
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM: ‘GÖLGENİN DANSI’
Demir’in konağındaki yeni sabah, alışık olduğum rutinle başladı; Ladinya'nın şafak ışıkları odamın penceresinden içeri süzülüyor, içimdeki Alev Mührü'nün derinliğini hatırlatıyordu. Bedenimdeki enerji, dünkü yoğun eğitimin ardından daha da güçlenmişti. Artık ateşle sadece bağ kurmakla kalmıyor, onu bir kalkan gibi kullanabiliyor, hatta cansız nesneleri şekillendirebiliyordum. Zihnimde, Demir'in bakışları, bana yüklediği beklenti ve sorumlulukla dans ediyordu. Ona olan bu çekim, her geçen gün daha da artıyor, beni Ladinya'nın bu güçlü liderine daha da bağlıyordu. Sanki onun yanında, her türlü zorluğun üstesinden gelebilirdim.
Aşağı indiğimde, Demir beni kahvaltı masasında bekliyordu. Yemek salonu, sabahın sakinliğiyle doluydu. Demir, her zamanki gibi ciddi bir ifadeyle parşömenlerini inceliyordu. Onun bu kararlı duruşu, artık benim için bir tehdit değil, aksine, bana güven veren bir sığınaktı.
"Günaydın Kamelya," dedi, başını kaldırdığında gözlerindeki sertlik yerini hafif bir sıcaklığa bırakmıştı. "Kendini nasıl hissediyorsun? Gücünle olan bağın nasıl?"
"Günaydın Demir," dedim, masaya otururken. "Kendimi eskisinden çok daha güçlü hissediyorum. Sanki Alev Mührü, içimde hep oradaymış ve şimdi nihayet uyandı."
Demir başıyla onayladı. "Bu, iyi bir işaret. Gücün seninle bütünleşiyor. Ancak unutma, büyük güç, büyük sorumluluk demektir. Ve Gölgeler..." Sesi alçaldı, gözleri ciddileşti. "Onlar seni hissetmeye başladı. Kendini korumayı öğrenmelisin."
Kahvaltımızı sessizlik içinde sürdürdük. Demir'in sözleri zihnimde yankılanıyordu: Gölgeler. Ladinya'nın karanlık tarafı. Onların varlığı, artık sadece bir efsane değil, somut bir tehditti. Ve ben, bu tehdidin hedefi haline gelmiştim. Gözlerimiz sık sık kesişiyor, o anlarda içimde hissettiğim çekim, tehlikenin gölgesinde bile güçlü bir bağ oluşturuyordu.
Yemek bittiğinde, Demir parşömenlerini özenle katladı. "Bugün," dedi, sesi kararlılıkla doluydu, "Mührünü, hareket halindeyken nasıl kullanacağını öğreneceksin. Bir Alev Soyu, durduğu yerde savaşmaz. Onlar, en hızlı, en çevik savaşçılardır."
Yutkundum. Hareket halindeyken güç kullanmak… Bu, dünden de zor olacaktı. Ama Demir'in güveni, bana cesaret veriyordu.
"Hazır mısın?" diye sordu Demir, gözleri delici bir şekilde bana bakıyordu.
Başımı salladım. "Hazırım."
Demir ayağa kalktı. Gölgesi üzerime düştüğünde, onun gücünü ve liderliğini daha net hissediyordum. "O zaman gidelim."
Konağın kapısında, Aris bizi bekliyordu. Yüzündeki donuk ifadeye rağmen, gözleri beni merakla süzüyordu. Onun yüzü… Her gördüğümde içimde bir sızı bırakan Burak'ın yüzü… Bu, benim için bitmek bilmeyen bir sınavdı. Ama artık bu sınavın üstesinden gelmeyi öğreniyordum. Aris'e baktığımda, onun da Demir'e olan sadakatinin ne kadar güçlü olduğunu anlıyordum.
"Günaydın efendim," dedi Aris, sesi her zamanki gibi tok ve kendinden emindi.
"Günaydın Aris," dedi Demir. "Bugün de bizimle geleceksin. Kamelya'nın eğitiminde önemli bir adıma geçiyoruz. Güvenliği en üst düzeyde tutmalıyız."
Aris başını salladı. "Emrinizdeyim efendim." Gözleri kısaca benimkilerle buluştu, içinde tanımlayamadığım bir ifade vardı.
Üçümüz, Ladinya'nın taş sokaklarından geçerek tapınağa doğru ilerlemeye başladık. Demir önde, ben ortada, Aris ise arkamızdaydı. Aris'in varlığı, hala beni rahatsız etse de, artık dikkatimi dağıtmamayı öğreniyordum. Zihnimde tek bir hedef vardı: Gücümü kontrol etmek.
Tapınağa vardığımızda, içeri girdik. Demir, direkt mağaraya inen geçide yöneldi. Aris, tapınağın ana kapısında durdu.
"Efendim," dedi Aris, Demir geçide adım atarken. "Dışarıda bekliyor olacağım. Olağanüstü bir durum olması halinde… Beni çağırın."
Demir başını salladı. "İyi. Kimsenin buraya yaklaşmasına izin verme. Gücün uyanmasıyla, çevremizdeki enerji alanı da değişti. Gölgeler bunu hissedecek."
Geçitten aşağı doğru indik. Mağara, kristallerin loş parıltısıyla aydınlanmıştı. İçerideki hava, her zamankinden daha ağır ve enerji doluydu. Ateş havuzu, usulca parlıyordu. Dün, bu havuzda kendimi arındırmış, elementlerle uyum sağlamıştım.
"Bugün," dedi Demir, mağaranın ortasına geldiğimizde, "gücünü, hareket halinde kullanacaksın. Düşmanların, sana sabit durarak saldırmayacak. Sen de onlara öyle karşılık vermemelisin."
Demir, mağaranın bir ucundan diğer ucuna doğru koşmaya başladı. Hızlıydı, çevikti. Yüzünde, bir savaşçının kararlılığı vardı. "Şimdi," dedi, bana dönerek. "Ateş Mührünü etkinleştir. Ve mağaranın içinde benim gibi hareket ederken, mührünü bana doğru yönlendir. Ama bana zarar vermeden. Sadece hedef al. Onu bir atış gibi düşün."
Yutkundum. Bir hedefe, hareket halindeyken güç göndermek… Bu, daha önce yaptıklarımdan çok daha zor bir koordinasyon gerektiriyordu.
Gözlerimi kapattım. İçimdeki ateşi uyandırdım. Avuç içlerimden çıkan alevlerin parlaklığını hissettim. Alev Mührü, ellerimde belirginleşti. Sonra, Demir'in yaptığı gibi koşmaya başladım. Mağaranın içinde ileri geri hareket ederken, alevleri Demir'e doğru yönlendirmeye çalıştım.
İlk denemede, alevler kontrolsüzce mağaranın duvarlarına çarptı, kristallerin kısa bir anlığına daha parlak yanmasına neden oldu. Demir, hareketlerimdeki tutarsızlığı fark etti.
"Odaklan Kamelya!" diye bağırdı. Sesi, mağarada yankılandı. "Ateş, senin iradenle hareket eder. Onu zihninde bir hedef olarak belirle. Onu bir akıntı gibi düşün, sana doğru gelen. Onu yakala ve yeniden şekillendir."
Tekrar denedim. Koşarken, gözlerimi Demir'e diktim. Zihnimde, alevlerin bir ok gibi ona doğru gittiğini canlandırdım. Bu kez, daha dengeliydim. Alevler, Demir'in etrafında dans etti, ona değmeden geçip gitti.
Demir durdu, memnuniyetle bana baktı. "İşte bu! Hissediyor musun? Kontrolü ele alıyorsun."
İçimde, tarifsiz bir başarı hissi yükseldi. Bu, benim gücümdü. Benim kontrolümdeydi. Demir'in bakışları, üzerimde oyalanıyor, gözlerinde beliren gurur, içimi ısıtıyordu.
"Şimdi," dedi Demir, "bunu daha karmaşık hale getireceğiz. Mührünü kullanarak, aynı anda birden fazla hedefi vurmaya çalış. Mağaranın duvarlarında belirlediğim bu noktaları vur." Eliyle, mağaranın farklı yerlerindeki yedi küçük işareti işaret etti.
Yutkundum. Aynı anda yedi hedef mi? Bu, çok fazla konsantrasyon gerektiriyordu.
Tekrar koşmaya başladım. Gözlerim, işaretli noktalarda dans ediyordu. Zihnimde, alevlerin yedi farklı kola ayrıldığını ve her bir hedefe doğru ilerlediğini canlandırdım. Bedenimdeki enerji, girdap gibi dönüyordu. Her bir kolu hissetmeye çalıştım.
Alnımdan ter damlacıkları süzülüyordu. Bu, aşırı bir çabaydı. Ama başarmak zorundaydım. Ladinya'nın kaderi, benim elimdeydi.
Bir anda, yedi farklı yönden gelen bir parıltı gördüm. Gözlerimi açtım. Mağaranın duvarlarındaki yedi işaret, aynı anda alevlerle vurulmuştu. Hepsine isabet ettirmiştim.
Yere yığıldım. Gücümün büyük bir kısmı tükenmişti. Bedenim titriyordu. Ama içimde, tarifsiz bir zafer hissi vardı.
Demir, hızla yanıma geldi, diz çöktü. Bileğimi tuttu. Dokunuşu, her zamankinden daha güçlü, daha endişeliydi. Gözleri, benimkilerle buluştuğunda, içindeki o sıcaklık ve koruma içgüdüsü belirginleşti. "Kamelya," diye fısıldadı. "Sen… sen Ladinya'nın en güçlü Alev Soyu mirasçılarından birisin. Bu kadar kısa sürede bu gücü kontrol etmen… olağanüstü."
Sözleri, içimde bir yankı yarattı. Onun güveni, bana inanılmaz bir güç veriyordu. Ona olan çekimim, bu anlarda daha da artıyordu. Sanki Ladinya'nın tüm tehditleri, onun kollarında önemsizleşiyordu.
"Çok zorladın kendini," dedi, sesi yumuşamıştı. "Bu kadarını beklemiyordum. Senin gücün… tehlikeli derecede güçlü. Bu yüzden, daha fazla ara veremeyiz. Daha derinlere inmeliyiz."
Bileğimi bırakıp ayağa kalktı. Ardından bana elini uzattı. Elini tuttuğumda, o elektrik akımı tüm bedenimde yayıldı. Beni kolayca ayağa kaldırdı. "Bugünlük eğitim bu kadar," dedi. "Dinlenmelisin. Yarın, en kadim savaş sanatına başlayacağız. Alev Soyu'nun kılıcıyla dans etmeyi öğreneceksin."
Kılıç mı? Savaş mı? Bu, benim doktorluk hayatımdan çok uzaktaydı. Ama artık geri dönüş yoktu.
Mağaradan çıktığımızda, tapınağın önünde Aris bizi bekliyordu. Yüzündeki ifade hala donuktu, ama gözleri merakla beni süzüyordu. Onun varlığı, beni rahatsız etmeye devam ediyordu.
"Efendim," dedi Aris, Demir'e dönerek. "Bir ziyaretçi geldi. Kapan."
Kapan mı? Gözlerim kocaman açıldı. Onun beni ziyaret etmesi nadirdi.
Demir'in kaşları çatıldı. "Kapan'ın burada ne işi var?" Sesi, bir rahatsızlık taşıyordu.
"Kamelya'yı görmek istediğini söyledi," dedi Aris, bana kısa bir bakış atarak. "Önemli bir konu olduğunu iddia ediyor."
Demir bir an duraksadı. Ardından başını salladı. "Pekala. İçeri al."
Kapan, tapınağın girişinde duruyordu. Yüzünde derin bir endişe vardı. Beni gördüğünde, yüzündeki gerginlik hafifledi, ama hala bir huzursuzluk vardı.
"Kamelya!" dedi Kapan, sesi her zamankinden daha tizdi. "Sen iyi misin?"
"İyiyim Kapan," dedim. "Neden geldin?"
Kapan'ın gözleri, Demir'le Aris arasında gidip geldi. Sesi alçaldı. "Önemli bir şey öğrenmem gerekiyor Kamelya. Seni yalnız konuşmak istiyorum."
Demir'in kaşları daha da çatıldı. "Konuşmak istediğin her şeyi burada da konuşabilirsin Kapan."
"Hayır Demir," dedi Kapan, Demir'in gözlerinin içine bakarak. "Bu, Kamelya ile ilgili. Ve bu, özel bir konu."
Aralarında gergin bir sessizlik oluştu. Demir, Kapan'ın gözlerine sertçe baktı. Aris ise, kolunu önünde kavuşturmuş, sessizce ikisini izliyordu.
Sonunda Demir nefes verdi. "Pekala. Kamelya, Kapan'la konuşabilirsin. Aris, dışarıda bekle. Kimse bizi rahatsız etmesin."
Aris başını salladı ve kapıdan çıktı. Demir ise, tapınağın bir köşesine çekilip parşömenlerini çıkarmaya başladı, ama kulaklarının bizde olduğunu biliyordum.
Kapan bana yaklaştı, sesi fısıltı gibiydi. "Kamelya, benimle gelmelisin. Sana göstermem gereken bir şey var. Bu, senin geleceğin için çok önemli."
Gözlerim kocaman açıldı. Kapan'ın acelesi vardı. "Ne oldu Kapan? Ne bu kadar önemli?"
"Şu an açıklayamam," dedi Kapan. Gözleri endişeyle tapınağın dışına doğru kaydı. "Sadece şunu bil ki, Demir'in sana anlattığı her şey, gerçeğin sadece bir yüzü olabilir. Ladinya'da, karanlık sırlar var. Ve sen, bu sırların merkezindesin."
Bu sözler, içimde bir şüphe tohumu yeşertti. Demir'in bana yardım ettiğine inanıyordum, ona güveniyordum. Ama Kapan'ın sesindeki endişe, gerçekti. Ona da güveniyordum. Ladinya'da, kime güveneceğimi bilmiyordum.
"Ne sırrı?" diye sordum.
Kapan'ın gözleri, karanlıkta parlıyordu. "Senin ailenin ölümü, sadece bir kaza değildi. Bu, Ladinya'nın kadim soyları arasındaki bir ihanetin sonucuydu. Ve o ihanet, sadece Alev Soyu'nu değil, tüm Ladinya'yı tehlikeye attı."
İhanet… Bu kelime, içimde soğuk bir öfke uyandırdı. Annemin ve babamın ölümünün ardında yatan bu korkunç gerçek, beni derinden sarsmıştı.
"Ama Demir bana, bunun zamanı olmadığını söyledi," dedim.
"Çünkü o, sana sadece kendi istediğini gösteriyor Kamelya," dedi Kapan. "Onun da kendi ajandası var. Sen, sadece bir piyon değilsin. Sen, Ladinya'nın kaderini değiştirecek tek kişisin."
Kapan'ın sözleri, zihnimde fırtınalar koparıyordu. Demir'in sözleri, Kapan'ın uyarıları… Kime inanacaktım?
"Peki ne yapmalıyım?" diye sordum, çaresizce.
Kapan elini uzattı. "Benimle gel. Sana göstermem gereken bir yer var. Orada, Alev Soyu'nun sana bıraktığı başka bir miras var. Demir'in sana göstermediği bir miras."
Gözlerim, Kapan'ın uzattığı ele ve ardından Demir'e kaydı. Demir, hala parşömenleriyle meşgul gibi görünse de, kulaklarının bizde olduğundan emindim. Bir seçim yapmak zorundaydım. Demir'in güvenli sığınağı ve eğitimi mi, yoksa Kapan'ın gizemli uyarıları ve bilinmeyen gerçeğin peşinden gitmek mi?
İçimde bir ikilem oluştu. Demir'e olan çekimim, ona olan güvenim büyüktü. Ama Kapan'ın sözlerindeki samimiyet ve endişe, göz ardı edilemezdi.
"Kamelya," dedi Kapan, sesinde bir ısrar vardı. "Karar vermelisin. Ladinya'nın kaderi, senin ellerinde."
Derin bir nefes aldım. Bu, hayatımın en zor kararlarından biriydi. Ama ben, artık Alev Soyu'nun mirasçısıydım. Ve mirasçılar, kendi kararlarını kendileri verirlerdi.
"Pekala Kapan," dedim, uzattığı eli tutarak. "Seninle geliyorum."
Kapan'ın yüzünde, derin bir rahatlama belirdi. Gözlerinde, bir zafer pırıltısı vardı. Demir'in bize doğru döndüğünü hissettim. Gözleri, Kapan'ın elimi tuttuğunu görünce aniden kısıldı. Yüzündeki ifade sertleşti, sanki bir ihanete uğramış gibiydi.
"Nereye gidiyorsunuz?" diye sordu Demir, sesi buz gibiydi.
"Kamelya ile benim aramda özel bir sır var Demir," dedi Kapan, Demir'in gözlerinin içine bakarak. "Bu, senin için değil."
Demir'in yumrukları sıkıldı. Gözleri alev alev yanıyordu. "Kamelya, benimle kalmalısın. Güvenliğin burada."
Kapan'ın elini daha sıkı tuttum. "Kapan'la gitmek istiyorum Demir. Bana göstermesi gereken bir şey var."
Demir'in yüzündeki öfke, bir anlığına beni korkuttu. Ama ben, kararımı vermiştim. Ladinya'nın gerçeklerini öğrenmek zorundaydım.
"Çok geç Kamelya," dedi Demir, sesi hiddetle yükseldi. "O, seni kandırıyor. Onun sana göstereceği hiçbir şey, benim sana öğreteceklerimden daha önemli değil."
Kapan, bana döndü. "Hızlı ol Kamelya!"
Kapan'la birlikte tapınaktan dışarı çıktık. Arkamızdan Demir'in hiddetli sesini duyuyordum, ama artık geri dönmek yoktu. Ladinya'nın gerçekleri, beni çağırıyordu. Ve ben, o gerçeklerin peşinden gitmeye hazırdım. Aris'in şaşkınlıkla dolu bakışları üzerimdeydi, ama o da bir şey yapamadı. Onun yüzündeki Burak'ın gölgesi, beni daha da kararlı hale getiriyordu. Geçmişimle yüzleşmek, geleceğimi şekillendirmek zorundaydım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |