geliyorsun Kamelya. Alev Soyu'nun son mirasçısısın. Ve kanında, bu tapınağın bile unuttuğu güçler akıyor." Bu sözler, beynime işlenmiş, ruhuma kazınmış gibiydi. Çevremdeki dünyanın sesi boğuklaşmış, sadece onun tok, kararlı sesi kulaklarımda yankılanıyordu. Kapan'ın endişeli bakışları, arkamızdaki kar maskeli adamların heykel gibi duruşları… Hepsi birer silüete dönüşmüştü. Gördüğüm tek şey Demir'in çelik gibi gözleriydi.


"Ne... ne demek bu?" diye sordum, sesim çatlak, adeta bir fısıltıydı. Yıllardır inandığım, üzerine kurduğum tüm hayat, bir anda paramparça olmuştu. Ben bir doktordum, bilim kadınıydım. Mucizelere inanmazdım. Ama şu an, ayaklarımın altındaki zemin bile titriyor gibiydi, sanki yeni bir gerçeklik kendini zorla kabul ettiriyordu.


Demir, tapınağın girişine doğru döndü. Kalın, oyma taş kapıların üzeri yosun ve zamanın izleriyle kaplıydı. Her ne kadar yıkık dökük görünse de, bu yapının bir zamanlar taşıdığı gücü ve ihtişamı hissetmek mümkündü. Havada, garip bir enerji titreşiyordu, derimin altında karıncalanmalar hissediyordum. "Bu, senin geçmişin Kamelya. Ve geleceğin," dedi. Eliyle kapıyı işaret etti. "İçeri gel."
İçimde bir tereddüt belirdi. Bu kapıdan içeri girmek, bildiğim her şeyi geride bırakmak demekti. Geri dönüşü olmayan bir yola adım atmak gibiydi. Kapan’a baktım. Yüzünde hala derin bir endişe vardı, ama aynı zamanda kaçınılmaz bir kabulleniş de okuyabiliyordum. Gözlerinde, “Bu senin kaderin,” der gibi bir ifade vardı. Belki de bu benim kaderimdi, ama ben kendi kaderimin efendisi olmak istiyordum.
Derin bir nefes aldım. "Neden ben?" diye sordum Demir'e. "Neden şimdi?"
Demir bana döndü, gözlerinde bir sabırsızlık parladı. "Kaderin seni buraya sürükledi Kamelya. Ladinya'ya gelişin bir tesadüf değil. O kaza, annenle babanın ölümü, senin Ladinya'ya adım atman… Hepsi birbirine bağlıydı. Ve şimdi, zamanı geldi. Alev Soyu'nun son mirasçısı sensin. Bu mirası taşıyacak başka kimse yok."


Sesi, tartışmaya kapalıydı. Geri çekilecek bir yeri yoktu. Başımı hafifçe salladım, içimdeki korkuya rağmen adımlarımı kapıya doğru yönelttim. Kapan, yanımda sessizce yürüyordu. Demir, iki kar maskeli adamına kısa bir işaret verdi. Kapının önündeki devasa taşlar, sanki görünmez bir güç tarafından itiliyormuş gibi, ağır ağır yana kaydı. İçeriden yayılan hava, nemli ve küflüydü, ama aynı zamanda yoğun bir enerjiyle doluydu.
Tapınağın içi, dışarıdan göründüğünden çok daha büyüktü. Yüksek tavanlar, çökmüş sütunlar ve yarı karanlıkta kaybolan geniş bir alan… Güneş ışığı, tepedeki çatlaklardan içeri süzülüyor, toz zerreciklerini aydınlatıyordu. Yere serpilmiş taş oymaları, karmaşık sembollerle doluydu. Tıpkı elimdeki kutudaki parşömenlerde gördüklerim gibi. Bu semboller, bir dilin parçaları gibiydi, ama ben bu dili okuyamıyordum, henüz.


İçeride, Demir önde, ben ve Kapan arkasında ilerliyorduk. Yürüyüşümüz sessizdi, sadece ayak seslerimizin yankısı ve uzaktan gelen tuhaf bir fısıltı duyuluyordu. Sanki duvarlar, asırlar öncesinden gelen hikayeleri fısıldıyordu.


Tapınağın ortasına geldiğimizde, Demir durdu. Tam ortada, yerde büyük, dairesel bir oyma vardı. Ortasında yanan bir şömine gibi oyuk ve etrafında daha önce hiç görmediğim semboller. Bu oyma, sanki bir haritanın merkeziydi, ya da bir güç kaynağının işaretçisi.


"Burası," dedi Demir, sesi tapınağın içinde daha da gürleşiyordu, "Alev Soyu'nun yemin ettiği, güçlerinin ilk kez uyandırıldığı yerdir. Bu tapınak, binlerce yıl önce inşa edildi. Ve senin ailen, onun koruyucusuydu."
Gözlerim kocaman açıldı. Benim ailem mi? Ailem dediği, sadece ismini bile bilmediğim, hayatta kalmak için mücadele ettiğim, kaderin lanetlediği insanlardı. "Benim ailem... doktorlardı," diye mırıldandım. "Onlar sıradan insanlardı."


Demir alayla gülümsedi. "Sıradan mı? Alev Soyu'ndan gelen hiç kimse sıradan olamaz Kamelya. Onlar, Ladinya'yı gölgelerin efendilerinden koruyan en güçlü savaşçılar ve mühürcülerdi. Ta ki…" Sesi kesildi, yüzünde kısa bir an için bir gölge belirdi. "Ta ki son savaşta, ihanet yüzünden zayıf düşene kadar."
"İhanet mi?" dedim. "Ne ihaneti?"
Demir, yerde oyulmuş dairenin yanına oturdu. Ben ve Kapan da karşısına oturduk. Kar maskeli adamlar ise tapınağın girişinde nöbet tutmaya devam ediyorlardı. "Alev Soyu, Ladinya'nın dengesini koruyan dört kadim soydan biriydi. Her bir soyun kendine özgü bir gücü vardı. Alev Soyu, element ateşi kontrol eder, onu kendi iradelerine göre şekillendirirlerdi. Onların ateşi, sadece yakıp yıkan değil, aynı zamanda arındıran, yeniden doğuran bir ateşti."


Dinliyordum. Her kelime, bana yeni bir dünya sunuyordu. Ateş… Kanımda yanan ateş… Elimdeki kutu ve içindeki parşömenler, zihnimdeki her parçayı birleştirmeye başlıyordu.
"Annen ve baban, son savaşın en güçlü savaşçılarıydı. Onlar Ladinya'yı kurtarmak için kendilerini feda ettiler," diye devam etti Demir. Sesi daha da alçaldı, ama her kelimesi bir ağırlık taşıyordu. "Ama savaşın son anlarında, en güvendikleri kişiler tarafından ihanete uğradılar. O ihanet, Alev Soyu'nun gücünü kırdı, onları yok olmanın eşiğine getirdi."


İhanet… Bu kelime, içimde soğuk bir öfke uyandırdı. Ailemin trajik ölümünün ardında sadece bir kaza değil, bir ihanet de mi vardı? Peki kimdi bu hain? Neden yapmıştı bunu?
"Peki ben?" diye sordum. "Nasıl hayatta kaldım?"


Demir gözlerini bana dikti. "Annen, son nefesiyle tüm gücünü sana aktardı. Bu, Alev Soyu'nun en kadim büyülerinden biriydi. Kendini feda ederek, senin yaşamanı sağladı. Ve o güç, senin içinde uykuya yattı. Senin Ladinya'ya gelmenle, bu gücün uyanması için bir kapı aralandı."


Gözlerim doldu. Annem… Benim hiç tanıyamadığım, sadece hayallerimde gördüğüm annem… Bana hayatını feda etmişti. Ve şimdi, onun gücü benim içimde miydi? İçimdeki bu tarifsiz acı, bir anda şükrana, minnete dönüşmüştü.


"Peki, o ihanet eden kimdi?" diye sordum, sesim öfkeden titriyordu.
Demir'in yüzü karardı. "Bu, şimdilik bilmen gereken bir sır değil Kamelya. Öğrenmen gereken çok daha önemli şeyler var."


Kapan, yanımda sessizce oturmuş, sanki her kelimeyi dikkatle dinliyordu. Yüzünde hala bir endişe vardı, ama bakışları daha keskindi.


"Benim görevim," diye devam etti Demir, "seni bu güce hazırlamak. Alev Soyu'nun mirasçısı olarak, Ladinya'nın sana ihtiyacı var. Gölgeler tekrar yükseliyor. Ve sadece Alev Soyu'nun ateşi onları durdurabilir."


"Gölgeler mi?" diye sordum. Bu fantastik dünyanın karanlık tarafı kendini göstermeye başlamıştı. Kapan'ın bana Ladinya'nın tehlikelerinden bahsetmesi şimdi çok daha anlamlı geliyordu.
"Gölgeler, bu dünyanın dengesini bozan karanlık varlıklardır," diye açıkladı Demir. "Onlar, kadim soyların gücünü ele geçirmek, Ladinya'yı kendi karanlıklarına boğmak istiyorlar. Ve şu an, en zayıf noktamız, Alev Soyu'nun gücünün uykuda olması."
"Peki bu güç nasıl uyanacak?" diye sordum, aklımda yüzlerce soru dönüp duruyordu.


Demir ayağa kalktı. Yerdeki dairesel oymanın merkezine doğru yürüdü. "Burası, bir eğitim yeriydi. Alev Soyu'nun çocukları, burada güçlerini kontrol etmeyi, elementle bağ kurmayı öğrenirlerdi." Parmaklarını yerdeki oyuklardan birinin üzerine koydu. Oymalar, aniden soluk bir kırmızı renkle parlamaya başladı. İçeriden hafif bir sıcaklık yayıldı.
"İlk dersin," dedi Demir, bana dönerek. "Ateşle bağ kurmak."


Gözlerim büyüdü. Ateşle bağ kurmak mı? Bir doktor olarak, ateşi her zaman bir tehlike olarak görmüştüm. Yanıklar, yangınlar, yıkım… Şimdi ise, onunla bir olmam mı gerekiyordu?
"Nasıl yapacağım?" diye sordum.
Demir, elini bana uzattı. "Yere otur. Ellerinle bu oyuklara dokun. Ve içindeki ateşi hissetmeye çalış." Sesi, bir emir gibiydi.


Tereddüt ettim. Ama geri dönüş yoktu. Yere oturdum, Demir'in gösterdiği oyuklara ellerimi koydum. Taş soğuktu, ama kısa süre sonra avuç içlerimde hafif bir sıcaklık hissetmeye başladım. İçimdeki ateşi hissetmek… Ne demekti bu? Annemin bana aktardığı güç müydü bu?


Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldım. Ladinya'da, Kapan'ın anlattığı gibi, her şeyin bir gücü vardı. Herkesin bir potansiyeli… Ben bir cerrah olarak, insan bedeninin zayıflıklarını ve güçlerini biliyordum. Şimdi ise, kendi bedenimin ve ruhumun derinliklerinde yatan bilinmeyen bir gücü keşfetmem gerekiyordu.


Zihnimde, parşömenlerdeki o "yanan ateş" ifadesi yankılandı. Düşündüm. Annem, son nefesinde bana bu gücü aktarmıştı. Bu güç, beni hayatta tutmuştu. Benim özümdü. Belki de yıllardır hissettiğim o tarifsiz boşluk, bu gücün uykuda olmasından kaynaklanıyordu.


Bir anda, avuç içlerimdeki sıcaklık arttı. Kanımın damarlarımda daha hızlı aktığını hissettim. İçimde bir şeyler kıpırdıyordu, uyanan bir canavar gibi. Bu, korkutucuydu, ama aynı zamanda heyecan vericiydi. Bu hissi daha önce hiç deneyimlememiştim.
Demir'in sesi, kulağımda bir fısıltı gibiydi. "Odaklan Kamelya. İçindeki ateşi hisset. O senin bir parçan. Onunla bir ol."


Gölgelerden gelen gücü taşıyorsun… Annemin mührü, ruhuna kazınmış… Bu satırlar, şimdi birer talimat gibi geliyordu. Gözlerimi hala kapalı tutarken, zihnimde annemin hayali belirdi. Ona dokunmak istedim, onu hissetmek istedim. Onun sevgisini, onun fedakarlığını…


Aniden, zihnimde bir patlama oldu. Gözlerimi açtım. Avuç içlerimden, soluk kırmızı renkte, titrek alevler yükseliyordu. Gerçek alevler! Şaşkınlıkla ellerime baktım. Alevler, parmaklarımın ucunda dans ediyordu, bana zarar vermeden. Dokunduğum taş oymaları da aynı renkle parlıyordu, sanki benim ateşimle besleniyorlardı.
Kapan'ın şaşkınlık dolu bir soluğu duyuldu. Demir'in yüzünde ise, ilk kez belirgin bir memnuniyet ifadesi belirdi. Dudaklarının kenarı yukarı kıvrılmıştı. "Başardın," dedi tok bir sesle. "İlk adımı attın Kamelya. Ateşle bağ kurdun."


Alevler, yavaşça sönmeye başladı. Avuç içlerimdeki sıcaklık azaldı. Ama içimde, o kıvılcım hala yanıyordu. Bu, bir başlangıçtı. Benim sıradan cerrah hayatımın sona erdiği, Alev Soyu'nun son mirasçısı olarak yeni bir yolculuğa çıktığım andı. Korkuyordum, ama artık yalnız değildim. Ve Demir, bu tehlikeli dünyada bana rehberlik edecek gibi görünüyordu.


"Peki şimdi ne olacak?" diye sordum, sesimde yeni bulduğum bir kararlılık vardı.
Demir ayağa kalktı. Gözleri, karanlıkta parlayan birer yıldız gibiydi. "Şimdi, gerçek eğitim başlıyor Kamelya. Ladinya'nın sana ihtiyacı var. Ve sen, onu kurtaracak kişi olabilirsin."
Demir, yere oyulmuş dairesel şeklin etrafında dolaşmaya başladı. Her adımı, tapınağın eski taşlarını titretiyor gibiydi. "Alev Soyu'nun gücü, sadece yakmakla ilgili değildir," diye devam etti, sesi şimdi daha açıklayıcıydı. "Onların ateşi, aynı zamanda iyileştirir, korur ve dönüştürür. Senin cerrahlık yeteneğin, bu gücün Ladinya'da farklı bir tezahürü olabilir. Bedenin içindeki dengeyi anlayan biri olarak, elementlerin dengesini de anlama potansiyeline sahipsin."


Bu, benim için yeni bir bakış açısıydı. Cerrahlık, benim için bir kaçıştı. Ama şimdi, o kaçışım, bu yeni gücümün bir parçası mıydı? Belki de Ladinya'ya gelmemin asıl nedeni, bu yeteneğimi keşfetmekti.


"Eğitim, kolay olmayacak Kamelya," dedi Demir, bakışlarını tekrar bana çevirdi. Gözleri, sert bir uyarı taşıyordu. "Alev Soyu'nun gücü büyüktür, ama kontrol edilmezse, taşıyıcısını da yakabilir. Ve Gölgeler… Onlar senin gücünün uyandığını hissedecekler. Seni bulmaya çalışacaklar."


Kapan'ın yanımda gerildiğini hissettim. Gölgeler… Ladinya'nın karanlık tarafı. Kapan'ın bana Ladinya'nın tehlikelerinden bahsetmesi şimdi çok daha somut bir hal alıyordu. Artık sadece bir dünyalı değil, hedef tahtasındaki bir mirasçıydım.
"Koruyacak mısın beni?" diye sordum, sesimdeki zayıflığı gizleyemiyordum.
Demir'in yüzündeki sert ifade bir anlığına yumuşadı, ama hemen eski haline döndü. "Benim görevim, seni eğitmektir. Ve Ladinya'yı korumaktır. Sen de Ladinya'nın bir parçasısın artık. Gücünü kontrol etmeyi öğrendiğinde, kendini de, bu dünyayı da koruyabilirsin." Sözlerinde bir vaat vardı, ama daha çok bir sorumluluk yüklüyordu omuzlarıma.
"Eğitim nerede olacak?" diye sordum, içimde bir merak ve hafif bir korku karışımı vardı.


Demir, tapınağın arka kısmına doğru bir baş işareti yaptı. Orada, yarı karanlıkta kaybolan, dar bir geçit vardı. "Burası, başlangıç. Ama asıl eğitim, tapınağın altında, Alev Soyu'nun en gizli yerlerinde gerçekleşecek. Orası, elementlerin en saf haliyle buluştuğu yerdir."


Yutkundum. Tapınağın altı… Kulağa korkutucu geliyordu. Ama aynı zamanda, içimde bir heyecan dalgası yükseliyordu. Kendimi, bilinmeyen bir maceranın eşiğinde hissediyordum.
Kapan, bana döndü. "Ben seni dışarıda bekliyor olacağım Kamelya," dedi, sesi ciddiyetle doluydu. "Dikkatli ol." Gözlerinde, sanki beni son bir kez uyarıyor gibi bir bakış vardı. O da benimle birlikte bu değişimin bir parçasıydı artık.
Demir, geçide doğru ilerledi. "Gel," dedi sadece.


Tercih şansım yoktu. Korku ve merak iç içe geçmiş bir halde, Demir'in arkasından yürüdüm. Geçit, dar ve karanlıktı. Hava, aşağı indikçe daha da ağırlaşıyor, toprağın ve taşın kokusu burnuma doluyordu. Duvarlara dokunduğumda, soğuk ve nemli olduklarını hissettim.
Birkaç dakikalık yokuş aşağı inişin ardından, geçit genişlemeye başladı. Karşımda, devasa bir mağara belirdi. Mağaranın tavanı yüksek, duvarları ise garip kristallerle kaplıydı. Bu kristaller, loş bir ışık yayıyordu, mağarayı gizemli bir parıltıyla dolduruyordu. Mağaranın ortasında, yine dairesel bir oyma vardı, ama buradaki çok daha büyüktü ve yerden sürekli bir ısı yayıyordu.
"Burası," dedi Demir, sesi mağarada yankılandı, "Alev Soyu'nun kalbi. Burada, elementle bir olacaksın."
Gözlerim, mağaranın her köşesini tarıyordu. Her yerde, garip semboller ve çizimler vardı. Bazıları, parşömenlerde gördüklerimle aynıydı. Mağaranın bir köşesinde, pırıl pırıl parlayan bir havuz vardı. Suyun yüzeyinden buhar yükseliyordu.
"Bu havuz ne?" diye sordum.
Demir havuzu işaret etti. "Ateş havuzu. Alev Soyu'nun gücüyle beslenir. Ve onunla arınır, güçlenirsin."
Arınmak mı? Güçlenmek mi? Tüm bunlar, bir cerrah olarak bildiğim her şeyin dışındaydı. Ama aynı zamanda, içimde bir yerlerde, tüm bunların gerçek olduğuna dair garip bir his vardı.


Demir bana döndü. "Yarın şafakla birlikte, ilk dersine başlayacaksın Kamelya. Kendini hazırla. Bu yolculuk, sadece güçlerini keşfetmekle ilgili değil, aynı zamanda kendini keşfetmekle de ilgili."
Tapınağın eski taşları arasında, yeni bir ateşin tohumları atılmıştı. Bilinmeyen bir gücün uyanışı, Ladinya'nın kaderini değiştirecek bir yolculuğun başlangıcıydı. Ve ben, Kamelya, artık sadece bir cerrah değil, kanında kadim bir ateş taşıyan, gölgelerden gelen gücün mirasçısıydım.


Bu mağaranın derinliklerinde, beni nelerin beklediğini bilmiyordum. Ama bir şeyi kesin olarak biliyordum: Artık eski Kamelya yoktu. Yeni bir Kamelya doğuyordu, ateşiyle ve sırlarıyla. Ve bu ateşi kontrol etmeyi öğrenmek zorundaydım. Kapan'ın endişeli bakışları, Demir'in kararlı duruşu ve elimdeki kutudaki kadim mirasla, Ladinya'nın kaderi avuçlarımdaydı. Ve bu sorumluluğun ağırlığı, omuzlarımda hissediliyordu.

 

Bölüm : 23.06.2025 20:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...