55. Bölüm

2. Kitap 2. Bölüm

Rabia Gümüş
deeindeniz

Gamze'den

Gözlerim bağlı olduğu için hiçbir şey göremiyordum. Derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştım. Daha önce de kaçmıştım ve yine yapabilirdim. Tabii o zaman Gediz benden başka bir şeyi göremeyecek kadar kör olduğu için daha kolay olmuştu. Şimdiyse böyle bir avantajım yoktu. Kapı sesi tekrar gelince yerimde kıpırdadım. Birinin adım sesleri önümde durdu ve gözlerime bağladıkları bezi çözdü.

"Misafirperver olmamız gerekiyor, çok ayıp çocuklar."

Gözlerimin ışığa alışmasıyla sesle birlikte karşımda gördüğüm kişiyle bir an nefes alamadım.

"Sercan?"

Benim uyuşmuştu sanki. Nefes alamıyormuş gibi hissettim. Karşımdaki adam, herkese ihanet etmiş bir suçluydu. Öldü olarak biliniyorken gayet kanlı canlı karşımda duruyordu. Gözlerimi birkaç defa daha açıp kapattım, inanmak istemiyordum.

"Ölü görmüş gibisin," diyerek güldüğünde boş depoda kahkahası yankılandı. Ürperdim.

"Sen... nasıl?" diye iki kelime edebildim sadece. Şaşkınlığım kelimelerimin önüne geçiyordu. Gözleri kısılırken dikkatlice inceledi beni.

"Ölmedim Gamze. Hiç düşünmediniz değil mi ben hainsem, başkası da hain olamaz mıydı? Tek başımıza mı planlamıştık Özge ile bunca şeyi?" Bunları sorarken kolları iki yana açılmış, avını kıstıran bir aslan gibi kendini beğenmişti.

"Emre senin için 'öldü' dedi." Emre'nin sözü yeterliydi inanmam için. Ona da yalan söylemişlerdi. Herkesi kandırmış, gerçeği gizlemişlerdi. Emre bunu duyunca yer yerinden oynayacaktı. Sercan gözlerimin içine bakarken sinsice gülümsedi.

"Sen zeki bir kızsın bu soruların cevabını kendin de verebilirsin. Bana sormak istediğin başka bir şey yok mu ya da birisi?"

Odanın içine bakarken Sercan yerine burada görmeyi beklediğim kişiyi aradım. Özge burada değildi. "Özge'ye ne oldu?" dedim sesimi sabit tutmaya çalışarak. Gözleri parlarken tam da istediği soruyu sorduğumu anladım. Yan tarafımda duran sandalyeyi çekip oturdu. Ellerini dizlerine koyduktan sonra başını hafif yana yatırdı.

"Özge güzelim gelir misin?!" diye yüksek bir sesle sorduğunda arkadaki kapı bir kez daha açıldı.

Başı önünde içeriye giren Özge'nin saçları yüzünü kapatmıştı. Ben alaycı bir gülümseme, hakaretler beklerken oldukça sessizdi. Sercan ise elini ona uzattığında çekinerek elini ona vermişti ama titrediğini fark etmemek için kör olmak gerekiyordu. Özge, Sercan'dan korkuyordu.

"Güzel yüzünü göstermeyecek misin misafirimize?" diyerek dudak büktü Sercan ve Özge'nin çenesini yukarı kaldırarak yüzünü açığa çıkarttı.

"Hii!" diye bir nida döküldü dudaklarımdan. Özge'nin sağ tarafında kaşının üstünden başlayan yara izi yarım hilal şeklinde yanağından aşağı inip, çenesinin altına kadar geliyordu. Görüntü o kadar korkunçtu ki eti parçalanmış gibi içe doğru bükülmüştü.

Keskin bir bıçakla derinlemesine kesildikten sonra müdahale edilmemişti. Kendi kendine kapanmasını beklerken acı içinde bırakmıştı büyük ihtimalle. Özge, Sercan'ı kullanmasının bedelini ödemiş, kendi eliyle ortaya çıkarttığı canavarın öfkesini tatmıştı.

Hemen başını geri yere eğerken Sercan umursamaz bir ifadeyle elini çenesinden geri çekip bana doğru döndü. "Fazla utangaç değil mi sence de? Oysa Emre'ye karşı oldukça cömertti." Sözleriyle birlikte beni nereden vuracağını anlamış, gözünü kırpmadan beni izliyordu.

"Ona bakışında merhamet gördüm ama o bunu hak ediyor mu?" demeye getirmişti cümlesini. Emre'yi senden almak istedi, hayatını mahvetti ve bu durumda olmasına merhamet gösterme demek yerine bunu yüzüme vurmuştu. Sadece bana, Emre'ye değil, herkese kötülüğü dokunmuştu Özge'nin.

"Peki senin ondan farkın ne? O, Emre'yi almak için girdi bütün bunların içine sense onun için girdin. Ben seni tanıdım Sercan ve sen böyle birisi değildin. Neşeliydin, hayat doluydun ve sevecendin. Sen bu değilsin," diyebildim onu inandırmak adına.

Şu anda onun tersine gitmem olayları daha da alevlendirmekten başka bir şey kazandırmazdı. Belki onu ikna edebilirdim beni bırakması için. Özge'ye bunu yapmamış olsa içimdeki umut daha yüksek olurdu ama görmüştüm bir kere o alaycılığın altında yatan öfkeyi. Sakin kalıp öfkesini daha fazla yüzeye çıkartmak istemiyordum.

"Benim ondan farkım gerçekten onu sevmemdi. O, Emre'yi amaçları yüzünden isterken ben kalbimin bütün kapılarını açmıştım. İstersem onu öldürebilirim ama bunu yapmıyorum. Çünkü gözlerindeki korku hoşuma gidiyor. Artık onu sevmiyorum, oynamak daha eğlenceliymiş."

Özge bu sözler üzerine daha çok titrerken, içimden soğuk bir ürperti geçti. Kontrollü bir şekilde delirmişti Sercan. Bunun nasıl olduğunu bilmiyordum ama delilik akan sözleri ve akıllıca oynadığı hamlelerle her şeyi kendi lehine çevirmişti. Şimdi arı kovanına çomak sokmuş, saldıracak arıları bir kavanoza hapsetme hayali kuruyordu.

"Benimle derdin yok değil mi? Emre'nin acı çekmesi için yapıyorsun tüm bunları. Çünkü sen acı çektin ve karşılığını misliyle vermek istiyorsun."

Gözlerinin içine bakarak kurduğum cümleyle gözlerindeki o alaycı ifade kırıldı, yerini düz bakışlar aldı. "Arabayı hazırlayın, yola çıkıyoruz on dakikaya," diyerek ayağa kalktı. Hiçbir şey söylemeden kapıya doğru ilerlediğinde Özge de onu takip etti.

Kapı gürültüyle kapanırken etrafı incelmeye başladım. Beton duvarlarıyla henüz bitmemiş olan boş bir depoya benziyordu. İçeride iki sandalye ve büyük demir bir kapı dışında bir şey yoktu. Ellerim arkadan bağlı olduğu için bileklerim sızlamaya başlamıştı.

Emre beni bulmaya gelecekti. Parmağımdaki yüzüğe değdiğim anda verdiğim sözü hatırladım. Bu yüzük parmağımdan bir daha çıkmayacak demiştim. Yüzüğü parmaklarımı birbirine sürterek yukarı kaydırdım. Ellerim terlediği için kolay bir şekilde kaymıştı. İki parmağımın arasına aldığım yüzüğü kapıdan gelen sesle olabildiğince uzağa attım.

Bir metre kadar ilerime düşerken tok bir ses çıkarmıştı ama kapı açıldığı için sesi bir tek ben duymuştum. Bana doğru ilerleyen adam beni sandalyeden kaldırıp kaba bir şekilde ileriye doğru itti. Bana dokunmasına tahammül edemediğin için hızlı adımlarla kapıdan çıktım.

Temiz hava ile derin bir nefes aldım. Geldiğimiz arabadan farklı bir araca binmiştik şimdi. Diğer arabaları ortadan kaldırdıkları ise bariz bir gerçekti. Arka koltuğa oturduğumda yanıma Özge'nin oturmasını beklemiyordum. Ön koltuğa iki kişi binince araba çalıştı ve hızla depodan uzaklaştı.

"Sana yaptıklarına rağmen yanında kalıyorsun hâlen. Aslında hanginiz daha kötü karar veremedim," derken sesim düşünceli çıkıyordu.

"Geri dönersem ömür boyu hapiste kalacağım. Cezamı çektim ben, asıl kendini düşün. Sana yapacakları benim yanımda hiç kalır," derken o eski alaycı ifadesine bürünmüştü.

"Bana yardım edersen sana yardım ederim. Seni kaçıracağımı falan sanma cezaevine temiz don falan getiririm en fazla."

Neredeyse neşeli çıkan sözlerime karşılık bana doğru döndü. Bu kadar rahat konuşmamın nedeni bana yardım etmeyeceğini bilmemdi. Özge'yi korkuları yönetiyordu, Sercan'dan ise ölesiye korktuğunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi.

"Biliyor musun Emre benim yerime seni seçtiğinde bunu anlayabildim. Güzeldin, ona uygundun ve her şeye rağmen akıllı bir kızdın. Seninle başa çıkamayacağımı bildiğim için Gediz ile o anlaşmayı yaptım. Şimdi olsa yapmazdım. Direkt öldürürdüm seni," derken itirafında oldukça ciddiydi.

"Benim hakkımda bu kadar güzel şeyler söyleme lütfen. Gözlerim doluyor, neredeyse ağlayacağım beni öldürmek istediğin için," derken gözlerimi kısıp artık saklamadığı derin ize baktım. Nereye baktığımı fark etmiş gibi başını camdan tarafa çevirdi.

Arkadan bağlı olan ellerimi arabaya binmeden çözmüş, önden kelepçe ile bağlamışlardı. Etraf yirmiye yakın silahlı adamla çevrili olduğu için kaçma şansım yoktu. Denesem hem dikkat çeker hem de sürekli gözlerin üstümde olmasını sağlardım. Beni sessiz ve sakin olayı kabullenmiş saymaları daha çok işime yarardı.

Sessizce oturmuş yolu izliyordum. Hep kırsal alanlardan ilerliyorduk. Bozuk yolda arabanın hareketiyle sarsılıyorduk sürekli. Özge ile anlaşmış gibi birbirimize değmemek için iki ayrı uca yerleşmiştik. Geçtiğimiz yolda tabela ya da nerede olduğumuzu belli edecek bir yer görme umuduyla etrafı dikkatlice izliyordum.

Annemlerin haberi olmuş mudur? Peki ya abim? Durumdan tek Seda'nın haberinin olmamasını istiyordum. Yeni doğum yapmıştı ve stres altında olması bebeğe de yansırdı. Sütü kesilir de emziremezse vicdan azabı çekerdim bir bebeğin ve annenin en özel bağını kopardığım için.

Emre...

Ona olan hislerimi anlatmaya kelimeler yetmezdi. Şimdi deliye dönmüş bir şekilde beni arıyordur. Kendini parçaladığına, suçladığına emindim. Semih destek oluyordur, yanındadır. İçim biraz olsun rahattı bu konuda. Kurt yalnız değildi en azından.

Abimin kaçırıldığımı öğrenince Emre'ye kızacağına emindim. Fazla yüklenmemesini umuyordum. Annem ile babam yıkılacaktı zaten, onlara da destek olması gerekiyordu. Emre alttan alırdı, abime karşı çıkmazdı. Kendini suçladığı için zaten sessiz kalırdı.

Parmağımda olmayan yüzüğün bıraktığı ize baktım. Silik bir izdi ama bana umut veriyordu. Emre yüzüğü bulacaktı ve geri yerine takacaktı en kısa zamanda. Bu kadar sakin durmanın tek nedeni Emre'nin son sözüydü.

Kurt bulacağım diyorsa bulurdu.

Araç durduğunda geldiğimiz yere daha dikkatli baktım. Tek katlı müstakil bir evdi. Kapı açılınca beklemeden arabadan indim. Etrafıma baktığımda boş arazilerle çevreli olduğumuzu fark ettim. Çorak arazi üstünde tek katlı evden başka bir yerleşke yoktu. Kolumdan çekilince incelemem bitmişti mecburen. Eve doğru hızla yürümeye başladım. Pencerelerinde demir parmaklıklar vardı.

"Kaçmayı aklından bile geçirme. Öldürmem ama ayağından vurulmak fena hâlde canını yakar," dedi Sercan beni izlediğini belli edercesine.

"Kaçmama gerek kalmayacak, Emre yakında burada olur."

Rahat bir şekilde verdiğim cevapla kahkaha attı. Karşıma geçip koltuklardan birine oturduğunda arkamdaki adam da beni oturmam için sırtımdan itti. Oturduğum yerden birbirimize bakıyorduk. Kurt'un arkadaşı olan Sercan yoktu artık karşımda.

"Kurt bizi bulamaz Gamze. O benim onun için hazırladığım plana göre şimdi Türkiye turuna çıkacak. Bizse seninle gideceğimiz yerde onun delirmesini izleyeceğiz. Onu gönderdiğim her yere kameralar koydurdum. Merak etme sana da izleteceğim." Bana alaycı gülümsemeyle göz kırptı.

Midem bulanırken buna dayanamayacağımı hissettim. Onun acı çekmesini izlemek burada olmaktan daha berbattı. Buna dayanamazdım.

"Neden beni öldürmüyorsun? Bu onun için gerçekten daha acı olur." Beni öldürmeyeceğine emindim. Eğer öldürmek isteseydi Emre'nin gözleri önünde hiç düşünmez öldürürdü beni. Amacı farklıydı, plan yapması bile bunu kanıtlıyordu.

"Ah Gamze beni hafife alıyorsun. Ölürsen yokluğuna alışır ne kadar zor olsa da. Ben sen yaşıyorken onu sensiz bırakıyorum. Birine yapılacak en büyük kötülük ona umut vermektir. Ben şimdi Emre'ye seni bulması için umut verdim. Elinde hiçbir şey kalmayınca ise yıkılışını birlikte izleyeceğiz."

Ayağa kalkıp kapının önünde dikilen Özge'ye doğru ilerledi. Kulağına bir şeyler söyledikten sonra dışarı çıktı. Özge yanına gelip kolumu tutmaya çalışınca kolumu hızla çekip ayağa kalktım. Odayı işaret ettiğinde beklemeden kapısı açık olan odaya girdim. Özge ellerimi çözdükten sonra dışarı çıkıp, kapıyı kilitledi.

Yerde sadece halı ve üstünde bir yer yatağı vardı. Yatağa ilerleyip, ayakkabılarımı çıkardım ve oturdum. Acıyan bileklerimi ovuşturdum. Kapı tekrar açıldı ve elinde yemek tepsisiyle giren Özge tepsiyi yere bırakıp çıktı.

Fazlasıyla acıkmıştım ve yemesem bile ne kadar süre bekleyeceğimi bilmiyordum. Güçten düşmek istemediğim için tepsiyi aldım mercimek çorbası, su ve ekmekten oluşan yemeğimi yedim. Tabak ve bardak kartondan yapılmaydı. Kaşık plastikti ama yokluğu hemen anlaşılırdı. Sakin kalmaya devam ederek tepsiyi kapının yanına bırakıp yerime geçtim.

Gecenin karanlığına daha fazla direnemedim, yorgunluğum ağır geldi ve uyuyakaldım.

Tedirgin bir şekilde uyuduğum için kapı açılır açılmaz yerimden kalktım. Sercan içeri girince karşı karşıya geldik. Baştan aşağı beni süzerken rahatsız olduğumu belli edercesine gözlerimi ondan ayırmadım. Kaşlarım çatılırken, tırnaklarımı avucumun içine geçirdim.

"Gediz ve Emre'nin neden senin peşinde olduğu o kadar belli ki. Özge gibi birinin peşinde olmak yerine gözümü biraz açsaydım merak ediyorum yine Emre'yi mi tercih ederdin? Ya da dur cevap verme bu aramızda bir düşünce olarak kalsın."

Beni incelerken kurduğu cümlelerle karnıma kramplar girdi. Bir adım geri çekildiğimde gözlerime bakmaya başladı. "Benim için hiçbir zaman bir tercih olmadı Emre. Geçmişte, şu an ve gelecekte sadece o olacak. Bunu kabul etmeyen en son kişi şu anda bir mezarda çıyanlarla vakit geçiriyor." Buz gibi çıkan sesimle, nerdeyse onu öldürebilirdim.

Bunu yapmamam için bir neden daha eklenmişti. Emre'yi izliyordu ve benim yaptığım hamlenin bedelini o ödeyebilirdi. Tırnaklarım etime daha sert şekilde geçtiğinde acıyı hissettim. Emre'ye zarar gelmesine katlanamazdım. Beni ararken gittiği her yerden eli boş dönecekti ama sonunda bulacaktı beni. Sadece biraz daha sabretmem gerekiyordu.

"Kalbimin kapılarını çoktan kapatmış birisiyim o yüzden bence de beni bir seçenek olarak görme. Az daha ne diyeceğimi unutuyordum. Hazırlan beş dakikaya çıkıyoruz. Bu arada umarım yüksekten korkmuyorsundur çünkü uçacağız," derken sesi gayet keyifliydi.

Kapıyı açıp bırakıp çıktığında, uçacağız derken gerçek anlamda olduğunu dışarıdan gelen pervane sesi kanıtladı. Beni bir uçağa bindiremeyeceği için helikopter tercih etmiş olmalıydı. Sinirle bağırdım.

"Daha ne kadar boktan olabilir!"

"Emin ol hiçbir şey görmedin," diye seslendiğinde beni duyduğunu anladım.

Sinirle odadan çıktım. Silahlı adamlar tarafından çevrili bir şekilde Sercan ve Özge eşliğinde helikoptere bindirildim. Kısa süre sonra hareket ettiğimizde adamların çoğunun burada kaldığını gördüm. Bu benim için iyi bir fırsat olabilirdi. Sadece altı kişiydik içeride.

"İyi uykular," diyen Özge tam karşımda oturmuş elindeki iğneyi bana doğru yaklaştırıyordu.

Ellerim bağlı olmadığı için hızlı bir şekilde iğneyi elinden alıp bacağına sapladım ve sıvıyı damarlarına gönderdim. "Sana iyi uykular sürtük," dedim iğneyi sertçe çekerek. Gerçekten sinirliydim, içimdeki öfkeli Gamze bana alkış tutup övgüler yağdırdı.

Özge'nin başı Sercan'dan yana düşerken, Sercan tiksintiyle parmağını alnına koyup diğer tarafa ittirdi. Orada oturan adamsa hareketsiz kaldı. Özge'nin gözleri tamamen kapanmış, boşluğa düşmüş gibi bedeni koltukta kaymıştı. Emniyet kemeri olmasa yeri boylamıştı. Bu kızdan nefret ediyordum.

"Güzel hareket ama bir daha olmasını istemeyiz. Ellerini bağlayın," dedi Sercan sadece her zamanki sırıtmasıyla. Özge'ye artık değer vermediğini, umursamadığını görmek beni biraz üzdü. O zaman işler daha kolay olabilirdi. Özge'yi bir şekilde rehin alıp kaçabilirdim. Ellerim tekrar sıkı bir şekilde bağlandı ek olarak gözlerimi siyah bir kumaş parçasıyla tamamen kapattılar.

Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum ama artık bacaklarım uyuşmaya başlamıştı. İniş anonsunu veren pilottan sonra kulaklarım uğuldamaya başladı. Sarsıntıyla birlikte artık yere indiğimiz kesinleşirken gürültüyle kapı açıldı. Bir el bileğime sarılınca beni sürüklemesine izin vermemek için hızlı adım atmaya başladım.

Gözlerimi açtıklarında sabaha karşı aydınlanmaya başlamış gökyüzüne baktım. Bugün ikinci gündü. Eve girdiğimizde benim için ayrılmış odaya beni itip, kapıyı üstüme kilitlediler yine. Ellerim bağlı olduğu için sinirle nefesimi verdim.

Özge'yi güzellik uykusundan uyanırken görseydim en azından. Yüzündeki o ifadeye bakıp benimle alay eden yüzüne karşı dik dik bakardım. İçeride karşılıklı duran koltuklardan birine oturdum. Pencereden dışarı bakarken hava tamamen aydınlanmıştı.

Bizimkileri olabildiğince az düşünmeye çalışıyordum aklımı başka şeylere takarak. Çünkü düşündükçe onların ne durumda olduğunu bilmek canımı yakıyordu. Abime haber çoktan gitmiştir, şimdi köşe bucak beni arıyordur. Annem ve babama da söylemeleri gerekiyor artık, iki gün, bir gece boyunca beni görmemişlerdi.

Emre aklımın en gerisinde duruyordu. Düşünmeyi bırakın bir kenara varlığını hissetme ihtiyacı duyuyordum. Her zaman bana karşı olan bitmek tükenmek bilmeyen sevgisine ihtiyacım vardı. Ellerimi ısıtan ellerine, gamzelerimi görmek için sürekli beni gülümsetmesine en önemlisi de sesinden sanki dua gibi çıkan bana 'Gamzelim' demesine.

"Çabuk gel Kurt, sensizlik çok zor," diye fısıldadım geceye.

Helikopter yolculuğu oldukça sarsıcı geçmişti. Nerede olduğumuzu bile bilmiyordum ama hâlen Türkiye sınırları içerindeydik. Yurt dışına bir helikopterle çıkmak akıl işi değildi. Koltuğa uzanıp düşünceler eşliğinde yeniden uyuyakaldım.

Sabah büyük bir gürültüyle gözlerimi açtım. Hemen yerimden kalkarken bağlı ellerim düne göre berbat hâldeydi. Sızlamayı geçmiş, bileklerime oturmuş ip ince kesikler hâlinde sürtündükçe kan toplanmaya başlamıştı.

Özge içeri sinirli bir şekilde girip tepsiyi çarpar gibi bıraktı yere. Dün için oldukça sinirli olması normaldi. "İyi uyuyamamış gibisin. Oysa ben çok rahat uyudum," dedim masum bir şekilde gülümseyerek. Elindeki bıçakla bana yaklaştığında gözlerimi kıstım.

"Bence dilini kesmek için mükemmel bir zaman," dediğinde geri adım atmadım. Bileklerimdeki ipi çözmesi için ona doğru uzattım. İpi kestikten sonra bıçağı elinde tutuyordu hâlen.

"Dene istersen. Dün olduğu gibi kendine saplanmış bulursun. Eskiden olsa sana merhamet gösterebilirdim ama o hangarda olanlardan sonra seni öldürebilirim bile. Sercan izin vermez diye düşünüyorsan pek umurunda olacağını sanmıyorum."

Onu öldüremezdim, en azından mecbur kalmadığım sürece ama bunu onun bilmesine gerek yoktu. Benden korksun istiyordum ki dünkü gibi bir girişimde tekrar bulunmadan önce iki kere daha düşünsün. Benim de ona zarar vereceğimi anlasın. Gözleri titreşirken mesajı alan Özge geri çekildi ve kapıdan çıktı.

Kahvaltılık salatalık, domates, peynir, zeytin ve meyve suyu koymuşlardı. Bir şey yiyemeyeceğim için sadece meyve suyunu içtim. Sercan'ın ne gibi bir planı vardı bilmiyordum ama vereceği zararın bu kadar sessiz olmasından büyük olacağı belliydi. Bana ne yapacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Kapıya doğru gidip hızla vurdum.

"Ne var?" dedi bir adam kapıyı açıp.

"Tuvalete gitmem gerek," dedim sesimi düz tutarak.

Kolumdan tutup koridorun diğer ucundaki kapının önüne gelince bıraktı. Tam kapının kolunu açacakken Emre'nin sesinin duydum. Arkamdaki odadan gelen sesle hızla karşı kapıyı açtım. Arkamdaki adam kolumu tutsa da Sercan bizi görmüştü.

"Bırak gelsin," dediğinde adam kolumu bıraktı.

İçeriye doğru ilerleyip duvara asılmış büyük televizyona baktım. Bizim ilk gittiğimiz evdi burası. Emre ile Semih ekrandaydılar. Emre'nin elinde benim yüzüğüm vardı, bulmuşlardı. Emre yüzüğün içine bakarken orada olan tarihi görmüş olmalıydı. İlk tanıştığımız günün tarihi yazıyordu yüzüğün iç kısmında.

Kameradan bile belli oluyordu hâlsizliği, yorgunluğu. Gözlerim dolarken derin neferler alarak gözyaşlarımı geriye ittim. Odanın çıkışına ilerledim. İşte bu yüzden Emre'yi düşünmek istemiyordum. Çünkü onu düşünürsem yenilirdim, ağlardım, Sercan'a beni bırakması için yalvarırdım. Kurt'un Gamzelisiydim ben ve güçlü duracaktım. Söz vermişti, gelecekti.

Sessiz bir şekilde odadan ayrılıp tuvalete gittim. Elimi yüzümü de soğuk suyla yıkadım. Gözlerimin içi ağlamadığım için kızarmıştı. Aynada kendime baktım, tamamen dağılmış görünüyordum. Kendimi topladım, en azından Emre iyiydi fiziksel olarak.

Kapıyı açıp çıktım, Sercan karşıdaki kapının pervazına yaşlanmış bir şekilde beni bekliyordu. Arkamı dönüp kaldığım odaya doğru ilerlerken arkamdan ayak sesleri yankılandı. Odaya girdiğimde pencere kenarındaki yerime geri oturdum.

"Seni öldürmeyeceğim. Hatta serbest kalacaksın," dediğinde şaşkınlıkla ona baktım. Yalan mı söylüyordu doğru mu bilmiyordum. Geçip karşıma oturduğunda devamını bekledim. Beklediğim gibi de oldu.

"Ama bir bedel ödemen gerekiyor. Haftaya bugün serbest kalacaksın." Sercan ilk defa ciddi bir şekilde konuşuyordu benimle.

"Ne bedeli?" diyebildim çığlık çığlığa bağırmak isterken güçsüz çıkan sesimle.

"İçeri gelin," dediğinde açık kapıdan iki adam girdi. Daha önce ikisini de silahlı adamların arasında görmemiştim.

"Sercan öldürürüm kendimi!" dedim bağırarak.

"Her şey hazır mı?" diye sordu adamlardan birine bakıp.

"Hazır," cevabı geldikten sonra elindeki iğneyle bana doğru yaklaştı.

"Karşı koyma Gamze, canın daha fazla yanmasın." Sercan kapıdan çıkmadan önce en son bu cümleyi kurmuştu.

İki adam beni bağrışlarım arasında tutmaya çalışırken ellerini ve yüzlerini tırnaklarımla çiziyor, kurtulmaya çalışıyordum. "Bırakın!" diye çığlık attığımda kolumdaki batma hissiyle damarıma enjekte edilen sıvı acı bir yanma hissiyle dağıldı. Vücudum direncini kaybederken, gözlerimi artık açık tutamıyordum.

Emre ne olur bul beni, kurtar. Gamzelin bu defa altından kalkamadı. Zümrüt Gözlü Kurt buradan çıkarsam ilk işim hepsinin cehennemi olacağım! Hepsini kendi ellerimle öldüreceğim! Son nefeslerini benim elimde verene kadar da durmayacağım. Yemin olsun Kurt, sana yeminim olsun!

1 Hafta Sonra

"Dışarı çıkartın kızı." Sercan'ın sözleriyle birlikte kapı açıldı. İki gündür bilincim yerindeydi. Yataktan yavaşça doğruldum. Bana dokunmalarına dahi tahammül edemiyordum. Zorlukla ayağa kalktım ve kapıya doğru ilerledim.

Kapıdan çıktığım anda bana uzanan ele geri adım atıp temas etmedim. "Sakın!" dedim sert bir şekilde. Gecenin karanlığında aydınlanan yolda ilerliyorduk. Daha önce helikopterden indiğimiz yere geldiğimizde uzaktan pervane sesleri gelmeye başlamıştı. Gün aydınlanmak üzereydi neredeyse.3

Helikopter büyük bir gürültüyle biraz ilerimizde durduğunda şiddetli bir rüzgârla kollarımı önümde bağladım. Yemek yemeyi reddettiğim için Sercan'ın emriyle beni yatağa kelepçeleyip damardan serumla beslemişlerdi. Yaşayan bir ölüye göre gayet sağlıklı olmamı istemişti. Bana ne yaptığını biliyordum. Sözleri hâlen kulağımdaydı. O odadan çıktıktan sonra iki gün önce gelmişti yanıma.

Helikoptere bindikten sonra kemerimi bağladım. Hareket ettikten sonra gözlerimi ellerime indirdim. Yol boyunca tek kelime bile etmedim. Ona bu zaferi tattırmayacaktım. Yıkıldığımı, yok olduğumu göstermeyecektim. Biz havalandıktan sonra ormanlık arazinin içinde bir patlama sesi yankılandı. Silâh sesleri azalırken pencereden baktığımda evin ilerisinde başlayan ormanlık alanın girişinde dumanlar yükseliyordu.

"Onları öldürdün mü?" Bir haftadır ilk defa ona bir şey söylüyordum.

"Geride iz bırakmak istemem," dedi soğuk bir şekilde.

Onları ben öldürecektim demek istedim. Bunu bile almıştı elimden! Gözlerimi kapattım. Sercan ve Özge hâlen yaşıyordu. Listemin başını çeken ve yan yana oturan ikiliye baktım. Ölümleri benim elimden olacaktı.

Helikopterin bizi indirdiği yer oldukça ıssız bir alandı. Hazırda bekleyen araca doğru ilerledik. Arabanın kapıları açılırken bindiğimiz gibi Özge koluma iğneyi saplamıştı. Gözlerim karanlıkla buluştuğunda aslında her şey bitmiş gibi görünse de yeni başlıyordu.

"Merhaba. Beni duyabiliyor musunuz?" diyen kadının sesiyle gözlerimi açmaya çalıştım. Işığa alıştıktan sonra hastane odasında olduğumu anladım.

"Su alabilir miyim?" diye sordum boğazımdaki kurulukla zar zor konuşarak. Uzatılan bir bardak suyun hepsini içtim.

"Teşekkür ederim," dedim.

"Ben Doktor Hanzade. Hastanemize dün gece geldiniz ama sizi getiren kişi bir anda kayboldu. Üstünüzden bir kimlik de çıkmayınca polise haber verdik. Kapının önünde bekliyorlar," diye açıklama yaptı doktor sakin bir ses tonuyla.

"Hangi şehirdeyiz?"

"Iğdır Şehir Hastanesi," dediğinde Sercan'ın dediği gibi beni serbest bıraktığını anladım.

"Telefonunuzu kullanabilir miyim?" dedim doktora. Telefonunu cebinden çıkartıp bana doğru uzattı. Ezberimde olan babamın numarasını hızla yazıp aradım.

"Alo," diyen sesini duyunca gözlerim doldu.

"Baba benim Gamze. Şimdi sakin ol annemi de alıp hastaneye gelir misin? Abime de haber ver," dedim sakin tutmaya çalıştığım sesimle.

"Kızım, Gamzem hemen geliyoruz," dedi babam sesi titrerken. Arkadan annemin "Gamze mi?" diyen ağlamaklı sesini duyunca nefes alamadığımı hissettim. Güçlükle yutkundum.

"Bekliyorum baba," diyerek telefonu kapattım. Telefonu doktora geri uzattım.

"İsmim Gamze Karademir. Ne kadar süre olduğunu bilmediğim bir zaman içerisinde alıkonuldum. Beni kaçıran şahıslar beni bıraktılar ama hastaneye nasıl geldiğimi bilmiyorum. Bana ilaç vermişlerdi baygındım o sırada," diye durumu kısa bir özet geçtim.

"Kan, tit, tomografi gibi bazı testler yaptık, şu an için durumunda kansızlık dışında kötü bir şey görünmüyor. Bileklerine de pansuman yapıldı," derken, ellerimdeki sarılı bandajları ilk defa fark etmiştim.

"Polisleri bekletir misiniz? Şu anda ifade verecek durumda değilim. Ailem gelene kadar beklemek istiyorum."

Doktor anlayışlı bir şekilde başını sallayıp "Tabii," dedi. Doktor dışarı çıkarken yatağın içine gömülüp düşünmeye başladım. Ne söyleyeceğimi toparlamalıydım.

Yarım saat sonra kapı açılınca annem ve babam içeriye girdiler. Serumu çıkartıp, ikisine de sarıldım sıkıca. Artık ağlayamıyor olmam omuzlarıma bir yük daha bindirmişti. Sıkıca beni sarıp ağlayan annemle, babama baktım.

"İyiyim ben," dedim ikisini de yatıştırmak için.

"Kızım, yavrum." İçini çekerek gözlerini sildi annem. Birbirine girmiş saçlarımı, bedenimde sinir krizi geçirip etrafı dağıttığımda oluşan morlukları, canımın acısını, bileklerimdeki kesikleri unutup kokusunu içime çektim annemin.

"Annem ağlama iyiyim ben," dedim bir kez daha. Babam kendini daha hızlı toparlamıştı anneme göre.

Ben yatağa oturduğumda annem de beni bırakmadı, yanıma oturup kollarının altına çekti beni. Babam tek kişilik koltukta öylece oturuyordu. Kimse konuşmadı, ne olduğunu sormadı. Onlar için şimdi burada olmam yeterliydi. Doktor bir kez daha gelmiş çıkarttığım serumu takmıştı. Uyuyup, dinlenmem için ağrı kesici bir iğne yapmıştı. Yorgunlukla tekrar uykuya daldım.

"Prensesim," diyen abimin sesiyle gözlerimi açtım.

"Abi," diyerek küçük bir kız çocuğu gibi sarıldım. Kollarının arasına beni çekerken derin bir nefes aldı. Bedeninin titrediğini sıkıca sarıldığımızda anladım.

"İyiyim ben abi," dedim bir kez daha. Abim geri çekindiğinde gözlerindeki sorular karşıladı beni.

"Merak etme sadece hapsetti beni. Ben karşı koyunca, yemek yemeyince de zorladı. Biliyorsun Özge'nin her zaman kini vardı bana karşı," diyerek omuz silktim.

"Hep benim yüzümden başına geldi bunlar. Eğer seni çağırıp, yanıma getirmeseydim şimdi bunların hiçbirini yaşıyor olmayacaktın," dedi kendine sitem ederek.

"Üzülme abi, iyiyim ben." Gözlerim kapıya kayarken kimsenin gelmediğini anlamam uzun sürmedi.

"Göreve çıktılar emir geldi. Hakkâri'de bir patlama olmuş bir sürü ölü varmış. Bizimkiler de oradaydı, ben de oradaydım hatta seni arıyorduk. Senin iyi olduğun haberini alınca ben geldim. Emre'ye kalmasını ben söyledim diğerleriyle. Özge'den bir iz bulduk," dedi abim anlamış gibi.

"Tamam abi," diyebildim sadece. Emre'nin gelmesini bekleyecektim yine.

Açılan kapıdan içeriye giren abimle birlikte yattığım yataktan hafifçe doğruldum. Gözlerinin içi kızarmış, göz altları ise uykusuzluğunu belli edercesine koyu halkalarla çevrelenmişti.

"Uyanmışsın prensesim," dedi yorgunluğuna rağmen gülümseyerek.

"Dinlen biraz abi," dedim sesim kısık çıksa da. Bu hâlini görmek beni daha fazla üzüyordu. Yanıma geldiğinde saçlarımı okşadı, gözlerinde şefkat vardı. Korktuğunu biliyordum hâlen, beni gözünün önünden ayırmaya dayanamıyordu. İki gecedir uykusuzdu neredeyse ve bunu görmezden geliyordu.

"Sen iyi ol da dinlenirim ben. Birazdan psikolog gelecek seninle konuşmak için, itiraz istemiyorum baştan söyleyeyim."

İki gündür neredeyse her şeye itiraz ettiğim için abim üstüme gelmese de bu durumdan hoşnut olmadığı kesindi. Bu sefer ona karşı çıkmadım ve başımla sessizce onayladım. Abim derin bir nefes alırken kapı hafifçe tıklatılıp açıldı. İçeriye giren doktor önce abime sonra da bana bakıp tebessüm etti.

"Merhaba, ben psikolog Deniz Poyrazoğlu," diye kendini tanıttı.

Otuzlarının başında esmer iri yapılı bir adamdı. Semih kadar olmasa da uzun boyluydu, Emre'den biraz daha kalıplı duruyordu cüssesi. Tebessümü mesafeli doktor-hasta tanımı için normaldi. Kendimi tanıtmaya gerek görmesem de nezaketen ismimi söyledim.

"Gamze."

"Tanıştığımıza memnun oldum Gamze. Seanslar için konuşmak istiyordum. Müsaade eder misiniz?" Son cümleyi abime bakarak kurduğunda abim mesajı alıp "Tabii, kapının önünde bekliyorum," diyerek çıktı. Bir an olsun gözünü üstümden ayırmayacak gibiydi. Nedense bu düşünce korkutucu geldi.

"Nasıl hissediyorsun?" diyen doktorla bakışlarımı kapıdan çekip ona yönelttim.

"İyiyim," diyebildim cansız çıkan sesimle. Aslında abim bu kadar endişelenmese psikolog için de itiraz edecektim.

"Neden muayene edilmek istemiyorsun? Fiziksel olan bütün muayenelerden kaçınmışsın. Sadece kan, tit tahlili ve tomografi çekilmiş. Değerlerin biraz düşük çıksa da kansızlığın olduğuna göre normal diyebiliriz."

Doktor konuştukça dinliyormuş gibi görünsem de ilk cümlede takılı kalmıştım. Neden bana dokunmalarına izin vermiyordum? Bunu ona söyleyemezdim.

"Şu anda bunları konuşmak istemiyorum," dedim mesafeli bir şekilde.

Kapı tekrar çalındığında beklemeden açıldı. Karşımda günlerdir görmeyi beklediğim adam vardı. Yeşilleri beni bulunca her şey kaybolmuştu. Sadece o ve ben vardık. Sakalları uzamış, saçları darmadağınıktı. Üstünde siyah eski bir kot pantolonuyla, siyah bir tişört vardı. Anlaşmış gibiydik sanki ikimiz de. Bende de siyah bir tişört ve siyah eşofman altı vardı.

"Doktor bey konuşmamıza sonra devam edebilir miyiz?" dedim gözlerimi ondan ayırmadan.

"Tabii ki abinize seans saatlerini iletirim," dedikten sonra çıkmak için arkasını döndü.

Emre kapıdan çekilip yer verdikten sonra doktor çıktı. Kapıyı kapatıp bana doğru ilerledi. Yüzümün her zerresini inceleyip bakışları aşağı indi, bileklerimde takılı kaldı. Yutkundu.

Elini cebine sokup yüzüğü çıkarttı. Bana doğru gelip yatağın kenarında durdu. Elimi tutup avucunun içine aldı. Yeşilleri kararırken, kendini sıktığı için damarları belirginleşti. Yüzüğü parmağıma takacakken elinden aldım.

"Emre ben ayrılmak istiyorum."



8

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız lütfen.

Instagram : DeeinDeniz

Bölüm : 07.12.2024 13:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...