
ON BEŞİNCİ BÖLÜM: ‘YANAN BAKIŞLAR’
Mağaranın derinliklerinde, kristallerin loş ışığında, bedenimdeki her bir hücrenin dünkü antrenmanın yorgunluğunu taşıdığını hissediyordum. Ama bu yorgunluk, hoş bir sızıydı; içimde yeni uyanan gücün bir kanıtı gibiydi. Ateşle bağ kurmuş, suyla uyum sağlamıştım. Bu başarılar, Demir'in gözlerindeki o nadir memnuniyet parıltılarıyla mühürlenmişti. O anlar, bana sanki Ladinya'nın tüm ağırlığını omuzlamış bu adamın sert kabuğunun altında, bir onay ve takdir hissi uyandırmıştı. Onun kararlılığı, bana bu yolda güven veriyordu.
"Hazır mısın Kamelya?" Demir'in sesi, mağaranın yankılanan sessizliğini böldü. Her zamanki gibi tok ve emrediciydi, ama bu kez, sanki ses tonunda hafif bir beklenti vardı. Gözleri, üzerimde dolaşıyor, sanki içimde ne kadar potansiyel olduğunu tartıyordu.
Başımı salladım. "Hazırım." Sözcükler, dudaklarımdan kendiliğinden dökülmüştü. Aslında hazır olup olmadığımı bilmiyordum. İçimdeki korku hala duruyordu, ama bu yeni keşfettiğim benlik, korkuyu bastırıyordu. Ve Demir'in o güçlü, kendinden emin duruşu… Onun varlığı, beni bilinmeyene doğru çekiyordu. Onu ilk gördüğümdeki o çelik bakışları, şimdi benim için bir rehber gibiydi.
Demir, mağaranın tam ortasındaki dairesel oyuğa doğru yürüdü. Burası, dünkü eğitimin gerçekleştiği yerdi. Ateşin ilk kez parmaklarımın ucunda dans ettiği o kutsal alan. "Bugün," dedi Demir, "gücünün menzilini ve etkisini anlamaya başlayacaksın. Alev Soyu'nun ateşi, sadece dokunduğun yerde yanmaz. O, senin iradenle yayılır, şekil değiştirir."
Gözlerimi oyuğa sabitledim. Dün, avuç içimden çıkan alevlerin büyüyüp küçüldüğünü görmüştüm. Peki bu ne anlama geliyordu? Havayı mı yakacaktım? Yoksa görünmez bir enerji mi yayacaktım?
"Dairenin ortasına geç," diye emretti Demir. "Gözlerini kapat. İçindeki ateşi hisset. Ve onu senden dışarı doğru, mağaranın duvarlarına doğru yaydığını hayal et."
Yine aynı adımları izledim. Dairenin ortasına geçtim, çıplak ayaklarım taşın sıcaklığını hissetti. Gözlerimi kapattım. Zihnimde, içimdeki koru canlandırdım. Annemin bana aktardığı güç, kanımda yanan o kadim ateş. Bu kez öfke ya da acıya odaklanmadım. Sadece, varlığına izin verdim.
Vücudumdaki her bir hücrede karıncalanma hissi başladı. Sıcaklık, midemden boğazıma doğru yükseldi, oradan da tüm bedenime yayıldı. Ellerim kendiliğinden kalktı, parmaklarım gerildi. Avuç içlerimden çıkan alevlerin parlaklığını, gözlerim kapalıyken bile hissedebiliyordum.
"Şimdi," dedi Demir'in sesi, kulağımda bir fısıltı gibiydi, "Onu yay. Alevlerini senden dışarı doğru, mağaranın duvarlarına doğru uzat. Onları birer kol gibi düşün. Mağarayı sar."
Zihnimde, alevlerin benden çıkarak, birer enerji akımı gibi mağaranın duvarlarına doğru ilerlediğini canlandırdım. Onların duvarlara değdiğini, kristallerin üzerinde dans ettiğini hayal ettim. Sanki ateşim, mağaranın her bir taşına işleniyordu.
Gözlerimi açtım. Şaşkınlıkla etrafıma baktım. Mağaranın kristal duvarları, soluk kırmızı bir renkle parlıyordu. Her yer, benim alevlerimle aydınlanmıştı. Sanki mağara, bir anda canlanmış, nefes almaya başlamıştı. Bu kadarını beklemiyordum. Gücümün bu kadar geniş bir alanı etkileyebileceğini tahmin edememiştim.
Demir'in gözleri bana dikilmişti. Yüzündeki sertlik, yerini hayranlık ve bir tür saygıya bırakmıştı. "Bu… olağanüstü," diye mırıldandı. "Senin gücün, atalarının bile ötesinde olabilir Kamelya. Bir anda, tüm mağarayı etkisi altına alabildin."
İçimde, tarif edilemez bir sevinç dalgası yükseldi. Bu, benim gücümdü. Benim kontrolümdeydi. Sanki yıllardır aradığım aidiyet duygusunu, burada, Ladinya'nın kalbinde, bu eski tapınağın derinliklerinde bulmuştum. Demir'in bakışları, üzerimde oyalanıyor, sanki bu yeni keşfettiğim potansiyeli anlamaya çalışıyordu. Onun onayını hissetmek, bana inanılmaz bir motivasyon veriyordu.
"Şimdi, bir adım daha ileri gideceğiz," dedi Demir. Sesi, her zamankinden daha derin, daha etkileyiciydi. "Ateş sadece yakmaz. O, aynı zamanda dönüştürür. Mağaranın diğer ucundaki o taş bloğu görüyor musun?" Eliyle mağaranın en uzak köşesindeki büyük, pürüzlü bir taşı işaret etti. "Alevlerini o taşa doğru yönlendir. Ve onu erit. Ona şekil ver."
Yutkundum. Bir taşı eritmek mi? Bu, insan aklının alabileceği bir şey değildi. Ama ben artık sıradan bir insan değildim.
Gözlerimi tekrar kapattım. İçimdeki ateşi hissettim. Onu, işaret ettiği taşa doğru, tek bir hedefle yönlendirdim. Zihnimde, ateşin o taşa ulaştığını, onu sardığını ve yavaş yavaş şeklini değiştirdiğini canlandırdım. Sanki her bir hücrem, bu göreve odaklanmıştı.
Alnımdan ter damlacıkları süzülmeye başladı. Bu, dünden çok daha fazla enerji gerektiriyordu. İçimdeki kor, gittikçe büyüyor, tüm bedenimi yakıyordu. Ama bu yanma, bir acı değil, bir güçlenme hissiydi.
Bir anda, uzaklardan gelen bir çatırtı sesi duydum. Gözlerimi açtım. Şaşkınlıkla taşa baktım. Demir'in işaret ettiği taş blok, eriyormuş gibi parlıyor, üzerinde dalgalanmalar oluşuyordu. Ve sonra, yavaşça, taşa yeni bir şekil vermeye başladım. Keskin hatları yumuşuyor, pürüzlü yüzeyi pürüzsüzleşiyordu. Taş, benim irademle dans ediyordu. Sanki Demir'in yüzünü o taşa işliyordum. Onun kararlı bakışlarını, keskin çene hattını… Aklımda bu görüntüyle, taş yavaşça pürüzsüzleşti ve keskin, zarif hatlara sahip bir sütun şeklini aldı.
Yere yığıldım. Tüm gücüm tükenmişti. Bedenim titriyordu. Bu, aşırı eforun getirdiği bir yorgunluktu. Ama içimde, inanılmaz bir başarı hissi vardı.
Demir, hızlı adımlarla yanıma geldi. Yüzündeki ifade, az öncekinden de şaşkındı. "Bu... inanılmaz. Kimse, Alev Soyu'nun bu kadar kısa sürede bu yeteneği açığa çıkarabildiğini görmedi." Sesi, bir mırıltıdan ibaretti. Gözleri hala taşa kazıdığım sütuna bakıyordu, yüzünde bir şaşkınlık ve hayranlık karışımı vardı.
Demir, diz çöktü ve bileğimi tuttu. Nabzımı kontrol ediyordu.
Dokunuşu, elektriksel bir akım gibi bedenimde yayıldı. Bakışları, benimkilerle buluştu. Gözlerinde, dünkü sertliğin yerini, tarifsiz bir sıcaklık almıştı. Bu bakış, içimde tarifsiz bir güven ve aidiyet duygusu uyandırdı. Sanki Ladinya'daki tüm yalnızlığım, bu bakışla silinip gitmişti. Ona kapılmak, kendimi bu yeni, tehlikeli dünyaya bırakmak istiyordum.
"Çok zorladın kendini," dedi, sesi yumuşamıştı. "Bu kadarını beklemiyordum. Senin gücün… çok büyük Kamelya. Ve tehlikeli."
"Tehlikeli mi?" diye sordum, sesim kısık çıktı.
"Evet," dedi Demir. Gözleri tekrar sertleşti. "Büyük güç, büyük sorumluluk getirir. Ve kontrol edilmezse, sadece düşmanlarını değil, kendini de yok edebilirsin."
Bileğimi bırakıp ayağa kalktı. Ardından bana elini uzattı. Bu kez elini tuttuğumda, o elektrik akımı daha da güçlendi. Sanki onun gücü de benimkiyle birleşiyor, aramızda görünmez bir bağ oluşuyordu. Beni kolayca ayağa kaldırdı.
"Bugünlük eğitim bu kadar," dedi. "Bedenin ve zihnin bu yeni enerjiye alışmalı. Ama yarın… yarın daha zorlu bir ders seni bekliyor."
Mağaradan çıkarken, her adımımda içimdeki yorgunluğa rağmen, yeni bir enerji hissediyordum. Dışarıda, Kapan bizi bekliyordu. Yüzündeki gerginlik, Demir'in bakışlarını üzerinde hissettiğinde daha da arttı. Sanki Demir'in gözlerinde, Kapan'a karşı bir tür rekabet ya da üstünlük gösterisi vardı. Kapan'ın yüzünde anlık bir kıskançlık veya endişe belirmiş gibiydi, ardından hemen toparlandı. Demir'in sert bakışları, Kapan'ı süzerken, Kapan'ın gözleri ise benden Demir'e, ardından tekrar bana kayıyordu.
"Nasıldı?" diye sordu Kapan, Demir'e değil, bana bakarak. Sesi, her zamankinden daha keskindi.
Demir, Kapan'ın sorusunu görmezden geldi. "Kamelya, şimdi benimle geleceksin. Artık bu evde kalamazsın. Seni, daha güvenli bir yere götüreceğim. Ve eğitimine orada devam edeceksin."
Bu sözler, hem şaşırttı hem de içimde bir rahatlama yarattı. Kapan'ın evi, geçici bir sığınaktı. Ama şimdi, Demir beni daha güvenli bir yere götürecekti. Bu, ona daha da yakınlaşmak demekti. Bu, Ladinya'daki yeni hayatımın tamamen onun kontrolüne girmesi demekti. Ve garip bir şekilde, bu beni korkutmuyordu. Aksine, onunla birlikte olmak, bana daha güvende hissettiriyordu. Sanki Ladinya'nın tüm tehditleri, onun yanında önemsizleşiyordu.
Kapan'ın yüzü düştü. Gözleri, hayal kırıklığı ve öfke karışımı bir ifadeyle Demir'e döndü. "Ne demek istiyorsun Demir? Onun yeri burası. Burası güvende."
Demir, Kapan'ın gözlerinin içine baktı, sesi buz gibiydi. "Güvende mi? Onun gücü uyandı Kapan. Gölgeler onu hissetti. Bu ev, artık yeterli değil. Benim yanımda, benim korumam altında olmalı." Demir'in sesi, itiraz kabul etmez bir tondaydı. Bir liderin sesiydi.
Kapan'ın yumrukları sıkıldı. Gözleri, bir anlığına bir kılıç gibi parladı. Aralarında gergin bir sessizlik oluştu. Bu gerilim, beni tedirgin etti. Kapan, benim Ladinya'daki ilk bağlantımdı, bana yardım eden ilk kişiydi. Onun bu kadar kolay pes etmesini istemiyordum. Ama Demir'in bakışları, o kadar keskin ve emrediciydi ki, Kapan'ın bile ona karşı gelemeyeceğini hissettim.
"Peki ne olacak?" diye sordu Kapan, sesi kısık ve yenilgiyi kabul etmiş gibiydi.
Demir bana döndü. "Eşyalarını hazırla Kamelya. Çok bekleyemeyiz."
Kapan'ın evine doğru ilerledim. İçimde bir burukluk vardı. Kapan'dan ayrılmak zordu. Ama aynı zamanda, Demir'le birlikte gitme düşüncesi, beni heyecanlandırıyordu. Belki de bu, benim Ladinya'daki asıl yerimdi. Demir'in yanında, onun himayesinde olmak… Bu, bana, her şeyden önce, yıllardır aradığım o güçlü erkeğin yanında olma hissini veriyordu. Hayatım boyunca hep kendi başımın çaresine bakmıştım. Şimdi ise, bana rehberlik eden, beni koruyan, güçlü bir adam vardı yanımda.
Hızla odama çıktım. Küçük valizimi topladım. Çok eşyam yoktu zaten. Kutuyu dikkatlice valizime yerleştirdim. Annemin mirası, artık benimle birlikte yeni bir hayata doğru yolculuk ediyordu. Pencereden dışarı baktığımda, Ladinya'nın rengarenk evleri, gökyüzündeki tek ayın soluk ışığı altında bir masal diyarı gibi görünüyordu. Ama bu masalın karanlık bir tarafı da vardı: Gölgeler.
Aşağı indiğimde, Kapan kapıda beni bekliyordu. Yüzünde hala hüzünlü bir ifade vardı. "Kendine iyi bak Kamelya," dedi, sesi fısıltı gibiydi. "Ladinya'da yalnız değilsin. Her zaman burası senin evin." Bu sözler, içimi ısıttı. Kapan'ın sert kabuğunun altında, nazik bir kalbi olduğunu biliyordum.
Demir, Kapan'a kısa bir baş selamı verdi. Ardından bana döndü. "Hadi."
Beraber yola çıktık. Ladinya'nın sokaklarından geçerek, şehrin daha sakin, daha görkemli bir bölgesine doğru ilerliyorduk. Yüksek, işlemeli kapılar, geniş avlular ve özenle bakılmış bahçelerle dolu evler… Burası, Ladinya'nın asil ailelerinin yaşadığı yer olmalıydı. Demir'in evi de buradaydı.
Büyük, koyu renkli taşlarla inşa edilmiş, görkemli bir konağın önünde durduk. Konak, etrafındaki diğer evlerden daha büyük, daha heybetliydi. Kapısı, üzerinde eski semboller taşıyan, ağır bir meşe ağacındandı. Demir, kapıyı açtı. İçeriden yayılan ışık, sıcak ve davetkardı.
"Burası, senin yeni evin Kamelya," dedi Demir, sesinde bir tür sahiplenme vardı. "Burada güvende olacaksın. Ve eğitimine burada devam edeceksin."
Konağın içine adım attığımda, kendimi farklı bir dünyada buldum. Geniş, yüksek tavanlı bir salon, antika mobilyalar, duvarlarda asılı tablolarda Ladinya'nın kadim savaşçıları tasvir ediliyordu. Salonun ortasında yanan büyük bir şömine, ortama sıcaklık ve rahatlık veriyordu. Burası, Kapan'ın mütevazı evinden çok farklıydı. Burası, bir liderin eviydi.
Demir, valizimi elinden aldı. "Yukarı gel. Sana bir oda ayarladım."
Onu takip ettim. Merdivenlerden yukarı çıktık. Koridorlar geniş ve uzundu. Birçok kapı vardı. Demir, bir tanesinin önünde durdu ve kapıyı açtı.
"Burası senin odan," dedi.
Oda, sade ama şıktı. Büyük bir yatak, geniş bir pencere, çalışma masası ve küçük bir oturma alanı vardı. Pencereden dışarı baktığımda, Ladinya'nın şehir ışıkları, gökyüzündeki tek ayın altında parlıyordu. Burası, benim yeni evimdi.
"Dinlen," dedi Demir, valizimi yatağın yanına bırakırken. "Yarın şafakla birlikte eğitime başlayacağız. Hazır ol."
Odadan çıktı. Kapıyı arkasından kapattığında, kendimi yalnız hissettim. Ama bu yalnızlık, buruk bir yalnızlık değildi. İçimde, Demir'in varlığı, onun bakışları ve bana yüklediği sorumlulukla dolu bir kararlılık vardı. Bu konakta, Ladinya'nın kalbinde, Alev Soyu'nun son mirasçısı olarak yeni bir hayata başlıyordum. Ve bu hayatın, eskisinden çok daha farklı olacağını biliyordum.
Yatağa oturdum. Valizimdeki kutuyu çıkardım. Parmaklarımı kutunun üzerindeki oymalarda gezdirdim. Annemin mirası… Benim gücüm… Artık Demir'in yanındaydım. Onunla birlikte, Ladinya'yı kurtaracaktım. Ve belki de bu süreçte, kendimi, gerçekte kim olduğumu da bulacaktım.
Pencereden dışarı baktım. Ladinya'nın üzerinde parlayan ay, sanki bana yeni bir başlangıcı fısıldıyordu. Bu gece, uykumda bile, içimdeki ateşin dansını hissedecektim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |