19. Bölüm

•16•

Dazay
dazaydes

ON ALTINCI BÖLÜM: ‘GÖLGEDEKİ FISILTILAR’


Demir'in konağındaki ilk sabahım, Ladinya'daki uyanışımdan sonraki en sakin sabahlardan biriydi. Güneş, odamın geniş penceresinden içeri süzülüyor, toz zerreciklerinin havada dans ettiğini gösteriyordu.

Yatağımda doğrulduğumda, bedenimdeki her bir kasın hafif bir sızıyla uyandığını hissettim; dünkü yoğun antrenmanın bir kanıtıydı bu. Ama bu sızı, hoş bir sızıydı, gücümün varlığını hissettiriyordu. İçimdeki kor, kalbimin derinliklerinde usulca yanmaya devam ediyordu. Artık ateşle bağ kurmuş, suyla uyum sağlamıştım. Yeni bir başlangıcın eşiğindeydim ve bu başlangıç, Demir'in bakışlarıyla mühürlenmişti.


Aşağı indiğimde, Demir beni kahvaltı masasında bekliyordu. Konağın geniş yemek salonu, geçmişin ihtişamını yansıtıyordu. Büyük, oyma bir yemek masası, etrafına yerleştirilmiş ağır sandalyelerle doluydu. Demir, masanın başında oturmuş, elindeki parşömenleri inceliyordu. Yüzünde, her zamanki o ciddi ifade vardı. Ama artık o ciddiyetin ardında, derin bir bilgelik ve sorumluluk yattığını biliyordum.
"Günaydın," dedim, sesim odanın genişliğinde yankılandı.


Demir başını kaldırdı, gözleri beni buldu. Yüzünde kısa bir anlık değişim oldu, sert ifadesinin yerini hafif bir sıcaklık aldı. "Günaydın Kamelya. İyi uyudun mu?"
"Evet," dedim. "Uzun zaman sonra ilk defa bu kadar dinlenmiş hissediyorum." İçimdeki gücün, beni fiziksel olarak da etkilediğini anlıyordum.


Masaya oturdum. Kahvaltı, Ladinya'nın alışık olduğum mütevazı yemeklerinden farklıydı. Bol ve çeşitliydi. Meyveler, sebzeler, sıcak ekmekler… Demir'in Ladinya'daki statüsü, bana sunulan bu imkanlardan belli oluyordu. Kahvaltımızı sessizlik içinde yaptık. Demir'in varlığı, odada güçlü bir aura yaratıyordu. Bazen gözlerimiz kesişiyordu ve o anlarda, içimde tarif edemediğim bir çekim hissediyordum. Onun kararlı duruşu, keskin zekası, bana güven veriyordu.


Yemek bittiğinde, Demir parşömenlerini masaya bıraktı. "Bugün," dedi, sesi ciddileşmişti, "Alev Soyu'nun gerçek kalbine ineceğiz. Orası, atalarının en derin sırlarını sakladığı yerdir. Ve senin gücünün asıl potansiyelini keşfedeceğin yer."
Yutkundum. Tapınağın kalbi… Dün, Demir'in bu konuda ne kadar gizemli konuştuğunu hatırlıyordum. Korku ve heyecan iç içeydi.


"Hazır mısın?" diye sordu, gözleri delici bir şekilde bana bakıyordu.
Başımı salladım. "Hazırım."
Demir ayağa kalktı. Onun devasa gölgesi, odada bir anlığına üzerime düştü. "O zaman gidelim."
Konağın ön kapısına yöneldik. Kapıda, dün tapınakta gördüğüm kar maskeli adamlardan biri bizi bekliyordu. Ama bu kez, maskesi yoktu. Adamın yüzünü gördüğümde, dünya durdu. Kalbim, göğüs kafesimi zorlarcasına çarpmaya başladı. Nefesim kesildi. Karşımda duran adamın yüzü… Benim eski nişanlım, beni doğumhanede terk eden, hayatımı mahveden adamın, Burak'ın yüzüydü.


Ancak bu adamın gözleri, Burak'ınkilerden çok farklıydı. Daha keskin, daha soğuk, ama aynı zamanda bir tür sadakat ve güç parıltısı taşıyordu. Saçları Burak'ınkinden daha kısaydı ve yüzünde belirgin bir yara izi vardı, kaşından başlayıp yanağına doğru iniyordu. Ama bu farklar bile, ilk şoku bastırmaya yetmiyordu. Karşımda, Burak'ın ikizi gibi duruyordu.


"Kamelya?" Demir'in sesi, sanki çok uzaktan geliyordu. Endişeyle bana bakıyordu. Yüzümün bembeyaz kesildiğini hissettim.
"Bu... bu mümkün değil," diye fısıldadım, sesim zorlukla çıkıyordu. Elim istemsizce titreyerek havada kaldı. Gözlerim, adama kilitlenmişti.
Demir'in kaşları çatıldı. "Ne oluyor?" diye sordu, sesi daha sertleşmişti. "Neyi görüyorsun?"
Adam, yüzündeki o donuk ifadeyle bize bakıyordu. Demir'e dönüp kısa bir baş selamı verdi. "Efendim," dedi, sesi tok ve kendinden emindi. "Emrinizdeyim."
"Bu… bu Burak," diye mırıldandım, parmağım hala ona dönüktü. "Benim... eski nişanlım."
Demir'in yüzündeki ifade sertleşti. Adamın yüzüne baktı, ardından tekrar bana döndü. Gözlerinde bir anlayış belirdi, ama bu anlayış, acımasızdı. "Hayır Kamelya. Bu, Burak değil. Bu, benim sağ kolum, en güvendiğim adamım. Adı… Aris."
Aris… Burak değil. Ama yüzü… Aynıydı. Bu, Ladinya'nın bir oyunu muydu? Yoksa ben deliriyor muydum? Yıllardır içimde taşıdığım o acı, Burak'a duyduğum o tarifsiz öfke, bir anda karşıma dikilmişti. Kalbimde garip bir burkulma hissettim. Sanki geçmişim, bir anda bu yeni dünyama zorla girmişti. Aris'in gözleri bana doğru kaydı, yüzünde hafif bir merak belirdi. O an, kendimi toparlamaya çalıştım. Bir cerrah olarak, her zaman soğukkanlı olmayı öğrenmiştim. Ama bu, çok fazlaydı.


"Aris," dedi Demir, sesinde bir uyarı vardı. "Kamelya'nın gücü yeni uyandı. Dengeyi henüz bilmiyor. Saygılı ol."
Aris başını salladı. "Anlaşıldı efendim." Gözleri hala benim üzerimdeydi. Ama bakışlarında bir yargılama yoktu, daha çok bir gözlem vardı.


"Kamelya," dedi Demir, ses tonu yumuşamıştı, "iyi misin?"
Derin bir nefes aldım. "Evet… sadece… çok şaşırdım." Ona baktım. Ona güvenmeliydim. O, bana yardım ediyordu. Bu adam, Burak değildi. Olamazdı. Bu, Ladinya'nın bir oyunu olabilirdi.
"Ladinyalıların dış görünüşleri, dünyalılara benziyor olabilir," dedi Demir, sanki zihnimi okumuş gibi. "Ama her zaman öyle olmayabilir. Aris, sana eşlik edecek. Güvenliğini sağlayacak."


Demir'in bu kararı, içimde hem bir rahatlama hem de bir tedirginlik yarattı. Burak'a benzeyen bu adamla vakit geçirmek… Bu, geçmişimle sürekli yüzleşmek gibi olacaktı. Ama Demir'in güvenini sarsmak istemiyordum.
"Pekala," dedim, sesimdeki titremeyi bastırmaya çalışarak.
Kapıdan çıktık. Üçümüz, Ladinya'nın taş sokaklarından geçerek tapınağa doğru ilerlemeye başladık. Demir önde, ben ortada, Aris ise arkamdaydı. Onun varlığını her an hissediyordum. Her adımında, Burak'ın hayaleti yanı başımda yürüyormuş gibiydi. Bu, zihinsel olarak beni yoracaktı, biliyordum.
Tapınağa vardığımızda, sessizlik ve kadim enerji bizi karşıladı. İçeri girdik. Demir, direkt mağaraya inen geçide yöneldi. Aris, kapıda durdu.
"Efendim," dedi Aris, sesi tok ve kendinden emindi. "Dışarıda bekliyor olacağım. Herhangi bir tehlike durumunda… Beni çağırın."
Demir başını salladı. "İyi. Kimsenin buraya yaklaşmasına izin verme."
Geçitten aşağı doğru inmeye başladık. Mağara, dünkü gibi, kristallerin loş parıltısıyla aydınlanmıştı. Havada, garip bir enerji titreşiyordu. Köşedeki ateş havuzu, usulca parlıyordu.
"Bugün," dedi Demir, mağaranın ortasına geldiğimizde, "gücünün en derin katmanlarına ineceğiz. Alev Soyu'nun gerçek bilgeliği, Ladinya'nın en kadim elementlerinden biriyle birleştiğinde ortaya çıkar. O da… Toprak."
Gözlerim büyüdü. Toprak mı? Ateş ve su bir araya gelmişti. Peki şimdi toprak mı? Ladinya'nın dört kadim soyundan biri olan Toprak Soyu'nun gücü mü?


"Toprak… O benim için ne anlama geliyor?" diye sordum.
Demir, mağaranın bir duvarındaki büyük, yontulmamış bir taş bloğu işaret etti. "Alev Soyu'nun ateşi, sadece yakıp yıkan değildir. O aynı zamanda filizlendiren, besleyen bir ateştir. Toprakla birleştiğinde, yaşamı yaratır. Burası, Alev Soyu'nun tohumlarını ektiği, yeni yaşamları yeşerttiği yerdi. Ve sen, bu tohumları yeniden yeşerteceksin."


Tereddütle taş bloğa yaklaştım. Pürüzlüydü, soğuktu. Hayatım boyunca hep kendi başımın çaresine bakmıştım. Şimdi ise, yeni bir hayat mı yaratacaktım?
"Ellerini taşa koy," dedi Demir. "Ve içindeki ateşi, toprağa doğru yönlendir. Onunla bir ol. Onu besle. Ve sonra… onda bir hayat filizi canlandır."


Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldım. İçimdeki ateşi hissettim. Onu, parmak uçlarımdan taşa doğru akıttım. Taşın soğukluğu, yerini yavaşça bir sıcaklığa bıraktı. Ateşim, toprağa nüfuz ediyordu, onu ısıtıyor, uyandırıyordu.


Zihnimde, annemin hayali belirdi. Bana hayat veren annem. Onun fedakarlığı, onun sevgisi. O, bana hayat tohumlarını ekmişti. Şimdi, ben de Ladinya'ya, bu toprağa, yeni hayat tohumları ekleyecektim.
Bir anda, taşın üzerinde hafif bir titreşim hissettim. Parmaklarımın altında, taşın çatlamaya başladığını duydum. Gözlerimi açtım. Şaşkınlıkla baktım. Taşın yüzeyinde, minik, yeşil bir filiz belirmişti. Gittikçe büyüyor, taştan dışarı doğru uzanıyordu. Birkaç saniye içinde, filizlenmiş bir tohumdan, taze, canlı bir çiçeğe dönüşmüştü. Mağaranın loş ışığında, parlak yeşil yaprakları ve küçük, kırmızı bir çiçeği vardı.
Demir'in yüzündeki şaşkınlık, bu kez daha büyüktü. Gözleri, çiçeğe ve bana arasında gidip geliyordu. "Bu… Bu inanılmaz Kamelya. Hiçbir Alev Soyu'nun mirasçısı, bu kadar hızlı bir şekilde yaşam filizlendirme yeteneğini ortaya çıkaramadı. Sen… sen gerçekten farklısın."


Bu sözler, içimde bir gurur dalgası yarattı. Demir'in hayranlığı, benim için çok değerliydi. Onun güçlü, sert karakterinin altında yatan o incelik, beni ona daha da çekiyordu.
"Bu… ne anlama geliyor?" diye sordum, sesim hayranlıkla doluydu.
Demir, çiçeğe yaklaştı, parmağını nazikçe yaprağına dokundu. "Bu, senin gücünün sadece yıkıcı değil, aynı zamanda yaratıcı olduğunu gösterir. Sen, Ladinya'ya yeni bir hayat getirebilirsin. Dengeyi yeniden kurabilirsin."


Bu, benim için yeni bir bakış açısıydı. Yıllarca kendimi hep yalnız ve dışlanmış hissetmiştim. Ama şimdi, içimde yanan bu ateşle, bir yaratıcıydım. Bir dengeleyici.
"Şimdi," dedi Demir, ayağa kalkarak. "Bir sonraki adıma geçiyoruz. Bu kez, Ateş Havuzu'nun tamamına gireceksin."


Yutkundum. Ateş Havuzu'nun sıcaklığını hatırlıyordum. Ama aynı zamanda, onunla uyum sağladığımı da. Demir'e güvendim. Onun yanında, her şeyi yapabileceğime inanıyordum.
Havuzun kenarına yaklaştım. Elimi suya uzattım. Su, hala alev benzeri bir parlaklık yayıyordu. Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldım. Ve kendimi suya bıraktım.


Suyun sıcaklığı bedenimi sararken, şaşırtıcı bir şekilde rahatlama hissettim. Yanmıyordum. Aksine, sanki her hücrem, bu enerjiyle doluyor, arınıyordu. Suyun içindeki alev benzeri ışıklar, etrafımda dans ediyordu. Sanki ben, bu elementlerin bir parçası oluyordum.


Demir'in sesi, havuzun kenarından bana ulaştı. "Hisset Kamelya. Ateşin gücünü, suyun sakinliğini. Ve toprakta yarattığın yaşamı. Hepsi senin içinde birleşiyor. Onları kontrol et. Onları yönlendir."
Zihnimde, tüm bu elementleri bir araya getirmeye çalıştım. Ateşin enerjisi, suyun akışkanlığı, toprağın sağlamlığı… Bir anda, tüm bu elementler, bedenimin içinde birleşmeye başladı. Bir girdap gibi dönüyorlardı. Vücudumdaki her bir sinir ucu, bu enerji akımını hissediyordu.


Gözlerimi açtım. Havuzun içindeki su, benimle birlikte parlıyordu. Kırmızı, mor, gümüşi ve yeşil… Tüm renkler birbirine karışmış, bir dans ediyordu. Sanki Ladinya'nın tüm elementleri, benim kontrolümdeydi.
Demir'in yüzündeki ifade, hayranlıkla doluydu. "Kamelya," diye fısıldadı. "Sen… sen Ladinya'nın umudusun."


Yorgunlukla sudan çıktım. Bedenim titriyordu, ama içimde tarifsiz bir güç hissediyordum. Bir cerrahtan, bir element büyücüsüne dönüşmüştüm. Bu, benim gerçek kimliğimdi.


Demir bana havlu uzattı. Elini tutarken, bakışlarımız kesişti. Onun gözlerinde, bir önceki günkü şaşkınlık ve hayranlığın yerini, daha derin bir şey almıştı: Bir tür koruma içgüdüsü, bir sahiplenme ve… bir çekim. Bu çekim, benim de içimde uyanıyordu. Onun güçlü varlığı, bana güven veriyor, beni ona doğru çekiyordu.


"Bugünlük bu kadar," dedi, sesi her zamankinden daha yumuşaktı. "Dinlenmelisin."
Mağaradan çıktığımızda, tapınağın önünde Aris bizi bekliyordu. Yüzündeki ifade hala donuktu, ama gözleri merakla beni süzüyordu. Onun bakışları, içimde hala bir rahatsızlık yaratıyordu. Burak'ın yüzü… O ihanetin yüzü. Ama o, Demir'in sağ koluydu. Güvenmem gerekiyordu.


Demir, Aris'e kısa bir bakış attı. "Kamelya iyi. Onu eve götür."
Bu sözler, içimde bir hayal kırıklığı yarattı. Demir'le daha fazla vakit geçirmek istiyordum. Ama emrine karşı gelemezdim.


Aris'in yanında konağa doğru yürürken, sessizdik. Her adımımda, onun varlığını hissediyordum. Burak'ın yüzü… Bu, benim için bir sınavdı. Geçmişimle yüzleşmek, onu arkamda bırakmak zorundaydım.
Konağa vardığımızda, Aris kapıyı açtı. İçeri girdim. "Teşekkür ederim Aris," dedim, sesimdeki gerginliği bastırmaya çalışarak.


Aris başını salladı. "Görevim efendim." Gözleri, kısa bir anlığına benimkilere takıldı. O an, bakışlarında garip bir şey gördüm. Bir anlık bir hüzün mü? Yoksa bir anlayış mı? Anlayamadım. Sonra tekrar o donuk ifadeye büründü ve kapıdan çıktı.


Odama çıktığımda, kendimi yatağa attım. Bugün yaşadıklarım, hayal gücümün ötesindeydi. Ateş, su, toprak… Ve benim onları kontrol etme yeteneğim. Bu güç, beni hem korkutuyor hem de heyecanlandırıyordu. Ama en çok da, Demir'in bakışları… Onun bana olan yaklaşımı. Ona kapılıyordum. Ona güveniyordum.


Gecenin ilerleyen saatlerinde, uykum kaçtı. Yatağımda doğrulup pencereye gittim. Ladinya'nın şehir ışıkları, uzakta parlıyordu. Gökyüzünde tek ay vardı. Ama zihnimde, mor ve gümüşi iki ayın görüntüsü hala canlıydı.
Kutu, başucumda duruyordu. Onu açtım. İçindeki parşömenleri çıkardım. "Kadim Soyun Son Mirasçısı, Kanında Yanan Ateşle Doğdun. Gölgelerden Gelen Gücü Taşırsın, Annenin Mührü, Ruhuna Kazınmış." Her bir kelime, artık daha anlamlıydı. Ben, Alev Soyu'nun mirasçısıydım. Ve bu, benim kaderimdi.


Demir'in konağında olmak, onun koruması altında olmak… Bu, Ladinya'daki yerimdi. Artık kaçmak yoktu. Savaşmak vardı. Ve bu savaşta, Demir'in yanında olacaktım.
Yarın, Demir'le daha derinlere inecektik. Belki de bu eğitimde, annemin ölümüyle ilgili sırlar da açığa çıkacaktı. İhanet… Bu kelime, içimde hala bir yara gibiydi. Ve Aris… Burak'ın yüzünü taşıyan bu adam. Onunla yüzleşmek, bu sırrı çözmek zorundaydım.


Sabahın ilk ışıklarıyla, kendimi hazır hissettim. Bu, sadece güçlerimi öğrenmekle ilgili bir yolculuk değildi. Bu, kendimi, geçmişimi ve geleceğimi keşfetmekle ilgili bir yolculuktu. Ve Demir, bu yolculukta benim rehberim olacaktı.

 

Bölüm : 27.06.2025 14:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...