68. Bölüm

2. Kitap 13. Bölüm

Rabia Gümüş
deeindeniz

Yüzüme düşen damlayla birlikte gökyüzüne baktım. Yağmur yağmaya başlamıştı. Ben ağladığım için mi yağıyordu yağmur yoksa bir daha sevdiğim adamla aynı yağmurun altında ıslanamayacağım için mi ağlıyordum?

Korkuyordum... Çok korkuyordum. Bir daha Emre'ye dönememek ölesiye korkutuyordu beni.

Ellerim üşüyordu mesela, yanımda olsa sıkıca tutardı.

Gözlerime misafir ettiğim yağmur bulutlarından korurdu beni.

Kalbim yokluğuyla değil, varlığıyla, huzuruyla sızlardı.

Derin bir nefes alıp, yürümeye devam ettim. Sadece birkaç adım kalmıştı kapıdan çıkmama. Lojmanın kapısında bekleyen asker beni görünce kapıyı açtı yavaşça. Demirin, demire sürtme sesi çıktı. Üstümde sadece bir montla yanımda hiçbir şey yokken -ne bir kimlik ne cüzdan ne de silah- sadece kalbimdeki sızıyla devam ettim.

Gözlerimden akan yaşları silmedim, ne de olsa yenileri ekleniyordu. Yağmur sanki kimsenin görmemesini istemiyormuş gibi gözyaşlarımın üstüne damlıyordu. Toprak kokuyordu, baharın gelmesiyle yeşillenen çimler capcanlıydı. Zemine sertçe çarpan yağmur taneleri isyan ediyor gibiydi. Toprağı yerinden etmeye meyilliydi ama bilmiyordu ki toprak da en az onun kadar eskiydi. Sonunda birbirilerine karışacak ve birlikte yaşamayı öğreneceklerdi.

Boş yolda yürürken, zamanımın gelmesini bekliyordum. Yanımda duran arabayla başımı çevirdim. Arabanın camını açtığında, karşımdaki kişi dün markette gördüğüm adamdı. Gözlerini kısıp beni inceliyordu, muhtemelen burada tek başıma ne yaptığımı düşünüyordu.

"Yardım ister misiniz?" diye sordu.

"Çok iyi olur, teşekkür ederim." Arabanın kapısını açıp bindim. İçeride ısıtıcı açık olduğu için sıcaktı.

Benden kısaydı, 1.70 boylarındaydı. Kafasındaki siyah bereden kel olduğunu anladım, ensesinde dahi hiç saç yoktu. Kahve, siyaha yakın gözleri ve sert yüzüyle pek tekin biri değildi.

"Nereye gidiyorsunuz?" Arada dikiz aynasından arkasına bakıyordu. Takip edilip edilmediğini düşünüyordu. Akıllı bir adam olmalıydı yoksa Sercan onu tek başına göndermezdi.

"Beni götüreceğin yere gidiyorum, Sercan'a." Cümlem biter bitmez bana doğru döndü. Islak saçlarımı yüzümden çekip, karşımdaki adama baktım.

"O zaman bu bir tuzak?" Belindeki silaha gitti eli, hâlâ dikiz aynasını kontrol ediyordu. Demek ki o kadar da akıllı değilmiş.

"Bizi takip etmeyecekler, silahını yerine koy. Kendi isteğimle gidiyorum Sercan'a. Beni istiyordu, ben de nedenini öğrenmek için gidiyorum." Adam bana cidden deli olup olmadığımı soracak gibiydi. Kim hayatını karartmış birine kendi ayaklarıyla giderdi ki? Ben gidiyordum.

Başımı camdan yana çevirip, sessizce yolu izledim. Adam bir daha soru sormamış ben de konuşmamıştım. Merkez yolunu es geçip dağlık yola girdi. Bu yolu biliyordum, burayı tanıyordum. Daha önce Emre'yle kahve içtiğimiz Siva yoluydu burası. Kapatıldığı için -çünkü dağın tepesinden kaya düşme riski vardı- kimse buraya girmiyordu.

Ne bekliyordun Gamze? Sercan burayı avucunun içi gibi biliyor, en başından beri burnumuzun dibinde saklanıyordu. Kurt bunu öğrendiğinde çıldıracaktı.

Arabanın göstergesinden saati kontrol ettiğimde bir saati geçmişti ki ileride yolun barikatlarla kapatıldığını gördüm. Yağmur bu süre içinde durmuştu, güneş bulutların arkasına sığınmıştı. Etrafta yağmurun bıraktığı izler vardı.

Yanımdaki adam camı açıp, ıslık çaldığında kayaların arasından çıkan tamamen siyah giyimli ve yüzleri maskeli iki adam, barikatı kenara çekti. Biz ilerlerken arkamızdan geri kapattı. Yolun sonuna geldiğimizde dağın zirvesine az kalmıştı. Arabayı görünmeyecek bir yere park etti.

"İniyoruz, buradan sonra yürüyerek devam edeceğiz." Katildi büyük ihtimalle ama sanırım ona karşı çıkmadığım için fazla kibardı.

Kibar bir katil mi? Cidden mi?

"Ne kadar yürüyeceğiz? Ben fazla hâlsizim," dedim katilin iyi anına denk gelmeyi umarak.

"Yarım saat en fazla, zirvenin diğer tarafına geçeceğiz," dedikten sonra arabadan indi. Diğer tarafa dolanıp kapımı açmak için durdu.

Cebimden çıkarttığım iğneyi kapıyı açar açmaz göğsüne sapladım. "Yol tarifi için teşekkür ederim." Sanırım duyduğu en son şey buydu çünkü anında yere yığıldı.

Bir daha teslim olmayacaktım o pisliğe. Kendi ayaklarımla gitmeyecektim ona. Asla yüzüme bakmasına, benimle konuşmasına izin vermeyecektim. Elimi, kolumu bağlamasına izin vermeyecektim. Bu sefer can vermeye değil, almaya gelmiştim. Belinde duran silahını aldıktan sonra yol kenarındaki çukura zorlukla ittim. Üstüne etraftan bulduğum ağaç dallarını attım. İğnenin etkisi beş, altı saat sürerdi en az. Bu benim için yeterli bir süreydi.

Emre asıl planı bilmiyordu.

Duyduğunda çıldıracaktı, muhtemelen Uğur'la uzun bir süre konuşmazdı. Bu planı Uğur yapmıştı. Semih'le Emre dışarı çıktığında Uğur beni kenara çekmişti konuşmak için. Onun aklında olan plan sadece benim yakalanmam değildi. Ben uslu bir kız olup Sercan'ı oyalarken, diğerleri bütün yol kameralarından beni takip edecekti. Adamı takip etseler yakalanma riski vardı ve ben direkt tehlikeye girecektim. Böylelikle peşimden gelmeseler bile nereye gideceğimi biliyor olacaklardı. Onların beni kurtarmasını bekleyecektim bu planda.

Ama öyle olmayacaktı. Ben kendi kendimi kurtaracaktım. Uğur planını anlattıktan sonra ettiğim intikam yeminini hatırladım. O pisliği ben öldürecektim ve Uğur'un planı bana istediğimi veriyordu. Emre duysa beni bir odaya kilitleyip kapıma dikilip hiç uyumayacak kadar da tehlikeliydi.

Uğur içlerinde beni en çok anlayandı. Ailesi, kimsesi yoktu en başında, ama sonra kendi ailesini kendi seçmişti. Bu gerçekten güzel bir şeydi. Uğur ailesi olarak Emre'yi, Semih'i, Ercan'ı, Dursun'u, Mert'i, beni ve abimi seçmişti. Onun ailesi yok olmuştu, gitmişti, belki de ölmüştü bilmiyorum ama bunun acısıyla yüzleşmişti Uğur. Ben de ailemi kaybetmiştim. Emre ile kuracağım o ailenin geri kalanını kaybetmiştim. Bu yüzden Uğur beni anlıyordu.

Adamın üstü yeterince kapandığında fark edilmeyeceğine emin oldum. Arabanın yanına ilerleyip, sürücü koltuğuna oturdum. Ne kadar o adama dokunmak istemesem de telefonu var mı diye bakmıştım. Arabaya binince üstümü arar belki diye yanıma almamıştım. Haklıydım sanırım bu adam hiç akıllı değildi. Torpidoyu açtığımda telefon değil ama telsizi buldum.

"Kenan giriş yaptı, gelmedi mi hâlâ?" Kapıdakiler içeriye girdiğimizi haber veriyordu telsizi açtığımda.

"Gelmedi, gidip bakayım."

Demek adın Kenan'mış takipçi. Torpidoda bulduğum bir diğer şeyse plastik kelepçelerdi. Onları da hızlıca cebime koydum. Araba kenarda bile olsa, yakına gelen biri olsa görebilirdi. Hızla kayaların arkasına saklandım. Burası dağlık bölge olduğu için zirvenin bir yamacı ormana iniyordu, diğer tarafı büyük kayalarla kaplıydı. Biraz daha bekledikten sonra gelen maskeli başka bir adamı gördüm. Elinde büyük bir kalaşnikof vardı. Arabayı biraz daha yaklaştığında fark etti. Telsizine uzanmıştı ki sessiz adımlarla arkasına geçtim.

"Telsizi ve silahı bırak yoksa seni vururum," dedim.

Bana doğru döndüğünde kim olduğumu bildiğini anladım. Sercan fotoğraflarımı kahve bardaklarına mı bastırdı acaba?

"Sen silahını bırak yoksa ateş ederim," dedi silahını bana tutarak. Telsizi cebine geri koymuştu, güzel.

"Bende açacağın en ufak yara ölmeme sebep olur. Sercan'ın beni canlı istediğine eminim. Birinci seçenek silahını ve telsizi bana atarsın yaşarsın, ikinci seçenek bana ateş edersin Sercan seni öldürür, üçüncü seçenek sen daha hareket edemeden vuracağını hissettiğim an seni vururum. Şuna bak ki silahımda susturucu var, sessizce ölürsün." Omzumu silkip, durumu açıkça anlattım.

"Burada olduğunu anlayacaklar." Telsizi ve silahı bana doğru attı.

"İyi tarafından düşünelim. O zamana kadar hepsini öldüreceğim." Cebimdeki plastik kelepçelerden birini çıkartıp omzundan bastırıp yere diz çöktürdüm. Bileklerine kelepçeyi geçirip sıktım.

"Ayağa kalk," dedim silahla omzunu ittirip.

Arabanın yanına geldiğimizde bagajı açtım. İçine doğru girmesi için birkaç kez daha tehdit ettim. En son birini kasığından vurduğum aralarında belki duyulmuştur. Tabii bunu söylediğim an yüzü kireç gibi oldu orası ayrı.

Yine yapmıştım, vicdanımı susturmuştum.

"Şimdi telsizi açacağım ve onlara her şeyin yolunda olduğunu söyleyeceksin. Bagajda yaşama şansın var ama eğer ufak bir imada bulunursan beyninde bir kurşunla yaşayamazsın." Silahı başına doğru tutup, telsizi açtım.

"Ufuk neredesin? Sana sesleniyoruz." Cızırtılı çıkan sesle Ufuk yutkundu.

"Tuvalet molası verdim, burada her şey yolunda. Orman tarafını kolaçan etmeye gidiyorum şimdi." Akıllı Ufuk.

"Tamam."

Telsizi kapatıp, Ufuk'un ağzını her ihtimale karşı kel adamın arabasında olan atkısıyla bağladım. Bagajı tamamen kapattım, umarım nefes alırdı. Neyse zaten kurtulsa bile Kurt'un eline düşecekti. Ölümle eş değerdi zaten bu da.

Ormana girip, yukarı doğru zirveye ilerledim. Ağaçlar beni kapatsa da silahtaki elim hep tetikteydi. Şimdiye kadar güzel idare ettim, aferin bana. Eğer buradan kurtulursam, askeriyeye başvuru yapacaktım.

Emre delirecekti.

Kendi hâlime güldüm. Kurt düğün diyor, ben elime silah almış asker olacağım diyordum. Madem kendi evladım olmayacaktı, ben de vatanın evlatlarına sahip çıkardım.

Dik yamacı yürürken elimi ağaca dayayıp soluklandım. Sürekli evde kaldığım için çok çabuk yoruluyordum, tabii üstüne eklenen sinir krizlerinin de etkisi oluyordu. Gözlerim bileklerime takıldı, eskisi kadar acımıyordu. Seda'nın sıktığı bileğim biraz daha geç iyileşiyordu sadece. Turan'ı özlemiştim eğer buradan kurtulursam abimle konuşup, az bir zaman da olsa görmek istiyordum. Kokusu beni rahatlatıyordu, bebekleri kim sevmezdi ki zaten... Doğumuna gün saydığım yeğenimi doğduğu gün bile görememiştim. Nefeslerim düzenli bir hâl alınca yürümeye devam ettim. Telsizi açtım, sürekli açık olunca sesi duyurabilirdi ama ara sıra açınca fark edilmezdi. Yani öyle umuyordum en azından.

"Kenan ve Ufuk'u bulduk. İçeride birisi var, Sercan güvenli bir yere git." Demek ufak kaçamaklarımı bulmuşlardı. Sercan'ın buradan gitmemesi gerekiyordu.

"Ne o, kaçacak mısın Sercan? İnsan misafirini böyle mi karşılar? Pardon, insan dedim." Telsizin düğmesine basarak konuştuğumda sessizlik oluştu.

"Gamze." Sercan'ın sesini duyduğum an boğazıma bir yumru oturdu.

"Yanlış cevap, ben seni cehenneme gönderecek olan kadınım. Senin için geliyorum."

Telsizin arka kısmını açtım. Beni istiyordu, hiçbir yere gitmeyecekti. Telsizin pillerini çıkartıp tamamen kapatmıştım. Kendi kendine konuşup delirebilirdi artık.

Şansıma Ufuk'ta da telefon çıkmamıştı. Ne yapıyordu bunlar? Telefona hayır kampanyası falan mı?

Odaklan Gamze, az bir yolun kaldı. Ağaçlardan birinin arkasına saklandım, karşıdan gelen birisi vardı. Ağacın kenarından göz ucuyla baktım. Beni arıyorlardı tabii ki!

Durduğum ağaca baktığımda sık yapraklara sahip söğüdün altında olduğumu fark ettim. Geri geri giderek ağacın dalları arasına girdim. Yaprakları neredeyse yere değiyordu. Geçip gitmesi gerekiyordu çünkü az sonra zirveye çıkacaktım. Burada konuşsam bile sesim duyulurdu. Adam tam ağacın altından geçiyordu ki bastığım dal çatırdadı. Silahını kaldırıp, bana doğru tuttuğu anda alnına yediği bıçakla yere yıkıldı. Arkama baktığımda bana doğru gelen adamı tanıdım. Ne de olsa plan onundu.

"Sana, ben gelene kadar arabada bekle demiştim." Uğur sessizce fısıldadı.

"İkinci nöbetçi gelmeden önceydi o dediğin. Geç kaldın ayrıca," dedim omuz silkip.

"Kurt'a hissettirmeden kaçmak kolay mı? Üstelik iki kere yakalanmış biri söylüyor bunu," derken sırtındaki çantanın içinden silahı çıkartıp bana uzattığında aldım.

"Umarım üçüncü olmaz çünkü fena hâlde gazaba uğrayacakmış gibi hissediyorum." İrkilirken, bunu gerçekten de düşünüyordum.

"Seni eve kapatacak, en iyi ihtimalle pencerendeki parmaklıklardan dışarıyı izlersin." Eğlenen sesiyle yüzümü buruşturdum.

"Çok komik. Asıl ben, seni poligonda hedef tahtası yaptığında izlerken güleceğim." Silahın şarjörünü kontrol edip mermiyi silaha sürdüm.

"Dediğin gibi Gamze, bu aramızda kalacak. Gerçi ben anlatmaktan yanayım. Sona Sercan kalana kadar hepsini halledeceğim. Bunu Kurt senin intikam almana izin vermez diye yapıyorum. Onu öldürmene burada olsa asla izin vermeyeceğini bildiğim için," diyerek bir kez daha hatırlattı bana Uğur.

"Teşekkür ederim Uğur, yanımda olduğun için."

Uğur'la birlikte ormanın zirvede son bulan sınırına ilerlerken, dediğini yapmış yolumuza çıkanları tek tek indirmişti. Uğur normal değildi, ilk defa onu böyle görüyordum, bir operasyonun ortasında. Daha önce Emre ve Semih'i görmüştüm ama bu sefer başkaydı. Hayalet gibiydi. Uğur'a bu konuda söz verdiğim için kimseye anlatamazdım ama ona kesinlikle bunu soracaktım. Eğer asker olmaya kesin karar verirsem, ondan ders almalıydım. Kurt bana başka konular hakkında ders vereceği için buna zaman kalmayabilirdi.

Şu an ne yapıyordu acaba?

Emre'den

"Nasıl yok lan?" Bağırmamla birlikte masaya yumruğumu geçirdim.

Gamze'nin bindiği araba tamamen yok olmuştu. Hiçbir kamera görüntüsünde yoklardı. Semih vardı sadece yanımda, diğerleri arabayı aramak için dağılmıştı. Gamze bir kez daha avuçlarımın içinden kayıp gitmişti.

"Bulacağız Gamze'yi. Saçının tek teline bile zarar gelmeden geri alacağız onu." Semih elini omzuma koyduğu anda geri çekildim.

"Ona anlatmasaydın hiçbiri olmayacaktı bunların! Gamze'nin kabul edeceğini bile bile söyledin Semih!" Sinirle ona bakarken haklı olduğumu ikimiz de biliyorduk.

"Gamze'ye söz verdim ben o gün. Ondan bir şey saklamayacağımı söyledim Kurt. Karar onun kararıydı, biz söylemesek bile Gamze bu, ne yapar eder yine öğrenirdi. Şimdi sakin olup, ne yapacağımızı düşünmemiz gerekiyor."

Derin bir nefes alıp, emniyetin alt katındaki odada mobese kameralarını izledikleri monitörlere tekrar baktım. Çıldırmama çok az kalmıştı eğer ona bir şey olursa taş, taş üstünde bırakmazdım.

"Lojmanlara geri dönüyoruz," dedim kapıya yönelip.

Semih'le odadan çıktığımızda merdivenlere yöneldik. Yukarı çıktığımızda aceleyle yürüyordum. Birine çarptığımda başımı çevirip baktım. Kaşlarım çatıldığında selam durmuştu.

"Komutanım," dediğinde adamı nereden hatırladığımı ses tonundan anlamıştım.

"Muharrem," dedim.

Gamze'ye evlilik teklifi ettiğim gün aklıma geldi. Onu yıldızları en güzel izleyeceği yere götürmüştüm. Bununla birlikte gelen gece nöbetçisi bizi öpüşürken basana kadar her şey güzel gidiyordu.

"Benim Komutanım. Buradan çıkınca tugaya gelecektim ben de." Karşımda durup konuşunca Semih'e bakış attım.

"Hayırdır?" Semih'in sorusuyla Muharrem ona doğru döndü.

"Siva Dağı'na çıkan yol kapanmıştı ancak iki gündür sürekli araç trafiği var. Nöbetleri sıklaştırdık ama bir gariplik var, diğerlerine söylüyorum beni dinlemiyorlar. Siz oradaki yolla ilgilendiğiniz için gelecektim yanınıza."

Siva yolu lojmanlara en fazla bir saatti. Dağlık alan. Yasak bölge.

"Yürü Semih, Gamze'yi buldum."

Gamze'den

"Uğur duydun mu?" dedim aslında duyduğunu bilsem de refleks olarak sormuştum.

Telsiz sesi geliyordu ama ses net değildi, gidip geliyordu. Cebimde duran telsizin pillerini takıp, sesini son ayar kıstım. Frekansı ayarladıktan sonra ses net bir şekilde duyuldu.

"Sercan, koşmaya başlasan iyi olur. Bulduğum yerde leşini köpeklere yedireceğim." Kurt'un buz gibi sert sesini duyunca Uğur'la göz göze geldik.

"Ah be Kurt, on dakika sonra zaten haber verecektim!" Uğur söylenirken telsizi kapatıp, hızla ona doğru ilerleyemeye başladım. Kurt buraya gelmeden bu iş bitmeliydi.

"Ne yapacağız?" diye sordum Uğur'a.

"Ateş edeceğim, bütün dikkatleri üstüme çektiğim anda fırsatını bulur bulmaz Sercan'ın peşine düş. Bunu yapacağına güvenmesem seni yanımda getirmezdim Gamze. İntikamını al." Başımı sallayıp onayladım.

Uğur benim gideceğim yönün tam tersi istikamete doğru ilerledi. Silah sesini bekleyecektim. Ağaçların arasında kalmaya dikkat ederek zirvenin kayalık olan yamacına geçtim. Birkaç çadır vardı, ateş yanıyordu. Dağdaki teröristlerden hiçbir farkı yoktu. Derin bir nefes alıp beklemeye devam ettim.

Arka arkaya atılan üç silah sesiyle gözlerimi çadırlarda gezdirdim. İçinden çıkan adamlar hızla silahlarını alıp, diğer tarafa doğru ilerlemeye başladı. Son çadır açıldığında gördüm onu. Korkak, kaçmak için arkasını dönüp yamaçtan aşağıya doğru ilerledi. Saklandığım yerden çıkıp hızla ilerlemeye başladım. Çatışma sesleri duyulurken Sercan'ın peşine takıldım. Sabit durmadığı için ateş edemiyordum. Semih gibi keskin nişancı olmam gerekiyordu sanırım bunu yapabilmem için. Yolun sonunda gördüğüm arabayla kaçacağını anladım. Koşarken derin nefesler alıyordum, yetişmem gerekiyordu.

"Sercan!" Bağırmamla birlikte bana döndüğünde elindeki silahı bana doğru tuttu. Amacım da buydu.

"Kendi ayağınla geldin demek bana," dedikten sonra arkama baktığını fark ettim. Birilerinin daha gelip gelmeyeceğini kontrol ediyordu.

"Ölmek için değil, öldürmek için geldim!" Silahın emniyet kilidi açıktı zaten, tek yapmam gereken tetiğe basmaktı.

"Sen asker değilsin Gamze. Eğer beni öldürürsen hapse girersin. Yıllarca hapiste kalmak mı istiyorsun?" Beni öldürmüyordu, istese çoktan yapardı.

"Neyin peşindesin?" Sorumla birlikte geriye doğru bir adım attı.

"Seni kimsenin öldürmemesini istedim!"

Sercan sorumu cevapladığında sinsice güldü. Onu şimdi öldürmüyorsam sebebi bunun altında bir şey olduğunu düşünmemdi. Bir şey yapmıştı, bu yüzden ölmemi istemiyordu. Arabaya daha çok yaklaştığında kafasına yediği mermiyle yere düştü.

Tetiğe basan ben değildim.

Arkamı dönüp baktığımda kimse yoktu. Koşarak Sercan'ın yanına gittim. Bana bir şey söylemesi gerekiyordu, bir cevap vermeliydi. Son nefeslerini verirken ona doğru eğildim.

"Söyle ne demek istedin!" Yakasından tutup kaldırdığımda kan kustu.

"Sen değerliydin, kanın sayesinde eski gücüme kavuşacaktım," diyerek fısıldadı.

"Birine söyledin mi? Benden, zehirli kanımdan bahsettin mi?" Resmen çırpınıyordum bunun olmaması için.

"Ha-hayır." Tutuk bir nefes verdi, başı yana düştü.

"Konuş Allah'ın cezası, konuş! Benden doğmamış çocuklarımı çaldın, hayatımı mahvettin! Neden yaptın ha, neden? Ben sana hiçbir şey yapmamıştım oysaki, sadece sevdiğim adamla mutlu olmak istemiştim. Canımın canını neden aldın?" diyerek sarstım tuttuğum yakasını. Gözleri açıktı ama ölmüştü.

Ellerime bulaşan kanıyla birlikte yakasını bırakıp yere çöktüm. Ölmüştü, bitmişti işte, neden rahatlamış hissetmiyordum peki? Toprak zemine bakarken, yanımda ölü bir beden yatıyordu. Dizlerimin üstüne çöktüm. Yanımda bir ceset vardı ama ölen sadece o pislik değildi. Giderken benim canımın yarısını da götürmüştü. Bu kadar kolay mıydı bir insanın hayatını mahvetmek? Acılar içinde bırakmak ya da kalbini söküp almak?

Anne olamayacaktım ben. Bir bebeğe süt veremeyecektim göğsümden, karnımda teklemelerini hissedemeyecektim, dünyaya ilk geldiği an onu göremeyecektim. Düştüğünde ağlayarak ilk bana koşmayacaktı, ilk aşkını heyecanla anlatmayacak, beğendiği oyuncağı almam için ısrar etmeyecekti.

Anne olamayacaktım ben!

Silah sesleri artık duyulmuyordu, sessiz bir uğultu vardı. Kasvetli, gri bulutlar sanki yıkımın habercisiydi. Ellerimdeki kan sanki bitişi değil, başlangıcı gösteriyordu. Katil değildim ama olmak istemiştim. Onu öldürmek istemiştim.

"Gamze!" Yeri göğü inleten Kurt'un sesiyle başımı kaldırdım.

Dağın tepesinden bakıyordu bana. Hızla aşağıya inmeye başladı. Ayağa kalkıp ona doğru ilerledim. Buluştuğumuzda sıkıca sarıldı. Başımı omzuna gömdüm, derin bir nefes çektim içime. Sözünü tutmuştu Kurt, beni bulmuştu.

Geri çekildiğinde bakışları ellerimdeki kanı buldu. Biraz önce ona geldiğim yere baktığında Sercan'ın cesedini gördü. Gözlerini tekrar bana çevirdiğinde içini çekti.

"Ne yaptın sen Gamzeli?"

Gözlerine bakarken hâlâ elimde duran silaha baktım. Sercan'ı Emre öldürmemişti, ben de öldürmemiştim. Uğur söz vermişti, benim öldürmemi kabul etmişti. Peki, o zaman Sercan'ı kim öldürmüştü? Özge olabilir miydi?

"Ben öldürmedim Kurt. Ben yapmadım," dedim elimdeki silahı ona uzatarak.

Emre silahı alıp şarjörünü çıkarttı. Hiç ateş etmemiştim, bu yüzden şarjör tamdı. Yolumuza çıkan herkesi Uğur öldürmüştü. Emre'nin bakışları etrafta dolandı, onun da aklı karışmıştı. Silah sesinin nereden geldiğini düşündüm, tam arkamdan gelmişti.

"Buradan ateş edildi," diyerek zirvenin taşlık olan yamacını gösterdim. Biz ağaçlık olan taraftan geçmiştik.

"Kurt!" Semih'in yukarıdan gelen sesiyle ona baktık. Yanında Ercan, Mert ve Dursun vardı. Uğur yakalanmamıştı anlaşılan.

"Buraya gelin," dedi Emre.

Diğerleri zirveden aşağıya inerken Kurt, Sercan'ın yanına ilerledi. Cesedin durduğu yerden baktığında ne yaptığını anladım. Merminin geliş açısını hesaplıyordu. Benim sesin geldiğini söylediğim yere baktı bir süre.

"Başka bir nişancı varmış burada, Sercan'ı öldüren." Diğerleri yanına geldiğinde nişancının ateş ettiği yeri gösterdi.

"Kim yapmış olabilir ki? Operasyonu bizden başka kimse bilmiyordu. Uğur da Özge'nin yanında şu an." Semih'in sözleriyle anladım.

Uğur, beni takip eden adamın arabasına gece Emre'yle lojman içinde gezerken takip cihazı takmıştı. Başından beri nereye gideceğimi bildiği için şüphe çekmemek adına Emre'nin yanında kalmıştı. Onlar Uğur'un Özge'nin yanına gidip Sercan'ın planını öğrenmeye çalıştığını düşünüyorlarken o benim yanıma gelmişti. Plana göre ben teslim olacaktım, Uğur'un bana o gece verdiği iğneyi adam beni getireceği yerde durduğunda yapacaktım. Sonra da Uğur'un yanıma gelmesini bekleyecektim.

Uğur, beni direkt o adama götüreceğini biliyordu ama Sercan'ın önlem aldığına emindi. Yani birkaç aşamadan sonra güvenlik geçilirse beni Sercan'a vereceklerdi. Buradaki aşamada sırayla dizilmiş nöbetçilerden geçiyordu. Planda olmayan sadece Ufuk'un, yani başka bir nöbetçinin daha beni bulmasıydı. Uğur'dan önce hareket etmiş, yolu yarılamıştım. Başladığımız an Emre'ye mesaj atıp adresi verecekti. Kurt beni kısa süre sonra bulacaktı.

Planda olmayansa Emre'nin zamanından önce bizi bulmasıydı.

"Gamze hadi ekipler gelmeden gidelim." Ben bunları düşünürken Kurt, kolumdan tutup kendine çekti beni.

Gizli bir operasyon olduğu için burada sadece çatışma çıkmış gibi gösterilecekti. Benim ismim bu olayların hiçbirinde geçmeyecekti kayıtlarda. İfade vermeyecek, mahkemede şahitlik yapmayacaktım. Emre bunu en çok benim için istiyordu çünkü bütün olanları anlattığım an herkes öğrenecekti. Bunu asla istemiyordum. Kimseye bir şey anlatmak, açıklamak, bana baktıklarında aldığım yaraları görmelerini istemiyordum.

Belime sarıldıktan sonra geride Sercan'ın cesedini bırakarak yürümeye başladık. Bize doğru gelen Uğur'u gördüğümde durdum. Dikkatlice baktığımda hiçbirinin yara almadığını görünce rahatladım. Her ne kadar kendi isteğiyle bana yardım etmek istese de zarar görmesini istemiyordum. Kurt, Uğur'u gördüğünde durdu.

"Özge'den bir haber var mı?" diye sorduğunda Uğur bana baktı. Özge'nin yanına hiç gitmemişti.

"Anlatacağım," dedim Uğur'a. Bunun aramızda sır olarak kalmasını ben istemiştim ama şimdi görüyordum ki bu bir hataydı. Uğur beni ailesine kabul etmişti ve ben onun ailesiyle arasına sır sokmak istemiyordum.

Kurt'tan bir kez daha bir şey saklamak istemiyordum.

"Neyi anlatacaksın?" dedi kaşlarını çatarak bir bana bir Uğur'a bakarak.

"Eve gidince konuşsak olur mu?" Emre sonunda başını sallayıp onaylandığında Uğur yanımızdan ayrılıp Semih'e doğru ilerledi.

Emre'yle dağın zirvesini beraber çıkarken, yüzleri maskeli yerde yatan cesetlerin içinden geçtiğimizde dahi konuşmadık. Yere bakmak yerine beni yönlendirmesine izin vererek gözlerimi açılmaya başlayan gökyüzüne çevirdim. Bulutlar dağılıyor, gri kasvetli hava yerini mavi gökyüzüne bırakıyordu. Kan kokuyordu şimdi toprak, sabah yağmurun etkisiyle oluşan çim kokusu silinmişti.

Arabaların olduğu yere geldiğimizde Emre kapımı açtı. Arabaya bindikten sonra kapıyı kapatıp, sürücü koltuğuna geçti. Bileklerime hâlâ dikkat ediyordu. Islandığım için üşüyordum, ellerim kan içindeydi, beyaz sargılarım kirlenmişti. Hiçbirini önemsemedim, Emre yanımdaydı artık, güvendeydim. Geldiğimiz yolu sessizce dönerken Emre tek kelime etmedi. Gelecek olan fırtınayı o da hissediyordu, farkındaydı. Sanırım bu daha kötüydü çünkü anlatacaklarımdan sonra bile yanımdan ayrılamayacaktı.

Araba durduğunda Emre'yi beklemeden kapımı açıp indim. Saatler önce çıkmıştım bu kapıdan şimdiyse içeriye söz verdiğim gibi birlikte giriyorduk. Emre anahtarla kapıyı açtığında önce ben girdim.

"Üstümdeki kan, onun kanı. Banyoya girebilir miyim önce?" Sessizce fısıldadığımda başını salladı.

Yukarı merdivenlere çıkıp, odaya girdim. Üstümdeki montu çıkartıp kenara attım. Kapı çaldığında direkt açtım. Emre elinde çantayla içeriye girdi. Yatağın üstüne bırakıp açtığında pansuman malzemeleri olduğunu fark ettim. Yanına giderek yatağa oturdum. Nazikçe bileğimdeki sargıları açtı. Ellerimdeki kan lekelerini pamukla temizledi. Bandajla tekrar sarıp üstüne su geçirmez başka bir bandaj daha yapıştırdı.

"Bileklerin ıslanmaz şimdi, su geçirmiyormuş bu bandaj."

Ellerini tuttum, bana bakıyordu.

"Sana yalan söyledim. Başka bir plan yaptım. Amacım oraya rehine olarak gitmek değildi hiçbir zaman, ben oraya o pisliği öldürmeye gittim. Bizi izleyen adamın arabasına bindikten sonra beni oraya götürdü. Adamı ve nöbetçinin birini etkisiz hâle getirip ilerlemeye başladım. Nöbetçinin silahı vardı, onu aldım yanıma. Sonra Uğur geldi, beni buldu. Sercan'ın yerini tespit ettiğimizde peşine düştüm. Siz de aynı anda içeriye girmiştiniz. Sercan'ı ben öldürmedim ama yapacaktım. Uğur'a kızma Kurt, eğer onun yerinde sen olsaydın aynısını yapardın. Onun ailesi yoktu, sizden önce beni anladı çünkü benim ailemin bir parçasını çaldı o pislik. Üstelik o parça hiç olmayacak." Bütün her şeyi tek tek anlatırken sakince dinledi beni. Ellerini elimden çekmedi ama bedeninin ne kadar gerildiğini hissediyordum.

"Duşunu al sen," dedi sonunda. Ayağa kalkıp kapıya yöneldi.

"Bir şey daha var, Sercan'ın ölmeden önce söylediği bir şey. Doktoru öldürmüş bunu biliyorduk zaten ama beni neden canlı istediğini öğrendim. Kanımdaki zehri istiyormuş, beni silah olarak kullanmak için." Sesim titrerken Emre'ye bakarak konuştum. Son cümlemde gözleri tekrar beni buldu.

"Kanındaki zehrin bilgisi Sercan'la birlikte mezara gömüldü. Bedeninde büyük bir kimyasal silah saklıyorsun. Doktor öldü, formül de onunla gitti. Seni denek olarak kullandılar. Sercan'ın iş birliği yaptığı adamlar da onu kullanıyordu ama Sercan onlara zehrin başarılı olduğunu söylemedi. Sercan'ın hatası doktoru öldürmekti çünkü panzehri elde etmek için her şeyi yapacağımı biliyordu. Parçaları birleştirmek uzun sürdü ama seni öldürmemek için çabalaması her şeyi yerine oturtturdu. Seni canlı istiyordu, böylece büyük bir güç elde edecekti. Başarısız olduğu için de öldürüldü."

Her duyduğum şey daha anlamlı geliyordu ve bu bütün bildiklerimizi değiştiriyordu. Gözlerimi kapattım. Bedenimde kimyasal bir silah, kanıma karışmıştı. Beni denek olarak kullanmışlardı. Emre'nin bana sıkıca sarılmasıyla birlikte gözlerimi açtım. Sıkıca sarıldım, bunlar benim tek başıma kaldıramayacağım kadar ağır şeylerdi. Kalbim yerinden çıkacak kadar hızlı, zaman nefesimi zehredecek kadar yavaş ilerliyordu. Dayanamıyordum.

"Kriz geçirmek üzereyim." Zar zor nefes aldığımda fısıldadım. Emre geri çekildiğinde ellerini yüzüme koydu.

"Derin nefesler al Gamze, gözlerini kapat." Dediklerini yaptığımda beni göğsüne yasladı.

"Biz şu an burada değiliz. Deniz kenarını düşün, dalgalar kıyıya çarpıyor. Masmavi bir gökyüzü, ılık bir meltem esiyor yüzümüzde. Yan yana iki şezlongun üstünde oturmuşuz. Kumsalda bizden başka kimse yok. Senin elinde kitap bir yandan benimle konuşuyorsun diğer yandan seni lafa tuttuğum için bir saattir aynı satırı tekrar okuyorsun. Bundan şikâyetçi olup beni susturmuyorsun, benimle konuşmayı aynı satırı okumaya tercih ediyorsun. Çünkü Gamzeli ne olursa olsun bana geleceğini biliyorsun."

Gözlerimi açtığımda nefesim düzene girmişti, Emre'nin gözleri hâlâ kapalıydı. Uzanıp dudağından öptüm. Emre gözlerini açtığında tekrar sıkıca sarıldı bana.

"Çok kızarsın diye düşündüm, Uğur'la yaptığım planı öğrendiğinde." Başka şeylere odaklan Gamze.

"Bunu daha sonra konuşacağız, cezan olacak tabii ki. Uğur konusunu merak etme, ona senden daha az kızdım. Ayrıca bir teşekkür borçluyum yanında olduğu ve seni koruduğu için." Saçlarımı okşayarak sakince konuştuğunda rahat bir nefes verdim.

"Temmuzda evlenelim." Birden söyleyince Emre gözlerime baktı.

"Ciddiyim, iki ay sonra evlenelim. Artık hiçbir şey kaybetmek istemiyorum. Daimî ve sonsuza kadar yanında olacağım. Bedenim, ruhum ve tüm kalbimle seni seveceğim."

"İki ay sonra," dedi Emre.

Ben banyoya geçerken Emre üstünü değiştirmek için odada kaldı. Yanıma havlu aldım. Banyoya girdiğimde üstümdeki her şeyi çöpe atacağım için kenara çıkarttım. O pisliğin kanı olan hiçbir şeyi kullanmayacaktım. Sıcak suyu açıp bütün vücudumu yıkadım. Saçlarımı üç kez yıkadığımda artık kanın kokusunu almıyordum. Duştan çıktıktan sonra havluya sarılıp banyodan çıktım.

Yatak odasına girdiğimde Emre'nin gittiğini fark ettim. Aşağıya inmişti büyük ihtimalle. Üstümü giymek için valize yöneldim ama temiz kıyafetim kalmamıştı. Emre'nin dolabına yönelip siyah kapüşonlu sweat ve gri eşofmanını aldım. İç çamaşırlarımın üstüne giydikten sonra saçlarımı taradım. Kirlileri de alıp banyoya geri döndüm. Çamaşır makinasını çalıştırdıktan sonra merdivenlerden indim.

"Selam Gamze." Semih'in sesiyle salona baktım. Herkes buradaydı.

"Sana ne oldu?" dedim Uğur'u görünce.

"Kurt teşekkür etti," dedi yüzünde büyük bir morlukla. Gözünün birisi kapanmak üzereydi neredeyse.

"Emre, ah Emre!" dedim içim acırken. Mutfağa girdiğimde çay doldurduğunu fark ettim.

"Uğur'un hâli ne öyle? Haşat etmişsin, bir de teşekkür edeceğim dedin!" Sakince bana baktıktan sonra gülümsedi.

"Dediğimi yaptım Gamzelim, teşekkür ettim. Benim teşekkür yöntemimi beğenmiyorsanız bu sizin sorununuz," dedikten sonra göz kırptı.

Yerimde resmen tepinirken ne dersem diyeyim ancak kendim sinirleneceğim için pes ettim. Buzluğu açıp içinden buz kalıbı çıkarttım. Kullanılmamış mutfak bezine buzları sardıktan sonra salona geçtim. Emre ve diğerleri oturmuş çay içiyorlardı. Elimdeki buzu Uğur'a uzattığımda aldı.

"Özür dilerim, benim yüzümden," dedim. Buzu gözünün altına koyduğunda zor da olsa tebessüm etti.

"Hak ettim Gamze, bu yüzden onun bebek yüzünde bir şey yok." Bu durumda bile dalga geçebiliyorlardı.

"Ağlama Fişek, Kurt ezdi geçti," diye güldü Ercan.

"Görmeliydin Gamze, Uğur içeri girdiği anda geri çıktı," diye katıldı Mert.

"Uşağum uçtu da." Dursun nerede kaldı diyordum ben de.

"Uğur sen onlara bakma, sana borçlandım. Eğer bir gün kız kaçırma olur, bunlardan birine karşı yapacağın plan olur söz yanındayım." Minnetle baktığımda Uğur başını sallayıp onayladı çünkü konuşacak pek hâli yok gibiydi.

"Yapın, yapın siz ancak plan yapın. Tabii bir daha ikiniz yalnız kalırsanız."

Emre'nin sözlerinden sonra yanındaki boş yere oturdum. Aslında planı yaparken Dursun, Mert ve Ercan da oradaydı ama sürekli kendi aralarından konuştukları için bizi duymadılar. Bir de anlamıştım ki ağlayacak bir kadın görünce ne yapacaklarını şaşırıyorlardı. Emre'ye sanırım bunu söylemesem daha iyi olurdu. Bana uzattığı çayı aldığımda içim ısındı. Herkes sessizleşince Emre'nin durumu söylediğini anladım. Sercan ölse bile benim artık göz önünde olmamam gerekiyordu.

"Yurt dışına mı çıksanız bir süre ortadan kaybolsanız." Mert önerisini sunduğunda Kurt'un bunu yapmayacağını biliyordum. Kaçmazdı.

"Tedavi için tekrar doktorlarla konuşalım, belki bir gelişme olmuştur." Semih hâlen umut ediyordu, ben bile pes etmeye yaklaşmışken.

"Askeriyeye taşının bir süre, odalardan ikisi boş. Bir süre içeride kalın." Ercan'ın çözümü de kesin değildi. Ne kadar kalacaktık, içerideki hainler, ya onlar ne olacaktı?

"Evlenun benca Komitanum, Gamze hocamun soyadu değişur." Ah be Dursun onu da denedik Ankara'da, olmadı.

Hepsine tek tek baktım, en sonunda Emre'nin gözlerinde kaldım. Elini tuttuğumda bana doğru döndü. Yüzümde tebessüm oluşurken, derin bir nefes aldım ve aklımdan geçenleri gözlerine bakarak söyledim.

"Benim daha kesin bir çözümüm var. Üniversite mezunuyum, sadece 6 ay eğitim görüp mezun olabilirim. Asker olmak istiyorum ben de."

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız lütfen.

 

Instagram: DeeinDeniz

Bölüm : 14.12.2024 20:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...