Emre uzattığım telefonu elimden aldı. O, fotoğraflara bakarken ben de onu izliyordum. Canımın diğer yarısı olan adam, benim için benimle birlikte savaşıyordu. Yüzünün her bir santimini aklıma kazımak istercesine inceledim. Hoş, şimdiye kadar çoktan ezberlemiştim ama yetmiyordu ona bakmak. Çok sevmek değildi, bu başka bir şeydi. Kelimeler yetersiz kalıyordu artık anlatmaya. Boynundaki belirginleşen damarından, çatılan kaşlarından, sık sık nefes alıp vermesinden anladım sinirlendiğini.
Şimdi düşünüyordu, aklında kuruyordu sessizce. Ben ise onun sessiz düşüncelerini duyuyordum. O adamlarla nasıl yüz yüze geldiğimi, konuşup, konuşmadığımı, onları nasıl hatırladığımı merak ediyordu. Bunu bilmemek ve orada olmamak ise onu sinirlendiriyordu. Başımı omzuna yasladım ben buradayım demek istercesine. Gözleri kısa bir süre bana döndü. Kokusunu içime çektim. Barut kokusu sinmiş teninden parfümle karışık kokusu huzur veriyordu.
"Uyu biraz, çok yıprandın," dedi Emre başımı yasladığım koluyla beni kendine daha çok çekerek.
Bedenine daha çok sığındım. Ondan güç almak ister gibi. Gözlerimi kapatıp bir süreliğine her şeyi unutmaya karar verdim. Emre ile normal bir yolculuğa çıkıyoruz mesela şu an. Beraber planladığımız, güzel bir tatile çıkıyormuşuz gibi. Gerçi bu yolculuğu da beraber planlamıştık. Düşünme Gamze sadece Emre'nin senin yanında olduğunu bil yeter. Derin bir nefes alıp uyumak için rahatlamaya çalıştım.
Uçaktan gelen anons sesiyle göz kapaklarımı araladım. Ne kadar olduğunu bilmediğim bir zaman dilimi içerisinde uyuyakalmıştım. Huzursuz uykularım, Emre'nin varlığı ile en huzurlu uykularıma dönüşüyordu. Başımı göğsünden kaldırdığımda göz göze geldik.
"Günaydın," dedim tebessüm ederek. "Seninle her an gün ayıyor bana," dedi yeşil gözlerindeki o parıltıları benden esirgemeyerek.
Uçak inişe geçerken, içimdeki endişe yükseldi. Ankara'ya gelmiştik sonunda. Emre'nin elinden tutup, çıkış kapısına ilerledim. Havaalanına girdiğimizde bavulları alıp, dışarıya çıktık. Ankara'nın serin ve puslu havasını içime çektim. Buradan ilk Iğdır'a gidişimi hatırladım. Hiç istemiyordum gitmeyi, hatta uçağa binene kadar her an geri dönebilirdim. Şimdi ise elini tuttuğum adam için iyi ki diyordum. İyi ki gitmeyi kabul etmiştim o şehre ve Kurt'u tanımıştım. Yeni dostlar kazanmıştım, aşkı, sevgiyi tatmıştım. Hayatımda birçok şey değişmişti.
"Ne yapıyoruz?" diye sordum Emre'ye dönerek. Rüzgârda hafif dağılmış saçlarımı kulağımın arkasına itti.
"Kuzenim kendi adına bize bir araba kiraladı. Otoparka bırakmış biz yola çıktığımızda. Arabaya geçelim yolda anlatırım nereye gideceğimizi." Emre'nin her şeyi düşündüğünü tahmin etmeliydim.
Havaalanının otopark bölümüne geçtiğimizde Emre görevliye plakayı söyledi aracı almak için. Kuzeni anahtarı buraya bırakmıştı. Anahtarı alıp, arabanın yerini öğrendikten sonra elimizde bavullarla birlikte ilerlemeye başladık. Ben Emre'nin küçük tekerlekli bavulunu almıştım, benim büyük bavulum ise ondaydı. Elimdekini de almak istemişti ama elinden tutmak istediğim için itiraz etmiştim.
Arabayı bulduğumuzda bavulları bagaja yerleştirdik. Uçakla geldiğimiz için Emre'nin arabası Iğdır'da kalmıştı. Bilmediğim birçok şey vardı şu anda ve hepsini Kurt'tan öğrenmek için can atıyordum. Arabaya bildiğimizde emniyet kemerini taktım. Kurt arabayı çalıştırdığında beklemeden yola çıktık. Yolu izlerken Ankara'yı o kadar da özlemediğimi fark ettim. Sanırım Iğdır'a bu dört beş ay içerisinde fazlasıyla alışmıştım. Anayola çıktığımızda bizim eve gitmediğimizi anladım, ters yönde ilerliyorduk.
"Sana uzun zaman önce söylemeliydim ama bir türlü fırsat bulamadım. Ankara'ya geldiğimizde sen buradayken nerede kaldığımızı hiç sormadın bana," dedi Emre yandan bir bakış atıp, önüne döndü.
"Otelde kalıyorsunuz sanıyordum." Konunun nereye gideceğini merak etmiştim açıkçası.
"Burada bir evimiz var. Dedem ve anneannemin aslında ama onlar vefat ettiği için ev anneme kaldı. Şimdi de oraya gidiyoruz senin için de sorun yoksa Gamzelim."
Ankara'da evleri olmasına mı, Emre'nin bunu bana söylememesine mi, yoksa şu an oraya gidiyor oluşumuza mı şaşırayım bilmiyordum. Eve gitseydim Emre ile ayrı kalmak zorunda kalacaktık. Meraklı komşularımız Emre eve adım attığı anda anneme haber verirlerdi. Eve gitmesem bizimkilere ne diyecektim? Bir arkadaşımda kaldığımı yalnız kalmak istemediğimi söyleyebilirdim. Emre sessizliğimi yanlış anlamadan konuştum.
"Evin olmasına sevindim, gidebiliriz benim için sorun yok," dedim omuz silkip.
"Yolda bir markette durup bir şeyler alalım ev bomboş." Mahcup çıkan sesiyle gülümsedim.
"Şimdiden yemek işlerini bana yıkmaya çalışmıyorsundur umarım Kurt," dedim alaycı bir şekilde.
"Desene benim makarnalara kaldık." İç çekmesiyle kıkırdadım.
"Ben seninle her şeye razıyım. "
Artık tamamen merkezden uzaklaşmıştık. Dışarıya baktığımda boş tarlaların yeşermeye başladığını gördüm. Bahar kendini belli ederken tomurcuklanmış ağaçlarla düşündüm. Bizim de baharımız gelecek miydi? Yanımdaki adamla her mevsim kışı yaşamaya da vardım ama bizim için de gelsin istiyordum o güzel mevsim. Bir başka severdim belki o zaman. Şimdi bile aşkı kalbimden taşarken bahar bize geldiğinde nasıl olurdu diye düşündüm.
Kalbim derin bir sızıyla kaplandı. Gözlerim dolarken, başımı tamamen yan tarafa çevirdim Emre'nin görmemesi için. Üzülmesini istemiyordum, ben zaten ateşlerde yanıyorken, bu acıyı her hatırladığımda bile dayanamıyorken ona bunu yapamazdım. Araç yavaşlayınca yerimden doğruldum, geldik diye düşünerek. Boş yolda sağda durdurdu arabayı Emre. Yavaşça ona doğru döndüm.
"Gözlerini benden kaçırdın. Ne zaman o aklın benden uzaklaşsa gözlerini benden kaçırıyorsun Gamze. Bana bak gerekirse gözlerini bir saniye bile benden ayırma ama aklını benden uzaklaştırma." Emre'nin soğuk ve sert çıkan sesiyle akmak için direnen gözyaşlarımı yok sayarak gülümsedim.
"Aklımdan bir saniyeyi bırak salise bile çıkmıyorsun Kurt. Ben her şeye rağmen senden vazgeçemiyorum."
Buruk çıkan sesimle Kurt'un gözleri kısıldı. Bana doğru yaklaşıp, dudağımın kenarına bir öpücük bırakıp bir nefeslik mesafeye çekildi. "Vazgeç istersen, sen bilirsin. Bu saatten sonra sen bile kendini alamazsın benden. Bırakmam." Kesin sözleriyle birlikte yine kalbim olması gerekenden yüzlerce, binlerce kez fazla attı. Karnımda minik kelebekler uçuştu.
Emre gözlerime bakıp geri çekildi. Yüzümdeki gülümseme büyürken, arabayı tekrar çalıştırmasını izledim. Araba tekrar yola çıkarken derin bir nefes alıp, onu izlemeye devam ettim. Gözünü benden ayırma diyorsa tabii ki ayırmayacaktım. "Tabii canım, tabii kesin öyledir," diyen oynak Gamze yine sahalardaydı. Hoş geldin nerelerdeydin? "Sen beni sorar mıydın hiç? En son küfredip kovdun ya beni hani?" Olur canım öyle şeyler arada, önemli olan aradaki bağı koparmamak. Sen de benim tapulu kişiliğim olduğuna göre sonuçta her şeyde beraberiz.
"Gamzelim burası nasıl?" diyen Emre ile etrafıma baktım. Büyük bir süpermarketin önünde durmuştuk. "Gayet iyi," diye onayladım. Emre arabayı park edince beraber indik. Alışveriş arabası alıp içeriye girdik. Bayağı büyük olduğu için reyonlara göre gitmeye karar verdim. Meyve sebze reyonundan başladım en önce. Emre fazla yemek seçmediği için salata malzemesinin yanında patates, soğan, mantar, kabak ve dolmalık biber aldım.
Biraz kuru gıda pirinç, makarna, mercimek, birazda salça, yağ, kahvaltılık zeytin, peynir, balla alışverişi bitirmiştik. Kasaya geçtiğimizde poşetlemeye başlamıştım. Emre ile yaptığımız ilk alışveriş geldi aklıma. Yüzüme gülümseme yayılırken, bakışlarım Emre'ye döndü.
"Bir şey almayı unutmuşum geliyorum," dedim. Başını salladığında, biraz ilerideki reyona gidip aradığımı bulup aldım.
Elimdeki pedi kasaya bıraktım. Emre normal bir şekilde ödemeyi yaparken ben de poşetlemeye devam ettim. Daha öncesinde Emre'yi tanımadığım ve hayatımda yer etmediği için özelimi paylaşmamıştım. O zaman birbirimizi yeterince tanımıyorduk. Bu benim özelimdi ve onunla paylaşmak istememiştim. Şimdiyse hayatımdaki yeri öyle büyüktü ki her yeri kaplıyordu. Aramızda özel diye bir şey kalmamış, bütün benliğimi kaplamıştı.
"Neye gülüyorsun böyle aklımı başımdan alırcasına?" diye fısıldadı bana doğru.
"Elinde pedle kapıma dayandığın gün geldi aklıma," dedim sözleriyle arşa çıkan kalbimi sakinleştirmek istercesine elimi kalbime bastırdım.
Emre de gülerken başını diğer tarafa çevirdi. Öyle saçma hâle girmiştik ki gerçekten de gülünecek bir durumdu. Emre alışveriş tutarını ödeyince birlikte poşetleri aldık. Hafif olanları bana vermişti tabii ki. O kasları boşuna yapmadığını belli edercesine bütün poşetleri yüklendi. Arabaya geldiğimizde bagajı açmam için anahtarı bana verdi. Bagajı açtığımda elimizdeki poşetleri yerleştirdik. Anahtarı geri Emre'ye uzattım. Arabaya bindikten sonra Emre arabayı çalıştırdı ve yola çıktık. Bu adamın bazen bir cümlesi bile yetiyordu neden ona âşık olduğumu anlatmaya. Bana diyordu aklımı başımdan alıyorsun diye ama bende akıl bile kalmamıştı artık.
Telefonum çalmaya başladığında bizimkilere haber vermediğim aklıma geldi. Annem arıyordu. Telefon çaldı, çaldı ve en sonunda sustu. Derin bir nefes verdim, söyleyeceklerimi düşündüm. Emre'nin gözlerini üstümde hissetsem de ondan tarafa bakmadım. Telefonumu elime aldım ve annemi geri aradım. Telefon ilk çalışta açıldı.
"Kızım ne yaptın? Gittin mi?" Sesindeki hüznü hissettim, durgundu.
"Geldim, Ankara'dayım anne," dedim. Yalan değildi sonuçta.
"Eve girdin mi?" diye sorduğunda işte şimdi yalan durumuna geçecektim.
"Eve gitmiyorum. Helin aldı beni, ona gidiyorum. Biliyorsun tek yaşıyor, ben de onda kalacağım siz gelene kadar." Sesim itiraz istemezcesine baskındı.
"Ne gerek vardı, evde kalsaydın," dediğinde sesimden yeterince anlamadığını sözcüklerle de söylemem gerektiğini anladım. Kalbini kırmak istemesem de bunları söylemem gerekiyordu.
"Korkuyorum anne! İki kere kaçırılmış kızını yalnız başına tek kalacağı bir eve bırakmadan önce düşünseydim keşke bunu! Pardon unutmuşum oğlunun yanındasın, düşünecek bir kızın aklına gelmez şu anda. İyi günler size," diyerek telefonu kapattım.
Şu an bağıra çağıra ağlamak istiyordum. İlk defa bu kadar çok ağlayamama huyuma seviniyordum. Emre'nin yanında öyle bir duruma düşmek istemiyordum çünkü. Ağlasam belki biraz rahatlar içimdeki öfkeyi atardım ama ağlamak da istemiyordum bir yandan. Ben ne zaman ağlasam Emre paramparça oluyordu. Ne yapacağını bilmiyordu, endişeleniyordu. Araba durduğunda başımı kaldırıp etrafa baktım. İki katlı beyaz badanalı bir evin önünde durmuştuk. Bahçesinin büyüklüğü dışarıdan bile belli oluyordu. Kapıyı açıp arabadan indim.
"Hoş geldin evimize." Emre'nin sesiyle ona doğru döndüm. Yüzümde buruk bir gülümseme oluştu.
"Benim evim senin olduğun her yer." Kollarını bana açtığında arasına girdim ve beni sarmasına, sıcaklığına, sevgisine şükrettim.
Bu adamın kolları, göğsü beni sarsın ve saklasın diye vardı sanki. Parmakları kısa saçlarımın arasında gezinirken bu sefer gerçek bir gülümseme oluştu dudaklarımda. Yüzümü göğsüne yaslayıp, kokusunu içime çektim.
"Emre oğlum sen misin?" diyen sesle yavaşça kollarından çıktım Emre'nin.
"Benim Hasan amca." Emre'nin cevap verdiği yaşlı adama doğru döndüm. Yan evin bahçesinden sesleniyordu.
"Hoş geldin oğlum uzun zamandır yoktun. Eşin mi hanım kızımız?" dediğinde birazcık utanmış olabilirim.
"Hoş bulduk Hasan amca. Evet eşim Gamze," dedi Emre beni yanına çekip kolunun altına aldı.
"Hayırlı olsun. Hadi siz yerleşin."
"Sağ ol Hasan amca, görüşürüz."
Başımı kaldırıp baktığımda yaşlı adamın gittiğini gördüm. Emre yanağıma hızlı bir öpücük bıraktı. Ben daha ne olduğunu anlamadan arabanın bagajını açtı. Poşetleri alıp arkasını döndüğünde şaşkın beni fark edip göz kırptı. Ben de öylece durmak yerine bana bıraktığı tek poşeti alıp bagajı kapattım. Bahçe kapısından içeri girince bahçenin ne kadar büyük olduğunu daha iyi fark ettim. Bahçede meyve ağaçları çiçeklenmiş hoş bir koku yayılmıştı.
Emre'nin peşinden ilerledim, kapıyı cebinden çıkarttığı anahtarla açıp içeri girdi. Kapının önünde ayakkabılarımı çıkartıp ben de onu takip ettim. Elimdeki poşetleri mutfağa bıraktım. Emre buzdolabının fişini takıp, aldıklarımızı yerleştirmeye başlamıştı bile. Mutfaktan çıkıp girişteki salonun bütün pencerelerini açtım evi havalandırmak için. Uzun süredir kapalı kaldığından havasızdı içerisi. Etraf düzenli olsa da tozlanmıştı. Mutfağa geri dönüp, Emre'nin masanın üstüne koyduğu toz bezlerinin paketini açtım. Birini ıslatıp, diğerini kuru bıraktım.
Evi incelediğimde fazla bir eşya olmadığını gördüm. Karşılıklı duran iki tane sedir, ortada büyük kırmızı siyah çizgili bir halı, eski tüplü bir televizyon, vitrin, sehpalar vardı. Ev; bir yatak odası, banyo, tuvalet ve mutfaktan oluşuyordu. Küçük bir ev olmasına rağmen içinde huzur barındırıyordu. Bazı evler size ferah görünürdü, aydınlık, sakin, burası da öyle bir evdi. Emre'nin burada anıları olduğu duvarlara asılmış birkaç fotoğraftan belliydi. Zeynep teyze gerçekten de annesine benziyordu, göz rengi aynıydı resmen. Fotoğraflara göz gezdirdim. Emre'nin gözlerinin rengini de nereden aldığı belli olmuştu, anneannesinden. Vitrinin parçası olarak kenarda duran Küçük bir gümüşlük vardı. Üstü fotoğraflarla doluydu.
Salondaki sehpalardan başlayarak etrafın tozunu aldım. En son gümüşlüğün üstünde duran fotoğraf çerçevesini elime aldığımda zümrüt yeşili gülümserken kısılan gözleri tanımam uzun sürmedi. Altı ya da yedi yaşındaydı en fazla. Dedesi olduğunu tahmin ettiğim yaşlı bir adamın omzundaydı. Kollarını iki yana açmış genişçe gülümsüyordu. Üstünde kısa bir şort ve tişört vardı.
"Dedem ilk bisikletimi almıştı o fotoğrafta. Babam çekmişti fotoğrafı, o gün çok mutlu olduğumu hatırlıyorum." Mutfak pervazına yaslanmış, kollarının altından bağlamıştı ellerini. Başını hafif yana yatırmış bana bakıyordu.
"Çok güzel çıkmışsınız," dedim çerçeveyi yerine bırakarak. Toz alma işim de bitmişti.
"Yemek yiyelim, sen de acıkmışsındır," dediğinde bana doğru yaklaştı ve elimdeki toz bezini alıp elimi avucunun arasına aldı. Beni mutfağa doğru çektikten sonra sandalyeye oturttu. Elindeki bezleri tezgâhın üstüne bırakıp buzdolabının kapağını açtı.
"Sen mi yapacaksın yemeği?" dedim onu mutfakta ilk defa izleyecek olmanın heyecanıyla.
"Sana bir sözüm vardı hatırlarsan."
Bana göz kırptıktan sonra dolapta aradığını bulmuş olmalıydı ki bir şeyler çıkarttı. Evlilik teklifi ettiği günden bahsettiğini anladım. Dışarıda yemek yemiştik ama sana kendi ellerimle yemek yapmak istiyorum demişti. Mantar, domates, yeşil, kırmızıbiber ve soğan çıkarttı. Suyun altında iyice yıkadıktan sonra kesme tahtasının başına geçti. Bıçağı o kadar iyi kullanıyordu ki hayretle izliyordum.
"Nasıl bu kadar iyi kullanıyorsun o bıçağı?" diyerek biraz da kıskançlıkla sordum. Ben bu kadar iyi değildim.
"Gamzelim unutuyorsun, ben bir askerim. Bıçaklar ve silahlar uzmanlık alanım. Bu ara uzmanlık almak için bir konuda daha uğraşıyorum." Muzip cevabıyla soruyu soracağımı tabii ki biliyordu. Sormam için cevaplıyordu.
"Gamzeli bir güzelin kalbini çalma taktikleri." Gülümserken kurduğu cümleyle içimi çektim.
"Bunun için çabalamana gerek yok bence. Çünkü o Gamzeli güzel çoktan kalbini tamamıyla kaptırmış gibi görünüyor, üstelik bir Kurt'a," dedim.
Gülümsüyorduk, seviyorduk, en çok da bir hayali yaşıyorduk. Ona bakarken mevsimler bahar, hayat hep güzeldi. Yaşamak, nefes almak bir ihtiyaçtan öteye geçiyordu. Mesela zaman dursa şu an hayır diyenin kalbi kururdu. Nefesi nefesime bir anlık mesafede, hep yanımda olmuş, hiç ayrılmamışız, o günler hiç yaşanmamış, gözleri gözlerimden ayrılsa ölecekmişim gibiydi. Yerimden kalktığımda sandalye geriye doğru devrildiğinde tok bir ses yankılandı. Emre elindeki bıçağı yavaşça tezgâha bıraktı. Bana doğru yaklaştığında iki adım atıp beline sardım kollarımı. Ellerini yanaklarıma koyduğunda bana doğru eğildi. Nefesi nefesime karışırken, kalbim onun ellerinde huzurluydu. Benim hikâyemin diğer yarısı bu adamdı. Kalem bizim elimizdeydi, sevmediğimiz yerleri tek tek silip, yeniden yazıyorduk.
Dudakları üst dudağımı kavradığında ufak bir ısırık bıraktı. Bütün bedenim titrerken ben de alt dudağını ısırdım. Kurt'un elleri, yüzümden belime doğru yavaşça kaydı ve dudaklarının arasından bir Kurt'a yakışır biçimde hırlamayla kendini geri çekti. Alnını alnıma yasladığında gözlerimi kapattım. Elimi yeni çıkmaya başlamış sakallarının üstünde, yüzünde gezdirdim. Boynuna doğru titrek bir nefes verdiğimde sıkıca sarıldı bana.
"Bir hafta, tam 168 saat boyunca kafayı yememek için direndim. Sonra senin bir hastanede olduğunu öğrendim. Ben ülkenin diğer ucuna giderken sen aslında gözümün önünde duruyordun. Yokluğunda delirdim sanıyordum ama şimdi bana bir gülümsüyorsun ve ben aklımın arkasına bakmadan koşarak gidişini izliyorum. Nefesini nefesime değdiriyorsun, kalbimi ellerine veriyorum, gözüm kapalı inanıyorum, güveniyorum sana Gamzelim. Anlatma bana, anlatırsan dayanamam, nefes alamam, canının yandığını bilmek yetiyorken senden bunu duymak öldürür beni, yaşayamam Gamzeli."
Kurt'un yalvaran sesiyle daha fazla dayanamadım. Başımı usulca salladım, söylemeyecektim. Eğer bilmek istemiyorsa ben de susardım. Tek başıma dayanırdım onun için. Başımı boynundan kaldırdığımda gözlerinin dolduğunu gördüm. Benim gözlerine âşık olduğum adam yeşillerine çiğ tanelerini düşürmüştü. Soğuk bir gecenin ardından çimenlerin üstüne düşen çiğ taneleri gibi parlıyor ve ışıl ışıl görünüyordu gözleri. Parmak ucumu kirpiklerine değdirdim.
"Gözlerin çok güzel, zümrüt gibi," dedim tebessüm ederek. Emre de gülerken burnunu burnuma sürttü. İkimiz de aynı şeyi düşünüyorduk. Bunu ilk ona söylediğim anı.
"Oysa ben senin gözlerini anlatırken kullanacak sözler bulamıyorum. Öyle eşsizler ki ama yalnızca bana bakarken. Sadece beni gördüklerinde içindeki o muhteşem kıvılcım ortaya çıkıyor." Kıskanç olmayan bir Kurt, Kurt değildir diyoruz bu sözlerden sonra. Tavadan gelen sesle ani bir refleksle ayrıldım kollarından.
Emre ocağa dönerken tavaya koyduğu yağ ısındığı için ses çıkartmıştı. Doğradığı soğan ve biberleri ekleyip karıştırdı. Ben de dolabı açıp salata malzemesi çıkarttım. Emre mantar sote yaparken ben de salatayı yapmaya başladım. Biraz önce konuşulanlar unutulmuş şimdiye bakıyorduk. Masanın üstünü hazırladıktan sonra sosladığım salatayı yerleştirdim. Emre tabaklara koyduğu yemeği eklediğinde bardaklara kola doldurdum. Beraber oturduktan sonra aç olduğumuz için beklemeden yemeğe başladık.
İlk lokmamı aldığımda bakışlarım Emre'ye döndü. Enfes olmuştu, gerçekten de lezzetliydi. "Harika olmuş, sadece makarna yaptığını sanıyordum," dedim memnuniyetle. Emre gülümseyip, omuz silkti. "Afiyet olsun sevgilim. Öğreniyoruz birkaç taktik artık."
Yemeğimizi yedikten sonra masayı beraber topladık. Bulaşık makinası olmadığı için demlikte sıcak su kaynattım bulaşıkları yıkamak için. Suyu köpürttüğümde Emre de kollarını sıvayıp yanımda durdu. "Sen yıka, ben durulayayım," diye teklif sunduğunda gülümsedim. "Bu elini sıcak sudan soğuk suya sokmayacağım mı demek oluyor?" dedim imayla.
"Hayır sevgilim, bu her şeyi beraber paylaşarak yapacağız demek oluyor," dedikten sonra birden yanağımdan öpüp geri çekildi. Gülümsemem büyürken elimdeki yıkadığım bardağı Emre'ye uzattım.
Bulaşıklar zaten az olduğu için çabuk bitmişti. Çayı demledikten sonra beraber salona geçtik. Televizyonu açtıktan sonra karşısındaki koltuğa oturduk. Koltuktan ziyade sedir ya da somya daha doğruydu. Minderler vardı sırt kısmında, alt tarafta ise kalın bir sünger. Üstüne örtü örtülmüştü. Emre sırtını mindere verdiğinde ben de yan şekilde göğsüne yattım. Başımı göğsüne koyup hızlanan kalbini dinledim. Elleri saçlarımda gezinirken gözlerimi kapattım. Derin bir nefes alıp kokusunu içime çektim.
Elleri saçlarımı okşar gibi hafifçe değiyordu başıma. Sanki biraz fazla dokunsa kırılacakmışım gibi. Oysaki ben varlığını iliklerime kadar hissetmek istediğim için sıkıca sarılmıştım beline. Şimdi ne olacağını düşünüyordum, ne yapacağımızı. Kurt'un planı vardı, bunu yanımda kaldığı gecenin sabahında masanın üstünde bıraktığı nottan anlamıştım.
"Polise ifade vermeye gittiğinde teşhis için fotoğraflar gösterecekler. Hatırladıklarının fotoğrafını çek ama kimseye belli etme. Seni Ankara'ya göndermek isteyecekler, tereddüt etmeden kabul et. Seni seviyorum."
Notu okuduktan sonra her şey normalmiş gibi hazırlanmış ve aşağıya inmiştim. Beni Ankara'ya göndermek istediklerini bilmediğim için de oldukça sinirliydim. Seda'nın sözleri de üstüne eklenince madem gideceğim neden içimde kalsın diyerek eteğimdeki bütün taşları dökmüştüm ortaya. Abimin pişman olup olmadığını bilmiyordum ama onu uzun süre affedebileceğimi düşünmüyordum. Seda onun karısıysa ben de kız kardeşiydim, beni de düşünmesi gerekiyordu. Bana sormadan kararlar vermesi ise bardağı taşıran son damla olmuştu.
Emre'nin telefonu çaldığında gözlerimi açtım. Cebinden telefonunu çıkartıp, baktığında kaşları çatıldı. Göğsünden kalkıp, yan tarafına doğru oturdum. Emre ayağa kalkıp telefonunu açtığında benden uzaklaştı. Salondan çıkıp bahçeye doğru çıkmak için kapıyı açtı. Benden uzaklaşmasına izin vermeyecektim bu işin içinde ikimiz birlikteydik. Ayağa kalkıp, peşinden ilerledim. Dışarıya çıkmadan kolundan tuttum, kaşları kalktığında telefonu elinden aldım ve hoparlöre verdim.
"Emre Ankara'ya geldim, dediğin gibi göreve çıktığımızı sanıyorlar." Semih'in sesi odanın içinde yankılandı.
Emre gözlerini sıkıca kapattığında kısaca düşündüm. Semih'in bana Emre'nin üstüne hat aldırmasını, ayrıldık dediğimde normal davranmasını, beni o gün sokakta aslında tesadüfen değil Emre gönderdiği için bulmasını. Kurt planına birini daha dâhil etmişti benden habersiz. Buna ne kadar süredir devam ettiklerini ve benden neden gizlediğini merak ettim. Semih ses gelmeyince Emre'ye seslendi bir kez daha.
"Konum gönderiyorum Semih, sanırım üçümüzün konuşacağı çok şey var," dedim.
Semih bir süre sessiz kaldıktan sonra "Tamam," dedi ve telefonu kapattı. Emre'nin telefonundan konumu paylaştıktan sonra elini tutup avucuna telefonu bıraktım. Arkamı dönüp mutfağa doğru ilerledim. Demlenmiş çaydan bir bardak doldurdum kendime. Şekerini atıp karıştırdıktan sonra mutfaktaki pencerenin önüne bir sandalye koyup oturdum.
Hava kararmıştı artık, güneş elini eteğini çekmişti gökyüzünden. Şimdi bana gece olan bugün kimine güneş oluyordu. Kurt benden bir şeyler saklıyor. Düşünüyorum, yetmiyor bardağımdan bir yudum sıcak çay içiyorum, kendimi kandırıyorum. Bu plana en başından beri beni dâhil etmedi Kurt. Buraya getirmesinin tek sebebi gözünün önünde durmam, beni bir daha kaybetmeyi göze alamaması. Sakin ol Gamze, seni düşündüğü için yapıyor diyor bir yanım. Keşke beni düşündüğü için benimle birlikte yapsa diyor diğer yarım. Yine ikiye bölünüyorum.
Pencereden bahçeye bakıyorum, geçmiş bir ağacın altında gökyüzüne bakıyor. Elinde dumanı tüten bir sigara var, yavaşça dudaklarına götürüp bir nefes çekiyor içine. Yanakları içine çöküyor, sonra geceye karışıyor nefesi. Öylece izliyorum ama kimse anlamıyor, ben artık izlemek istemiyorum. Bardağımı elime alıp ayağa kalktım. Tezgâhın üstüne bıraktıktan sonra mutfaktan çıktım. Salonu geçip dış yapıyı açtığımda, kapının sesine dönmesiyle gözlerimiz birleşiyor. Kırgınlığımı saklamıyorum, görsün istiyorum.
Basamakları inip yanına doğru ilerledim. Gözleri hâlen üzerimdeydi, tam yanında durdum. Elindeki sigaraya uzandım, o da izin verdi. Yere atacağımı sandı ama yanılıyor. Elime aldığım sigaradan derin bir nefes çektim. Gözlerim yaşardı, öksürmemek için dumanı hemen havaya geri bıraktım. Elimdeki sigaraya uzandığı anda geri çekildim.
"Neden böyle bir şey yaptın?" dediğinde elimdeki sigaraya baktım.
"Nefesini benimle paylaşmak yerine onunla paylaşıyordun, merak ettim. Bende olmayan ama onda olan ne var diye." Bir başka bakıyordu, bu sefer sigaraya uzandığında almasına izin verdim. Gözlerimin içine bakarak derin bir nefes alıp, dumanını geceye karşı bıraktı. Sigarayı yere atıp, üstüne bastı henüz bitmediği hâlde.
"Dudaklarına değen şeylere karşı zaafım var bu yüzden son nefes benim hakkımdı," dedikten sonra dudağıma yumuşak bir öpücük bıraktı.
"Müsait değilseniz ben gidebilirim." Semih'in sesiyle yerimde sıçradım.
Aferin Gamze hem misafir çağır hem de Kurt'u kendini öpmesi için kışkırt!
"Çay demledim, içeriz değil mi? İçeriz, içeriz," diyerek hızla konuşup, eve doğru ilerledim. Arkamdan Emre'nin güldüğünü duydum.
Mutfağa geçip bardakları çıkartıp çayları doldurdum. İkisi de şeker atmadığı için kendime şeker alıp tepsiyle bahçeye geri çıktım. Evin verandasında büyük bir ahşap masa ve sandalyeler vardı. Emre ve Semih karşılıklı oturmuşlardı. Tepsiyi masanın üstüne bıraktığımda herkes çaylarını aldı. Ben de Emre'nin yanındaki boş sandalyeye oturdum.
"Kim başlamak ister?" dedim bakışlarımı ikisi arasında gezdirirken.
"Kurt onun da bilmesi gerekiyor. Burada Gamze'yi tek başına bırakarak onu koruyamazsın." Semih'in sözleriyle bakışlarım Emre'ye döndü.
"Fotoğrafını çektiğin adamları avlayacağız. Sercan şimdi nerede bilmiyoruz ve elimizdeki tek ipucu o adamlar. Sana arabayı kuzenimin üstüne aldığımı söylemiştim, hatırlıyorsun değil mi?" Emre'nin sorusuyla başımı sallayıp onayladım.
"İstihbaratta çalışıyor, benim uçağa başka bir kimlikle binmemi sağladı ve bizim şu anda gizli bir görev için sınır dışına çıktığımızı gösterdi kâğıt üstünde. Sercan'ın da emir aldığı birileri var ve biz Sercan'ı yakalarsak istihbarat da kazanacak bu işten. Kısaca herkes payına düşeni alacak biz Sercan'ı, onlar üstündeki adamı."
Herkes kârlı görünüyordu bu işten ama eksik bir nokta var gibiydi. Nedenini anlamasam da eksik hissediyordum bu anlatılanlardan. "Kimler biliyor peki aslında buraya geldiğinizi?" diye sordum. Diğerleri de gelecek miydi yoksa sadece ikisi bir örgütü çökertmek için yeterli miydi?
"Sadece abin biliyor, seni Ankara'ya göndermek benim fikrimdi. Benimle birlikte olduğunu biliyor, sizinkileri ikna etmesini ben istedim çünkü orada güvende değildin. Ben ortadan kaybolursam çok dikkat çekerdi ama seni gönderdiklerinde aşk acısına dayanamayan Kurt şehri terk edip dağlara göreve gitti diyeceklerdi. Diğerlerinin de haberi yok. Ercan, Dursun, Uğur, Mert hiçbiri bilmiyor, sadece Semih bizimle."
Semih yine dostluğunu, kardeşliğini, abiliğini göstermişti. Ona baktığımda Yerli Hulk tebessüm etti. O kadar çok iyilik borcum vardı ki Semih'e, iyi ki Emre'nin hayatına girmişti. Benim kaçırıldığım zamanda en çok Semih yanında durmuştu Emre'nin. O gece yüzüğü bulduklarında yanında yine Semih vardı. Eğer bir gün Yerli Hulk'un yardıma ihtiyacı olursa söz ilk ben koşacaktım herkesten önce.
"Silah kullanabiliyorum ayrıca ikiniz yanımdayken bana bir şey olmaz. Gittiğiniz her yere ben de geleceğim çünkü kendime söz verdim. Benim hepsinden alınacak bir intikamım var," dedim Emre'nin gözlerinin içine bakarak kararlılıkla.
"Eğer ufacık bir zarar görürsen seni bağlayarak bırakmak zorunda kalsam bile bunu yaparım Gamze." Uyarısıyla tebessüm ettim.
"Dikkat et bence Kurt, en sonunda elleri bağlı olan sen olma da," dedim göz kırparak. Dudağımı ısırdığımda yutkundu. Kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum.
"Alev aldı buralar ben kaçar." Semih'in ani kalkışıyla onu tamamen unuttuğum aklıma geldi yoksa Emre'yi kışkırtmazdım. Emre de sanki yeni fark ediyormuş gibi Semih'e öylece baktı.
"Kalacak yerin var mı?" diye sordu sonunda Kurt.
"Her yer buradan iyidir, ateşle barut gibisiniz. Bende yangın fobisi oluşmadan gidiyorum. Hadi size iyi bakışmalar, sabah gelirim," dedikten sonra cevap vermemize bile izin vermeden ilerleyerek bahçe kapısından çıktı. Kaçar gibi gitmişti resmen.
Hiçbir şey olmamış gibi omzumu silkip çayımı yudumladım. Emre de bana bakıp, gülümsedi. Çayımızı bahçede sessiz bir şekilde içmeye devam ettik. Yarın bizi neyin beklediğini bilmiyorduk ama şu ana ve birbirimize sahiptik. Bunu da halının altına süpürüp, çıkacağı güne kadar geride bıraktık. Başım Emre'nin omzuna düştü, rüzgâr esmeye başlamıştı. Ürperince, içimi çektim.
"Hadi içeriye girelim, üşüdün," dedi Emre.
Beraber ayağa kalktık. Bardakları topladıktan sonra Emre tepsiyi aldı. Eve girdiğimizde tepsiyi mutfağa bıraktı. Elimden tuttuğunda diğer odaya girdik, valizlerimizi buraya bırakmıştı. Kendi valizinden siyah bir tişört ve gri bir eşofman altı alıp kapattı. Yanağımdan öptükten sonra odadan çıktı. Ben de kendi valizimi açıp onunla uyumlu olmak için siyah bir tişört ve gri bir eşofman çıkarttım. Üstümü değiştirdikten sonra kapıyı açıp odadan çıktım. Kendimi yorgun hissediyordum ama ruhumu onunla dinlendiriyordum. Pencereden dışarıya bakarken arkadan beline sarıldım. Ellerimin üstüne ellerini koydu.
"Beraber uyumak istemezsen anlarım," dediğinde başımı sırtından kaldırdım ve ellerimi belinden çektim. Bana doğru döndüğünde yüz yüze geldik.
"Saçmalama, senin kollarında huzur buluyorum ben sadece," dedim kesin bir şekilde.
Birazcık yüzüm asılsa ondan uzaklaşacağımı düşünüp geri adım atıyordu hemen. Elinden tutup biraz önce çıktığım kapıdan içeriye geri girdim. Artık daha farklı biriydim çünkü Emre'nin bendeki yerinden emindim. Öylesine bir aşk değildi bizimkisi, ölesiye bir aşktı. Defalarca ölümle burun buruna gelmiş bir adam sadece bana yeniliyorsa, ben de onun yerini herkesten üstün tutardım. Aramızdaki her şey bir anda öyle bir yükselmişti ki Emre yere çakılmamızdan korkuyordu. Ben de korkuyordum bir zamanlar, özellikle ondan bir şeyler saklarken. Artık anlamıştım, herkes olmadan olurdu ama onsuz olmazdı.
Yatağın üstündeki pikeyi kaldırıp yatağın üstüne oturdum. Kenara kaydığımda Emre de yanıma oturdu. Başım yastığa değince, ona doğru döndüm. Yatağın içine yatıp, beni kolunun altına çekti. Gözlerimi kapatıp kendimi uykuya, sevdiğim adamın kollarında bıraktım. En huzurlu uykularımı onunla geçirirken bu sefer öyle olmadı. En kötü kâbusuma onun kollarında yakalandım.
"Gamze uyan, Gamze!" diye beni sarsan kolları ittim. Boğuluyormuş gibi nefes almak için çabaladım.
"Gamzelim aç gözlerini, kâbus görüyorsun."
Gözlerimi açtığımda gözyaşlarımı durduramıyorum. O kadar çok ağlıyordum ki hıçkıra hıçkıra, yataktan kalkıp etrafa bakmaya başladım. Biraz önce buradaydı, burada duruyordu. Delirmiş gibi ellerimi saçlarımdan geçirdim. Hıçkırıklarım boğazımda takılı kalırken Emre ayağa kalkıp yanıma geldi. Gözlerindeki o kaybedişle yıkıldım.
Önümde diz çöktüğünde ben de onunla birlikte dizlerimin üstüne düştüm. Artık kaçmak yoktu, denemiştik ama olmuyordu. Gecenin karanlığında sadece pencereden sızan ışıkla birbirimizin yüzünü görebiliyorduk. Yeşilleri kızarmış, dolu doluydu. Acı bir tebessüm yayıldı dudaklarıma, o da anlamıştı. Ne kadar uğraşsak kaçamıyorduk bu gerçekten, pes etmiştik her şey normal gibi davranmaktan. Kaçtığımız her şey sadece birkaç saatlik bir uykuyla yüzümüze acı bir şekilde çarpmıştı. Yüzümü ona bir nefeslik mesafe kalana kadar yaklaştırdım. Hayatımızı sonsuza kadar etkileyecek o cümle döküldü dudaklarımdan.
"Emre ben asla anne olamayacağım, seni asla baba yapamayacağım." Emre'nin gözlerinden damlalar yanağına doğru yavaşça süzülmeye başladı.6
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız lütfen.
Diğer kitaplarıma ulaşmak için takip edin.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
239.62k Okunma |
13.98k Oy |
0 Takip |
77 Bölümlü Kitap |