67. Bölüm

2. Kitap 12. Bölüm

Rabia Gümüş
deeindeniz

Beni biraz önce çıktığım koridora çeken kişinin kaburgasına dirseğimi geçirecekken "Gamze benim, sessiz ol," diyen Haşim Albay'ın sesini duydum.

Ağzımdaki elini çekince karşı karşıya geldik, şok içinde gözlerim kocaman olmuştu. O an çavuşun odasının kapısı açıldı, duvara yaslanmış kenardan bakıyorduk biz de. Çavuş etrafa baktıktan sonra hızlı adımlarla az önce benim ilerleyeceğim koridordan geçti. Haşim Albay beni çekmese kesin yakalanırdım.

"Hadi gel," dedikten sonra tam tersi yöne doğru ilerlemeye başladık. Merdivenlerden çıkıp albayın bir üst kattaki odasına girdik.

"Emre nerede?" diye sordu koltuğuna oturduğunda telefona uzanarak.

"Çalışma odasındaydı." Beni bekliyordu üstelik endişelenmiş olmalıydı.

Haşim Albay telefonda tuşlara bastığında -eski tip ev telefonlarındandı- Emre'nin odasını aradığına emindim. "Emre çalışma odamdayım, Gamze burada hemen gel," dedikten sonra karşıdan olumlu bir yanıt almış olacak ki kapattı.

"Otur kızım," dedi masanın önünde karşılıklı duran koltukları göstererek.

Derin bir nefes alıp, tekli koltuğa oturdum. Sanırım o çavuşun hain olduğunu herkes biliyordu. Uğur'un sabah söylediklerini hatırladım. Anlam veremediğim şeyse o adamın hain olduğu biliniyorsa Emre asla beni buraya getirmezdi. Yine aklından neler geçiyordu Kurt?

Kapı çalınıp açıldığında Emre içeriye girdi. Albaya selam verdikten sonra gözleri hızlıca üstümde gezdi. Hasar tespiti yapıyordu sevgili nişanlım. Haşim Albay sayesinde hasar yoktu ama o adam beni fark ettiğinde neler olabileceğini düşünmek bile istemiyordum.

"Komutanım ne oldu?" diye sordu Emre.

"Bunu Gamze'ye soracağız, ne duydun Gamze?" diyerek bana yöneldi Albay.

"Çavuşun odasının önünden geçiyordum, sesini duydum. Sercan'la iş birliği yapıyormuş. Beni yalnız bırakmadığınızı söyledi ona." Aslında bilerek dinledim ama sizin bunu bilmenize şu an hiç gerek yok bence.

"Hemen evrakları işleme koyuyoruz o zaman albayım. Telefonunun dinlenmesi için savcılıktan izin çıkartalım." Emre'nin kısık gözleri ve söyledikleriyle emin oldum ki akında bir plan vardı.

"Hazırlıklara başlayın." Albayın emriyle birlikte Emre onayladı.

Ben de oturduğum yerden ayağa kalktım, Emre gidecekse benim kalmamın bir anlamı yoktu. Emre'yle Albayın odasından çıktığımızda hiçbir şey söylemedim çünkü o casus çavuş bir yerden çıkabilirdi. Emre'nin odasına girdiğimizde masanın üstündeki kâğıda bir şeyler yazıp bana uzattığında aldım.

"Eve gidince konuşacağız."

Emre'ye bakıp başımı salladım. Kapı açıldığında içeriye Semih girmişti.

"Emre sen eğitime geç, Gamze'nin yanında ben kalırım." Semih'in sözleriyle birlikte Emre bana doğru döndü. Dikkat çekmememiz gerekiyordu anlaşılan, bu da görevine devam etmesi demekti.

"Sağ ol Semih," dedikten sonra bana döndü. "Gamzelim bir şey istersen Semih'e söyle. Benim iki saatlik bir işim var sonrasında geleceğim." Gözlerime bakarak söylediğinde, Semih'in yanından ben gelene kadar sakın ayrılma demek istemişti. Beni bir tek ona emanet ederdi çünkü.

"Tamam, buradayım ben," dedim gülümseyerek. Aklı bende kalsın istemiyordum ama kalacağını bilmek de ayrı bir mutluluktu.

Emre bana göz kırptıktan sonra Semih'e döndü. "2 saate gelirim."

Emre odadan çıktıktan sonra onun yerine oturdum. Bana yazdığı notu çantamın içine attım. Semih'e baktığımda o da kendi yerine oturmuş, masanın üstündeki dağınık evrak yığınını düzenlemeye başlamıştı.

"Bir şey istiyor musun Gamze? Ben çay alacağım," diye sordu Semih.

"Aslında kahve iyi olur sütlü, orta şekerli." Kahve içmeyeli uzun zaman olmuştu, kokusunu seviyordum.

Semih telefonla kantini arayıp sipariş verdi. Burada kalacağımı bildiğim için çantamdan okuma kitabımı çıkarttım. Biraz sonra içeriye giren asker içeceklerimizi bıraktı. Kahvemi içerken bir yandan da kafamı dağıtmak için kitabımı okuyordum. Semih'i de rahatsız etmek istemiyordum, Ankara'da olduğumuz sürede işleri birikmişti onun da. Önünde duran dosya yığınından anlamıştım.

"Yardım ister misin?" dedim bir saatin sonunda dosyaların içinde kaybolmuş Semih'in sıkıntılı sesini duyduğumda. Küfrediyordu sanırım ama benim duymamam için kısık sesle homurtular çıkartıyordu sadece.

"Aslında iyi olur. Bunları bilgisayara geçmem gerekiyor ama sıralamasını bulamıyorum. Günlük olarak yapınca bu kadar karışmıyor." İçini çekerek eline aldığı kâğıdı masanın üstüne geri bıraktı.

Yerimden kalkıp, Semih'in masasının önündeki koltuğa oturdum. Elime aldığım sayfaları tek tek birleştirip paragraflara göre sıralamaya başladım. Altlarında sıralama sayısı olmadığı için mecburen kaldıkları yerleri bulmak gerekiyordu. Okumayı sevmem iyi bir şeydi çünkü hepsinin devamını okuyarak bulmak gerekiyordu. Genelde hepsi eğitimlerle ilgili görevlerdi. Benim düzenleyip okuduklarımı Semih bilgisayara geçiyordu.

Kapı açıldığında Emre'nin geldiğini gördüm. Saate baktığımda uzun süredir Semih'le dosyalara daldığımızı fark ettim, aslında iyi olmuştu. Hem kafam dağılmış hem de Semih'e yardımcı olmuşum. Ankara'ya bizim için gelmişti ve işleri bu yüzden aksamıştı.

"Biraz boş bıraktım hemen çalıştırın kızı," diyerek içeri girdi Emre.

"Ben istedim, ayrıca hiç sıkılmadım," dedim omuz silkip.

"Görüyorsun Kurt, Gamze de benden yana." Semih'in gülerek söylemesiyle ben de tebessüm edip ayağa kalktım.

"Ben her zaman nişanlımdan yanayım Yerli Hulk," dedim Emre'nin koluna girerek. Semih'e göz kırptığımda ikisi de benim geri vitesime gülüyordu.

Emre bana doğru döndüğünde yüzü ciddi bir ifadeye büründü. Önemli bir şey söyleyeceğini anlamıştım.

"Doktorun gelmiş Gamzelim, konferans salonuna aldım orası boş olacağı için."

"Tamam ben gideyim o zaman. Kolay gelsin Semih." Yüzümdeki gülümsemeyi bozmadan Emre'nin masasına bıraktığım çantamı aldım.

Emre ile merdivenlerden inmeye başladık. Konferans salonu giriş kattaydı. Daha sabah ders verdiğim yere şimdi hayatımı anlatmak için gidiyordum. Kapının önünde durduğumuz an Emre bana doğru döndü. Elimi tuttuğunda gözlerine baktım. Askeriyede birbirimize temas etmezdik, bu kural gibi bir şeydi.

"Eğer bir sorun olursa burada bekleyeceğim. Bana gel," dediğinde biraz ileride nöbetçiler için konulmuş masayı işaret etti.

"Ben hep sana geleceğim." Elini hafifçe sıkıp geri bıraktım.

Ben kapıyı açıp içeriye girerken, Emre kapının önünde duruyordu. Kapıyı kapattığım anda gideceğini bildiğim için daha fazla bakmadan kapıyı kapattım. Arkamı döndüğümde benim öğretmen masamda oturan adamı gördüm. Ayağa kalktığında ben de ona doğru ilerledim.

"Deniz Poyrazoğlu," diyerek elini uzattığında sıktım. Otuzlu yaşlarında, Emre ile aynı boylarda, kumral, ela gözlü bir adamdı.

"Gamze Karademir," dedim ben de, ismimi bilmesine rağmen. Ankara'daki dosyam ona gitmişti ve neden burada olduğunu gayet iyi biliyordu.

"Memnun oldum Gamze, otur lütfen," diyerek masanın diğer tarafına konulmuş sandalyeyi işaret etti.

Gösterdiği yere oturdum. Oldukça gergin hissediyordum kendimi, yeni birileriyle tanışınca çok kolay uyum sağlardım ama bu defa başkaydı. Çünkü karşımdaki kişi ben anlatmadan benim hayatım hakkında pek çok şeyi biliyordu ve bu biraz zordu.

"Bana biraz kendinden bahseder misin? Neleri seversin ya da neleri sevmezsin?" Sorusuyla birlikte önündeki dosyayı açtı.

"Tarih öğretmeniyim, tarihle ilgili şeyleri severim. Kitap, film olabilir. Bunun dışında okumayı seviyorum, yeni bilgiler edinmeyi, yemek yapmayı, Emre'yle vakit geçirmeyi seviyorum. Aslında düşününce sevmediğim pek fazla şey bulamıyorum." Düşünerek cevap vermiştim sorusuna. İçimden gelerek yaptığım her şeyi seviyordum ben.

"Emre, nişanlın değil mi?" Doktora baktığımda parmağımdaki yüzüğe bakıyordu.

"Evet, yeni nişanlandık," diye cevap verdim.

"Tebrik ederim. Şimdi biraz daha yüzeysel konulardan derine inelim. Dosyanı okudum, yaşadığın şeyler kolay değil ama senin çok güçlü bir kadın olduğunu görüyorum. Bütün bu olanlardan sonra kendini nasıl hissediyorsun?" Doktorun dikkatli yaklaşımıyla, geriye yaslandım. En azından bana tekrar anlattırmayacaktı.

"Kendimi diken üstünde hissediyorum. Sanki saatli bir bombanın üstündeyim, geriye doğru sayıyormuş gibi." Gerçekçi bir yanıt vermiştim, her ne kadar Emre'ye bunu hissettirmesem de böyle hissediyordum.

"Çok normal bunları hissetmen, insanlar çok kolay güven duygusuna sahip olurlar. Güven duygusu zor olan kişi, geçmişte bu yönde kırılmış demektir. Sen de kırıldın ve bu sende güven eksikliğini gösteriyor. Mesela şu an bana güvenmiyorsun. İçeriye girdikten sonra kendince acil bir durumda buradan nasıl kaçacağını düşündün." Doktor son derece haklıydı, iyi bir gözlemciydi.

Pencereden dışarıya bakmıştım giriş kat olduğu için rahatlıkla atlardım. Oturduğum sandalyenin kenarında elimi gezdirmiştim, fazla ağır değildi. Olası bir durumda kaldırıp atabilirdim. Kapıya olan yakınlığıma bakmıştım eğer koşarsam ondan önce yetişebilir miyim diye. Bağırırsam Emre beni duyar mı diye düşünmüştüm.

"Şu an hayatıma kabul ettiğim kişiler dışında kimseye güvenmiyorum. Bunun için oldukça geçerli sebeplerim var," dedim. Sercan, Özge ve çavuş. Üst üste üç büyük hata ve sonucu ölümdü.

"Dediğim gibi seni bu durumda olduğun için yargılamıyorum. Böyle düşünmek için geçerli sebeplerin var. Konuyu biraz değiştirelim. Ailenle aran nasıl?" Gerildiğimi fark ettiği için biraz yumuşatmaya karar vermişti anlaşılan.

"Annem ve babamla iyiyiz Ankara'da yaşıyorlar. Iğdır'a gelme sebebim abimdi. Burada üsteğmen olarak görev yapıyor, Seda yani eşi hamileydi. Abim göreve gittiği zaman yalnız kalıyor diye gelmiştim, üç aylığına yani doğum yapana kadar. Turan şimdi, iki aylık olacak neredeyse." Doğru düzgün görememiştim bile yeğenimi.

"Seda ismi geçtiğinde kaşlarını çatıyorsun. Bu klasik gelin-görümce çatışması mı yoksa altında bir sebep var mı?" Yine tam ucundan yakalamıştı çünkü diğer doktorla bu konu hakkında hiç konuşmamıştık.

"Seda'yı bundan beş ay önce sorsaydınız baş belası derdim sadece. Şimdiyse kimseden nefret etmeyen, kin gütmeyen ben birkaç ay içinde oldukça nefret sahibi oldum. Abimle her zaman aramızda iyi bir ilişki oldu ama Seda bunu hep kıskandı. Bencildi. Abimin sevgisi, ilgisi sürekli kendinde olsun isterdi. Bana yaptığı baskılarda bu yüzden birçok kez sessiz kaldım, sırf abim üzülmesin diye." Eski günlere dönerken, Iğdır'a ilk geldiğim zamanları hatırladım.

"Sonucunda büyük bir patlama olduğunu düşünüyorum ya da kavga," diyerek devam etti doktor.

"Aynen öyle oldu ve ipler tamamen koptu. Abimden boşanmasını asla istemem ama o manyakla büyüyecek yeğenime üzülüyorum. Abim zaten onu çoktan bu hâliyle kabullendi çünkü Seda yılladır böyle, hiç değişmedi. Sadece sanırım benim sabır kotam doldu."

Elimle çantanın kulpuyla oynuyordum anlatırken. Geçmişe dönseydim eğer bu kadar anlayışlı olur muyum diye düşünüyorum. Sanırım yine olurdum çünkü hamileydi ve yeğenime bir şey olmasını göze alamazdım. Kavga etsem o manyak kendini yerden yere atar, bir şey olduğunda da suçu bana atardı.

Aslında bir yanım da üzülüyordu ona. Seda'nın ailesini tanımıştım, üç kız kardeşlerdi. Seda üçüncü kızlarıydı ailenin, babası erkek olmasını çok istemiş. İki tane kızı olunca, Seda'nın doğmasıyla birlikte hayal kırıklığı olmuş. Bunları tabii kendisi anlatmadı bana, abimin anlattığı kadarıyla biliyordum. Geri kalanı ise benim tahminimdi. Ailesinin sevgisi kendinden önce gelen iki kız kardeşe bölünmüştü ve Seda'ya bir şey kalmamıştı. Abim onu sevdiğinde bencil olmuştu çünkü ona gösterilen buydu. Onu seven tek kişinin sevgisini kimseyle paylaşmak istemiyordu.

Seda'ya kızmak ve üzülmek arasında kalmıştım bu zamana kadar ama Turan olayından sonra sinirlerim de yıpranınca Seda'ya karşı sustuğum her şey bir anda patlamıştı. Bu zamana kadar düşünmeye fırsat bulamadığım şeyleri yeni fark ediyordum.

"Sana bakıyorum ve bana iki farklı kadın görünüyor Gamze. Birisi neşeli, mutlu, hayalleri var; diğeriyse depresif, hayatı sorgulayan ve kırılgan. Seda'yla olan ilişkinizi anlatırken bunu düşündüm çünkü bir yanın Seda'ya karşı bile üzüntü duyuyor ama diğer yanın onun sebepleri olsa bile bencil olduğunu iddia ediyor. Sen hangi yanını dinliyorsun?" Açtığı defterin üstüne bir şeyler yazıyordu.

"Biliyor musunuz gerçekten iyi bir psikolog olduğunuzu düşünüyorum. Kendi içimde ikiye bölündüğümü fark edeli çok oluyor. Bu benim için ne istediğimi bulma yöntemim aslında. O an önemli bir olayın ortasındayım ve dikkatimi toplamam gerekiyorsa mantıklı yanımı öne çıkartmak için vicdanımı bile susturuyorum. Siz hiç birini öldürmek için başına silah dayadınız mı? Ben yaptım, üstelik bunu isteyerek ve bilinçli bir şekilde yaptım, öleceğini bilerek vicdanımı susturdum." Özge'nin başına dayadığım silah ve elimin dahi titremeden o tetiği çekeceğim geldi aklıma. Bunu yapacaktım, emindim.

"Bunlar oldukça kesin cümleler. Sözlerindeki kararlılığı hissediyorum ve bu beni bir miktar ürküttü diyebilirim. Bu senin kendini savunma mekanizman aslında, aklını korumaya çalışıyorsun. Kötü anılarını ve güzel anılarını ayırıyorsun. Merak ettiğim bir şey var, Emre hem kötü anılarında ve hem de iyi anılarında. Peki bu ikiye ayrılmanın Emre'yle bir ilgisi var mı? Şöyle sorsam daha doğru olur, ona iki yanını da rahatça gösteriyor musun?"

"Ona hep bahar olan yanımı göstermeye çalışıyorum ama çok zeki bir adam. Benim ilkbaharımın bile sonbahardan geçtiğini biliyor. Ben ondan saklamak istesem bile o izin vermez. Beni, kendimden daha iyi tanıyor. Bir başkası olsa benim yerimde onu suçlayabilirdi çünkü Emre hayatımda olmasa bütün bunları belki de yaşamayacaktım."

"Peki bunu ister miydin? Emre'nin hiç hayatına girmemiş olmasını."

"Bana yarın öleceksin ama sadece bir günün var deseler yine de bütün bu acıları yaşamayı kabul ederdim, sırf Emre'yi ölmeden önce bir kez daha görebilmek için."

Emre'yi asla suçlamadım, o kendini suçlasa bile. Hayatımda olmasa bile bunların başıma gelmeyeceği kesin miydi? Gediz gibi bir belayı ben Emre'den önce başıma almıştım. Sercan değil bir başkası mahvedecekti belki de hayatımı. Özge değil bir başka kadın almaya çalışacaktı sevdiğim adamı elimden. Hayat neyi getirir bilinmez ama ben yolumu seçmiştim.

Emre'ye hep bencilim diyordum, o beni susturmaya çalışsa bile. Bencildim çünkü Emre'nin de son bir günü kalsa benimle geçirsin isterdim.

"Bugünlük burada bitirelim mi?" Doktorun sorusuyla birlikte başımı kaldırıp baktım.

"Tabii," dedim. Sanırım bana düşünmek için biraz zaman vermek istiyordu ki düşünecek çok fazla şey vermişti bana. Kendimi dinlemiyordum uzun süredir, kulaklarımı kapatmıştım çünkü duyacağım şeyler beni korkutuyordu.

"İki gün sonra görüşürüz Gamze, yine bu saatlerde gelirim sana da uygunsa," dedi elini uzatarak.

"Bana uygun," diyerek uzattığı elini sıktım.

Ara ara notlar aldığı defterini kapattıktan sonra masanın üstündeki çantasına yerleştirdi. Ben de çantamı alıp, sandalyeden kalktım. Kapıyı açıp çıktım. Emre'yi söylediği gibi koridorun ucunda bekleme yerinde otururken gördüm. Ona doğru yürüdüğümde adım seslerimi duymuş olmalıydı ki bana doğru dönüp beklemeye başladı.

"Nasıl geçti?" diye sordu yanına gittiğimde.

"Fena değildi. Sen ne yaptın?" Mesai saati bitmişti.

"Seni bekledim, bana gelmeni. Hadi evimize gidelim." Gözlerimden ayırmadığı gözleriyle kalbim tekledi.

"Gidelim evimize."

Emre'yle yönetim binasından ayrıldık. Arkada kalan otoparka ilerlerken ikimiz de sessizdik. Arabanın kilidini açınca, kapıyı açıp ön tarafa yolcu koltuğuna oturdum. Emre arabaya binip, çalıştırdığında yola çıktık. Başımı omzuna yaslayıp, gözlerimi kapattım. Üstünde hâlâ kamuflajı vardı. Sakallarını kesmişti sabah, saçlarıysa hâlâ uzundu.

"Markete gidelim, evin eksiklerini alırız tabii yorgun değilsen," dediğinde gözlerimi açtım.

"İyi olur, hava almak istiyorum biraz."

Askeriye ve ev dışında bir yere çıkmamıştım, daha önce de sürekli evdeydik zaten. Emre merkeze doğru arabayı sürerken, dışarıyı izledim. Hava kararmaya başlamıştı, yaz yaklaştıkça geç kararıyordu.

"Emre, son günlerde Semih çok üzgün, mutsuz gibi göründü bana. Sen de fark ettin mi?" Bugün Semih'e yardım ederken daha çok dikkatimi çekmişti. Normalde şakalar yapar, benimle sohbet ederdi. Bugünse oldukça durgun görünüyordu, gerçi son günlerde öyleydi hep.

"Sema'yla sanırım sorunu. Çok üstüne gitmek istemediğim için sormadım ama benim de dikkatimi çekti. Konuşacağım artık, derdi neymiş. Onların özeli bile olsa Semih için ben de endişeliyim." Fark ettiğini zaten biliyordum ama sorunu öğrenip öğrenmediğini merak etmiştim. Kurt'un gözünden kaçmazdı.

Kurt ve Yerli Hulk birbirlerine her şeyi anlatırlardı.

Emre arabayı marketin önünde durdurduğunda birlikte indik. Markete girdiğimizde market arabalarından birini alıp, raflar arasında gezmeye başladık. Emre elimi tutup, arabayı en arkada peçetelerin olduğu yerde bıraktı. Telefonunu çıkartıp mesaj yazdıktan sonra kâğıt havlulardan birini arabaya bıraktı. Cebimdeki telefon titreşince çıkartıp açtım.

"İzleniyoruz, normal davran."

Benim fark ettiğimde panikleyeceğimi düşünerek haber vermişti. Telefonu geri cebime koyup, yemek masası için serviste kullanılacak desenli peçetelere baktım. Mor, çiçek desenli olanda karar kılıp arabaya attım. İçecek reyonundan kola ve meyve suyu aldık. Çayın yanına atıştırmalıkları da ekleyip daha sonrasında yemeklik malzeme ve kahvaltılık aldık. Alışveriş süresince Emre'yle sadece alacağımız ürünler hakkında konuştuk. Hangi marka daha iyi, evde ondan var mıydı, hangisini daha çok seviyorsun gibi.

Kasaya gittiğimizde aldıklarımızı poşetledik, Emre ödemişti tutarı. Aslında bu duruma bir yönden içerliyordum. Ben ödemek istesem izin vermezdi. Babamın gönderdiği para vardı hesabımda, ayrıca öğretmen maaşı alıyordum askeriyeden. Emre'ye güzel bir hediye almayı düşündüm. Benim için pek çok kez hediye almıştı, bense bir türlü fırsat bulamamıştım. En iyisi yarın askeriyede Semih'le konuşmaktı. İnternetten sipariş verebilirdim, böylelikle dışarı çıkmama da gerek kalmamış olurdu.

"Ne düşünüyorsun öyle Gamzelim, daldın gittin," dedi Emre poşetleri arabaya koyarken.

"Seni ne kadar sevdiğimi düşünüyorum." Sonuçta yalan değildi. Emre'yi sevdiğim için hediye alacaktım ona.

"Ben de seni çok seviyorum."

Yüzümdeki tebessüm büyürken, sözlerindeki saf aşk kalbimi hızlandırdı bir kez daha. Arabaya bindiğimizde bizden sonra siyah bere takan, kısa boylu bir adamı fark ettim. Bizim olduğumuz yöne bakıp, ilerlemeye başladı. Emre'nin arabasının camları siyah filmle kaplı olduğu için dışarıdan görünmüyordu. Ben adama baktığımda beni fark etmemişti bu yüzden.

"Eve gidince." Emre elimi tuttu, ne demek istediğini anlamıştım.

Radyoya uzanıp tuşuna bastım. Ferhat Göçer'in sesi arabayı doldurdu. Ara sıra dinlediğim, sevdiğim bir sanatçıydı. Lojmanlara dönerken camdan dışarıya baktım, Iğdır'a geldiğim ilk günü düşündüm, lojmana adımımı attığım anı. Şimdiyse Emre'yle gidiyordum. Üstelik başka bir eve, "bizim" diyebileceğim bir yere.

Emre sık sık dikiz aynasından arkayı kontrol ediyordu. Neden olduğunu biliyordum ama sessiz kalmıştım. Emre bir nedenden ötürü eve gidene kadar konuşmak istemiyordu. Açık alanları kabul edebilirdim ama arabada bile konuşmamızı istememişti.

Eve geldiğimizde Emre bana hafif olan poşeti uzatıp -içinde sadece bisküviler vardı- verdikten sonra diğer poşetleri aldı. Anahtarı bana uzatınca kapıyı açıp girdim. Emre arabada kalan birkaç poşeti daha alıp, geri geldi. Mutfağa girdiğim an çığlık atacaktım neredeyse.

"Kalbime mi indireceksiniz siz benim?" Elim kalbimde durmuş, mutfak masasında oturan Semih, Uğur, Ercan, Dursun ve Mert'e baktım.

"Gamze ne oldu?" Emre'nin arkamdan gelen sert sesiyle birlikte kenara çekildim.

"Hocam birazcuk korkiverdu bizu gorunce." Dursun açıklamıştı durumu.

"Oğlum bir ses verseydiniz, kızı öldürmek mi niyetiniz?" diye azarladı Kurt.

"İyiyim ama şaşırdım. Ne yapıyorsunuz burada?" Meraklı çıkan sesimle, Emre elimden tutup boşta kalan sandalyeye kendisiyle birlikte oturttu.

"Semih'te evin yedek anahtarı var, sana söylemiştim daha önce. Askeriyeden çıkınca takip edildiğimizi anladım, Semih'e herkesi toplayıp buraya gelmesini söyledim. Peşimizdeki adam bizimle markete gelirken, bizimkiler de eve girdiler. Adamı oyalamış olduk bu süre içinde." Emre'nin neden konuşmak istemediğini anlamıştım çünkü adam bizi duyabilirdi.

"Dışarıyı anladım, arabada neden konuşmadık?" diye sordum Emre'ye.

"Güvenli değil, dinleme cihazı olabilirdi. Biz yokken çocuklar bütün evi kontrol etti, herhangi bir cihaz var mı diye. Ev güvenli olduğu için burada konuşuyoruz. Herkesin bildiği üzere, Askeriyede de bir casus var." Emre'nin açıklamasıyla derin bir nefes aldım.

"Planı uyguluyor muyuz?" Uğur'un sorusuyla benim ruhum bile duymadan plan yaptıklarını anladım.

"Hayır, çok riskli bunu göze alamam." Emre kesin bir şekilde konuştuğunda, kaşlarımı çattım.

"Benden ne saklıyorsun Kurt?" Sorumla birlikte Emre'nin bakışları da bana döndü.

"Bir şey saklamıyorum sadece anlatma gereği duymadım çünkü böyle bir şey olmayacak." Emre'nin sert bakışları masada oturanların üstünde gezdi.

"Anlat Semih," dedim bu masada bana her şeyi anlatacak tek kişiye. Emre beni düşündüğü için anlatmıyordu, diğerleri aramızdaki ilişkiye karışmak istemediği için. Ben Semih'e bu hakkı, ona Ankara'da her şeyi anlattığım anda vermiştim.

"Uğur yeni bir plan geliştirdi. Seni yalnız bırakırsak tekrar kaçıracaklar ama bu sefer peşinde biz olacağız. Yani planlı bir kaçırılma olacak, seni öldürmek istemiyorlar. Bizi doğrudan Sercan'a götürecekler, seninle birlikte."

Semih, Emre'nin sözlerine ve bakışlarına rağmen bana anlatmıştı. Emre'nin neden bunu söylemediği ortadaydı çünkü ne olacağını o da iyi biliyordu. Yanımda oturan adama hiç bakmadan konuştum.

"Kabul ediyorum."

Emre anında ayağa kalkarken, elimden tuttuğu gibi beni de kaldırdı. Gözlerindeki öfkeyi ilk defa kendime karşı bu kadar net görüyordum. Buna asla izin vermeyeceğini hissediyordum.

"Sen, hiçbir şeyi kabul etmiyorsun! Kimse umurumda değil, seni bir daha bırakmam. Başkalarının eline vermem!" Emre'nin bağrışı bütün odada yankılandı.

Tuttuğu elimi, sıkıca tuttum. Burada olduğumu hissetmeye ihtiyacı vardı. Çaresiz kalmaktan nefret ediyordu ve ben onu çaresiz bırakıyordum.

"Ne olmasını istiyorsun söyle bana? Nereye kadar saklayacaksın beni? Gözünü kapattığın an yanında kalacağıma nasıl emin olacaksın? Şu an benim Kurt'a ihtiyacım var, Emre'ye değil." Onun aksine sakin bir şekilde konuştum, anlamasını istedim.

"Eğer ona bir şey olursa seni affetmem!" Semih'e doğru sözlerini söyledikten sonra elimi bırakıp gitti.

Öylece orada kalırken nefes alamadım. Gözlerim doluyordu! Lanet olasıca gözyaşları sadece ona karşı koyamıyordu! Gözlerimi kapattım, nefes almaya çalıştım.

"Gamze, al hadi," dedi Semih. Gözlerimi açıp uzattığı suyu ellerim titrerken aldım. Yerime geri oturup birkaç yudum içtim. Semih, Emre'nin arkasından mutfaktan çıktı yanına gitmek için.

"Onu da anla, sensiz geçen bir haftada enkaza dönüştü. Korkuyor, seni kaybetmekten çok korkuyor." Uğur'un sözleriyle ona baktım.

"Ben korkmuyor muyum? Her an bir şey olacak diye aklım çıkıyor. Ben tükeniyorum, daha fazla ne kadar aklıma sahip çıkarım bilmiyorum. Sadece her şey bitsin istiyorum."

Büyük bir yenilgi ve kabulleniş vardı sözlerimin içinde. Her ne kadar dik dursam da ben de kırılıyordum. İçinde bulunduğum psikoloji ve gerginlik beni içten içe bitiriyordu. Tek dayanağım Emre'ydi, o olmasa çoktan pes ederdim.

"Yarın deneyeceğiz ama en ufak terslikte Gamze'yi alır basar giderim." Emre'nin sesini duyduğum anda arkamı dönüp kapıya baktım, gözleri benim üstümdeydi.

Semih'e dudaklarımı oynatarak sessiz bir teşekkür gönderdim. Başını salladı hafifçe, Emre'yi ondan başkası ikna edemezdi. Emre ve Semih geri yerlerine oturunca planın detaylarını konuşmaya başladılar.

"Bir dakika, Haşim Albay'ın bu konuyla ilgisi ne? Çünkü beni koridorda kurtaran oydu." Cidden bu sorunun cevabını merak ediyordum.

"Haini ortaya çıkaran, daha doğrusu ilk şüphe eden Haşim Albay'dı. Özge mevzusu yüzünden adam öyle çok etkilendi ki ziyaretçi kayıtlarına varana kadar inceledi. Bu çavuş da gelince dosyasını incelemiş, direkt bizim tugaya istemiş tayinini. Bil bakalım hangi şehirden?" Ercan sorumu cevaplarken geriye yaslandım.

"Ankara'dan," dediğimde Ercan başını sallayıp onayladı ve devam etti.

"Emin değildik ama içimize şüphe düşmüştü, senin duyduklarından sonra kesinleşti. Her ihtimale karşı böyle bir olay olursa diye neler yapabileceğimizi düşündük."

Saat ilerlerken planlar yapılmış, yarın için vakit belirlenmişti. Sabah Haşim Albay'la konuşmak için Mert gidecekti askeriyeye. Diğerlerinin çıkabilmesi için Emre'yle lojmanın içinde kısa bir gezintiye çıkacaktık. Peşimizdeki adam bizi takip ediyordu, Semih'in söylediğine göre dikkat çekmemek için sadece bir kişi vardı. Daha fazla kişi olsaydı Kurt'un dikkatinden kaçamayacağını anlamıştı Sercan. Artık hafife almıyordu Emre'yi. Bütün adamlarını tek tek öldürmüştü çünkü.

"Gamzelim, vazgeçmek için geç değil." Evden dışarı çıktığımız an Emre'nin kurduğu ilk cümle bu olmuştu.

"Vazgeçmeyeceğim." Kararlı ve net çıkan sesimle elimi tuttu.

Buz gibi ellerim yine onun sıcaklığına sığındı. Teni, tenime değdiği an yine hissettim o beni mahveden derin aşk sızısını. Karanlık gecede evlerin arasındaki yolda yürürken, benim de bir evim olduğunu düşündüm. Emre'nin elimi tuttuğu her yer benim evimdi. Bana o sıcaklığı tattıran tek adamdı. Sıcak elleri arasında ısınan ellerim gibi ısıtmıştı kalbimi ve kendine mühürlemişti. Bir daha kalbimi başka hiçbir sıcaklık ısıtamazdı.

Sessiz bir şekilde el ele yürüdük, binaların önüne konmuş sokak lambalarının altında. Yarın kendimi bir kaosun içinde bulacaktım ama huzurluydum. Bunun için savaşacaktım, huzurumu kaybetmemek için. Emre ne kadar içerlese de bu duruma vazgeçmeyecektim.

Lojmanda bir tur atıp eve döndüğümüzde kimse yoktu. Arabalarını askeriyeden biraz uzağa, ormanın başlangıcına bırakmışlardı. O yolu Gediz sayesinde öğrenmiştim, beni kaçırdığında oradan çıkartmıştı kimse görmeden. Şimdi oraya nöbetçi asker konsa bile bizimkileri tanıdığı için dışarıya çıkışları zor olmazdı.

"Saat geç olmasına rağmen hava güzeldi," dedim ceketimi çıkartıp askıya asarken.

"Düğünü Temmuz'da yapalım diyorum, hem en güzel doğum günü hediyesi sen olursun bana," derken Emre belimden tutup kendisine çekti beni.

"Şimdi de ikna yöntemlerini mi geliştiriyorsun? Temmuza sadece iki ay var sevgilim, umarım farkındasındır." Sözlerimle birlikte burnunu burnuma sürttü gülümseyerek.

"Daha ikna edici yöntemler bulabilirim." Sesi kısık ve oldukça ikna ediciydi.

"O ikna yöntemlerinden bende de var," dedim. Oynak Gamze yükleniyor...

"Hım neymiş bakalım?" derken gözlerini kısmış bana bakıyordu.

Emre'nin dudağına hızlı bir öpücük bıraktıktan sonra o şaşkınca kalırken kollarından sıyrıldım. Geriye doğru kaçarken surat ifadesine kahkaha attım. Oldukça tatlı görünüyordu. Bana doğru döndüğünde dudağımı ısırdım.

"Evde sadece ikimizin olacağını ve gecenin sonunda aynı yatağa gireceğimizi biliyorsun değil mi sevgilim? Devam et hadi kışkırt beni." Yüzünde hain bir gülümseme oluşurken, yutkunma sırası bendeydi.

Geri geri yavaş adımlarla kaçmaya başlarken, Emre koltuğun üstünden atladığında çığlık atarak merdivenlere doğru koştum. Arkamdan kahkaha atarak geliyordu. İstese beni çoktan yakalardı ama yavaş hareket ediyordu. Yatak odasına girdiğim an kapıyı kapatacakken araya bir el girdi ve hiç zorlanmadan kapıyı açtı.

"Hayatım, sevgilim, nişanlım ben hiç öyle şeyler yapar mıyım? Kışkırtmak falan çok ayıp kelimeler bunlar," dedim geriye doğru giderken.

"Hım eminsin yani Gamzelim?" Tek kaşını kaldırıp, yüzünde alaycı bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Kollarını birleştirmiş, kapının pervazına dayanmıştı.

"Kurt falan demem ısırırım o yanaklarını! Yüzün alı al, moru mor gezersin sonra, gülme şöyle," dedim içimi ısıtan gülümsemesiyle.

"Peki, ben gülmeyim ama sen gül."

Ayağım yatağa değdiği an Emre bir anda yanımda bitti. Ben daha şaşkınlığımı atamadan gıdıklamaya başladı. Karnımdan fena hâlde huylanıyordum. Emre beni gıdıklarken nefessiz kalana kadar güldüm. En sonunda hâlim kalmadığında yanağımdan öptükten sonra yan tarafıma yattı. Yüzümün kıpkırmızı olduğuna emindim.

"Acıktın mı?" Bana doğru dönüp sorduğunda yüzüme gelen saçlarımı geriye doğru çekti.

"Acıktım, akşam yemeği yiyemedik sen de beni bekledin yiyemedin biliyorum," dedim. Yemek saatinde ben doktorla konuşuyordum, Emre de yalnız kalmamam için yemeğe gitmemişti.

"Hadi gel bir şeyler hazırlayalım."

Emre'nin bana uzattığı elini tuttum. Birlikte el ele aşağıya inip, mutfağa geçtik. Yarının ne getireceğini bilmeden o anın tadını çıkartarak, gülerek, şakalaşarak birlikte yemek hazırladık. Yemeğimizi yedikten sonra benim ellerim suya değmemesi gerektiği için Emre bulaşıkları sudan geçirdi ben makinaya dizdim. Çayı demlediğimde, Emre mısır patlattı. Televizyonun karşısına geçip, film açtık. Filmin sonunda birlikte kahve içtik. Yarın neler olacağını hiç konuşmadık, sadece ikimiz vardık.

Gecenin sonunda sabah erken kalkacağımız için uyumaya odaya çıktık. Emre eşofmanlarını alıp, çıktıktan sonra ben de odada üstümü değiştirdim. Yatağa yattığım an kapıyı çaldı, Emre'ye gelebileceğini söyledim. Yanıma geldiğinde göğsüne başımı koydum. Bir kez daha sevdiğim adamın kollarında uykuya daldım.

Sabah saçlarımı okşayan elin varlığıyla derin bir nefes verdim. Gözlerimi yavaşça açtığımda Emre'nin beni izlediğini fark ettim. Yüzümde büyük bir gülümsemeyle "Günaydın," dedim.

"Günaydın," dedikten sonra gözlerime baktı uzun uzun.

Yataktan kalkıp Emre'nin saçlarını karıştırdım. Hâlâ çok çekici görünüyordu, ben saçlarını dağıtırken yüzünde küçük bir gülümsemeyle beni izledi. Ellerimi omuzlarına koyarak yanağından öptüm.

Birlikte uyandığımız bütün sabahlar başkaydı, tarif edilemez büyük bir mutluluk içeriyordu. Emre durgun olsa da ben onun aksine normal davrandım. Birlikte aşağıya inip, kahvaltı hazırladık. Emre salatalıkları doğrarken, ben de ikimiz için tost yaptım. Çaylarımızı bardaklara koyup masaya oturduk. Emre'nin tabağını önüne koyduğumda elimi tutup öptü.

Kahvaltımızı sessiz bir şekilde sık sık birbirimizin gözlerine bakarak yaptık. Biz değil, gözlerimiz konuşuyordu sanki. Yeşillerinde hayat bulduğum adam aşkla bakıyordu. Yeşil gözleri toprakla buluşmaya can atan bir filizdi, benim kahve gözlerimse ona ev sahipliği yapan toprak. Aşkımızla birlikte her geçen gün büyümüş büyük bir orman olmuştu şimdi o küçük filiz.

Kahvaltı masasını yine birlikte topladık. Üst kata üstümüzü değiştirmek için çıktığımızda Emre kamuflajlarını giymek için yan odaya geçerken ben elime aldığım siyah kot pantolonumu ve lacivert sweatimi giydim. Saçlarımı tarayıp, arkadan topladım, makyaj yapmadım. Aynı anda çıktık ikimiz de odadan. Elimi uzattığımda tuttu. Merdivenlerden indiğimizde kapının önünde durduk. Elini yüzüme koyup okşadı. İçimi çekerken başımı avucuna yasladım.

"Gitme," diye fısıldadı.

"Birlikte tekrar gireceğiz bu evin kapısından içeriye." Gözlerine bakarak konuştuğumda başını çevirdi.

"Korkuyorum." Yere bakarak kurduğu cümleyle kalbim sıkıştı.

Bana ilk defa korktuğunu söylüyordu. Yüzüme bakamadan yaptığı itirafla içim sızladı. Onu en çok böyle görmekten korkuyordum, çaresiz.

"Ben korkmuyorum çünkü biliyorum bu sefer beni bulacağını." Kararlı çıkan sesimle gözlerime baktı yine.

"Bu bir veda değil." Onaylamamı istiyordu, gülümsedim.

"Bu asla bir veda değil, beni bul Kurt."

"Bulacağım."

Emre'nin ellerini bırakıp arkamı döndüm. Gözlerimin dolmasını istemiyordum. Kapıyı yavaşça açtım ve çıktım. Arkamdan kapanan kapının sesiyle gözümden bir damla yaş aktı. Şimdiyse attığım her adım, benim canımdan can alana doğru gidiyordu.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız lütfen.

 

İnstagram : DeeinDeniz

Bölüm : 14.12.2024 13:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...