17. Bölüm

•14•

Dazay
dazaydes

ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: ‘ATEŞİN DANSI’


Mağaranın içindeki loş, kristal parıltısı, etrafımı saran nemli havayla karışıyor, her nefesimde ciğerlerime dolan kadim kokularla beni daha da derine çekiyordu. Demir'in sözleri zihnimde yankılandı: "Burası, Alev Soyu'nun kalbi. Burada, elementle bir olacaksın." Gözlerim mağaranın ortasındaki dairesel oyuğa takıldı. Oradan yayılan ısı, bir fırın gibi değil, aksine, içimde bir yerleri ısıtan, tanıdık ama bir o kadar da yabancı bir sıcaklıktı.


"Ne yapmam gerekiyor?" diye sordum, sesim mağaranın tavanında yankılandı. Korku ve merak arasındaki ince çizgide yürüyordum. Bilmediğim bir dünyanın, bilmediğim bir gücün eşiğindeydim.
Demir, oyuğa doğru bir adım attı. Yüzündeki sert ifade değişmemişti, ama gözlerinde bir beklenti vardı. "İlk dersin, içindeki ateşi uyandırmak. Kontrol etmeden önce, varlığını hissetmelisin." Eliyle oyuğun kenarındaki bir noktayı işaret etti. "Dairenin ortasına geç. Gözlerini kapat. Ve hisset. Seni ateşe götüren her şeyi düşün."
Yutkundum. Ateşe götüren her şey mi? Hayatım boyunca ateşi hep bir yıkım aracı olarak görmüştüm. Yanıklar, yangınlar, yıkım… Annemin ve babamın ölümünü hatırlatan, yakıp kavuran bir acı… Ama Demir, bu ateşin aynı zamanda arındıran, yeniden doğuran bir güç olduğunu söylemişti. Bu ikilemi nasıl aşacaktım?


Tereddütle dairenin ortasına geçtim. Ayaklarımın altındaki taş, pürüzsüz ve sıcaktı. Kapan'ın dışarıda, tapınağın kapısında beni beklediğini biliyordum. Onun endişeli bakışları, aklıma gelince içimde tuhaf bir güven hissi oluşuyordu. Belki de Ladinya'daki tek bağım oydu, Demir ne kadar rehberim olsa da, Kapan'ın sessiz, koruyucu bir duruşu vardı.
Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldım. Zihnim, hayatımın acı dolu anlarına doğru kaymaya başladı. Terk edilişimin acısı, yalnızlık, Burak'ın ihaneti… O gün doğumhanede hissettiğim öfke, kanımdaki kaynama… Bunlar, ateşi besleyen duygular mıydı?


Demir'in sesi, zihnimde yankılandı: "O, senin bir parçan. Onunla bir ol."
Elimdeki kutuyu hatırladım. Parşömenlerdeki "Kanında Yanan Ateş" ifadesi. Annemin son nefesiyle bana aktardığı güç… Bu bir intikam ateşi değildi, olmamalıydı. Bu, bir yaşam ateşiydi.
Odaklanmaya çalıştım. Öfkeyi ve acıyı bir kenara ittim. Annemin fedakarlığını, bana verdiği hayatı düşündüm. Onun sevgisini… İçimde, yıllardır bastırdığım, adını koyamadığım bir enerji kıpırdanmaya başladı. Göğüs kafesim sıkıştı, sanki kalbim daha hızlı atıyordu. Bu enerji, yavaş yavaş toplanıyor, midemden boğazıma doğru yükseliyordu. Sıcaklık artıyordu.


Dudaklarım titremeye başladı. Sanki her hücrem, bu güce tepki veriyordu. Ellerim kendiliğinden kalktı, parmaklarım gerildi. Avuç içlerimden yayılan ısı, tüm vücudumu sarmaya başladı. Bu, sadece fiziksel bir sıcaklık değildi; ruhumun derinliklerinden gelen, beni her yerden saran bir histi. Sanki ben, bu gücün kendisi oluyordum.


Birden, gözlerim kapalıyken bile, kırmızı bir parlaklık hissettim. Avuç içlerimden çıkan alevler, etrafımı bir kalkan gibi sarıyordu. Titrek ama güçlüydüler. Onlara dokunduğumu hissetmiyordum, sadece varlıklarını biliyordum. Zihnimde, parşömenlerdeki o semboller belirdi: İç içe geçmiş üçgenler, alevlenen yılanlar… Hepsi, bu gücün bir parçasıydı.


Demir'in sesi bu kez şaşkınlık ve hayranlık karışımı bir tondaydı: "Bu… Bu inanılmaz. Daha önce kimse ilk denemede bu kadar yoğun bir enerji açığa çıkaramamıştı."
Gözlerimi açtım. Karşımda duran Demir, yüzünde net bir şaşkınlık ifadesiyle bana bakıyordu. Etrafımdaki alevler, mağaranın loş ortamını aydınlatıyordu. Sanki mağaranın kristal duvarları bile bu enerjiye tepki veriyor, daha da parlaklaşıyordu.


Demir'in bana doğru bir adım attığını hissettim. "Şimdi, onları kontrol etmeye çalış Kamelya," dedi. "Alevleri küçült. Onları yönlendir. Onların senin iradenle hareket etmesini sağla."


Zihnimdeki tüm düşünceler bir anda sustu. Sadece alevler vardı, ve ben. Sanki alevler benim bir uzantımdı, bedenimin bir parçası. Onları küçültmeyi düşündüm. Alevler, anında küçülmeye başladı, önce avuç içlerimin boyutuna indi, sonra parmaklarımın ucunda minik kıvılcımlara dönüştüler. Sonra onları tekrar büyütmeyi düşündüm, alevler hızla yükseldi, tavanı neredeyse dolduracak kadar büyüdüler. Sanki ateş, benim her emrime itaat ediyordu. Bu, baş döndürücü bir histi. Bir kontrol hissi, gücün bende olma hissi.


Demir'in yüzünde derin bir düşünce belirdi. "Çok hızlı öğreniyorsun. Bu... beklenenin ötesinde."
"Ben sadece… deniyorum," dedim, sesim biraz titriyordu. Bu gücü kontrol edebildiğime inanamıyordum. Doktor kimliğimle ne kadar zayıf, kırılgan olduğumu düşünmüştüm. Ama şimdi, içimde yanan bu ateşle, bambaşka biriydim.
"Şimdi," dedi Demir, "onları söndür. Tıpkı bir cerrahın ameliyatını bitirmesi gibi. Net ve kesin bir hareketle."


Odaklandım. Alevlerin küçülmesini, sönmesini istedim. Birer birer, parmaklarımın ucundaki kıvılcımlar kayboldu. Mağara tekrar loş bir hal aldı. Ama içimdeki sıcaklık kalıcıydı, sanki bir kor, kalbimin ortasında sürekli yanıyordu.


Yorgunlukla yere çöktüm. Tüm enerji, bedenimden çekilmiş gibiydi. Ama bu yorgunluk, hoş bir yorgunluktu. Bir başarı yorgunluğu.
Demir yanıma geldi ve yere çöktü. "Bu, başlangıçtı Kamelya," dedi, sesi hala ciddiyetle doluydu. "Senin içindeki ateş çok güçlü. Ve onu kontrol etmeyi öğrenmek, uzun ve yorucu bir süreç olacak."
"Ne kadar sürecek?" diye sordum. Bu güce sahip olmak heyecan vericiydi, ama aynı zamanda hayatımı ne kadar değiştireceğini de merak ediyordum. Ladinya'da ne kadar kalacaktım? Doktorluk hayatım bitmiş miydi? Burak'ın ihaneti, Elya'nın doğumu, annemin ölümü… Hepsi bu yolculuğun bir parçası mıydı?


Demir omzuma dokundu. Dokunuşu, sert ama aynı zamanda güven vericiydi. "Bilemeyiz. Bazıları için aylar, bazıları için yıllar sürebilir. Ama sen… sen hızlısın. Senin kanındaki Alev Soyu'nun gücü, derinlerde uyanmayı bekliyordu."
Ayağa kalktı ve bana elini uzattı. Elini tuttum, beni kolayca ayağa kaldırdı. "Bugünlük bu kadar yeter," dedi. "Zihnin ve bedenin dinlenmeli. Yarın, daha karmaşık derslere başlayacağız."


Mağaradan çıkarken, her adımımda içimdeki o koru hissediyordum. Dışarıda, Kapan bizi bekliyordu. Yüzündeki gergin ifade, bizi gördüğünde hafifledi. Özellikle de bana baktığında, gözlerinde bir rahatlama parıltısı vardı. Sanki tehlikeden dönmüş birini görmüş gibiydi.


"Nasıldı?" diye sordu Kapan, sesi her zamankinden daha yumuşaktı.
Demir, Kapan'a kısa bir bakış attı. "Uyanış başladı," dedi sadece. Kapan'ın gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Bu kısa cümle, onun için çok şey ifade ediyordu.


Yorgun ama içimde bir zafer hissiyle Kapan'ın evine geri döndük. Yol boyunca Kapan'ın bana hiç soru sormaması dikkatimi çekti. Belki de Demir'den duyduğu bu "uyanış" kelimesi, onun için yeterliydi. Ya da o da bu dünyanın gizemlerini o kadar iyi biliyordu ki, benim yaşadığım bu deneyimin ne anlama geldiğini tahmin edebiliyordu.
Eve girdiğimizde, kendimi direkt koltuğa attım. O kadar yorgundum ki, oturduğum yerde uyuyabilirdim. Ama zihnim aktif kalmaya devam ediyordu. Alevler… Parmaklarımın ucunda dans eden o ateş… Bu, bir rüya değildi. Bu, benim yeni gerçeğimdi.


Kapan, yanıma geldi ve elindeki bir fincan garip kokulu bitki çayını uzattı. "Bunu iç," dedi. "Dinlenmene yardımcı olur."
Çayı aldım. Kokusu keskin ama rahatlatıcıydı. Bir yudum aldım. Tadı, Ladinya'nın toprağı gibiydi; hem yabancı hem de bir şekilde tanıdık. "Teşekkür ederim Kapan," dedim. Bu küçük jesti bile, bana bu yabancı dünyada yalnız olmadığımı hissettiriyordu.


"Demir... ne kadar tehlikeli?" diye sordum, aklımdaki soruyu daha fazla tutamadım. Kapan'ın onun hakkındaki uyarıları, içimde bir endişe yaratmıştı.
Kapan, fincanını mutfak tezgahına bıraktı. Yüzünde karmaşık bir ifade belirdi. "Demir… O bir Köklü'dür Kamelya. Ladinya'nın en eski ailelerinden birinden geliyor. Onun gücü, seninkinden farklıdır, ama en az seninki kadar güçlüdür."
"Köklü mü?" diye sordum. Ladinya'nın hiyerarşisini henüz anlamıyordum.


"Evet," dedi Kapan. "Dört kadim soy vardı. Alev Soyu, Demir Soyu, Su Soyu ve Toprak Soyu. Her bir soyun kendine özgü bir elementi ve gücü vardı. Demir, Demir Soyu'nun son liderlerinden biridir. Onlar, güçlü zırhlar, kalkanlar yaratabilir, metal ve taşa hükmedebilirlerdi."
Gözlerim kocaman açıldı. Bu, inanılmazdı. Yani Demir de, benim gibi, bir güce mi sahipti? Ve benim ailemle onun ailesi, Ladinya'nın en eski ve en güçlü soyları mıydı? Bu, bir araya gelişimizin bir tesadüf olmadığı anlamına geliyordu.
"Peki neden… neden bana yardım ediyor?" diye sordum. "Ve neden bana bu kadar sert davranıyor?"
Kapan derin bir nefes aldı. "Demir Soyu ve Alev Soyu, tarih boyunca hem müttefik hem de rakip oldular. Birlikte Ladinya'yı korudular, ama aynı zamanda güçleri için rekabet ettiler. Alev Soyu'nun düşüşünden sonra, Demir Soyu da zayıfladı. Demir, geçmişin yükünü taşıyor. Ve senin gücün, Ladinya'yı kurtaracak son umut."


Demir'in bana karşı olan sertliği, onun üzerindeki bu büyük sorumluluktan mı kaynaklanıyordu? Ladinya'nın kaderi, omuzlarındaydı. Ve şimdi, benim de.
"Kapan," dedim, aklıma gelen bir başka soruyla. "Senin gücün ne?" Kapan'ın benimle Ladinya'ya geldiğim ilk andan itibaren bir sır perdesi vardı.


Kapan'ın yüzünde anlık bir gerginlik belirdi. Gözleri kaçamak bir şekilde bana baktı. "Benim gücüm… sana lazım olacak Kamelya. Ama şu an değil. Zamanı geldiğinde öğreneceksin." Sesi, konuyu kapatmak ister gibiydi.
Israr etmedim. Ladinya'nın kendi sırları vardı ve Kapan'ın da. Şu an için, kendi gücüme odaklanmalıydım. Çayımı bitirdim. Vücuduma yayılan sıcaklık, beni rahatlatmış, uykunun kollarına itmeye başlamıştı.


"Yarın… Demir'le ne yapacağız?" diye sordum, son bir kez.
Kapan, fincanı elimden aldı. "Yarın, Alev'in kalbine ineceksin. Gerçek eğitim orada başlayacak."
Gözlerim kendiliğinden kapandı. Alevin kalbi… Bir sonraki adım, daha derinlere inmekti. Bu yolculuk, beni nereye götürecekti? Bilmiyordum. Ama artık korkmak yerine, içimde yeni bir ateşle yanıyordum. Merak ateşi, öğrenme ateşi, ve belki de… Ladinya'yı kurtarma ateşi.


Uykuya dalarken, zihnimde alevlerin dansı ve Demir'in sesi yankılandı: "Alev Soyu'nun son mirasçısı sensin." Ve ben, Kamelya, yeni gerçekliğimde yavaş yavaş şekilleniyordum.


Sabah uyandığımda, bedenimde garip bir zindelik hissi vardı. Sanki o dün geceki yorgunluk hiç yaşanmamıştı. Gözlerimi açtığımda, odanın tavanındaki ahşap kirişler bana Ladinya'da olduğumu hatırlattı. Yatağımdan kalktım. İçimde, dünkü dersin ardından kalan o hafif sıcaklık hala hissediliyordu, avuç içlerimde yoğunlaşan bir karıncalanma vardı. Bu, bir rüya değildi. Ateş, benimdi.


Hızlıca hazırlandım. Kapan, mutfakta her zamanki gibi sessizce kahvaltı hazırlıyordu. Bu kez, yüzünde önceki günkü endişenin yerini daha dingin bir ifade almıştı. Belki de benim gücü kontrol etmeye başlamam, ona da bir umut vermişti.
"Günaydın," dedim.
Kapan, başını çevirip gülümsedi. Bu, nadir bir andı. "Bugün daha iyi görünüyorsun Kamelya. Güç uyanıyor demek."


"Öyle hissediyorum," dedim, şaşkınlıkla elimi göğsüme götürerek. "Sanki içimde daha önce hiç bilmediğim bir enerji var."
"Öyle de olmalı," dedi Kapan, tekrar bitki çayımı uzatırken. "Alev Soyu'nun gücü, derinlerdedir. Ama bir kere uyandığında, tüm varlığını sarar."


Kahvaltımızı sessizlik içinde yaptık. Kapan'ın bakışları, ara sıra üzerimdeki kutuya takılıyordu. Sanki o da kutunun içerdiği sırrı biliyor, ama konuşmak istemiyordu. Yemekler bittiğinde, Kapan ayağa kalktı. "Demir seni bekliyor olmalı. Hazır mısın?"


Başımı salladım. "Evet." Korksam da, içimdeki merak ve bu yeni gücü keşfetme isteği çok daha baskındı.
Kapan, kapıya doğru yöneldi. "Bugün ben seninle gelmeyeceğim Kamelya. O tapınağın altı, Alev Soyu'nun sırları için. Oraya sadece sen ve Demir girebilirsiniz."
Yutkundum. Yani bu kez tamamen yalnız mı kalacaktım Demir'le? Kapan'ın sessiz varlığı bile bana bir güven hissi veriyordu. Şimdi o da olmayacaktı.
"Peki sen ne yapacaksın?" diye sordum.


"Benim de yapmam gereken başka şeyler var," dedi Kapan, sesi gizemliydi. "Senin Ladinya'daki varlığın, bazı dengeleri bozdu. Bazı uyanışlar başladı. Benim de kendi görevim var." Gözlerini kısıp, sanki geleceği görüyormuş gibi baktı. "Dikkatli ol Kamelya. Her yer göz kulağa sahip. Ve Gölgeler..." Duraksadı. "Onlar seni bulmak için her şeyi yapacaklar."


Bu uyarı, içimi titretti. Gölgeler… Ladinya'nın dengesini bozan karanlık varlıklar. Benim gücümün uyanmasıyla onların hedefi haline gelmiştim. Kapan'ın sözleri, bu eğitimin sadece kendimi geliştirmekle ilgili olmadığını, aynı zamanda bir savaşa hazırlanmak olduğunu hatırlattı.


Kapan kapıyı açtı. Dışarıdaki Ladinya, güneşin altında parlıyordu. Her şey, bir önceki güne göre daha parlak, daha canlı görünüyordu. Sanki benim içimdeki ateş, etrafımdaki dünyayı da aydınlatmıştı.


"Hoşça kal Kapan," dedim.
"Kendine iyi bak Kamelya," dedi Kapan, sesi endişeyle doluydu. "Ve gücünü akıllıca kullan."
Kapan'ın evinden ayrılıp tapınağa doğru yol aldım. Yol boyunca, dünkü gibi, insanların gözleri üzerimdeydi. Ama bu kez, bakışlarında daha belirgin bir merak vardı. Bazıları fısıldaşıyordu, gözlerini benden ayırmıyorlardı. Sanki içimdeki ateşi hissedebiliyorlardı. Ladinya'da her şeyin bir gücü vardı ve benim gücüm, artık gizli değildi.
Tapınağa vardığımda, Demir beni kapıda bekliyordu. Yanında, dünkü kar maskeli adamlar yoktu. Yalnızdı. Bu, içimde tuhaf bir rahatlama yarattı. Onunla baş başa olmak, onunla yüzleşmek… Bu, sanki daha samimi bir eğitim olacaktı.
"Gel," dedi sadece, yüzünde bir önceki günkü şaşkınlık gitmiş, yerini soğuk bir kararlılık almıştı. "Zaman kaybetmeyelim."


Tapınağın içine girdik. İçerisi hala aynı derecede kadim ve gizemliydi. Yere oyulmuş semboller, çökmüş sütunlar… Demir, direkt mağaraya inen geçide yöneldi. Arkasından, bu kez daha kararlı adımlarla yürüdüm.
Aşağı indikçe, hava değişiyordu. Daha yoğun, daha enerjik. Mağaraya adım attığımızda, kristallerin parlaklığı gözlerimi kamaştırdı. Dün gece bıraktığımız gibi, mağaranın ortasındaki daireden hala hafif bir ısı yükseliyordu. Ve köşedeki o parıldayan havuz… Ateş havuzu.
"Bugün," dedi Demir, havuzun yanına yaklaşarak, "bu havuzla bağ kuracaksın. Alev Soyu'nun gücü, sadece yakmakla ilgili değildir. O aynı zamanda arındırır, iyileştirir ve dönüşüm sağlar. Bu su, senin için bir rehber olacak."


Havuzun kenarına yaklaştım. Suyun yüzeyi kıpırtısızdı, ama altından garip bir parlaklık yayılıyordu. Rengi, kırmızıya çalan turuncuydu, sanki erimiş bir lav gibiydi. Buharlar yükseliyor, havayı daha da ağırlaştırıyordu.
"Ne yapmalıyım?" diye sordum. Ateşle bağ kurmak bir şeydi, ama ateşle dolu bir suya girmek… Bu tamamen başka bir şeydi.
Demir bana döndü. "Ellerini suya sok. Tıpkı dün yaptığın gibi, içindeki ateşi uyandır. Ama bu kez, ateşin sadece yakmakla ilgili olmadığını anla. Onu, suyla birleştir. Ateş ve su, zıt elementlerdir. Ama Alev Soyu'nun gücü, bu zıtlıkları birleştirebilme yeteneğine sahiptir."
Tereddüt ettim. Parmak uçlarımı suya doğru uzattım. Suyun sıcaklığı, beklediğimden daha yoğundu. Sanki bir lav nehrine dokunuyordum. Ama parmaklarım yanmıyordu. Aksine, tuhaf bir enerji akımı hissediyordum.
Gözlerimi kapattım. İçimdeki ateşe odaklandım. Dün gece nasıl uyandırdıysam, yine aynı hissi yakalamaya çalıştım. Kalbim hızla atmaya başladı. Ellerimden yayılan sıcaklık, suya aktı. Suyun rengi daha da belirginleşti, içindeki alev benzeri ışıklar dans etmeye başladı.
Demir'in sesi, zihnimde yankılandı: "Ateşi hisset. Onunla bir ol. Ama şimdi, suyun sakinliğini de hisset. Onu da kabullen. İkisi birleştiğinde, asıl gücünü bulacaksın."
Ateş ve su… Benim hayatımın ikilemi gibiydi. Eski ben ve yeni ben. Kırılgan Kamelya ve Alev Soyu'nun mirasçısı. Bunları nasıl birleştirecektim? Nasıl uyum sağlayacaktım?


Zihnimde, parşömenlerdeki "Arındıran Ateş" ifadesi canlandı. Bu ateş, sadece yıkıcı değil, aynı zamanda iyileştiriciydi. Suyun sakinliği ve akışkanlığı ile birleştiğinde, belki de kendimi arındırabilir, geçmişimin acılarını iyileştirebilirdim.
Gözlerimi açtım. Ellerimi suya daldırdım. Alevler, parmaklarımın ucunda titriyordu, ama aynı anda suyun serinletici hissi de vardı. Garip bir uyum… Sanki ateşim, suyu ısıtıyor, ama su da ateşi kontrol altında tutuyordu. Havuzun yüzeyi fokurdamaya başladı, ama buharlaşma yerine, suyun rengi değişiyordu. Kırmızıdan, daha derin bir mora, sonra da gümüşi bir parıltıya dönüştü. Tıpkı parşömenlerdeki iki ayın renkleri gibi.


Demir'in gözleri parladı. "Bu… bu çok nadir bir yetenek Kamelya. Elementleri birbirine bağlayabiliyorsun. Ataların bile bunu başarmakta zorlanırdı."
Bu sözler, içimde bir gurur dalgası yarattı. Demek ki ben, sadece Alev Soyu'nun mirasçısı değil, aynı zamanda özel bir yeteneğe mi sahiptim?


"Bu ne anlama geliyor?" diye sordum, sesim hayranlıkla doluydu.
Demir havuzun kenarına oturdu, gözleri derinleşmişti. "Bu, senin Alev Soyu'nun diğer soylarla olan kadim bağını hatırladığını gösterir. Sen, dengeyi yeniden kuracak kişi olabilirsin Kamelya. Alev Soyu'nun gücü, diğer soyların güçleriyle birleştiğinde, Ladinya'yı Gölgelerden kurtarabilecek tek güç olacaktır."


Dengeyi yeniden kurmak… Ladinya'yı kurtarmak… Bu sorumlulukların ağırlığı omuzlarıma binince, içimdeki o heyecan hafifledi. Ben, sadece kendi hayatımı kurtarmaya çalışırken, şimdi bir dünyanın kaderini taşımak zorunda mıydım?
Ellerimi sudan çektim. Suyun rengi normale döndü. Ama içimde, o ateş ve suyun uyumu devam ediyordu.
"Yeterli," dedi Demir. "Bugünlük bu kadar. Bu gücü hissetmen, onu anlamaya başlaman önemliydi."
Yorgunlukla Demir'in yanına oturdum. Mağaranın sessizliği, içimdeki düşüncelerin gürültüsünü bastırıyordu. Demir, sadece bana bakıyor, ama sanki gözleriyle daha fazlasını anlatıyordu. Güven mi? Şüphe mi? Beklenti mi? Anlayamıyordum.
"Demir," dedim sonunda, aklımdaki soruyu daha fazla tutamadım. "Bu ihaneti yapan kimdi? Neden biliyorsun, ama bana söylemiyorsun?"
Demir'in yüzü tekrar sertleşti. Gözleri tehlikeli bir şekilde parladı. "Kamelya, bazı sırlar, zamanı gelmeden açığa çıktığında daha çok zarar verir. O kişiyi bilmek, şu an senin için bir yük olur. Önce güçlerini kontrol etmeyi öğrenmelisin. Ve kendini korumayı."
Sesi, tartışmaya kapalıydı. Geri dönüşü olmayan bir noktaya gelmiştim. Bu yolda, Demir'in rehberliğine güvenmek zorundaydım. Ne kadar sır saklasa da, o beni koruyor, bana güçlerimi öğretiyordu.


"Yarın," dedi Demir, ayağa kalkarak. "Daha derinlere ineceğiz. Tapınağın kalbine. Orası, Alev Soyu'nun en kadim bilgeliğinin saklandığı yerdir. Kendini buna hazırla."
Tapınağın kalbi… Bilgelik… Bu yolculuk, sadece güçlerimi değil, aynı zamanda Alev Soyu'nun tüm tarihini ve bilgeliğini de keşfetmek anlamına geliyordu. Belki de o zaman, annemin bana neden bu kadar fedakarlık yaptığını, neden bu gücü bana aktardığını tam olarak anlayabilirdim.


Mağaradan yukarı doğru çıktık. Güneşin ışığına kavuştuğumda, gözlerim kamaştı. Ladinya'nın günlük telaşı devam ediyordu, ama benim için dünya artık aynı değildi. İçimde yanan ateş ve suyun uyumu, bana yeni bir kimlik kazandırmıştı.
Tapınaktan Kapan'ın evine geri dönerken, Demir yanımda sessizce yürüyordu. Onun varlığı, beni hem güvende hissettiriyor, hem de üzerimdeki sorumluluğun ağırlığını hatırlatıyordu. Ladinya, Gölgeler tarafından tehdit ediliyordu. Ve ben, Alev Soyu'nun son mirasçısı, belki de onların tek umuduydum. Bu, benim eski hayatımın, cerrah Kamelya'nın, tamamen sona erdiği andı. Yeni bir savaşçı, yeni bir koruyucu doğuyordu.

 

Bölüm : 23.06.2025 20:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...