
ON YEDİNCİ BÖLÜM: ‘YANKILAR’
Demir’in konağındaki yeni odamın geniş penceresinden süzülen Ladinya'nın şafak ışıkları, içimdeki ateşi aydınlatır gibiydi. Bedenimdeki yorgunluk, dün yaşadığım yoğun eğitimin bir kanıtıydı; ama bu yorgunluk, her bir kasımda hissettiğim o yeni gücün getirdiği hoş bir sızıydı. Ateşle, suyla ve toprakla bağ kurmuştum. Alev Soyu’nun mirası, artık benim damarlarımdaki kan gibiydi. İçimde, Demir'in bakışlarıyla mühürlenmiş, yeni bir kararlılık yeşeriyordu. Onun güçlü varlığı, beni hem korkutuyor hem de bilinmeyene doğru çekiyordu. Ona güveniyordum, sanki o, Ladinya'daki tek pusulamdı.
Aşağı indiğimde, Demir beni kahvaltı masasında bekliyordu. Konağın yemek salonu, sabahın ilk ışıklarıyla aydınlanmış, antika mobilyaları ve duvarlardaki kadim tablolarıyla göz kamaştırıyordu. Demir, masanın başında her zamanki gibi ciddi bir ifadeyle parşömenlerini inceliyordu. Yüzündeki bu ifade, artık benim için bir tehdit değil, aksine, derin bir bilgelik ve sorumluluğun nişanıydı.
"Günaydın," dedim, sesim odanın genişliğinde yankılandı.
Demir başını kaldırdı, gözleri beni bulduğunda yüzündeki sert çizgiler hafifçe yumuşadı. "Günaydın Kamelya. Kendini nasıl hissediyorsun?"
"Dinlenmiş," dedim, masaya otururken. "Sanki içimdeki bu enerji, beni baştan yaratıyor."
Demir başıyla onayladı. "Alev Soyu'nun gücü, sadece yakmakla ilgili değildir. O, aynı zamanda yeniler ve iyileştirir. Bedenin, bu gücü özümsemeye başlıyor."
Kahvaltımızı sessizlik içinde yaptık. Her lokma, Ladinya'daki yeni hayatımın bir parçasıydı. Demir'in varlığı, odada güçlü bir aura yaratıyordu. Gözlerimiz sık sık kesişiyor, o anlarda içimde tarif edemediğim bir çekim hissediyordum. Onun kararlı duruşu, keskin zekası, beni ona daha da bağlıyordu. Sanki hayatım boyunca aradığım o sarsılmaz güveni, onun gözlerinde buluyordum. Bu çekim, sadece fiziksel değildi; ruhsal bir bağ gibiydi, beni derinden etkiliyordu.
Yemek bittiğinde, Demir parşömenlerini özenle katlayıp masanın kenarına koydu. "Bugün," dedi, sesi ciddileşmişti, "Alev Soyu'nun en derin sırlarına ineceğiz. Burası, atalarının gücünü zirveye çıkardığı, en kadim bilgeliğin saklandığı yerdir."
Yutkundum. Dünkü eğitimin yoğunluğunu düşününce, bugünün beni nereye sürükleyeceğini merak ediyordum. Heyecan ve korku iç içeydi.
"Hazır mısın?" diye sordu Demir, gözleri delici bir şekilde bana bakıyordu.
Başımı salladım. "Hazırım." Sözcükler, dudaklarımdan kendiliğinden döküldü, bu kez tereddüt yoktu. Ona güveniyordum, onunla birlikte her zorluğun üstesinden gelebileceğime inanıyordum.
Demir ayağa kalktı. Onun devasa gölgesi, bir anlığına üzerime düştü. "O zaman gidelim."
Konağın ön kapısına yöneldik. Kapıda, dün beni şoke eden Aris bekliyordu. Maskesi yoktu yine. Aris'in yüzünü gördüğümde, kalbimde yine o Burak'ı hatırlatan acı bir sızı hissettim. Ama dün geceki şokun ardından, bu kez daha kontrollüydüm. Bakışları, Burak'ınkilerden çok farklıydı; daha keskin, daha soğuk, ama aynı zamanda bir sadakat ve güçlü bir irade barındırıyordu. Bu adam, Burak değildi. Olamazdı. Bu, sadece Ladinya'nın garip bir tesadüfü olmalıydı.
"Günaydın efendim," dedi Aris, sesi tok ve kendinden emindi. Gözleri bana doğru kaydı, yüzünde hafif bir merak belirdi. O an, kendimi toparladım. Artık Kamelya, bir cerrah değil, Alev Soyu'nun mirasçısıydı. Zayıflık göstermemeliydim.
"Aris," dedi Demir, "Bugün de bize eşlik edeceksin. Tapınağın kalbine iniyoruz. Güvenliği en üst düzeyde tutmalıyız."
Aris başını salladı. "Emrinizdeyim efendim."
Üçümüz, Ladinya'nın sokaklarından geçerek tapınağa doğru ilerlemeye başladık. Demir önde, ben ortada, Aris ise arkamızdaydı. Aris'in varlığı, her adımımda hissediliyordu. Sanki Burak'ın hayaleti yanı başımda yürüyormuş gibiydi. Bu, zihinsel olarak beni zorlasa da, Demir'in yanımda olması, bana güç veriyordu.
Tapınağa vardığımızda, sessizlik ve kadim enerji bizi karşıladı. Demir, direkt mağaraya inen geçide yöneldi. Aris, kapıda durdu.
"Efendim," dedi Aris, Demir geçide adım atarken. "Dışarıda bekliyor olacağım. Herhangi bir tehlike durumunda… beni çağırın."
Demir başını salladı. "İyi. Kimsenin buraya yaklaşmasına izin verme. Güçlü varlıklar, Kamelya'nın gücünü hissetmeye başladı."
Geçitten aşağı doğru inmeye başladık. Mağara, kristallerin loş parıltısıyla aydınlanmıştı. Havada, garip bir enerji titreşiyordu. Köşedeki ateş havuzu, usulca parlıyordu. Dün, bu havuzda elementlerle uyum sağlamıştım.
"Bugün," dedi Demir, mağaranın ortasına geldiğimizde, "gücünün en kadim tezahürünü öğreneceksin: Alev Mührü."
Gözlerim büyüdü. Mühür mü? Kutudaki parşömenlerdeki "Annenin Mührü, Ruhuna Kazınmış" ifadesi aklıma geldi. Annemin ruhuma kazıdığı mühür neydi?
"Alev Mührü," diye açıklamaya başladı Demir, "Alev Soyu'nun en güçlü yeteneklerinden biridir. Gücünü, bir nesneye veya bir varlığa aktarmanı sağlar. Bu mühür, hem koruyucu bir kalkan olabilir, hem de yıkıcı bir silah. Onu doğru kullanmak, Ladinya'nın kaderini belirleyecek."
Demir, eliyle mağaranın duvarındaki pürüzlü, koyu renkli bir taşı işaret etti. Üzerinde, parşömenlerde gördüğüm o iç içe geçmiş üçgenler sembolü oyuluydu. "Bu sembol," dedi, "Alev Soyu'nun kadim mührüdür. Ve senin mührün."
Yutkundum. Bu mühür, benimle bu kadar bağlantılı mıydı? Onu nasıl kullanacaktım?
"Taşın önüne geç," dedi Demir. "Gözlerini kapat. İçindeki ateşi uyandır. Onu, parmak uçlarına kadar getir. Sonra, elini mührün üzerine koy. Ve gücünü, mührün içine akıttığını hayal et. Onu, kendi iradenle birleştir."
Taşın önüne geçtim. Parmağımı, mührün üzerine koydum. Taş soğuktu, ama içimde yanan ateş, onu ısıtmaya başladı. Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldım. Zihnimde, annemin hayali belirdi, bana hayat veren, gücünü aktaran annem. Onun sevgisi, fedakarlığı… Bu güç, onun mirasıydı.
Bedenimdeki her bir hücrede karıncalanma hissi başladı. Sıcaklık, tüm vücudumu sarmaya başladı. Ellerim titriyordu. Parmak uçlarımdan, görünmez bir enerji akımı mührün içine akıyordu. Taşın üzerindeki sembol, aniden parlamaya başladı, içinden soluk kırmızı bir ışık yükseliyordu.
Demir'in sesi, kulağımda bir fısıltı gibiydi: "Gücünü hisset Kamelya. Onu mührünle birleştir. O, senin bir uzantın olacak. Onu, korumak için kullan. Onu, dönüştürmek için kullan."
Zihnimde, mührün gücünün mağaranın duvarlarına doğru yayıldığını canlandırdım. Onu bir kalkan gibi, görünmez bir bariyer gibi hayal ettim. Mührün etrafında, soluk kırmızı bir enerji alanı oluştuğunu hissettim. Bu enerji, dışarıdan gelecek her türlü tehdidi engelleyebilecek bir güçtü.
Gözlerimi açtım. Demir, hayranlıkla bana bakıyordu. Taşın üzerindeki mühür, güçlü bir şekilde parlıyordu. Mağaranın tüm atmosferi, bu enerjiyle dolmuştu. Bu, benim gücümdü. Benim mührümdü.
"Bu… olağanüstü," diye mırıldandı Demir. "Alev Mührü'nü bu kadar kısa sürede uyandırman, çok nadir bir yetenek. Ataların bile bunu başarmakta zorlanırdı."
İçimde, tarifsiz bir gurur ve sevinç dalgası yükseldi. Demir'in hayranlığı, benim için en büyük ödüldü. Onun o güçlü, sert karakterinin altında yatan bu takdir, beni ona daha da çekiyordu. Sanki onun gözlerinde, kendime olan inancımı yeniden buluyordum.
"Peki, bunu nasıl kullanacağım?" diye sordum, sesimde yeni bulduğum bir kararlılık vardı.
Demir, mührün yanına geldi. Parmağını mührün üzerine koydu. "Mühür, senin iradenle çalışır Kamelya. Onu ne için kullanmak istersen, o şekilde işler. Korumak için mi? Yıkmak için mi? Yoksa… iyileştirmek için mi?"
Eliyle, mağaranın başka bir köşesindeki küçük bir çatlağı işaret etti. Çatlak, mağaranın eski olduğunu gösteren bir izdi. "Şimdi," dedi, "mührünü kullan. O çatlağı onar. Onu, eski haline getir."
Yutkundum. Bir çatlağı onarmak mı? Bu, gücümün iyileştirici tarafını kullanmak anlamına geliyordu. Taşın önüne geçtim. Mührün üzerine elimi koydum. Gözlerimi kapattım. İçimdeki ateşi hissettim. Bu kez, onu yakmak veya yıkmak için değil, iyileştirmek için kullandım. Zihnimde, çatlağın kapandığını, taşın bütünleştiğini canlandırdım.
Bir anda, taşın üzerinden gelen hafif bir vızıltı sesi duydum. Gözlerimi açtım. Şaşkınlıkla baktım. Çatlak kapanmıştı. Taş, pürüzsüz ve eski haliyle duruyordu, sanki hiç hasar görmemişti.
Demir'in yüzündeki şaşkınlık, bu kez daha da büyüktü. "Kamelya," diye fısıldadı. "Sen… sen Ladinya'nın umudusun. Mührün, düşündüğümüzden çok daha güçlü."
Yere yığıldım. Gücümün bu kadar büyük olabileceğini tahmin edememiştim. Bedenim titriyordu, ama içimde tarifsiz bir başarı hissi vardı. Benim gücüm, hem yaratıcı hem de iyileştiriciydi.
Demir, hızla yanıma geldi ve diz çöktü. Bileğimi tuttu. Nabzımı kontrol ediyordu. Dokunuşu, elektriksel bir akım gibi bedenimde yayıldı. Bakışları, benimkilerle buluştu. Gözlerinde, dünkü sertliğin yerini, derin bir sıcaklık ve endişe almıştı. Bu bakış, içimde tarifsiz bir güven ve aidiyet duygusu uyandırdı. Sanki Ladinya'daki tüm yalnızlığım, bu bakışla silinip gitmişti. Ona kapılıyordum, kendimi bu yeni, tehlikeli dünyaya bırakmak istiyordum.
"Çok zorladın kendini," dedi, sesi yumuşamıştı. "Bu kadarını beklemiyordum. Senin gücün… çok büyük Kamelya. Ve tehlikeli."
"Tehlikeli mi?" diye sordum, sesim kısık çıktı.
"Evet," dedi Demir. Gözleri tekrar sertleşti. "Büyük güç, büyük sorumluluk getirir. Ve kontrol edilmezse, sadece düşmanlarını değil, kendini de yok edebilirsin. Bu yüzden, eğitimine ara vermeden devam etmeliyiz."
Bileğimi bırakıp ayağa kalktı. Ardından bana elini uzattı. Elini tuttuğumda, o elektrik akımı daha da güçlendi. Sanki onun gücü de benimkiyle birleşiyor, aramızda görünmez bir bağ oluşuyordu. Beni kolayca ayağa kaldırdı.
"Bugünlük eğitim bu kadar," dedi. "Bedenin ve zihnin bu yeni enerjiye alışmalı. Ama yarın… yarın daha zorlu bir ders seni bekliyor. Mührünü, hareket halindeyken nasıl kullanacağını öğreneceksin."
Mağaradan çıktığımızda, tapınağın önünde Aris bizi bekliyordu. Yüzündeki ifade hala donuktu, ama gözleri merakla beni süzüyordu. Onun bakışları, içimde hala bir rahatsızlık yaratıyordu. Burak'ın yüzü… O ihanetin yüzü. Ama o, Demir'in sağ koluydu. Güvenmem gerekiyordu.
Demir, Aris'e kısa bir bakış attı. "Kamelya iyi. Onu konağa götür."
Bu sözler, içimde bir hayal kırıklığı yarattı. Demir'le daha fazla vakit geçirmek istiyordum. Ama emrine karşı gelemezdim.
Aris'in yanında konağa doğru yürürken, sessizdik. Her adımımda, onun varlığını hissediyordum. Burak'ın yüzü… Bu, benim için bir sınavdı. Geçmişimle yüzleşmek, onu arkamda bırakmak zorundaydım.
Konağa vardığımızda, Aris kapıyı açtı. İçeri girdim. "Teşekkür ederim Aris," dedim, sesimdeki gerginliği bastırmaya çalışarak.
Aris başını salladı. "Görevim efendim." Gözleri, kısa bir anlığına benimkilere takıldı. O an, bakışlarında garip bir şey gördüm. Bir anlık bir hüzün mü? Yoksa bir anlayış mı? Anlayamadım. Sonra tekrar o donuk ifadeye büründü ve kapıdan çıktı.
Odama çıktığımda, kendimi yatağa attım. Bugün yaşadıklarım, hayal gücümün ötesindeydi. Alev Mührü… Benim gücümün en derin tezahürü. Bu güç, beni hem korkutuyor hem de heyecanlandırıyordu. Ama en çok da, Demir'in bakışları… Onun bana olan yaklaşımı. Ona kapılıyordum. Ona güveniyordum.
Kapan'ın Saklı Yüzü
Ladinya'nın arka sokaklarında, Kapan'ın evi sessizliğe gömülmüştü. Kamelya'nın ayrılmasının ardından, evin içi daha da boş ve soğuk geliyordu. Kapan, masasında oturmuş, eski bir parşömen tomarını inceliyordu. Bu, Ladinya'nın kadim soylarına ait, gizli bir soy ağacıydı. Parmakları, Alev Soyu'nun dalında durdu, ardından Demir Soyu'na kaydı. Ve sonra, gözleri, soy ağacının dibinde, karanlıkta kalan bir başka isme takıldı: Gölge Soyu.
"Çok hızlı uyanıyor," diye fısıldadı Kapan, sesi rüzgarın uğultusuna karışıyordu. "Demir'in planı ne? Kamelya'yı neye hazırlıyor?"
Kapan, başını kaldırdı. Pencereden, Demir'in konağının ışıkları uzaktan parlıyordu. Onun bu kadar acele etmesi, Kapan'ı endişelendiriyordu. Alev Soyu'nun gücü, tehlikeliydi. Kontrol edilmezse, hem Kamelya'yı hem de Ladinya'yı yok edebilirdi. Ve Demir'in bu kadar güçlü bir gücü kendi kontrolünde tutma isteği… Kapan'ın içinde bir şüphe tohumu yeşermeye başlıyordu.
Elindeki parşömeni dikkatlice katladı ve eski, ahşap bir kutunun içine koydu. Kutuyu kapattı. İçinde sakladığı başka bir sır daha vardı. Ladinya'da, Demir'in bildiği her şey, gerçek olmayabilirdi. Ve Kapan, bunu biliyordu.
Ayağa kalktı. Ocağın başına gidip garip kokulu bitkilerden bir çay demlemeye başladı. Bu, onun düşünme ritüeliydi. Kamelya'nın gücü, dengeleri bozmuştu. Ve bu denge bozukluğu, Gölgeleri harekete geçirecekti.
"Aris…" diye mırıldandı Kapan, çayını yudumlarken. Kamelya'nın Aris'i gördüğündeki şaşkınlığını ve acısını hatırlıyordu. Aris, Demir'in sağ koluydu, sadık ve güçlü. Ama Kapan, Aris'in yüzündeki yara izinin, sadece bir kılıç darbesinden ibaret olmadığını biliyordu. O yara izi, geçmişin derin izlerini taşıyordu. Ve Kapan, Aris'in de, tıpkı Kamelya gibi, Ladinya'nın kadim sırlarının bir parçası olduğunu hissediyordu.
Kapan'ın gözleri, karanlıkta parlıyordu. Onun da kendine ait sırları vardı. Ve o sırlar, zamanı geldiğinde Kamelya'nın kaderiyle kesişecekti. Alev Soyu'nun son mirasçısı, Demir Soyu'nun lideri, ve gölgelerin bekleyen tehdidi… Kapan'ın rolü, henüz ortaya çıkmamış olsa da, Ladinya'nın kaderinde önemli bir yer tutacaktı. Kapan, eski müttefiklerin nasıl düşmana dönüşebileceğini, ve en güvendiğin kişilerin nasıl ihanet edebileceğini biliyordu. Ve bu bilgi, onun en büyük silahıydı. Kamelya'yı korumak için, her şeyi göze alacaktı.
Gecenin ilerleyen saatlerinde, uykum kaçtı. Yatağımda doğrulup pencereye gittim. Ladinya'nın şehir ışıkları, uzakta parlıyordu.
Gökyüzünde tek ay vardı. Ama zihnimde, mor ve gümüşi iki ayın görüntüsü hala canlıydı. Kutu, başucumda duruyordu. Onu açtım. İçindeki parşömenleri çıkardım. "Kadim Soyun Son Mirasçısı, Kanında Yanan Ateşle Doğdun. Gölgelerden Gelen Gücü Taşırsın, Annenin Mührü, Ruhuna Kazınmış." Her bir kelime, artık daha anlamlıydı. Ben, Alev Soyu'nun mirasçısıydım. Ve bu, benim kaderimdi.
Demir'in konağında olmak, onun koruması altında olmak… Bu, Ladinya'daki yerimdi. Artık kaçmak yoktu. Savaşmak vardı. Ve bu savaşta, Demir'in yanında olacaktım. Onun varlığı, beni daha güçlü, daha cesur hissettiriyordu. Ona olan bu çekim, her geçen gün daha da artıyordu. Sanki Ladinya'nın tüm tehditlerine karşı, onun kollarında güvende olacaktım.
Yarın, Demir'le daha derinlere inecektik. Belki de bu eğitimde, annemin ölümüyle ilgili sırlar da açığa çıkacaktı. İhanet… Bu kelime, içimde hala bir yara gibiydi. Ve Aris… Burak'ın yüzünü taşıyan bu adam. Onunla yüzleşmek, bu sırrı çözmek zorundaydım. Geleceğim, geçmişim ve Ladinya'nın kaderi, benim ellerimde birleşiyordu.
Sabahın ilk ışıklarıyla, kendimi hazır hissettim. Bu, sadece güçlerimi öğrenmekle ilgili bir yolculuk değildi. Bu, kendimi, geçmişimi ve geleceğimi keşfetmekle ilgili bir yolculuktu. Ve Demir, bu yolculukta benim rehberim olacaktı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |