Gamze uyuduktan sonra onu izledim. Yatağın içinde kıpırdanıp durduktan sonra göğsüme daha fazla yaklaşmış, elini karnımın üstünden atmış kendine rahat bir yer sağladıktan sonra durmuştu. Düzenli nefeslerini dinlerken sakinleştim. Elleri her zaman olduğu gibi soğuktu. Elinin üstüne elimi koyup, ısınması için tuttum. Burnunu boynuma gömdüğünde derin bir nefes aldım. Ciğerlerim kokusuyla dolarken, yüzümde yine gülümseme oluştu. Gözlerimi kapatıp bu tatlı işkenceye, öpüp onu uyandırmadan, uyuyarak bir son vermeye karar verdim.
Henüz uykuya yeni dalmıştım ki Gamze rahatsızca kıpırdanıp kollarımdan ayrıldı. "Gitme," diye sayıklamaya başladığında dişlerimi sıktım. Öfkem yerini alevlendirerek içime kor bir ateş saldı. Nefesim olan kadın, acı çekiyordu "Gamze uyan, Gamze!" dedim üstüne doğru eğilip hafifçe sarsıp.
Gözleri hâlen kapalı nefes nefese acıyla inledi. Yüzünün kasılmasıyla gözlerini açmakta zorlandığını görüyordum. Bu beni mahvediyordu. "Gamzelim aç gözlerini, kâbus görüyorsun." Kollarından tutup daha hızlı sarstım. Gözlerini açtığında hâlen etkisinde olduğunu dolu dolu bakışlarından anladım. Gamzenin yanaklarından aşağıya doğru süzülen yaşlar, sinir krizinin habercisiydi. Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başladı. Birini ya da bir şeyi arıyormuş gibiydi. Hıçkıra hıçkıra ağlarken onu durdurmadım. İçinden bu zehri atması gerekiyordu.
Yanına gidip gözlerinin içine baktım. Kahverengi gözleri dolup taşıyordu. Aşırı şiddetli bir fırtınadan sonra yağmur yağmış, bizse o heyelanın altında kalmıştık. Önünde dizlerimin üstüne çöktüğümde elimden başka bir şey gelmiyordu. Canımın, canı yanıyordu. Çaresizlik bütün bedenimi sararken anladım artık kaçamazdım. Yüzleşme anı beni en savunmasız olduğum anda, sevdiğim kadının sıcaklığından koparırcasına yüzüme çarptı. Yanımda dizlerinin üstüne çöktüğünde gözyaşları hâlen yanaklarından akıyordu. Cesaret vermek için gözlerine baktım, dudaklarını araladı.
"Emre ben asla anne olamayacağım, seni asla baba yapamayacağım."
Sözleri birer ok gibi saplandı kalbime. Dolu olan gözlerimden aktı gitti gözyaşlarım. Benim sevdiğim kadına ne yapmışlardı? Onun hayallerini, haklarını, umutlarını çalmışlardı. Benim bu hayatta en değer verdiğim varlığın canını yakmışlardı. Yara olsa sarardım geçerdi, ama "yâr"a olmuştu olan.
Kollarımı sıkıca ona sararken içimi çektim. Kalbim onunla tamamlanırken gözlerimi sıkıca kapattım. Gözlerimi hızlı bir şekilde sildim.
Önceliğim Gamze'ydi. Şimdi acımı yaşayamazdım, onun acısını dindirmem gerekiyordu. Geri çekilip şakağına dudaklarımı bastırdım. Gözyaşlarını sildim, saçlarını okşadım. Kucağıma alıp yatağa geri yatırdım. Başımı göğsüme yaslayıp, saçlarını okşamaya devam ettim. İçini çekerken benden bir şeyler duymayı beklediğini biliyordum.
"Yarın iyi bir doktordan randevu alacağım. Eğer doğruysa Gamzelim önemi yok. Sen bana aile oldun zaten, bunun çocukla ilgisi yok. Doğru çocuğumuz olsun istedim, sana da söyledim. Ama ben onları senden geleceği için o kadar çok sevecektim. Sevdiğim kadından bir parça taşıdıkları için. Sen zaten bana yuvasın. Eğer çocuk istersen evlat ediniriz. Senin o güzel kalbin de bir çocuğa daha yuva olur. Sen benim için anne ol ya da olma hep Gamzelisin, benim Gamzelim."
Saçlarını okşarken artık iç çekişleri durmuş, nefesleri düzenli bir hâl almıştı. Ağlama krizinden sonra kendini hırpalamış, yorgun düşmüştü. Sıkıca sardım sakladım kalbimin en derinlerine, bir daha kimse ona zarar veremeyecekti. Hepsinin eceli olacaktım, hepsi ölümü tadacaktı. Benim kollarımda yatan kadının çektiği acının hesabını ödeyeceklerdi.
Gamze'yi yastığın üstüne dikkatlice yatırdım. Uykunun kollarına kendini bırakırken, iç çekişleri hâlen arada devam ediyordu. Kısacık kestirdiği saçlarını, yüzünü, kirpiklerini izledim. Bundan iki ay öncesini düşündüm. Öyle hayat doluydu ki bir kere gülünce çiçekler açıyordu kalbimde. Şimdi öyle bir hüzünlü gülümseme var ki yüzünde her gördüğümde kalbime cam parçaları saplanıyordu.
Allah'ım onun acısını da bana yükle. Ben dayanırım, yeter ki solmasın güzel yüzü, bırakmasın beni geride, dökülmesin o gözlerden yaşlar.
Derin bir nefes aldım, sanki yetmiyordu nefes almak. Nefesim olan kadın nefessiz kalmıştı. Neler yaşamıştı? Soramamıştım daha fazlasını ama soracaktım. Ona ne yaptılarsa hepsini öğrenecektim. Affet Gamzeli. Dayanamam dedim sana, sus dedim. Şimdi bütün sustuklarını, kalbine gömdüklerinin hepsini haykırma sırası sende. Yavaşça oturduğum yataktan kalktım. Karanlıkta kapıyı açıp, dışarı çıktım. Rüzgâr şiddetiyle bedenime çarptığında hissetmedim bile. Ankara'nın ayazından daha sert çarpmıştı gerçekler yüzüme. Kapıdan çıktığımda kalbim bin parçaya dağıldı.
Ellerim yumruk olurken öylece gözlerim daldı. Gamze uyuduğu için bahçeye çıkmıştım, uykusu derindi. Gözlerimin daldığı yerdeki turuncu renk dikkatimi çekti. Küçük bir çiçek bütün fırtınalara inat kök salmıştı kurumuş toprağa. Onu izlerken fark ettiğim şeyle sarsıldım. Gamze de bu çiçek kadar narin ve güçlüydü. Bütün fırtınalara rağmen baharı getirmişti çorak topraklarıma. Öyle enfes ve ender bir çiçekti ki benden koparsa tek nefeste solacağını görüyordum gözlerinde. Bu yüzden vazgeçmemişti benden, bizden. Dizlerimin üstüne çöktüğümde artık amacım sadece o çiçeği sevmek, korumak değildi; bundan sonra eceli olacaktım ona zarar vermeye kalkışan herkesin.
Emre artık gidiyordu, Kurt ise sırasını bekliyordu kan dökmek için.
Esen bir rüzgârla çiçeğin bir yaprağı daha savruldu, yavaşça rüzgâra karışıp toprakla buluştu. Gamze'ye bunun olmasına izin vermeyecektim. Asla fırtınalarda parçalanıp, buluşmayacaktı toprakla. Ellerimle toprağı avuçlarken, kendime bir yemin ettim. Benim canımdan sevdiğim o kadının döktükleri her bir yaprak için kanlarıyla sulayacaktım toprağı.
Güneş yeni doğmaya başlamıştı. Havada kızıl bir gökyüzü vardı. Beraber hiç gün doğumunu izlememiştik ama günbatımını izlemiştik bir kere. Güneşin en güzel hâlini, kahve tonunun en güzel rengini taşıyan gözlerindeki yansımasından izlemiştim. Gamze'nin uyurkenki hâlini düşündüm. Kısa kestirdiği saçları dağılmıştı, dudakları aralıktı ve pikeyi bacaklarının arasına sıkıştırmıştı. Ne çok istemiştim onun güne benimle başlamasını, beraber kaldığımız geceler onu uykusunda bırakıp giderken.
Kaderde sevdiğim kadını uykusunda izlerken acı çekmek de varmış.
"Gözlerinde Kurt'u görüyorum. Ne oldu?" Semih'in orada olduğunu biliyordum ama gözlerim o çiçekten ayrılmıyordu.
Kendi hâlime gülsem mi ağlasam mı bilemedim ama hâlen gözlerim o çiçeğin üstündeydi. Sanki birazdan birisi gelip kökünden söküp atacaktı önüme. Kolumdan tutup beni ayağa kaldırdığında hatta yüzüme esaslı bir yumruk geçirdiğinde bile aklımda o çiçek vardı. Semih'e baktığımda kaşlarını çatmıştı, endişeliydi.
"Emre neredeysen çık gel!" Bağırmasıyla gözlerimi açıp kapadım. Şimdi sırası değildi Kurt'un ama onun da sırası gelecekti.
"Semih acı çekmek istemiyorum ama damarlarımdaki kan bile canımı acıtıyor. Hepsi ölecek Semih, hepsini teker teker öldüreceğim." Öfkeyle kurduğum cümleyle Semih'in ifadesi de sertleşmişti. Gözleri eve kaydı. Anladı bir şeylerin ters olduğunu, sonra bana baktı. Şimdi endişesi ben değildim.
"Yapmadılar de Kurt! O kıza dokunmadılar de!" Semih'in gözlerine de yerleşti o ölüm denen illet.
"Gamze anne olamayacak, ondan bunu çaldılar." Çaresizliğim, güçsüzlüğüm, yıkılışım hepsi sesime yansımıştı.
Semih'in yüzündeki o dağılmış ifadeye baktım. Ben de böyle miydim ya da daha kötü? Daha kötüydüm, Semih'in o yumruğunu acil durumlarda yiyordum. O zaman iyi ki karanlıkta görmüştü Gamze beni. Eğer böyle görseydi daha çok acı çekerdi, biliyordum. Semih elini üstümden çekip, eve doğru baktığında yutkundu. Kardeşi gibi seviyordu Gamze'yi, acısını paylaşıyordu.
"O kız bunu biliyordu ama yine de sustu, gülümsedi," dedi.
"Gamzeli her zamanki gibi yine kendinden veriyor, tükendiğini bilerek. Ben dedim dayanamam, söyleme dedim ona. Semih canım yanıyor ama sadece benim canım acısa kabul. Gamze, tükeniyor Semih! Gözlerimin önünde tükeniyor!"
Semih'in elleri üzerimden çekilirken kendimi bıraktım. Toprak zemine dizlerimin üstüne çökerken, artık dayanamıyordum. Semih de yanıma çöküp sessizce bekledi. İkimiz de sözlerin ağırlığı altında eziliyorduk. Dün bu bahçede gülüyorduk, çok değil saatler önceydi. Gamzenin dudakları arasından çıkıyordu o güzel baş döndürücü gülümseme. Benim sevdiğim kadın dayanmıştı, bana düşmek karalar bağlamak yakışmazdı.
Ayağa kalktım derin bir nefes alıp. Üstümdeki toprağı ellerimle temizledim, üstümüze atılmış ölü toprağını atıyormuş gibi. Semih de benimle ayağa kalktı. Evin verandasında dün oturduğumuz masaya geçtik. Karşılıklı sandalyelerimizi çekip oturduk. Acı aynı acıydı, kavuruyordu. Aldığım her nefeste içime zehir doluyordu sanki.
Biraz sonra kapı açıldı, Gamze dün geceki eşofmanlarının üstüne uzun bir hırka giymiş şekilde dışarı çıktı. Göz altlarında gece ağlamasının eseri olan kızarıklıklar vardı. Kısa saçları dağılmış, gözleri bir başka bakıyordu. Gözlerini benden çekip, Semih'e baktı. Semih başını öne eğmiş, öylece duruyordu. Sonra bana dönüp yürümeye başladı.
Bana bir kez daha gülümsedi; kalbim ismini haykırarak defalarca öldü, gülüşüyle can buldu. Gamzeli bir kez daha nefes oldu bana.
"Günaydın. Kahvaltı yapmayı düşünmüyorsunuz galiba?" dedi çaprazımda kalan sandalyeyi çekip oturduktan sonra.
"Günaydın," dedi Semih düz bir ses tonuyla. Gamze'yle şu an eskisi gibi konuşamayacağını biliyordum.
"Konuşmamız gerekiyor." Ciddi bir ifadeyle gözlerine bakarken Gamze'nin gözleri yine o bulutları misafir etti.
"Ben fırına ekmek almaya gideyim." Semih ayağa kalktığında bizi baş başa bırakmak istediği belliydi.
"Semih, senin için mahsuru yoksa kalmanı istiyorum. Anlatacaklarımı bir daha anlatacak gücü kendimde bulamayabilirim. Emre'nin de bunu anlatıp kendini üzmesini istemiyorum. Sen bizim için hep abi, kardeş oldun. Bizim acımızı paylaşır mısın?" Gamze'nin şefkat dolu sesine karşı Semih başını kaldırıp ona baktı.
Gamzeli yine beni düşünüyordu. Haklıydı, bunu ona bir daha anlattırıp, canını yakamazdım. O da biliyordu benim de bunu anlatırken sadece canımın değil canımdan çok sevdiğim kadının acısıyla yanacağımı. Eğer bir gün anlatmak gerekirse bunu Semih'in anlatmasını isteyecekti. Her zaman olduğu gibi bu kararına da saygı duydum. Semih ise kendi tercihini yapacaktı, kalıp ya da gitmekle.
"Buradayım," diyerek yerine geri yerleşti Semih.
Gamze derin bir nefes verdi. Gözleri boşluğa dalarken o günleri düşündüğünü biliyordum. Sonra birden irkilip karnını tuttu. Bakışlarım karnına kayarken, yutkundum. Gözlerimi, gözlerine çıkardığımda baktığım yeri anlamış gibi elini çekti hemen. Ellerini masanın üstünde birbirine kenetledi. Dudakları titrerken yutkundu.
"İlk iki gün sadece odanın içindeydim, bulunmayı bekliyordum. Özge geliyordu, yemek getirmek için. Sercan'ı çok fazla görmüyordum. Sonra bir gün aralık bir kapıdan Emre'nin sesini duydum. Odaya girdiğimde ikiniz ekrandaydınız. Bıraktığım yüzüğü bulmuştunuz. Sizi izliyordu sürekli, her şeyi planlamıştı. Emre'ye karşı takıntılı psikopatın tekiydi, acı çeksin istiyordu."
Bu kadar mı aptaldım? Yanımdaki adamın ihanetini bile anlamamıştım. Dostum demiştim, ekmeğimi paylaşmıştım, canımı emanet etmiştim. Sırt sırta çarpışmıştım ben o şerefsizle! Bu kadar mı kördüm? Sevdiğim kadını benden almaya çalıştığını göremeyecek kadar? Öldü dediklerinde sorgulamadım bile, kabullendim. Gamze iyiydi, güvendeydi, yanımdaydı o an için önceliğim buydu. Eğer biraz daha altını deşseydim şimdi bu hâlde olmayacaktı belki. Benim suçumdu.
"Üçüncü gün Sercan birilerini yanına çağırdı. Adamlar kollarımı tuttu, çırpındım, çok çırpındım. Bağırdım, ağladım, Kurt seni öldürür dedim. Ama bırakmadı, adamlardan birisi boynuma batırdı elindeki şırıngayı. Sonrasını ise kesik kesik hatırlıyorum. Ara ara uyanıyordum ama canım çok yanıyordu, acı bütün vücudumu öyle bir sarmıştı ki ölüyorum sandım. Sonraki iğnelerin hepsini karnıma yaptılar. Beş günün sonunda tamamen kendime gelmiştim, acı yoktu. Sercan odaya girdi, bana gideceğimi haber verdi. Ama tek verdiği haber bu değildi."
Gamze'nin sesindeki acı artık elle tutulur gibi yayılmıştı havaya. Onun acısını kalbimin en derinliklerinde hissettim. Attığı çığlıklar kulaklarımda yankılandı, onu bulmamı istediği her haykırış, içimde büyük bir öfke tufanı olup taştı. Gamze yine aynı şeyleri yaşıyormuş gibi titredi. Sanki burada değil gibiydi. Masanın üstünde duran ellerini tuttum, varlığımı hissetmesi için. Daldığı yerden çıkıp, başını kaldırıp gözlerime baktı.
"Bana enjekte ettikleri şey kimyasal bileşenmiş. 'Yapay zehir olarak düşün, sana hiçbir zarar vermeyecek ama hamile kalamayacaksın,' dedi. Bana verdikleri kimyasalı hazırlayan adamı gözlerimin önünde öldürdü. Sonra da beni bayılttılar tekrar ve gözlerimi hastanede açtım."
Kalbimdeki sancı yerini korurken sevdiğim adama baktım; hüzünle dolan gözlerine, ellerimin üstündeki fark etmediği hâlde titreyen ellerine, çattığı kaşlarının arasında belirginleşen damara. Benim boğazıma oturan yumru onda da var mıydı? Aynı acıyı paylaşıyorduk, bizim sadece kalbimiz değil ruhumuz da birdi. Ellerini çekti yavaşça üstümden, gözlerini kaçırdı benden. Ayağa kalktığında, ona izin verdim benden uzaklaşması için.
Kurt acısını benim yanımda yaşayamayacak kadar yaralıydı.
Arkasını dönüp bir adım attığında devam edemedi, durdu. Semih'e başıyla işaret verdiğinde, Semih ayağa kalkıp bahçeden çıkmak için ilerledi. Yüzünü bana dönmedi, sadece aldığı derin nefeslerini duyuyordum. Dudaklarımı ısırıp, gözlerimi ondan ayırmadım. Arkasını yavaşça dönüp, yanıma doğru geldi ve önümde diz çöktü.
"Bu üç oldu Gamzeli. Üçtür önünde diz çöküyorum, her seferinde fethediyorsun bütün topraklarımı, ben sana yine yeniliyorum. Ama en çok da sana yenilmeyi seviyorum. Bu sefer gitmek yok, kaçmak yok, yanındayım. Tek damla gözyaşına, tek saç teline kıyanın cehennemi olacağım."1
Oturduğum sandalyeden kalktım, ellerinden tutup Emre'yi ayağa kaldırdım. Beline sıkıca sarılırken, başımı göğsüne koydum. Kokusunu içime çekerken düşündüm. Kalp atışları yine hızlanırken, kendi kalbimde ondan geri kalmıyordu. Ona söylemiştim, uyarmıştım. Bencilim biliyorum, ama vazgeçemiyorum. Çocuğum olmayacak mı? Olmasın o zaman ama o yanımda olsun. Ben onun için acıların içinden geçmiştim, ona kavuşma umuduyla. Kurt'u hiç suçlamadım, bütün bunlar başıma geldiğinde. Çünkü o da giderse dayanamazdım. İşte bu yüzden bencildim, hem onu seviyor hem de gitmesine izin vermiyordum.
"Söz veriyorum Kurt, o cehennemin ateşi ben olacağım."
Kollarından ayrılıp gülümsedim, buna ikimizin de ihtiyacı vardı. Gülümsediğimde hep bana aklının başından gittiğini söylerdi, Emre gülümsediğinde ise benim aklım gidiyordu. Şu an ikimizin de aklının başında olmaması en iyisiydi. Emre'nin gözleri gülümsememe kayarken, beni geri çevirmeyip tebessüm etti.
"Ekmekler geldi! Bak sesleniyorum ona göre bir şey yapıyorsanız ayrılın," diyerek bir elinde ekmekler diğer elini gözlerine kapatmış Semih girdi içeriye.2
Emre başını iki yana sallarken, gülümsemem gerçekçi bir hâl aldı. Semih bizden ses gelmeyince gözlerini açtı ve yan yana duran bize baktı. Yüzümüzdeki gülümsemeyi görünce, rahatladı. Onun da etkilendiğini görmek beni üzse de güçlü adamdı Semih. Ona anlatmamın bir diğer nedeni Emre'nin yanında olmasıydı. Ben kimseyle paylaşamazdım, başka bir kadına anlatamazdım. O kişinin bana acıyan gözlerle bakmasına katlanamazdım. Emre için anlattım, Semih ona dayanak olsun istedim.
"Kahvaltıyı hazırlayalım o zaman," diyerek Semih'in uzattığı ekmek poşetini aldım elinden.
"İyi olur yenge, bu Kurt'u bilmem ama ben çok acıktım," diyerek sandalyeye oturup, elini karnının üstüne koydu.
"Kalk kendin hazırla," dedi Emre, Semih'in sandalyesine tekme atarak. Onlar birbirlerine gülerken ben de mutfağa geçtim.
Çayı demledikten sonra dün aldığımız kahvaltılıkları çıkarttım dolaptan. Tabaklar uzun süredir kullanılmadığı için tozlanmıştı. Kullanacaklarımı hızlı bir şekilde yıkadım. Çok acıktıkları için sucuklu yumurta yapmaya karar verdim. Yumurtaları kâsenin içine kırıp çırptım. Sucukları yağı kızan tavanın içine koyup, kapağını kapattım. Salatalığın kabuğunu soyarken arkadan bir çift kolun belime sarılıp, boynuma başını gömmesiyle irkildim.
"Korkuttum mu?" dedi derin bir nefes alıp boynuma bir öpücük bırakıp.
"Bu sessiz gelişlerine bir son vermelisin," dedim elim titrese de soyduğum salatalığı tabağa doğrayarak.
"Yardıma ihtiyaç vardır diye geldim." Daha çok sesinde yaramazlık yapmaya gelmiş gibi bir ton vardı.
Elime aldığım tabakla arkamı döndüm. Emre'nin elleri belimden ayrılırken boş kalmasın diye tabağı tutuşturdum. Ben de onunla güzel vakit geçirmek isterdim ama biraz sonra bizi basacak ya da utandırıp laf atacak bir Yerli Hulk vardı kapının dışında. Tabaktan aldığım salatalığı dudaklarına uzattım. Tek hamlede ısırıp, ellerimin arasından kaptığında hızına şaşırdım.
"Biz orada kahvaltı bekleyelim, adam sevdiğinin ellerinden yesin," Semih'in ima dolu sesini duyunca bu sefer gerçekten de utandım, yanaklarım yanıyordu resmen!
Emre, "Semih, yemek yerine dayak yemek istiyorsan söyle," diyerek başını yan tarafa çevirdi sakin bir şekilde.
Semih kollarını birbirine dolayıp kaslarını ortaya çıkardığında, bir kavgada kimin yeneceğini merak ettim açıkçası. Emre'den 10 cm uzun ve daha kalıplı olabilirdi Semih ama ben hakkımı kesinlikle Kurt'tan yana kullanacaktım. Sinirlendiği zaman gözü hiçbir şey görmüyordu.
Semih, "Gidiyorum," dedi ellerini havaya kaldırıp masum bir ifadeyle.
O gidince Emre derin bir nefes alıp elindeki tabakla mutfaktan çıktı. Ben de kenarda duran tepsilerden birini alıp, kahvaltı tabaklarının üstüne koydum. Pişen sucukları çevirip üstüne yumurtayı ekledim. Altı kısıkta olduğu için daha iyi pişiyordu. Emre geri dönüp tepsiyi götürünce, ben de çaydanlığı alıp çıktım peşinden. Daha sonra tavayı, çatalları ve bardakları tepsiye koydum. Tam tepsiyi alacaktım ki Emre kızan bir ifadeyle benden önce tepsiyi alıp çıktı. Hazır olan sofraya oturduk ve kahvaltıya başladık.
Tam yedi yumurta kırmıştım, boş kalan tavayla ne kadar isabetli bir karar verdiğimi daha iyi anladım. Bu sefer Semih de kalkıp yardım etti sofrayı toplamaya. Üç kişinin mutfağa girmesine itiraz etsem de yıllardır tek başına yaşayan bu iki adam alışmıştı her işlerini kendileri yapmaya. İkisini kovup hızlıca mutfağı topladım. Ben iş yaparken birinin yanımda olmasını sevmiyordum. Özellikle Kurt gibi bir dikkat dağıtıcı varsa yakınımda.
İşim bittiğinde bahçeye yanlarına çıkıp bir sandalye çekip oturdum. Oldukça erken kalktığımız için saat daha yeni dokuz olmuştu. Semih ben gelince sustu. Yine şu gizli saklı konuşmalar. Eğer gerçekten görevde olsalardı asla sorgulamazdım çünkü görevlerini anlatmaları yasaktı.
"Sen mutfaktayken kuzenimle konuştum. Özel bir hastaneden randevu aldık ama kayda geçmeyecek ismin. Akşam gideceğiz, sana ne verdiklerini, başka ne gibi bir zararı olduğunu bilmiyoruz. Bunu öğrenmemiz gerekiyor öncelikle." Emre gözlerimin içine bakarak konuştuğunda bütün dikkatimi ona verdim.
"Olur, gidelim," diyerek onayladım.
Bundan kaçamıyordum ve savaşacaktım. Kurt'un Gamzelisiydim ben, bana pes etmek yakışmazdı. Üstelik dün gece Emre'nin o hâlini gördükten sonra kararım kesindi. Kendim için vazgeçsem bile onun için güçlü duracaktım. Sevdiğim, kalbimin sahibi olan adam gözlerini benden ayırmadan tebessüm etti cevabımla.
Emre'nin telefonuna gelen mesajla dikkatim telefona kayarken, beklemeden telefonunu eline aldı. Mesajı okuduktan sonra ifadesi değişmedi. Kendini çok iyi sakladığını bilmesem, önemsiz bir sistem mesajı sanabilirdim. Kısacık, saniyelik bir bakışma geçti Semih'le aralarında. Semih bana bakarak konuşmaya başladı.
"Bizim gitmemiz gerekiyor. Buradaki adamlarla iletişime geçip araştırma yapmamız gerek."
Bunu bana Emre de söyleyebilirdi ve hatta bana onun söylemesi gereken bir şeydi. Anlamıştım. Kurt bana yalan söylemek istemiyordu.
"Peki, ben de siz gelene kadar evle ilgileneyim biraz. Daha burada kalacak gibiyiz, uzun zaman kalınmadığı için temizlik gerekiyor," diyerek normal bir şekilde cevap verdim.
Emre, "Kendini yorma, birini buluruz temizlik için. Henüz kendini tam toplamadın," diyerek uyardı beni.
"Merak etme, yorulursam bırakırım," diyerek güvence verdim. İçini çekip, başını kısaca sallayıp beni onayladı. Masanın üstündeki çay bardaklarını alıp mutfağa götürdüm. Geri döndüğümde yine o sessiz bakışlar karşıladı beni.
Emre üstünü değiştirmek için içeriye girdiğinde bakışlarım Semih'e döndü. Yerli Hulk oldukça sakin görünüyordu. Ne kadar soğukkanlı olabileceklerini, silahı ne kadar sakin bir şekilde ateşleyeceklerini biliyordum. Gözlerimle görmüştüm bunu üstelik. Madem benden saklamak istiyorlardı, kendileri bilirdi.
"Sema'yla nasıl gidiyor?" diye sordum farklı bir konu açarak.
"İyi gidiyor. Yaz başında nişan düşünüyoruz," dedi soruma şaşırsa da cevap vererek.
"Dile kolay dört yıldır birliktesiniz, açıkçası Semih, senin bu kadar yıl beklemene şaşırıyorum. Emre ile bana bak beş aydır tanışıyoruz ve evlenme teklifi etti. Senin de böyle hızlı olacağını düşünüyordum," dedim açıkça ifade ederek.
Nedense bana garip gelen bir şey vardı. Semih, sevdiği kadından o kadar süre uzak kalacak birine benzemiyordu. Üstelik onu bir kez bile sevgilisiyle konuşurken görmemiştim. Sık sık bir araya geldiğimiz düşünülürse garipti. Semih, Sema'nın adı geçince heyecanlanmıyordu, sanki bahsettiğimiz sevdiği kadın değil, sıradan biriydi. Âşık olmadığını bilmek için sormama gerek yoktu. Emre gibi uzun yıllardır işini yapıyordu ve evlilik için herhangi bir sorunu olduğunu sanmıyordum. Semih gibi birini ise hangi kız bu kadar bekletirdi şaşkındım. Gerçekten bana iyi bir abi olmuştu, saygılı, efendi harbi adamdı. Kurt'un dostu olması bile ona güvenmem için yeterdi. Emre'nin onu diğerlerinden ayrı tuttuğunu, şu an sadece yanımızda Semih'in olmasıyla bile açıkça görüyordum.
"Sema evliliğe henüz hazır olmadığını dile getirdi, ben de kararına saygı duydum," dedi bu konudan pek de hoşlanmadığını dile getirerek.
Rahatsız olduğunu fark ettiğim için daha fazla soru sormadım. Semih için bir şeyler yapmak istiyordum çünkü her zaman yardımımıza koşuyordu. "Anladım," dedim başka bir şey demeden. Emre evden üstünü değiştirmiş olarak çıkınca konu da tamamen kapanmış oldu.
"Hadi çıkalım," dediğinde Semih ayağa kalktı. Ben oturduğum yerde dururken Emre başımdan öpüp Semih'i takip etti.
Onlar kapıdan çıkar çıkmaz açık olan kapıdan içeri girip ceketimi ve çantamı alıp dışarıya çıktım. Arabayla gideceklerini bildiğim için onlar arabaya binerken bahçe kapısının önünde bekledim. Araba çalışınca hızla bahçeden çıktım, mutfağa girdiğimde çağırdığım taksi sokağın başında beni bekliyordu. Hızla taksiye ilerledim, arka kapıyı açıp bindim.
"Öndeki siyah arabayı takip et," dedim kendimi bir filmin içinde hissederek.
"Sıkı tutunun hanımefendi," derken gaza yüklenen ve arabayı istop ettiren taksiciye dikiz aynasından baktım.
"Ciddi misin? İn aşağıya," diyerek arabadan çıkıp sürücünün kapısını açtım. Yirmili yaşlardaki genç bana bakarken "İn hadi, iki katını veririm tutarın," dedim aceleyle. Emre'nin arabası gözden kaybolmak üzereydi.
Genç arabadan iner inmez sürücü koltuğuna yerleşip, arabayı çalıştırdım. "Arka koltuğa bin!" dedim. Bir de Kurt bizi yakalarsa kıskançlık kriziyle uğraşamazdım. Arka kapı kapanır kapanmaz gaza yüklendim. Emre'yi uzaktan ama beni fark etmeyeceği bir şekilde takip etmeye uğraşıyordum.
"Abla, sen ajan falan mısın?" diye heyecanla soran çocuğa dikiz aynasından baktım. En fazla yirmi yaşında görünüyordu.
"Evet ajanım, ağzını sıkı tutmazsan seni öldürüp kimsenin bulamayacağı bir yere gömerim," dedim daha fazla konuşup dikkatimi dağıtmaması için.
Emre anayoldan çıkmış çevreyolundan ilerliyordu. Şehir merkezinden uzak bir yere gideceğimizi anlamıştım böylelikle. Beni fark etmemesi için çok geride kalmıştım. Ufak bir dikkat dağınıklığında her an onu kaybedebilirdim. Nereye gittiğini bana söylemediği için bunu yapmak zorunda kalmıştım. Daha dün gece söz vermişti bana, beni uzak tutmayacaktı sözde. Ama daha ilk dakikadan saf dışı bırakmıştı beni.
"Abla öndeki kocan değil mi? Hani biz onu basmaya gitmiyoruz?" Kendini tutamayan geveze taksici yine bir şeyler düşünmüştü kendince.
"Bu taksicilerin derdi ne? Ne oluyor evde size konuşma hakkı vermiyorlar da siz de müşteriyi ne kadar dayanıyor diye denek olarak mı kullanıyorsunuz?" Sinirli çıkan sesimle geriye doğru yaslanıp elini ağzına kapatmıştı. Emre'nin beni aldatma düşüncesi bile beni çıldırtıyordu. Kesinlikle Kurt böyle bir şeyi aklından bile geçirmezdi. Ona bu konuda güvenim sonsuzdu. Bu yüzden gence biraz fazla yüklenmiştim sanırım.
"Kusura bakma son günlerde çok fazla şey oldu. Sana çıkıştığım için üzgünüm," dedim derin bir nefes alarak.
"Sen kusura bakma abla, sanırım fazla özele girdim. Bu yola girmeleri garip," dedi sonunda ilgi çeken bir cümle kurarak. Emre çevreyolundan çıkıp, kör bir noktada kalan ağaçların arasındaki sola saptı.
"O yolda ne var ki?" Düşüncelerimdeki merak sesime de yansımıştı.
"Belalı bir semt orası, genelde tehlikeli adamlar vardır. Ben taksici değilim, babam taksici. Ben bugün rahatsız olduğu için yerine çıktım taksiye. Yoksa evde kalmayacaktı, dinlenmesi gerekiyordu. Babam özellikle tembih etti buraya gelmemem için, bence geri dönelim abla," dediğinde sesinde korku ve endişe vardı.
Bir an tereddüt etsem de yola girdim. Semih ve Emre olduğu sürece bana zarar gelmezdi. "Çantamı uzat," dedim gence. Arabaya bindiğimde çantam arkada kalmıştı. Çantamı bana uzattığında içine elimi sokup silahı çıkarttım. Bu her ihtimale karşı Emre'nin evde bıraktığı silahtı.
"Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim. Abla valla sessiz olurum, öldürme beni!"
Daha fazla dayamadım ve kahkahayı bastım. Sinirlerim fazlasıyla gerilmişti sanırım, gencin tepkisiyle de bir anda patlamıştım. Çocuk bana deliye bakıyormuş gibi bakarken, haksız sayılmazdı. Bir elimde silah, diğerinde direksiyon ve deli gibi gülüyordum. Derin bir nefes alıp kendimi sakinleştirmeye çalıştım.
Mahalleye girdiğimizde gecekonduların arasından dar yoldan ilerliyordum. Emre'nin arabasının durduğunu görünce bir sokak önce, görünmeyecek şekilde arabayı park ettim. Onlar gözden kaybolunca kapıyı açıp aşağıya indim. Öğle saati olmasına rağmen dışarıda kimse yoktu. Babamın anlattığı eski Çinçin geldi aklıma. Tabii şimdi tamamen Çinçin yıkılmış yerine TOKİ binaları inşa edilmişti. Zamanında polis arabası bile girmeye cesaret edemezmiş, o kadar belalı bir yermiş. Burası da bana orayı çağrıştırıyordu tam olarak, bela.
"Arabada kal, eğer tehlike sezersen git beni bekleme," dedim içeriye doğru bakarak gence. Çantamdan yüz lira çıkartıp çocuğa uzattım. Eğer yakalanırsam Emre beni bırakmazdı, yakalanmazsam taksiyle geri dönecektim.
"Tamam abla," dedi parayı alarak. Ceketimi üstüme geçirip, silahı belime taktım. Çantamı da alıp arabanın kapısını kapattım.
Çevreme şöyle bir baktığımda ürpermedim desem yalan olur. Beyaz, sarı, mavi badanalı tek katlı evler, tek arabanın geçeceği kadar dar sokakların kenarlarında sıralanmıştı. Evlerin bahçelerinde olan ağaçlar çiçek açmıştı, çoğunun kapısı insan boyundaydı, içerisi görünmüyordu. Emre'nin arabasının önünde durduğu eve doğru yürüdüm. Burada neden hiç çocuk yoktu? Bu saatlerde çocuklar dışarıya çıkar oyun oynarlardı. Özellikle böyle tek katlı evlerin bulunduğu mahalleler daha çok birbirlerini tanıdıkları için kadınlar kapı önünde oturur sohbet ederlerdi.
Çocukluğumda bir süre biz de oturmuştuk gecekondu semtinde, evimiz kentsel dönüşüme gidip apartman olana kadar. Çocukluğum sokaklarda oynayarak geçtiği için kendimi çok şanslı hissediyordum. Şimdiki çocuklar ya elinde tabletle büyüyordu ya da televizyonla. Çok az bir kısmı sokakta oyun oynamanın tadını alıyordu. Bunun maalesef ki en önemli etkisi ailelerin korkmasıydı. Çocuk kaçırma olayları, dışarıdaki tehlikeler o kadar artmıştı ki hâliyle korkuyordu aileler de.
Dikkatimi çeken bir diğer şeyse burada hiç araba yoktu. Kimsenin mi arabası yoktu yoksa herkesin arabayı bıraktığı bir otopark mı vardı yakınlarda? Gerçi tek araba sığacak yola araba da bırakılmazdı. Kafam karışırken, tahta kapısı boyuma kadar gelen uzun duvarlarıyla bahçesi görünmeyen eve baktım. İçeri girmekten başka çarem yoktu neler olduğunu görebilmek için. Emre beni bir daha kesinlikle bağlayıp bırakacaktı dışarı çıktığında.
Tahta kapıyı yavaşça araladığımda bahçede kimse yoktu. Derin bir nefes alıp hızla içeri girdim. Pencereler perde yerine gazete kâğıdı ile kaplıydı. Beynimde tehlike sinyalleri çalarken Emre'nin sesini duydum. Ne dediğini anlamamıştım ama artık buradan geri dönüşüm yoktu. Evin kapısı sonuna kadar açıktı, kilidi kırılmıştı. Oldukça sessiz olmaya dikkat ederek kapıdan içeriye girdiğimde aldığım nefesle yutkundum. İçerisi berbat kokuyordu ama şok olduğum bu değildi. Uzun bir masanın üstüne serilmiş laboratuvar malzemelerini görünce aklıma daha önce izlediğim bir film geldi. Burası bir uyuşturucu imalathanesi olabilir miydi?
"Patronun nerede, son kez soruyorum." Kurt'un sesiyle yutkundum. Buz gibi çıkıyordu, hissiz, bütün duygulardan yoksun gibi.
"Son kez diyorsa gerçekten son kez diyordur." Semih'in sesinden sonra silahın emniyet kilidinin açılma sesi duyuldu.
Kapıdan bakmaya korktuğum için duvara yaslandım. İçeriden inleme sesi duyulurken üçüncü kişinin de erkek olduğunu anladım. Acı çekiyormuş gibi kesik kesik inleme sesleri geliyordu. Nefesimi tutup, daha iyi dinlemeye çalıştım. Odanın içinden adım sesleri geliyordu. Biraz sonra Emre'nin yüzünü karşımda görünce kalp krizi geçirecektim artık. Elim kalbime giderken o gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Lanet olsun!
Bana doğru yaklaşırken yüzündeki ifade milim oynamadı. Kolumdan tutup beni odaya soktu. Boş odada yerde yüzü kan içinde yatan adamı gördüm. Semih kollarını başının üstünde birleştirmiş, duvara dayanmıştı. Emre elini arkamdan belime sararken, kulağıma doğru fısıldadı. Titrediğimi fark ettim.
"Gerçekten beni takip edebileceğini anlamayacağımı mı sandın?"5
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız lütfen.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
239.49k Okunma |
13.98k Oy |
0 Takip |
77 Bölümlü Kitap |