
Emre'den
Ekmeği almış, eve geri dönerken bana doğru gelen Cahit abiyi görünce durdum. Seda ve Gamze'nin kavgası hiç iyi olmamıştı. Gamzeli ne kadar tırnaklarını çıkartsa da bilekleri hasar almıştı. Cahit abinin de ne kadar zor durumda kaldığını görüyordum. Yapabileceğim ilk şey Gamze'yi, Seda'nın kötülüğünden uzak tutmak olacaktı. Bunun için de Cahit abiyle sıkı bir konuşma yapmalıydım.
"Ne yaptınız?" diye sordu Cahit abi yanımıza geldiğinde.
"Bileklerine baktırdım, dikişler açılmamış ama kanaması vardı. Pansuman yaptırınca eve geri geldik. Sende durumlar nasıl abi?" dedim, eve doğru bir bakış atarak.
"Sinir krizi gibi bir şey geçirmiş, psikologdan randevu alacağım Seda için. Gamze'den uzak durması için her şeyi yapacağım. Doktorun önerisine göre ilerleyeceğim, ne yapacağımı ben de bilmiyorum."
Cahit abinin sözlerinden anlaşılıyordu durumu. Henüz küçük bir bebek söz konusuydu üstelik. Seda ne yaparsa yapsın şu an Turan'ın ona ihtiyacı vardı. Gamze zaten Seda'yı görmek istemiyordu kesinlikle. Turan'ı görmek isterse Cahit abi bize getirirdi. Kısa yoldan bulduğum tek çözüm buydu.
Sürekli eve doğru bakıyordum, gözümün önünden ayırmak istemiyordum Gamze'yi. Pencereden baktığını gördüm ama bana bakmıyordu. Bakışları sabit bir şekilde donup kalırken kaşlarımı çattım. Gamze pencereden çekildiğinde arka tarafa baktım ama kimse yoktu.
Biraz sonra kapı açılıp Gamze çıktığında yüzünde boş bir ifade vardı. Bize doğru koşarken üstünde mont bile yoktu, evde giydiği terliklerle çıkmıştı dışarıya. Cahit abi de benim gibi Gamze'yi izliyordu. Yanımıza gelmeden iki adım atıp yanına ilerledim.
"Ama o ölmüştü," dedi. Kollarından tuttuğum anda düşecekken kucağıma aldım. Gözleri kapanmış, bilinci gitmişti.
Hızla eve doğru ilerlerken, Cahit abi de benimle geliyordu. Gamze'yi salondaki kanepeye yatırdım. Nabzına baktığımda normal bir şekilde atmasıyla derin bir nefes aldım. Teninin rengi kül gibiydi, başı yana doğru düşmüştü.
Telefonumu çıkartıp, Semih'i aradım, doktor bulması için. Iğdır'da tek tanıdığım doktor Yaman abiydi. O da yaralanmalarla ilgileniyordu daha çok. Semih'e kısaca Gamze'nin bayıldığını ve acil olarak doktor getirmesini söyledim. Telefonu kapattıktan sonra Cahit abiyle Gamze'nin başında bekledik.
"Kendine geliyor," dedim gözlerini açtığında.
"Prensesim nasılsın?" Cahit abinin sorusuyla Gamze abisine baktı.
"İyiyim abi," dedi kısık bir sesle.
"Bir şey istiyor musun?" diye sordum elini tutarak.
"Uyumak istiyorum." Gamze oldukça yorgun bir şekilde cevap verince derin bir nefes aldım. İyi değildi.
"Tamam, hadi yukarı çıkartayım seni biraz dinlen."
Gamze yattığı yerden doğrulduğunda belinden tuttum. Bedenini bana yasladığında beraber merdivenlere doğru yöneldik. Üçüncü basamağı çıkıyorduk ki Gamze'yi kucağıma aldım. O kadar bitkindi ki bir anda ne olduğunu bile anlamamıştım. İyi görünüyordu ben evden çıkmadan önce. Sadece beş dakika yoktum yanında, o arada ne olmuştu ki?
Derin bir nefes alıp, kokusunu içime çektim. Yüzüne düşen saçları, göğsüme yasladığı başı, titreyen elleriyle beni mahvediyordu. Bir kadın hem bu kadar cesur hem de bu kadar yaralı olur muydu? Oluyordu işte.
Kapıyı açtığımda yatağın üstüne bıraktım Gamze'yi. Bacaklarını kendine doğru çekip, ellerini dizlerinin arasına koydu. Üstüne pikeyi örttüğümde bile gözlerini açmadı. Elini tutup yanına bir sandalye çekip oturdum. Yüzüne gelen saçlarını çektim.
"Ölü biri nasıl yaşar?" Sorusuyla birlikte yutkundum, sayıklıyor gibiydi.
"Kimdi gördüğün Gamze?" Ona doğru yaklaşıp, sessizce fısıldadım.
"Kafasından vurdu onu. Çok kan aktı, çok kan... Benim elimden her şeyi alan adamdı o Kurt. Bana iğneleri yapan adam. Gördüm arkanda duruyordu, o da bana bakıyordu."
Gamze'nin acı çeken sözleriyle birlikte içim yandı. Elimi sıkıca tutuyordu, sanki bıraksa yok olacaktım. İlk defa Gamze'nin korkusunu hissettim. Söylediği adamın cesedini bulmuştuk. Sercan onu biz bulmayalım diye öldürtmüştü. Eğer o adamı bulursak tedavi için bir şansımız olabilirdi çünkü. Gamze hayal görüyordu ama en çok da bu yüzden üzülüyordum. Keşke gerçek olsaydı da onu görmüş olsaydı. Bir şansımız olabilirdi ama o adamın cesedini görmüştüm.
"Peki yanılıyor olabilir misin?" diyor Kurt. Belki de sana öldü diye gösterdikleri adam aslında Gamze'ye bunu yapan şerefsiz değil. Sercan'ın içeride hâlen adamları olabilir, bu ihtimali hepimiz biliyorduk. Gamze doğru görmüş olabilir, belki başka bir doktor daha vardı. Biri ölürken diğerini yanında getirmiştir. Gamze'nin psikolojisini tamamen alt üst edip ona inanmamamı sağlamak istiyorsa olabilir. Iğdır'a döndüğümüzü kesinlikle biliyordu, Gamze'yi orada tam anlamıyla koruyamadığımı anlamıştım. Gamze'ye güvenecektim ne olursa olsun.
Kapı hafifçe vurulunca, Gamze'nin elini bırakıp ayağa kalktım. Kapıyı açtığımda Semih ve yanında bir adam vardı. Kenara çekilip, geçmesi için yer verdim. Doktor girdikten sonra Semih "Ben aşağıdayım," dedi. Başımı sallayıp onayladım.
"Hamilelik şüphesi var mıydı hanımefendinin? İlk aylarsa baş dönmesi, göz kararması çok olur," dedi doktor.
"Hayır, nişanlıyız henüz evlenmedik. Gamze, bu ara zor bir dönemden geçiyor. Psikolojik olarak çok yıprandı bu süreç içinde," dedim zor da olsa sorusuna cevap vererek.
Doktor muayenesini yapana kadar bekledim. Gamze anlamsız şeyler sayıklamaya başladığında sakinleştirici iğne yaptı. Muayene ettiğinde herhangi bir şeyi olmadığını tamamen psikolojik olduğunu onayladı. Bileklerini sorduğunda intihar olabileceğini düşündüğünü tahmin etmesi zor değildi. Gamze'nin şu anki durumunda bunu düşünmesi de normaldi. Yaman abiye söylediğim yalanı ona da söyledim.
Doktor odadan çıktıktan sonra ben de Gamze'nin üstünü tekrar örtüp çıktım. Ücretini ödedikten sonra Semih doktoru götürmek için çıktı. Cahit abiye doğru döndüm, düşünceli görünüyordu. Bakışlarım yerde Gamze'yi kucağıma alınca yere düşen terliklerinde kaldı öylece.
"Konuştun mu Emre doktorla?" Cahit abinin sorusuyla başımı yerden kaldırdım.
"Konuştum abi, sakinleştirici yaptı şimdi uyuyor. Psikoloğu bizi burada ilk randevu aldığımız doktora yönlendirdi. Tedaviye burada devam edeceğiz."
Cahit abi içini çekerken, hâlinden anlaşılıyordu üzüntüsü. Gamze için hepimiz elimizden geleni yapacaktık, mutlu olması gerekiyordu. Küçük bir an yalnız kaldığında yine o kâbuslar çöküyordu üstüne. Gamzeli acı çekiyordu, kalbim ağrıyordu.
"Haşim Albay'la konuşacağım. Derslere devam edecek Gamze, hem gözümüzün önünde olacak hem de kafası dağılır biraz."
"Çok iyi düşünmüşsün abi," dedim onaylayarak.
Gamze ders verdiği zaman başka bir heves geliyordu ona. Öğretmen olmayı ne kadar çok istediğini biliyordum. Birilerine bir şeyler öğretmek, dinlemek ona iyi geliyordu. Çok yorulmadığı sürece günde iki saat ders yapabilirdi. Ona sağlayacağım tek güvenli ortam askeriye olduğu için sorun olmazdı.
"Abi sen git istersen, zaten uyuyor şu an. Uyanınca haber veririm," dedim. Evde işler karışıktı, Seda konusunda Gamze'yle yaptığı son kavgadan sonra Cahit abi ipleri koparma derecesine gelmişti.
"Peki, gidiyorum ama telefonum açık Emre. Saat kaç olursa olsun ara beni."
"Peki abi," dedim.
Cahit abi gittikten sonra mutfağa geçtim. Altı kaynayan demliği söndürmüştü birisi. Semih ya da Cahit abiydi herhâlde. Mutfağı öylece bıraktım, bir şey yiyecek hâlim kalmamıştı. Aklımdaki düşünceler o kadar fazlaydı ki beni rahatlatacak tek yere doğru ilerledim, Gamze'nin yanına.
Üst kata çıktığımda yatağımda, yastığıma sarılmış uyuyordu. Üstümdeki ceketi çıkartıp, bir kenara koydum. Yanına ilerleyip, yatağın diğer yanındaki pikeyi kaldırdım. Gamze'ye sarıldığımda o da yastığı bırakıp direkt bana sarıldı. Saçlarını okşarken yüzünü izledim bir süre. Teninin rengi biraz daha yerine gelmişti şimdi.
Gözlerimi kapatıp, sadece bu anı düşündüm. Gamzeli yanımdaydı, biz her şeye rağmen dik duruyorduk. Onu benden bir daha kimse alamayacaktı.
Gamze'den
Gözlerimi araladığımda Emre'nin gözleriyle karşılaştım. Yüzünde hafif bir tebessüm oluştu. Elimi yanağına koyup, henüz kesmediği sakallarını okşadım. Gözlerimi kapatıp tekrar açtığımda yine bana aynı bakışlarla bakıyordu. Elimi öptükten sonra tuttu.
"Nasıl hissediyorsun?" diye sordu.
"Oldukça acıkmış hissediyorum," dedim.
"O zaman Gamzeli, geciken kahvaltımızı yaparken konuşalım."
Yataktan kalktığında elini bana uzattı Emre. Elini tuttuğumda ben de kalktım. Bir anda beni kucağına aldığında yüksek sesle "Emre!" dedim. Boşluğa doğru düşecek gibi hissetmiştim.
"Oda servisi hizmetinizdedir efendim." Çapkın gülüşüyle göz kırptı.
"Umarım sadece banadır bu oda hizmeti," dedim ben de ayak uydurarak.
"Tabii ki sevgilim!"
Merdivenlerden dikkatli bir şekilde indikten sonra mutfağa geçtik. Emre beni sonunda sandalyeye bıraktığında, yüzümdeki gülümsemeyle onu izliyordum. Çayı ısıtmak için ocağın altını yaktı. Patatesler soğuyup, kuruduğu için artık yenmezdi. Oturduğum yerden kalkıp, buzdolabını açtım. Altta duran köfte paketini çıkarttım. Patatesin yağı tavada duruyordu hâlen, altını yakıp hazır köfteleri koydum. Kahvaltıyı kendim için değil, Emre için istiyordum daha çok. Kendimi aç hissetmiyordum ama Emre'nin de hiçbir şey yemediğini biliyordum. Ben yemesem şimdi o da yemezdi. Derin bir nefes alıp, pişen köfteleri çevirdim. Emre çayları koyarken ben de köfteleri tavadan tabağa aldım. İkimiz de oturduk.
Sessizce bir şeyler yerken Emre'nin konuşmamı beklediğini biliyordum. Bir süre gördüklerimi düşünüp, anlamaya çalıştım. Her şeyi net ve kesin bir şekilde anlatmak istiyordum. Başımı tabağımdan kaldırdığımda göz göze geldik. Çatalımı kenara bıraktım.
"Hayaldi Emre. Şu an gördüğüm şeyleri hatırlayamıyorum bile. O adamın yüzünü ne yaparsam yapayım aklımdan çıkartamıyorum. Kâbuslardan biriydi ama bu sefer tek fark uyanıktım," dediğimde beni dikkatle dinledi.
"Buradaki psikologla seanslara tekrar başlayacaksın, Ankara'da iyi gelmişti değil mi?" Masanın üstünden uzanıp, elimi tuttu.
"Evet, iyi gelmişti." Birilerine anlatmak beni rahatlatmıştı. Üstelik yabancı birine anlatmak daha iyiydi, sizi yaptıklarınızla ya da yaşadıklarınızla yargılamıyordu.
"Ayrıca araştıracağım Gamzeli. Lojmanların kamera kayıtlarına bakacağım, bu işi şansa bırakamam."
Emre'nin sözleriyle derin bir nefes aldım. En azından ikimizin aklında da bir şüphe kalmayacaktı. Kahvaltı sofrasını topladıktan sonra çaylarımızı alıp salona yöneldik. Emre köşeye otururken ben de göğsüne yattım. Kenarda duran battaniyeyi üstüme örttüğünde gülümsedim. Televizyonda spor kanalı açıktı.
"Emre, sen hangi takımı tutuyorsun?" diye sordum. Onun hakkında bilmediğim ama merak ettiğim bir sürü şey vardı. Zamanla öğrenecektim artık.
"Takım tutmuyorum, yurt dışında bizi temsil eden bütün takımlara destek veriyorum. Milli Takım'ın maçlarını da takip edebildiğim kadar ediyorum. Sen tutuyor musun?" Emre başını eğip bana baktığında göz göze geldik.
"Hayır, pek takip ettiğim de söylenemez maçları. Hayatım ders çalışmakla geçti," dedim içimi çekerek. Lise bitti üniversite, üniversite bitti KPSS. Hep bir engel çıkıyordu.
"Askeriyede derslere geri dönmek ister misin?"
Emre tek kaşını kaldırıp sorduğunda gülümsedim. Orada ders vermek bana çok iyi gelmişti. Öğretmen olduğum hâlde üç senedir KPSS ile uğraşmaktan mesleğimi yapamıyordum. Kısa da olsa askeriyede ders vermek kendimi öğretmen gibi hissettirmişti.
"Evet isterim." Yüzümde büyük bir gülümseme oluşmuştu.
"Peki o zaman, yarın geri derse başlıyorsunuz öğretmen hanım," dedi Emre.
"Teşekkür ederim," dedim sıkıca sarılarak. Beni bu kadar sorunun içinde hep nasıl mutlu edeceğini, bana neyin iyi geleceğini hep biliyordu.
"Doktorunla da konuşacağım bugün, seansları askeriyede benim çalışma odamda yapacaksınız. Güvenlik sebebiyle olduğunu söyleyince eminim ikna edebilirim." Saçlarımı okşayarak, doktor konusunu açıkladığında derin bir nefes aldım.
"Eminim ikna edersin Kurt." Dudağımı ısırıp göz kırptığımda, bakışları dudaklarımda kaldı.
Kapının çalmasıyla Emre hâlen bana bakıyordu. Ben de ona bakıyordum çünkü sıkıca sarılmıştık birbirimize. Kapı bir kez daha çaldığında Emre'nin kaşları çatıldı, sinirle bağırdı.
"Evde yokuz!"
Gözlerim şaşkınlıkla büyürken hızla kollarının arasından çıktım. Ne demek evde yokuz? Ya abim geldiyse? Oturduğum yerden kalkarken Emre başını olumsuz olarak ikiye yana salladı. Hızla kapıya doğru ilerleyip, Emre beni durdurmadan açtım.
"Üzgünüm, duymamışız," dedim karşımda gördüğüm ekibin geri kalanıyla. Geçmeleri için yana çekildim.
"Eminim duymamışsınızdır," dedi Semih, Emre'ye doğru gözlerini kısıp bakarken. Elindeki poşetleri, mutfağa bırakmak için giderken Emre arkasından bağırdı.
"Semih, sana neler yapacağımı düşün. Eğer bir gün âşık olduğunu ayan beyan belli edersen, -Sema yanımda yok diye sevinme- canını okuyacağım," diye tehdit etti Emre.
Semih gülerek Emre'nin karşısındaki koltuğa oturdu. Ercan, Mert ve Uğur da sırayla içeriye girip koltuklara oturdular. Ben de Emre'nin yanındaki yerime geri oturdum. Emre'nin bugün olanlarla ilgili bir şey söyleyip söylemediğini bilmiyordum.
"Dursun nerede?" diye sordum, bir tek o yoktu.
Ercan, "Bu gece nöbetçi," diyerek cevap verdi.
"O zaman haberi benden duyun, yarın derslere geri başlıyoruz. Dursun'a da sabah söyleriz," dedim hevesli bir şekilde.
"Hayırlı olsun yenge hocam da şu bizim sınav işini hallederiz değil mi artık? Kopya çekmeye izin verirsiniz sonuçta kurt gibi adam verdik size." Bu sözleri kimin söylediğine bakmama bile gerek yoktu. Bu ekipte sadece o böyle konuşurdu.
"Ercan, askeriye sınavlarda kopyaya izin veriyor da benim mi haberim yok? Hadi benim yaptığım sınavda kopya çekip yüksek not aldın diyelim, gerçek sınavda ne yapacaksın?" diye sordum. Ercan derin bir iç çekip düşünürken Uğur verdi cevabı.
"Böyle aval aval baktığı gibi sorulara bakıp kalacak Gamze. Başka ne yapacak ki?" dediğinde güldüler.
"Aslında sen gözetmen olsaydın nasıl güzel olurdu," diye parlak bir fikir daha sundu Ercan ortaya.
"Keşke Ercan ama bırak gözetmen olmayı, Askeriyeyle alakam yok. Tabii Emre dışında, o da iş değil aşka giriyor." Omzumu silkip cevap verdiğimde Ercan da haklı olduğumu biliyordu, pes etti.
"Çay var mı?" Uğur'un sorusuyla yerimden kalkıyordum ki Emre sert bakışlarıyla beni geri yerime oturtturdu.
"Vardı," diyerek kalktıktan sonra mutfağa doğru ilerledi.
Yüzümdeki gülümsemeyle izliyordum gidişini. Yalancı bir öksürük sesiyle bakışlarımı mutfaktan çekip Semih'e baktım. Yüzündeki alaycı gülüşle yine beni yakaladığını anladım. Tırnaklarıma bakarken, hiç oralı olmadım. Bana ne o da bakmasın.
"Mert seninle konuşalım mı biraz?" dedim, oldukça düşünceli görünüyordu. Nedense Mine'yle ilgili olduğunu düşünüyordum bu hâlinin.
"Tabii," dedi onaylayarak.
Emre elinde çay tepsisiyle gelirken, Mert'le mutfağa geçtik. Ne konuşacağımı tahmin etmiş olmalıydı ki bana göz kırptı sadece. Mert'i çok tanımıyordum ama hislerime güveniyordum. Mine ile aralarında gerçekten güzel bir uyum vardı, birbirlerine iyi gelebilirlerdi.
Masanın kenarında duran sandalyeyi çekip oturduğumda Mert de karşıma oturdu. Kolundaki saatiyle oynuyordu, gergin gibi duruyordu. Derin bir nefes aldım ve onu germeden konuşmaya çalıştım.
"Mert, ben sana bir şey söyleyeceğim, bunu Mine'ye de söyledim," dediğimde konu ilgisini çekmişti ki başını kaldırıp bana baktı.
"Tabii, dinliyorum." Sesi biraz öncekine göre daha canlı geliyordu.
"Ben ikinizi çok yakıştırıyorum, lütfen bu konuya karışmamamı istersen söyle," diyerek bir cevap bekledim.
"Gamze, Mine'ye olan ilgimi inkâr etmiyorum ama o bir tuhaf. Bazen çok yakın bazense sanki önünde buzdan bir duvar var gibi." Bakışları pencereden dışarıya kayarken, ne demek istediğini anlıyordum.
Mine ona kendisiyle ilgili fazla bir şey anlatmamıştı. Bu durum içerisinde kendini açmaması oldukça normaldi ama Mert bu durumu bilmediği sürece de Mine'yi anlayamazdı. Mine'nin özel hayatından bahsetmek benim kesinlikle haddim değildi. Sadece Mert'le konuşmak geliyordu elimden.
"Mine'nin bunun için haklı bir sebebi olduğunu düşündün mü hiç? Bence bütün duygularını bir kenara koy ve neden böyle davrandığını bir düşün. Belki siz de birbirinizi dinlemeye başlarsanız, anlayacaksınız. Mine'de bu konuda ışık görmesem bu konuşmayı yapmazdım." Tebessüm ederek, Mert'e baktığımda gözlerinde yanan umudun alevini görebiliyordum.
İyi mi yapmıştım yoksa kötü mü bilmiyordum ama ben bu çiftin birbirini harcamasını istemiyordum.
"Teşekkür ederim Gamze," dediğinde başımı salladım.
İçeri geçmek için ayağa kalktığımızda Mert bana doğru arkasını döndü.
"Bana söylediklerini Mine'ye de söyledin mi?" diye sordu.
"Söyledim ama sana ne cevap verdiğini söylemem. Kendin sorup, öğrenmelisin." Konuşmaları gerekiyordu birbirlerini daha iyi anlamaları için, yanından geçip ilerlemeye başladım.
"Olumsuz cevap verseydi, benimle konuşmazdın Gamze," diyerek fikir yürüttü. Sadece omuz silktim, cevabı merak ediyorsa adresi belliydi.
Emre'nin yanına oturduğumda çayımı bana uzattı. Çayımı alıp, yudumladığımda gülümsedim. Kurt çayımın şekerine kadar düşünüyordu.
"Beklemede miyiz?" Uğur'un sorusuyla herkes toparlandı.
"Gediz'in Gamze'yi kaçırdığı çiftlik evine bakacağım, orada bir şeyler olduğunu düşünüyorum. Belki bir ipucu bulabiliriz, bir de Özge konusu var tabii," dedi Emre, bana bir bakış atarak.
"Özge'ye ne olmuş?" En son Sercan'ın yanında görmüştüm onu, yüzünün o hâlini hatırlayınca midem burkuldu.
"Teslim olmuş ama Sercan'ın nerede olduğunu bilmediğini iddia ediyor. Onu neredeyse öldürüyormuş, feci dayak yemiş. Sizin nişanınızın olduğu akşam öğrendik, sana söylemedik o telaşın arasında bir de bunu düşünme diye." Semih'in sözleriyle anlamıştım ne olduğunu.
Özge zaten Sercan'dan kurtulmayı istiyordu ve küçük bir an kolladığına emindim. Gözlerindeki nefreti görmemek için kör olmak gerekirdi. Bizim nişan gecemizde saldırmışlardı, Özge o anda boşluğu bulur bulmaz kaçmış olmalıydı. Sercan büyük ihtimalle planını kurarken de yanındaydı. Kendi kuyusunu kendisi kazmış, bir psikopata yoldaş olmuştu.
"Nerede şimdi?" diye sordum derin bir nefes verirken.
Ercan, "Iğdır'a nakledildi, hastaneden çıktıktan sonra. Mahkemesi olana kadar geçici olarak tutuklandı. Babası yüzünden de aranıyordu zaten," diyerek cevap verdi.
Haşim Albay geldi o an aklıma. Albay rütbesine erişmiş, Askeriyenin yüksek bir makamına ulaşmış o adama çok üzüldüm. Daha küçücük bir bebekken yanına aldığı yeğeni ona ihanet etmişti. Kardeşiyse sırtından vurmuştu. Emre'nin dediğine göre kısa bir süre görevden alınmış, soruşturma geçirmişti. Haşim Albay'ın kardeşi kayıtlarda ölü olarak gözüktüğü için ve yıllardır iletişimde olmadığından suçsuzluğu ispatlanmıştı.
"Ne düşünüyorsun?" diye sordu Emre.
"Haşim Albay'ı düşünüyorum, ne kadar kötü olmuştur." Hüzünlü çıkan sesimle, Emre başını salladı.
"En fazla iki aya ortalık durulunca tayin verirler. Zaten emekliliğine iki sene kalmıştı."
Ercan çaylar bitince mutfağa yönelip, çaydanlığı getirdi. Herkesin çayını tazeledikten sonra geri yerine geçti. Sanırım askeriyenin en sevdiğim yönü buydu, hepsi kendi işlerini kendileri hallediyordu. Ben yapmam, sen yap demiyorlardı.
Emre'nin evine ilk gelişimi hatırladım, şimdi mayıs ayındaydık. Koskoca 6 ay geçmişti üstünden. O zaman görevden geldiği için evin dağınık olduğunu söylemişti. Buna inanacaktım çünkü o günden sonra evini bir daha dağınık bulmamıştım. O günü sanırım hiç unutmayacaktım.
"Hasta ziyaretinin kısası makbuldür," dedi Emre diğerlerine bakarak.
Kurt resmen kapı orada diyordu!
"Bir kere o kısası değil, kısas-ı yani karşılığı olanı güzeldir demek. Bugün siz hastasınız geldik, yarın biz hasta oluruz siz gelin anlamında," diyerek açıkladı Uğur çayını içerken.
"Evde hasta mı var Kurt? Yoksa Gamze hastalığın mı tuttu?" Semih'in sorusuyla gözlerim sonuna kadar açıldı. Allah bu adamın karısı olacak kadına sabır versin!
"Tuttu ne yapacaksın? Yoksa senin Sema hastalığın tutmuyor da yardım mı isteyeceksin?" Emre'nin de Semih'e taş atmasıyla bu ortamın bana fazla geldiğini hissettim.
Bunların ortamı hep böyle miydi?
"Benim uykum geldi ama Emre size eşlik edebilir, iyi bir ev sahibi olarak," dedim tebessüm ederek, Emre'ye kaş göz işareti yaptım.
"Yok etmem," dedi Emre ayağa kalkarak. "Hadi herkes evine yarın iş var," diyerek kibarca kovdu.
Diğerleri hiç aldırmadan gülerek ayağa kalktılar. Saat epey ilerlediği için kimse itiraz etmedi. Herkes yorgundu ama sorun etmiyorlardı. Yorgun olmaya alışıktı çünkü onlar. İşlerini o kadar büyük bir emek ve gururla yapıyorlardı ki yorgunluğu hissetmiyorlardı. Hepsini üstlerindeki o üniformayla görmüştüm, gözlerinde gurur ifadeleri vardı. Zaten bu görev para için yapılmazdı bana göre, içinde yoksa elbet bir yerde kalıyordun.
Emre'yle kapıdan misafirlerimiz gidene kadar baktık. Emre kapıyı kapattığı anda elimi tutup, sıkmadan merdivenlere çekti beni. Gülerek peşinden giderken ne orda burada duran kirli bardaklar görünüyordu gözüme ne de gidenlere ayıp olduğu. Sadece Emre vardı.
Yatağa yattığımızda beni yine kollarının arasına aldı. Yarın uzun bir gün bekliyordu bizi. Önce dersim vardı, sonrasında doktorla görüşecektim. Emre'nin kolları arasında ondan önce tatmadığım bir huzura sığınırken gözlerimi kapattım. Kokusunu içime çektiğimde saçlarımın arasında gezinen parmakları durdu. Şakağıma öpücük bıraktığında, beline sarıldım. Yorgun bedenim ve ruhum uykuya daha fazla direnmedi, uyuyakaldım kollarında.
"Gamze, uyan hadi."
Emre'nin sesini duymamla, diğer tarafa doğru döndüm. Yastığım neden bu kadar sertti ki? En son bulutların üstünde bir o tarafa bir bu tarafa atlıyordum. Emre bir kez daha söylendiğinde içimi çekip sıkıca sarıldım. Yastığımı bırakmayacaktım kesinlikle! Peki bu yastık neden sıcaktı?
"Gamze uyanmazsan benden günah gitti!" Emre'nin boğuk sesini duyunca gözlerimi açtım.
Emre'ye baktığımda şaşkınlıkla gözlerim açıldı. Şu an tamamen ayılmıştım. Üstü tamamen çıplaktı, altında siyah bir eşofman vardı. Ellerimi Emre'nin karnına atmıştım. Ateşe değmiş gibi hızla ellerimi çektim.
"Neden çıplaksın?" dedim yorganı üstüme çekerken.
Gözlerimi de çekmiyordum tabii ki! Oynak Gamze içimde dans ediyordu. "Nişanlın değil mi kız, göz hakkı," diyerek.
"Üstümü giyiyordum bir yandan da sana sesleniyordum uyanman için. Bir an da elimi tutup yatağa çektin beni." Emre gülerek anlatırken, yorganı yüzüme çektim.
"Git buradan," dedim yorganın altında boğuk çıkan sesimle.
Emre üstümden yorganı tek hamlede çekti. Gözlerimi sımsıkı kapatmıştım, bir daha o görüntüyü görürsem Oynak Gamze iş başına geçecekti ve Emre için geçmişler olsun derdik artık.
"Bana bak," dediğinde sesindeki gülümsemeyi hissediyordum.
Tek gözümü açıp azıcık baktım, göz hakkı sonuçta.
"Vicdansız böyle de uyandırılmaz ki," diye söyledim. Emre kenarda duran asker yeşili tişörtünü alıp, üstüne geçirdi gülerek.
Ben de yataktan kalkıp dağınık olan saçlarımı biraz daha dağıttım. Giysi dolabının üstündeki aynaya baktığımda ne kadar güzel durduğumuzu düşündüm. Emre kamuflajının ceketini giyerken aynada gözlerimiz buluştu. Arkadan belime sarılınca başını boynuma gömüp derin bir nefes aldı.
"Ne zaman evleneceğiz biz?" diye mırıldandı.
Sorusuyla birlikte gerildim. Emre de anladığı için başını kaldırdı. Aynada birbirimize bakarken ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Çok istiyordum ama bu durumda kendimden çok Emre'yi düşünüyordum. Sadece bir imza atacaktık ama ben korkuyordum. Korkum evlilik için değildi ya en mutlu günümüz bir kâbusa dönüşürse?
Sercan hâlâ hayattaydı ve benim psikolojim de ortadaydı. Benim rahat bir nefes almam için onun tamamen oradan kalkması gerekiyordu. Bu tedirginlikle olmazdı, içime hiçbir şey sinmezdi. Emre de mutsuz olurdu, biliyordum. Ellerini tutup belimden çektim ve arkamı döndüm. Yüz yüze geldiğimizde elimi yanağına koydum.
"Bunu şu an her şeyden çok istiyorum ama olmaz. Benim iyileşmem gerekiyor, onun ölmesi, bize yaptıklarını ödemesi gerekiyor. Alt tarafı bir imza, benim için birbirimize ait olduğumuzu göstermiyor. Benim kalbim zaten sana ait," dedim diğer elini kalbime koyarak. Kalbim onun yanında olduğu gibi yine çok hızlı atıyordu.
"En kısa zamanda ölecek o it, sonra seni bembeyaz gelinliğinle getireceğim bu eve," dedi şakağımdan öperek.
Emre odadan çıkınca ben de üstümü değiştirdim. Emre ile evlenmek benim için önemliydi, düğünümde mutlu olmak istiyordum. Hiçbir şeyi kafama takmadan sadece o günün heyecanını yaşamak. Biz o gün her şeyi unutacak kadar mutlu olacaktık. Bunun için de o pisliğin ölmesi, bizim hayatımıza yeni bir sayfa açmamız gerekiyordu.
Emre beni nereye kadar saklayacaktı? Bir yolunu buluyordu, beni almak için çabalıyordu. Neden beni tekrar istediğini anlamıyordum. İntikamını almıştı sonuçta, bizim elimizden çalmıştı geleceğimizin bir parçasını. Derin bir nefes alıp, kendimi sakinleştirmeye çalıştım.
Saçlarımı taradıktan sonra artık omuzlarıma geldiği için alttan lastik tokayla topladım. Hafif günlük makyaj yaptım, tenim hâlâ solgundu. Siyah kumaş pantolonum ve bordo, oval yaka düz bluzumla sade ve güzel duruyordum. Havalar güzel olsa da bileklerimi göstermemek için uzun kollu giymiştim.
Siyah ince ceketimi yanıma aldım, akşam hava soğuk oluyordu. Bahar yağmurlarının son anlarındaydık. Çantamı da aldıktan sonra odadan çıktım. Emre aşağıya inmişti, ben de merdivenlere yöneldim. Mutfaktan ses gelince, gülümseyerek adımladım.
"Kolay gelsin," dedim masanın üstüne çatalları bırakan nişanlıma.
"Hadi gel, bir şeyler atıştır. İlaçlarını içeceksin," dedi bana elini uzatarak.
Mükemmel hazırlanmış kahvaltıya bakarak, "Evde bir şey yoktu," dedim.
"Dün Semih'e söylemiştim, akşam getirmiş," derken Semih'in mutfağa bıraktığı poşetleri hatırladım.
Kahvaltımızı beraber yaparken, buna alıştığımı hissettim. Emre'yle bir evin içinde sürekli beraber olmak, bir şeyler paylaşmak, konuşmak çok güzeldi. Ona ihtiyacım olduğu her an elimi uzatmam yetiyordu. En güzeli de elim hiç havada kalmıyordu, anında sıcak ellerle buluşuyordum.
Kahvaltı masasını beraber topladık. Emre botlarını giyerken ben de ayakkabılarımı giydim. Evden ayrılıp, arabaya bindik. İçimde heyecan vardı, yeniden öğretmenlik yapmak çok güzeldi, öğrencilerim benden büyük olsa bile.
Askeriyeye geldiğimizde Emre arabayı park edince indik. Yönetim binasına ilerlerken, askeriye hareketlenmeye başlamıştı. Kahvaltının bitiş saatine denk gelmiştik galiba. Emre'nin, Semih'le paylaştığı çalışma odasına girdiğimizde Semih de içerideydi.
"Günaydın," dedim bugün yüzümden hiç eksilmeyen gülümsemeyle.
"Günaydın Gamze hocam," dedi Semih de gülümseyerek.
"Gamze sen burada bekle Semih'le, ben bir Haşim Albay'ın yanına uğrayıp geliyorum," dedi Emre.
"Olur." Emre çıktıktan sonra ben de onun koltuğuna oturdum.
Masasının üstü de oldukça düzenliydi. Karıştırmak istemediğim için çantamdan herkese dağıttığım fotokopileri çıkarttım. Daha önce herkese konuların çıktısını verdiğim için buradan devam edecektim yine.
Semih'in telefonu çaldığında bir an başımı kaldırdım. Telefonuna uzun uzun baktıktan sonra sessize aldı. Yüzü sıkıntılı bir ifadeye büründüğünde sorunun ne olduğunu merak ettim. Semih benin abim gibiydi, üzülmesini asla istemezdim.
"Kötü bir şey mi var?"
"Yok Gamze, özel bir mesele." Sıkıntılı bir nefes verdiğinde oturduğum yerden kalkıp, Semih'in karşısındaki koltuğa geçtim.
"Semih sen bizim için çok değerlisin. Yeri geldi abi oldun, yeri geldi dost. Sorun ne bilmiyorum ama kimsenin seni üzmesine izin verme. Eğer bir kere buna izin verirsen, hep yaparlar çünkü," dedim samimiyetle.
Semih'in yüzünde anlayışlı bir tebessüm oluştu. Telefonu bir kez daha çalınca, masanın üstünde olduğu için kimin aradığını görmüştüm. "Sema'm" yazıyordu.
Semih telefonu eline alınca yerimden kalkıp, Emre'nin koltuğuna geri geçtim. Telefonu açtıktan sonra konuşmak için dışarıya çıktı. Semih'i çok nadir üzgün görmüştüm ve nedense hepsi de o kadın yüzündendi. Bu durum hiç hoşuma gitmiyordu ama aralarındaki özel ilişkiye de karışmayacaktım. Bu onları ilgilendirirdi, ben sadece Semih'in yanında olabilirdim kendini anlatmak isterse eğer.
"Gamzelim, gidiyoruz," dedi Emre odaya girdiğinde.
Çantamı alıp yanına doğru ilerledim. Kapıdan çıktığımda Semih de koridorun ucundan bize doğru yürüyordu. Birlikte bir alt kata konferans salonuna indik. İçeri girdiğimizde sadece bizimkilerin olduğunu gördüm.
"Diğerleri gelmiyor mu?" diye sordum çantamı masanın üstüne bırakarak.
"Bizim dün haberimiz oldu ya, onlar biraz önce öğrendi. Gelirler birazdan, Dursun gece nöbetçiydi, imza atıp gelecek," diye cevap verdi Ercan.
Masaları ve sandalyeleri daha önceki gibi düzenlemişlerdi. Üç masa yan yana birleştirip iki sıra olacak şekilde hazırlanmıştı. Önlerinde de benim masam vardı sadece. Daha önce işlediğimiz konunun üstünden uzun zaman geçmişti, onları tekrar edecektim önce.
"Sınava ne kadar kaldı?" Sorumla birlikte başımı kâğıtlardan kaldırıp Emre'ye baktım.
"İki ay kaldı," diye cevap verdi.
Herkes içeriye girerken, sırasıyla yerlerine geçtiler. Nişan için tebriklerini ilettiler, askeriyede sanırım olaylar hızlı yayılıyordu. Emre'yle tebrikleri kabul ettikten sonra derse başladım. Eski konuların tekrarını yaparak geçirdim ilk dersi.
Derste dikkatim dağıldığı için Emre'ye çok bakmadım. Yine de ara ara göz göze geldiğimizde bana gururla bakan gözleriyle kendimi çok iyi hissettim. Desteği o kadar iyi geliyordu ki, beni ayakta tutuyordu.
"On beş dakika ara verelim," dedim bir saatin sonunda.
Sigara içmeye ya da çay molası vermeye çıkıyorlardı. Ben de çantamı toplayıp, beni bekleyen Emre'nin yanına ilerledim. Bahçeye çıktığımızda binanın yan tarafına ilerledik. Bahçe oldukça kalabalıktı, ders olduğu için askerler serbestti şu anda. Ders bitiminde eğitimleri devam edecekti herhâlde. Duvarla, binanın arasındaki yer bizi gizliyordu ama biz net bir şekilde bahçeyi görüyorduk. Emre beni kenara çektiğinde, cebinden çıkarttığı sigarasını çakmağıyla yaktı.
"Bırakmayı düşünüyor musun?" diye sordum sigarayı işaret ederek.
"Zor Gamzelim, alışkanlık olduğu için değil, genelde görevde stres atmak için içiyorum," diye cevap verdi derin bir nefes alırken.
"Benim yanımda çok içmiyorsun zaten ama sağlığına zarar."
Emre bana cevap veremeden büyük bir gürültü koptu. Bakışlarım bahçeye kaydığında, kalabalık bir grubun toplandığını gördüm. İki asker birbirinin boğazına sarılmış kavga ediyordu. Araya giren Çavuş ikisini ayırırken, Emre sigarasını atmış ilerlemeye başlamıştı.
"Sen burada kal Gamze," dedi.
Askerlerden birisi çavuşu geriye itince yere düştü. Elinde duran jileti o zaman fark ettim. Nefesim kesilirken ayağa kalkıp üstüne yürüyen çavuşa doğru jileti salladı. O an Emre jileti tuttuğu eline tekme attı. Nefesim kesilirken askeri ensesinden tuttuğu gibi yere yapıştırdı.
"Semih çabuk gel," dedim biraz ileride Semih'i görünce.
Semih hızla kalabalığa doğru ilerleyip, diğer askeri aldı. Çavuşa baktığımda elinin kanadığını fark ettim. Çantamdan çıkarttığım peçetelerden birini alıp, hızla ona doğru ilerledim. Emre ve Semih diğer ikisini hırpalayarak götürüyordu.
"Eliniz kanıyor," dedim henüz farkında olmayan adama.
"Jilet kesti sanırım o hengamede," dedi eline bakarak. Adrenalin yüzünden bazen acı duyusu hissedilmiyordu.
"Bunu alın," dedim elimdeki peçeteyi uzatarak.
"Teşekkür ederim," dedikten sonra peçeteyi aldı elimden.
"Gamze." Uğur'un sesiyle arkamı döndüm. Bize doğru ilerliyordu, yanımıza geldiğinde durdu. Çavuşa kaşlarını çatmış bir şekilde bakıyordu. Nedense bir gerginlik sezdim.
"Ders iptal mi oldu?" diye sordum. Emre ve Semih ortalıkta yoktu.
"Emre beni gönderdi seni almam için. İkisini ceza verilmesi için Haşim Albay'ın yanına götürdüler. Biz derse gidelim," dedi Uğur bana bakarak.
"Tamam," dedikten sonra "Geçmiş olsun," diyerek çavuşa döndüm.
"Teşekkür ederim Gamze Hanım."
Uğurla birlikte yürümeye başladık. Bahçede kimse kalmamıştı şimdi, herkes biraz önceki olayın etkisindeydi sanırım. O çavuşu tanımıyordum, daha önce derslerde de görmemişim ama dikkatimi asıl çeken Uğur'un tavrıydı.
"Uğur bir sorun mu var?" dedim binaya girdiğimizde.
"Sadece dikkatli oluyorum Gamze," diye cevap verdi.
"Aranızda bir gerginlik olduğunu düşündüm çavuşla daha önce." Uğur durup bana baktığında oldukça ciddi duruyordu.
"O çavuş yeni geldi, unutma daha önce aramızdan bir hain çıktı. İkincisi neden çıkmasın? Tedbirli olmakta fayda var artık sen de ailedensin ve bizim dışımızda kimseyle iletişime girme," diyerek beni uyardı.
Yüzümde büyüyen gülümsemeyle başımı salladım. Kimsesiz birisinin sizi ailesi görmesi çok değerli bir şeydi. Uğur çok konuşmaz, kendini çok fazla ifade etmezdi ama birkaç cümleyle tüm her şeyi açığa çıkartırdı. Mesela şu zamana kadar bana hiç aileden olduğumu söylememişti ama hissettirmişti. Bunu ilk isteme töreninde Emre'ye karşı benim yanımda kız tarafı olarak durduğunda anlamıştım. Kendimi çok şanslı hissediyordum, mükemmel bir adamın yanında bana bir sürü dost kazandırmıştı.
Sınıfa girdiğimizde Emre ve Semih dışında herkes yerindeydi. Derse başladıktan on dakika sonra ikisi de geldi. Yeni konuya geçtikten sonra Ercan'a fotokopi çektirmesi için test verdim. Son yirmi dakikada testleri dağıttım konuların daha iyi anlaşılması için. Abimi bugün hiç görmemiştim, Emre'ye soracaktım dersten sonra.
Testleri topladıktan sonra bir saatin sonuna gelmiştik. Herkes görev yerlerine dağılırken testleri düzenleyip, çantama koydum. Emre'yle sessizce odasına doğru ilerledim. Etrafta askerler olduğu için Kurt sert duruşundan taviz vermiyordu.
"Emre ben bir lavaboya gitsem, kadınlar için vardır herhâlde," dedim umut ederek.
"Var tabii ama diğer koridorda," dedi eliyle yan tarafta kalan koridoru işaret ederek.
"Tamam sen git çalışma odana, ben geliyorum."
Emre bana bir süre kararsız bir şekilde bakınca tuvalete de kendim giderim artık dememek için zor tuttum kendimi. Arkamı dönüp, yandaki koridora girdim, hemen önüme çıkmıştı zaten. Lavaboya girip işimi hallettikten sonra ellerimi yıkayıp çıktım. Emre'nin odasına gidecekken, yaralanan çavuşu fark ettim. Sanki birinden kaçıyor gibiydi, etrafa bakıyordu sürekli. Bir odanın önünde durunca ben de kendimi geriye çekip, duvara yaslandım. Kapı açılıp, kapanma sesi geldi.
Emre'ye haber vermek için ilerliyordum ki sesini duydum. Kapıya doğru baktığımda burasının çavuşlara ait olduğunu anladım. Belki kendi odasına girmiştir diye düşündüm. Odanın önünden ilerlemeye başladığımda merakıma engel olamayıp dinlemeye başladım.
"Sana sürekli korunduğunu söyledim. Bir an bile yalnız bırakmıyorlar, Uğur benden şüphe etmeye başladı zaten. Kes sesini Sercan, burada ben de tehlikedeyim." Duyduğum sözlerle donup kaldım. Sercan'a çalışıyordu, Uğur haklıydı. Hemen arkamı dönüp hızla ilerlemeye başlamıştım ki bir el ağzımı kapattı.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız lütfen.
instagram : DeeinDeniz
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 339.07k Okunma |
18.52k Oy |
0 Takip |
77 Bölümlü Kitap |