
8.BÖLÜM: ‘DEMİR’
”senin kaderin olabilirim…”
…
“Yanınızda kalmaya memnun kalacak bir halim varmış gibi gözüktüğümü sanmıyorum, gerekirse dışarıda da kalabilirim fakat sizinle kalmayı tercih etmeyeceğim. Her kim olursanız olun, önce bana bir açıklama borçlusunuz.” Dediğimde henüz bana adını bile söylememiş kişi ellerini masaya koyarak hızlıca ayağa kalktı. Bekledi, bekledim ve o sonunda yanıma doğru geldi. “Sınırlarımı çok zorluyorsun küçük hanım, fakat burada işler sandığın gibi ilerlemiyor. Enerjin her yere yayıldığında her şey belli olacaktır ve o zaman gerekli açıklamayı alırsın, fakat her şey için çok geç olur. Henüz ölmek için çok gençsin, ölmek istemiyorsan yanımda kalmalısın.” Gözlerimi sinirle kapattım ve tekrar açtım.
onun yanında kalmaktan başka bir seçeneğimin olmadığını çok iyi biliyordum fakat dilinin altında yatan gerçeği didiklemeyi tercih etmek daha mantıklı oldu. Sokakta kalmak benlik bir şey değildi. Soğuğa karşı dayanıklıydım fakat sokakta kalırsam kendime karşı çizdiğim elit ifade bozulurdu. Gerçi bunu çoktan doğumcu olup bozmuştum ama bu apayrıydı.
O bana doğru yaklaşmıştı, bu demek oluyordu ki benim yapmamda da bir sorun olamazdı.
Ona doğru usulca yaklaştım ve kulağına yaklaştım. Sanki bir sırmış gibi fısıldayarak “sözlerinin altında sakladığın gerçeği ilelelbet öğreneceğim, ama öncesinde adını söyleyeceğim Demir.” Dedim sessizce. Onun adını masada oturan kişilerin ağızlarını oynatarak konuştukları konuşmaları gözlemleyerek öğrenmiştim dakikalar öncesinde ve şimdi şifreyi birleştirdim.
”adımı sana söylediğimi hatırlamıyorum?” Derken oldukça masum duruyordu fakat masum olmadığını tahmin etmek zor değildi. “Zeki olmadığımı söylediğimi hatırlamıyorum?” Dedim onun sözüne karşılık.
“anlaşıldı,” dedi, “seninle çok işimiz var kamelya, şimdi bana gerçeği söyle Kamelya ismimi nasıl öğrendin?” Bu sorgulamaya devam edecekti ta ki bir cevap alana denk. Şu an yüksek ihtimalle Kapan’ın söylediğini düşünüyordu. Onu şaşırtmalıydım. “Kapan’ın söylediğini düşünmekte hata ediyordun,” dedim yüksek sesle. “İlk önce çalışanlarına biraz dikkat et, düşmanın ağız okuyup okuyamadığını nereden bileceksin?” Kahkaham sessizce ortalığa savunulurken masadakilere sert bir bakış atarak göz kırptım. “Bence de ben çok güzelim.” Dedim ve gülümsedim.” Saatlerdir dudaklarını okuyordum ve aptalca hiçbir şey anlamamışlardı.
”onlar çalışan diyebileceğin kişiler değil, arkadaşlarım ve ileride senin de arkadaşların olacak.” Bahsettiğim de buydu, onlarla ne zaman tanışacaktım? “Tanıştır o zaman.” Dedim ve önce ben kendimi tanıttım. “Utangaçlığınızın izin vermeyeceğini bilerekten önce ben başlayayım, mağlum uzun süre beraber olacağız gibi. Öncelikle adım Kamelya soyadımın pek önemi yok, doktorum gerçi doktor değil doğum doktoru deseniz daha mantıklı olur, 25 yaşına gireceğim. Bu kadar.” Diyerek onlara baktım. Kendimi ilkokulda sınıfa kendisini tanıtan öğretmenmiş gibi hissediyordum.
İçlerinden tek hemcinsim olan kız “ben Leila, bir mesleğim yok fakat abim gibi askeriyeyle ilgileniyorum.” Dedi. Mesleğinin neden olmadığını idrak etmek zor değildi. Geride kalan diğer 3 kişi de erkekti, içlerinden saçı daha siyaha yönelik olan adının Anaç olduğunu kumral olan Pars olduğunu ve biraz daha uzun ve kıvırcık saçlı kumral olan da adının Saras olduğunu söylemişti.
Aslında yakından bakıldığında isimleri de bizim isimlerimizle benzerdi, normal dünyadaymış gibi hissettirmişti.
kendime gelmeliydim, artık gerçek dünyada değildim.
Gerçek dünyayı her ne kadar özlesemde kaosları severdim ve bu yüzden şimdilik burada kalmayı tercih etmiştim. Korkarım ki istesem de buradan gitmem çok da kolay olmayacaktı.
“Otursana,” dedi adını yanlış hatırlamıyorsam Pars olan kişi. Ona doğru döndüm, “daha burada mıyız?” Dedim. Sevmediğim şeylerden birinci sırada yet alan şey de aynı ortamda uzun süre kalmaktı. Özellikle de yakın bulmadığım kişilerle.
Gözlerim Demir’e doğru döndüğünde o da bana bakıyordu, “boşuna bakmayın, ben biraz antika insanım. Başınıza daha şimdiden bela olduysam hemen geri iade edin bence. Kim bilir ileride bozuladabilirim.” Dedim.
Bunu da demezsin be kızım…
onların güldüğünü anlamak çok zor değildi fakat gerçekleri söylemiştim. “Öyle gülmeyin.” Dedim, “Etrafımdaki insanlar antika gibi olduğum için aldattı beni, sizin iade etmeniz pek sorun olmaz.” Dedim ve gözlerimin dolacağını bildiğim için güldüm. Gülerken de gözlerim dolduğu için bahane üretmek kolaydı. Elimle ağızımı kapattım “siz gülünce benim de gülesim geliyor gülmeyin!” Diye onları uyardım.
Aksine onlar güldükçe ağlayasım geliyordu…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |