
Emre elindeki çay bardağını yere düşürdüğünde bardağın kırıkları her yere dağıldı. Sıcak çay üstüne gelmemişti, buna da şükür.
"Süpürgeyi alıp geleyim, kırıklara dikkat edin," dedim ayağımda ev terliği olduğu için rahatça kalkıp.
Herkese tek tek baktığımda donup kalmışlardı, hadi ya bu kadar mı beklemiyorlardı? Kenardan geçerek Emre'nin alt katta boş duran odaya koyduğu süpürgeyi almak için ilerledim. Oda daha çok ardiye gibiydi, elektrikli süpürge, birkaç tamir aleti, çamaşırlık, ütü falan buradaydı. Kapıyı açıp, kenarda duran süpürgeyi aldıktan sonra içeriye geri döndüm.
"Ben hallederim," dedi Emre elimden süpürgeyi alıp. Mutfaktan bez aldım, Emre kırıkları süpürürken ıslattığım bezle çayın sıçradığı yerleri sildim.
Emre süpürgeyi geri odaya götürürken ben de bezi mutfağa bıraktım. Karşı çıkmasını bekliyordum ama böyle bir tepki beklemediğim ortadaydı. En fazla ne saçmaladığımı sorar ya da kesinlikle hayır derdi. Ama böyle sessiz kalması bir garipti, anlayamıyordum.
"Bence bu daha iyi bir fikir," diyerek ilk konuşan Semih oldu yerimize geri oturduğumuzda.
"Emre sen ne düşünüyorsun?" dedim yan tarafımda oturan nişanlıma dönerek. Gözleri beni bulduğunda yüzünde ciddi bir ifade vardı.
"Sen ayakları yere basan çok güçlü bir kadınsın. Ne istersen onu başarırsın, her konuda arkandayım. Benden izin almak, kabul ettirmek gibi bir şey söz konusu bile değil. Asker mi olmak mı istiyorsun karar senin." Sözlerindeki ciddilik beni afallattı çünkü altında bilmediğim bir Emre vardı. Bu kadar içten konuşmasını beklemiyordum.
"Ama sen istesen bile asker olamazsın Gamze, izin vermezler," diye ekledi sonrasında.
"Neden ki? Çok iyi silah kullanıyor, Cahit abi üniversiteye giderken yakın dövüş dersi aldırmış Gamze'ye. Bu konuda da oldukça yetenekli," diyerek Uğur görüşünü bildirdi. Oldukça mantıksal yönden yaklaşıyordu.
"Bunlardan rahatlıkla geçeceğine eminim ama psikolojik sınavda kalır. Sinir krizleri geçiriyor, tedavi görüyor ve hayatı alt üst oldu. Oradaki eğitim ve baskı hakkında hiçbir fikri yok, seni en çok yara aldığın şeyden hedef tahtasına oturtuyorlar. Ayrıca psikolojik tedavi görüyorsun, sınavlara girmene izin verseler bile öğrendikleri anda geçersiz sayarlar."
Gözlerine baktığında orada bana inanan ama zarar göreceğimi bilen bir adam vardı. Asker olmayı zaten zor bir şekilde kabulleneceğini, isteklerime saygı duyacağını biliyordum ama o bunu yapamayacağımı bana direkt değil, mantıklı bir şekilde anlatıyordu. Duygusal yönden değil, somut olarak ele almıştı bütünüyle.
Haklıydı.
Psikolojik olarak gerçekten çok fazla yıpranmıştım, oradaki eğitimi her türlü geçerdim ama bana uygulayacakları en ufak psikolojik baskıda dağılırdım. Geçmiş Pandora'nın kutusuydu ve ben onu açamazdım. Açarsam zar zor kurduğum dünyam başıma yıkılırdı.
"Daha iyi bir fikri olan var mı?" Sorumla birlikte herkes asker olmam konusunu kapattığımı anladı.
Emre elimi tuttuğunda tebessüm ettim. Asker olmayı istiyordum, bunun içinse önce psikolojimi düzeltmem gerekiyordu. Belki öğretmen olarak yeni açmış çiçeklere can suyu olurdum. Vatanın her karış toprağı bizimdi, emek emek işleyecektik cevherleri.
"Sercan'ın iş birliği yaptığı adamlarla ilgili herhangi bir bilgimiz yok mu şimdi? Kimdir, nedir hiç bilmiyoruz ve elde var sıfır sonuç. Vural'ı aradın mı?" Ercan'ın isyan ederek Emre'ye bakmasıyla bu konuyu ben de merak ettiğim için sessizce konuşmasını bekledim.
"Vural'ı aradım ama telefonuna ulaşılamıyor, görevde olabilir. Amcamla konuştum, Sercan'ın geçmişe dönük telefon kayıtlarını çıkartacağız. Bir de şu çavuş tutuklandı, sorgusuna gireceğim. Neler biliyormuş öğreneceğiz. Bir yerden başlayacağız ve yolumuzdan ayrılmayacağız. Bizim için şu an en iyi haber Gamze'den haberlerinin olmaması." Son cümlesinde gözlerime baktı Kurt, kararlıydı hepsinin canını alacaktı.
"Yarın izin alır mısın Haşim Albay'dan? Doktora gitmek istiyorum."
Tedavi için ne olursa olsun kabul edeceğimi ve deneyeceğimi söylemiştim. Öyle de yapacaktım, şansımı bir kez daha deneyecektim. Eğer tedavi işe yarar da bu pis kandan kurtulursam peşime düşmeleri için hiçbir sebep kalmazdı.
"Gideriz." Emre gözlerini benden ayırmadan cevap verdiğinde tebessüm ettim.
"Sizin yatma vaktiniz gelmedi mi?" diyerek diğerlerine döndü sonra da.
Derin bir nefes alırken diğerleri gülüyordu. Emre'nin onları ilk kovuşu değildi, son da olmayacaktı galiba. Hepsi bu duruma alışık oldukları için yerlerinde oturup, çaylarını içmeye devam ettiler.
"Ben acıktım yalnız, yemek yiyelim," dedim Emre'ye inat hepsini yemeğe davet ederek.
"Yengelerin bir tanesi işte ya," diyerek elini yumruk yapıp havaya kaldırdı Ercan büyük bir heyecanla.
"Zahmet etmeseydin Gamze, askeriyede de yeriz biz," dedi Mert biraz daha mahcup durarak.
"Oğlum sürekli kara şimşek yiye yiye içimde şimşekle çakıyor artık." Ercan karnını tutarken güldüm.
"Ha bu uşakta anasu babasu nerde yanluş yapmuş?" Dursun, Ercan'a bakarak başını iki yana sallayıp konuştu.
Hepsini birbiriyle didişirken bırakıp, mutfağa geçtim. Fazla kişi olduğumuz ve hazırlığımız olmadığı için makarna yapmaya karar verdim. Basit ve hızlıydı. Büyük bir tencerenin içine su doldurduktan sonra ocağa koydum. 2 paket çubuk makarna çıkarttım, ancak yeterdi içerdekilere.
"Ben ne yapabilirim?" Emre'nin sesiyle kapıya doğru baktım, yanıma geldiğinde belimden sarıldı.
"Salatayı yapabilirsin," dedim yanağından öperek.
"Üstündekiler çok yakışmış, hep görmek isteriz." Burnunu burnuma sürttüğünde kıkırdadım.
"Siz yeter ki isteyin Kurt Bey."
Emre üstündeki sweatin kollarını yukarı çekip ellerini yıkadı. Salata malzemelerini dolaptan çıkartırken ben de yoğurt çıkartıp, ayran yaptım. Kaynayan suya makarnaları atarak, sosu yapmaya başladım. Beraber mutfak masasına sofrayı hazırladık. İkimizin de omuzlarındaki yükten birazı gitmişti bugün. Kalbimize çöken ağırlık hafiflemişti. Bir ölüm yapar mıydı bunları? Yapıyordu işte.
"Daldın," dedi Emre arkadan belime sarılıp boynumu öptüğünde.
"Hadi diğerlerini çağıralım, çok acıktım," dedim makarnanın sosunu karıştırıp. Emre saçlarımı koklayıp geri çekildiğinde yine içim titredi.
Her defasında, ilk kez sarılıyormuş, öpüyormuş, kokluyormuş gibi hissetmem normal miydi?
Kalbim yine yerinden çıkarcasına attığında şükrettim. Beni bu kadar çok seven bir adam yanımda olduğu için. Daha önce hiç tatmadığım bir sevgiyle beni sardığı ve hata yapsam, düşsem dahi elimden tutup kaldırdığı için. Tarifi mümkün olmayan bir mutluluk veriyordu bana bu kaosun içinde.
Emre diğerlerini de çağırınca hep birlikte oturduk. Yemeğimizi yerken bir yandan da operasyonla ilgili konuşuyorlardı. Gizli bir operasyon olduğu için yine istihbarat almıştı cesetleri. Sercan daha önce öldü olarak bilindiği ve kimseye yaşadığı açıklanmadığı için duyurulmadan mezarına geri gömüldü. Yanındaki adamların hiçbirinden ne telefon ne kimlik hiçbir şey çıkmamıştı. Ben de telefona hayır kampanyası yapıyorlar sanmıştım ama adamlar modern çağa tövbe etmişler.
"Kim oldukları nasıl belirlenecek o zaman?" diye sordum makarnamdan bir çatal daha alarak.
"Kayıp başvurularına bakılacak ama oradan da sonuç çıkacağını sanmıyorum. Bu adamlar kimsesiz bence sokaktan toplatılıp eğitiliyorlar. Eğer sokaktan seni biri kurtarıyorsa iki seçim hakkın var." Semih'in anlattıklarıyla bunların gerçek dünyada yaşandığını düşünmek bile beni tedirgin ediyordu.
"Nedir?" diye sordum.
"Ya paralı asker olursun birilerinin elinde ya da çetelerin eline düşersin. Paralı askerler yani kiralık katiller bir oluşuma hizmet eder. Paravan olan şirketler var bunun için hizmet veren. Çetelerse ikiye ayrılıyor, uyuşturucu işinde genelde küçük yaştaki çocuklar kullanılır, sokak çocukları." Semih, Emre'ye baktıktan sonra cevap vermişti bana.
"Küçücük bir çocuktan, katil yetiştirmek inanılır gibi değil." İştahım kaçtığı için çatalımı tabağa bıraktım.
"Daha kötüleri de var," dedi Uğur ve devam etti. "Yetiştirme yurdundan kaçan bir arkadaşım vardı daha on iki yaşındaydı o zaman, ben de on üç. İlk önce sıcak yemek ve yatacak yer verip kandırıyorlar sonra bunun karşılığı olarak uyuşturucu sattırıyorlar. Bu bataktan kurtulamasın diye uyuşturucu bağımlısı yapıyorlar çocukları. On dört yaşında yüksek dozda uyuşturucudan öldü, bizim yetimhaneye kayıtlı olduğu için polisler gelmişti o gün. Müdürle konuşurken duydum öldüğünü. Ara sıra ben okuldan çıktıktan sonra yetimhaneye giderken yanıma uğrardı. Uzun zamandır gelmemişti ki nedenini o gün öğrendim, ölmüş meğerse."
Boğazıma öyle bir yumru oturdu ki nefessiz kaldığımı hissettim.
Uğur... Öyle çok acı dolu geliyordu ki bana şu an, başından beri benim için hep bir kapalı kutu olmuştu. Şimdiyse o kutu aralandıkça keşke hiç açılmasaydı demekten kendimi alamıyordum. Neler yaşamıştı da hayat onu bu kadar erken olgunlaştırmıştı? Merak ediyordum bir yanda da çünkü o kadar çok anlatacağı şeyi varmış gibi duruyordu ki belki sorsam dağları yerle bir ederdi anlatacakları.
Bazıları çocuk sahibi olmak için her şeyini vermeye hazırken, bazıları bunun kıymetini bilmeyecek kadar kötüydü. Ben burada sevdiğim adamdan bir parça için ölümü göze almışken, canının parçasını sokağa atanlar vardı. Nasıl bir adaletsizlik bu? Oturduğum sandalyeden bir anda kalkıp mutfaktan çıktım. Merdivenlere yönelip basamakları çıkarken peşimden gelen Emre'nin ayak seslerini duyuyordum. Odaya girdiğim anda beni kolumdan tutup kendine çekip, sıkıca sarıldı.
"Uğur çok iyi birisi Emre. Neden istememiş, sevmemişler ki onu? Bunların hiçbirini yaşamayı hak etmemiş, yazık değil mi?" Ağladığım için sesim titrerken zar zor konuştum.
"Dünya adil değil Gamzelim. Hangimiz başımıza gelenleri hak ediyoruz ki? Her yağmurdan sonra gökkuşağı çıkar ve biz unuturuz biraz önce yağan sağanağı. Uğur için hâlen yağmur yağıyor ve bir gün benim gökkuşağımın karşıma çıktığı gibi onun da gökkuşağı karşısına çıkacak."
Elleri saçlarıma giderken okşayarak, sakince konuştu benimle. Uğur için her şeyin iyi ve güzel olmasını istiyordum. Karşısında ağlamak istemediğim için kalkmıştım yanlarından. Daha önce hiç ağlamayan ben bir günde iki defa ağlayarak kendi rekorumu kırmıştım. Gözyaşlarımı silip, gülümsedim.
"Umarım Emre, umarım o da kendi gökkuşağına sarılıp bütün acılarını unutur." Uğur'a en içten dualarımı ettim, yolunun açık olması için.
Emre geri çekildiğinde şakağımdan öptü. Elimden tutup, yatağa yönlendirdi. Pikeyi açtıktan sonra yatağa yattım. Kendimi çok yorgun hissediyordum hem ruhsal hem de bedensel olarak. Emre saçlarımı okşarken gözlerimi kapattım. Uyku gitgide beni esir alırken karşı koymadım.
Emre'den
Gamze uyuyunca üstünü örtüp saçlarından öptüm. Derin bir nefes alıp, sessizce odadan çıktım. Bugün bir kez daha ispat etmişti ne kadar güçlü bir kadın olduğunu. Onu bulduğumda aklımdan çıkmıyordu hâli. Üstü başı kan içinde elinde bir silahla o şerefsizin cesedinin yanına dizleri üstünde yere çökmüştü. Başından itibaren Gamze'nin uzak kalmasını istememin nedeni buydu. Eğer elindeki silahla o şerefsizi öldürseydi ömür boyu kâbuslarında görecekti. Aklı ona bunun doğru olduğunu söylese bile Gamzeli vicdanına sahip çıkamazdı. Elleri kana bir kez bulanırsa geri dönüşü olmazdı.
Aşağıya indiğimde mutfağa geçtim. Masayı toplamış, oturuyorlardı. Kimsede yemek yiyecek hâl kalmamıştı zaten olanlardan sonra. Sırf Gamze acıktım dediği için ona ayak uydurmuşlardı. Gamze bile bilmiyordu herkesi bu kadar etkilediğini. Sadece ben değil, diğerleri de üzülmemesi için çabalıyorlardı. Herkese kendini sevdirmişti güzel kalpli kadın.
"Uğur nerede?" dedim göremeyince.
"Dışarıda sigara içiyor, kendini suçladı galiba Gamze bir anda kalkıp ağlayarak gidince." Semih'in cevabıyla birlikte kapıya yöneldim.
Gamze kendini çok fazla sıktığından fark etmemişti ama daha masadan kalkmadan gözyaşı akmaya başlamıştı. Uğur için de kolay değildi, eski anılarını ne zaman hatırlasa içine kapanırdı. Gerçi ne zaman açılıyor o bile belli değildi. Daha önce bize birazını anlatmıştı ama genel şeylerdi bunlar. Masada anlattığı olayları biz de ilk defa duyuyorduk.
"İkram edersin artık," dedim yanında durduğumda. Paketi cebinden çıkartıp, bana uzattığında bir dal aldım. Çakmağını uzattığında sigaramı yaktım.
"Gamze nasıl?" Uğur'un sorusuyla sigaramdan derin bir nefes alıp cevap verdim.
"Ağlayarak uyudu, bir daha onun yanında bunları anlatma Uğur. Gamze zaten çok merhametli bir kadın ama bu son olaylardan sonra daha da hassaslaştı. Psikolojisi daha fazlasını kaldıramayacak kadar doldu." Uğur'u uyarmak istememin tek nedeni Gamze'nin üzülmesi değildi, hatırladıkça kendine de eziyet ediyordu.
"Kusura bakma Kurt, düşüncesizlik ettim. O an düşündüm ki eğer o çocuğun senin gibi babası, Gamze gibi annesi olsa hayatı nasıl olurdu. Gamze'nin ne düşündüğünü anlıyorum, o bu duygudan mahrum kalırken, insanların ne kadar acımasız olduğunu düşündü. Pişman oldum, anlattıktan sonra aklıma geldi." Yere bakarak konuştuğunda aslında o çocuğun yerine kendini koyduğunu da biliyordum. Sıcak bir ailesi olsaydı ne olurdu, bunu düşünmüştü Uğur.
"Senin ailen var Uğur. Biz senin aileniz, abin, kardeşiniz biz senin. Oğlum ben senin için canımı veririm," dediğimde Uğur'un bir bakışı vardı ki ölsem unutmam, küçük çocuk gibiydi.
"Ben de senin için kurşun atar, kurşun yerim," dedi elini omzuma koyarak.
"Oo duygusal buluşma, Gamze'yi uyuttun kaçamak mı yapıyorsunuz?" Ercan'ın alaylı sesiyle bize doğru geldiklerini gördüm.
"Oğlum ben hep biliyordum bunların arasında bir şey olduğunu zaten. Baksana el omuzda, göz göze." Semih gülerek de katıldı Ercan'a. Sigaramı söndürüp onlara döndüm.
"Ha uşakları rahat birakun da, rahatsuz etmeyalum." Laz eksik kalmaz tabii.
"Gamze'ye aldatıldığını ilk ben söylerim o zaman." Mert'le Ercan el sıkışınca Uğur'a döndüm.
"İyi ki varsınız lan," dedi hepsine gülümseyerek bakarken Uğur.
"Burada sarılmamız gerekiyorsa beni es geçin, bu herifin ayak kokusunu yeterince çekiyorum," diyerek Uğur geri geri gitmeye başladı, Ercan'ı göstererek.
Uğur'la, Ercan çıktığımız bir operasyonda geçen yıl birlikte aynı mağarada kalmışlardı. Sınırda yine kaçakçılık ihbarı almıştık. Haşim Albay kontrol için beni, Semih'i, Uğur'u, Ercan'ı görevlendirmişti. Doğru olup, olmadığını teyit edecekti ve operasyon için emir verilecekti.
İhbar asılsız çıkmıştı, biz de geri dönüş yoluna geçmiştik. Arabanın lastiği patlamıştı, sınıra yakın olduğumuz içinde etrafta orduevi ya da karakol gibi bir yer yoktu. Gece geç saat olduğundan sabahı beklememiz gerekiyordu. Yakındaki köylere gidip kimseyi rahatsız etmemek için arabanın yakınında kaçakçılık için kullanılan mağaralardan birine girdik.
Bu mağaralara sınırdan geçecek mallar istifleniyordu genelde. Daha önce çok kez baskın yaptığımız için yerlerini kolayca buluyorduk. İç içe geçmiş odacıklar şeklinde oluşuyordu. Mağara diyorduk ama bunlar insan eliyle yıllar önce yapılmıştı. Sırayla nöbete durarak kısa sürelerle uyumuştuk, bu sırada Ercan nasıl yaptıysa Uğur'un burnunun dibine sokmuştu ayaklarını. Uğur'un bütün gece Ercan'a sövmesini dinledik.
"Siktir git lan, sen kim benim kaslı vücuduma sarılmak kim? Açılmamış goncayım ben daha." Ercan kollarını bedenine sardı gözlerini kısıp.
"Tohumluk gonca seni," dedim başımı iki yana sallayarak.
"Biz artık gidelim, siz de dinlenin Emre. Bir şey olursa haberleşiriz." Herkes Mert'i onaylayınca onlar askeriyeye geçerken ben eve girdim.
Merdivenlerden çıkıp, üst kattaki banyoya girdim. Ellerimi yıkadıktan sonra dişlerimi fırçaladım. Gamze'nin sigara kokusunu sevmediğini biliyordum. Üstümdeki sweati çıkartıp, kirli sepetine attım. Banyodan çıkıp Gamze'nin uyuduğu yatak odasına sessizce girdim. Geçen gün üstümü değiştirirken beni kendisine çektiğinde karşı koymak yerine dediğini yaparak yanına yatmıştım direkt. Uyanınca yüzündeki şaşkınlığı hatırlayınca gülümsedim. Evlilik konusunu hızlandırmak için elimden ne geliyorsa yapmıştım iki ay, sayılı gün çabuk geçerdi.
Dolaptan tişört çıkartıp, üstüme giydikten sonra pikeyi bacaklarının arasına sıkıştırıp yatan güzel kadına baktım. Saçları biraz daha uzamıştı, omuzlarına değiyordu artık. Yastığın üstünde dağılmış saçlarına dokunmak istedim ama kıyamadım, ellerini yastığın altına koymuştu. Çok güzeldi. Gece çok deli yatıyordu, bacağını, kolunu sürekli üstüme atıyordu. İlk zamanlar sıçrayarak uyanıyordum ama şimdi alışmıştım artık. Gamze'nin olduğunu kokusundan anlıyordum ve uyumaya devam ediyordum.
Yatağın diğer tarafına yattığım gibi bana doğru döndü. Ben onu ne kadar hissediyorsam, o da benim varlığımı hissediyordu. Başını göğsüme yaslandığında huzurla derin bir nefes aldım. Gamze'ye sarıldıktan sonra gözlerimi kapattım.
Gamze'den
Gözlerimi açtığımda Emre'nin sıcaklığıyla ısındığımı hissettim. Başımı biraz kaldırdığımda derin bir şekilde uyuyordu. Kaç gündür doğru düzgün dinlenmediğini, sürekli düşündüğünü biliyordum. Sessizce yataktan kalktığımda ilk kez uyanmadı. Sanırım birlikte uyumaya alışmıştık.
Şifonyerin üstündeki telefonumu alıp, aşağıya indim. Annem aramıştı ama telefon sessizde olduğu için duymamıştım. Annemi geri arayıp konuşurken kendime kahve hazırladım. Kısa cümleler kurarak iyi olduğumu söyledim. Babam yeni bir kursa yazılmıştı, annem komşusu Serpil ablayla birlikte kahve içiyordu. Onlar için sıradan bir gündü.
"Anne, biz Emre'yle karar verdik. Temmuzda düğünü yapalım diyoruz," dedim bunu da aradan çıkartmak için.
"Temmuza iki ay var, yetişir her şey. Korkmadım değil biz evlendik diye çıkıp geleceksiniz diye." Aslında onu da bir ara düşünmedim değil.
"Yok anneciğim siz olmadan düğün falan olur mu? Nişan aceleye geldi ama düğüne daha iki ay var, beraber yaparız bütün hazırlığı," dedim.
Anne ben Emre'yle yaşıyorum zaten, kalan eşyalarımı bir bavula koyup göndersen yeter.
"Benim güzel kızım, damadıma selam söyle ben bir Zeynep Hanım'ı arayım," diyerek neşeyle konuştu annem.
"Anne bırak Emre konuşsun ailesiyle, kendi haber vermek istiyordur belki." Kahvemi karıştırırken, telefon bir anda elimden gitti.
"Siz istediğiniz gibi konuşun ayarlayın Zeliha anne, bakma sen bu kızına," dedi Emre bana göz kırparak.
Sonra da beni hiç takmadan "Babama çok selamlar, görüşürüz," diyerek telefonu kapatıp bana verdi.
Annemle benden iyi anlaşmasına kızsam mı sevinsem mi bilemedim. Annem beni Emre'nin annesinden kıskanınca gülüp geçmiştim ama aynı şeyi ben yaşıyordum şu an. Kendi kendime güldüğümde Emre yanağımdan öptü.
"Ne gülüyorsun yine?" Ellerini dağınık olan saçlarından geçirip daha çok dağıttı. O kadar güzel göründü ki o an.
"Annemle aranız çok iyi ona gülüyorum. Gören beni gelin, seni oğlu zanneder," diyerek cevap verdim.
"Benim annem için de aynı şey geçerli. Gerçi seni sevmeyen yok Gamzelim."
Diğerleri ben uyuyunca gitmişti sanırım. Uğur'a da ayıp olmuştu, konuşup durumu yanlış anlamamasını söylemek istiyordum. Emre kendine de kahve alınca beraber salona geçtik. Telefonum çalınca abimin aradığını fark ettim. Bizim yaptığımız plandan haberi yoktu, özellikle bilmemesini istemiştim. Çünkü benim geri rehine olarak verileceğimi öğrense imkânı yok göndermez, sorun çıkarırdı.
"Abi," diyerek açtım telefonu.
"Prensesim ne yapıyorsun?" Arkadan Turan'ın sesi geliyordu.
"İyiyim abi, kahve içiyoruz Emre'yle oturduk. Sen nasılsın? Paşamın sesi geliyor, o nasıl?" Seda'nın durumundan sonra abim bugün izin almıştı, askeriyede de yoktu tüm gün.
"Biz de iyiyiz halası. Turan'ı sana bir saatliğine bırakabilir miyim diye soracaktım. Seda'yı doktora götüreceğim," dedi abim.
"Tabii abi, bakarım ben paşama." Emre bana bakarken sessizce Turan geliyor dediğimde tebessüm etti.
"10 dakika geliyoruz," dedikten sonra abim telefonu kapattı.
Seda'nın neden hastaneye gittiğini sormadım çünkü onunla ilgilenmiyordum. Abim gerekli görseydi zaten açıklardı. Belki psikoloğa götürüyordu, zaten onu bizim gözümüzle gören herkes direkt ne kadar ruh hastası olduğunu anlardı. Gerçi Seda iyi rol yapıyordu, bunca yıl abime oynadığı o göz boyama oyunları sayesinde evlenmişlerdi ne de olsa.
"Çok özlemiştim iyi oldu, bir saat de olsa göreceğim," dedim bu bizim ilk hala-yeğen buluşmamızdı. Bir öncekini Seda mahvettiği için onu saymıyordum.
"Aynen sevgilim, ben de ilk defa göreceğim miniği." Emre'nin de yüzünde oluşan gülümsemeyle içimi çektim.
Biraz sonra kapı çaldığında abim Turan'ı eşyalarıyla birlikte getirdi. Karnı yeni doymuştu ama her ihtimale karşı Seda'nın sütünden biberona da koymuşlardı. Abim giderken Turan kucağımdaydı, Emre de eşyalarını almıştı. Daha bu ayın sonunda iki aylık olacaktı, çok küçüktü. Mis gibi kokusunu içime çektim. Kucağımda gözleri açık meraklı bir şekilde etrafa bakıyordu. Öyle masum, öyle savunmasızdı ki insanın sarıp sarmalayıp bütün kötülüklerden koruyası geliyordu. Boncuk gözleri bana bakarken beni tanımış gibi sessizdi.
"Çok güzelsin," dedim.
"Bence de fazla güzelsiniz." Emre'ye baktığımda ikimizin birlikte fotoğrafını çekmişti. Yüzüm görünmese bile çok güzel çıkmıştı. Sonra Emre bir sürü fotoğrafımızı çekti Turan'la.
"Hadi sen kucağına al, ben de sizin fotoğrafınızı çekeyim," dedim Emre'ye ayağa kalkarak.
"Gamzelim çok küçük şimdi ben fark etmeden bir yerini incitirim. Senin kucağında hem uslu uslu duruyor," dediğinde başımı salladım.
Aslında neden almak istemediğini biliyordum. Ben buna alışmaya, kabullenmeye çalışıyordum ama Emre için de zordu. Bana söylediği o kadar güzel hayalleri vardı ki...
Darısı anneliğine.
Sana benzeyen bir kızımız olsun istiyorum.
Kızımızın ismini ben buldum, oğlumuzun ismini sana bırakıyorum.
Bakışlarımı Emre'den çekip geri oturdum. Bir süre sonra Turan kucağımda uyuyakalmıştı. Ana kucağının içine geri yatırıp, üstünü örttüm. İlk aylarda bebekler çok fazla uyuduğu için normaldi. Günün ancak sekiz, dokuz saatini uyanık geçiriyorlardı. Uyurken bir süre izledim, bir daha ne zaman görecektim bilmiyordum. Abim sık sık getirmek istese bile Seda izin vermeyebilirdi. Ama ben yine de Turan'la aramızda güzel bir bağ oluşacağını hissediyordum. Benden başka halası yoktu ya da bir amcası. Ona çok iyi bir hala olacaktım.
"Uyudu mu ufaklık?" dedi Emre yanıma oturduğunda.
"Evet. Uyurken bile kopamıyorum. Sanırım abime çekmiş, annem abimin hep sessiz, sakin bir bebek olduğunu söylerdi." Turan'ın da abime çekmesi için çok dua etmişti, Seda yüzünden.
"Sen nasıl bir bebekmişsin?" Ona doğru dönüp gülümsedim.
"Çok yaramaz bir bebekmişim. Annem bütün gece uyumadığımı, gündüzleri uyuduğumu söylerdi. Kadın da bütün gece ayakta, gündüz de abimle ilgilenip çok yoruluyormuş. Geç yaşta çocuk sahibi olmuşlar. Annem 30 yaşında abimi, 34 yaşında beni dünyaya getirmiş. 10 yıl evlat hasreti çekmişler evlendikten sonra, annem hiç pes etmemiş. Bu süre içinde tedavi görmüş en sonunda önce abime hamile kalmış, sonra da bana," diyerek anlattım Emre'ye.
"O zaman annene bir kez daha teşekkür etmeliyim, asla pes etmediği için." Beni kendine çekip sarıldığında başımı boynuna gömdüm.
Turan uzun bir süre uyudu. Bu süre içinde Emre, Semih'in getirdiği operasyon dosyasını doldurdu. Ben de derslerde yaptığım testleri puanladım. Bugün ders vermemiştim ama yarın öğleden sonra derslere devam edecektim. Sabah doktora gidecektik.
"Halasının bir tanesi acıkmış mı?" dedim Turan uyandığında.
Biberondaki süt oda sıcaklığında üç saat durduğu için ısıtmaya gerek yoktu. Turan'ı yerinden kaldırıp üstüne yelek giydirdim, yeni uyandığı için. Kucağıma aldığımda sesler çıkartmaya başladı. Biberonu uzattığımda gerçekten acıktığını anladım. Sütü bitirdikten sonra sağ tarafıma doğru yatırıp, sırtını hafifçe ovaladım. Gazını çıkarttığında, koltuğa battaniyesinin üstüne yatırdım tekrar.
"Bakalım halana ne sürpriz yaptın," dedim altını açarak. Bezini değiştirdikten sonra geri giydirdim. Rahatlamış gibiydi.
Kapı çaldığında Emre açtı. Abimi gördüğümde gitme vaktinin geldiğini anladım. Turan'ı geri ana kucağına yatırıp, eşyalarını hazırladım. Biberonunu mutfakta yıkadıktan sonra çantasına geri koydum. Bebekler öpülmez, koklanırdı. Tenleri çok hassas olduğu için kolaylıkla hasta olabilir ya da mikrop kapabilirlerdi.
"Yine getirirsin değil mi abi?" diye sordum Turan'ı kucağına verdiğimde.
"İlk fırsatta prensesim," dedi güvence vererek.
"Karnını doyurdum, biberondaki sütü bitirdi. Biberonu Seda'ya söylersen daha iyi yıkar, sıcak suyla çalkaladım sadece şimdi gideceğiniz için. Altını da yeni değiştirdim." Emre bebek çantasını verince abim teşekkür edip gitti. Zaten evleri yürüme mesafesinde olduğu için arabaya gerek duymamıştı. Onlar giderken bir süre arkalarından bakıp kapıyı kapattım.
"Gel hadi pizza söyleyelim, güzel bir film izleriz," dedi Emre elimden tutarak.
Beraber televizyonun karşısındaki koltuğa oturduk. Emre belime sarılırken, ben de göğsüne yattım. Pizza siparişi verdikten sonra televizyonu internete bağlayıp film açtı. Biraz sonra pizzalarımız da geldi, film izlerken yedik. Sabah erken kalkıp, hastaneye gideceğimiz için odaya çıktık. Emre'yle her gece beraber uyumaya alışmıştım ve bu bana huzur veriyordu.
"Ne düşünüyorsun?" dedim yan tarafıma dönüp gözlerine bakarak.
"Bütün bunların içinden bir şekilde çıktık. Hayat bize iyisiyle, kötüsüyle bir sürü anı verdi. Bize daha iyi anılar oluşturmak istiyorum." Bunu ben de her şeyden çok istiyordum. Elimi yüzüne koyup gülümsedim.
"Birlikte daha çok vaktimiz olacak o anıları oluşturmak için." Emre sözlerimle birlikte gülümsedi.
O uyumak için yatağa giderken, ben de banyoya girip dişlerimi fırçaladım. Elimi, yüzümü yıkayıp saçlarımı taradım. Aynaya baktığımda bundan bir sene önceki Gamze'yi göremiyordum. Daha güçlü bir kadın vardı artık karşımda. Sevdikleri için gözünü kırpmadan ateşe atlayacak, adam öldürecek bir kadın. En güzeli de Kurt'un sevdiği kadındı aynadaki.
Banyodan çıkıp, odaya döndüğümde Emre telefonunun alarmını kuruyordu. Işığı kapatıp, yanına ilerledim. Her gece olduğu gibi yanına yattım ve Emre beni göğsüne çekti. Gözlerimi kapattım. Ne kadar bugün uyumuş olsam da kendimi hâlâ yorgun hissediyordum. Emre'nin kolları arasında uyuyakaldım.
Sabah gözümü açtığımda Emre telefonun alarmını kapatıyordu. Uykumu iyi aldığım için hemen uyanmıştım.
Yanağımdan öptükten sonra "Günaydın," dedi.
Ben üstümü değiştirirken, o banyoya duş almak için geçti. Üstüme siyah kumaş pantolon, beyaz gömlek ve siyah ceket giydim. Hastaneden sonra askeriyede ders vereceğim için artık daha ciddi öğretmen havasında giyiniyordum. Emre eve geri dönmeyeceğimiz için kamuflajlarını giymişti. Yüzüme günlük makyaj yaptıktan sonra daha özenli duruyordum. Saçlarımı tarayıp, kulaklarımın arkasına sıkıştırdım gözlerimin önüne gelmemesi için.
"Ben tahlil isterler diye aç gidiyorum, sen yeseydin bir şeyler," dedim evden ayrılırken Emre'ye.
"Dün pizzayı fazla yemişim, pek aç hissetmiyorum. Hastaneden erken çıkarsak dışarıda yeriz." Kapıyı kilitledikten sonra arabaya doğru ilerledik.
Bileklerimde hâlâ bandaj vardı ama dün Emre pansuman yaptığı için temizdi. Hazır gitmişken bileklerime de baktırmak, dikişlerimin tutup tutmadığını görmek istiyordum. Bandajların çıkması benim için en iyisiydi çünkü çok dikkat çekiyordu.
Arabaya bindiğimizde Emre'yle derslerden, Turan'ın dünkü tatlılığından konuştuk. Artık daha normal konuları konuşmaya geçmiştik sanırım ve bu iyi hissettiriyordu. Hiçbir şey hakkında endişe etmek istemiyordum. Normal bir devlet hastanesini seçmemiştik yine. Emre dosyamı Ankara'dan istemişti, Vural iki gün önce kargoyla göndermişti. O dosyada neler yazdığına ben bakmamıştım ama Emre incelemişti.
Dün ben hastaneye gitmek istediğimi söyleyince Emre randevu işini ayarlamıştı. Iğdır küçük bir yer olduğu için burada tedaviye yeterli bir tedavi imkânı yoktu, bu yüzden Ankara'ya dönmem gerekiyordu. Şimdilik sadece kontrol için gelmiştik, kan değerlerimde ya da bedenimde herhangi bir sorun olup olmadığını öğrenmek istiyordum. En azından tedavi olana kadar değerlerimin normal şekilde devam etmesi gerekiyordu. Bedenimin içinde kimyasal silah taşırken bunu nasıl yapacaktım ben de bilmiyordum.
"Hoş geldiniz buyurun," diyen doktorla birlikte içeriye girdik.
"Hoş bulduk," dedim derin bir nefes alıp.
Artık gizleyecek bir şey kalmadığından ve her şey ortaya döküldüğünden Emre dosyamı doktora verdi. Zaten bizi bulmak isteyenler yerimizi biliyordu. Doktor dosyayı incelerken bir an durup bana baktı. Ne düşündüğünü anlamak kolaydı, kanım kirlenmişti.
"Sizin bir an önce tedavi olmanız gerekiyor. Bu zamana kadar beklemeniz hata, şimdiye bütün vücudunuza yayılmıştır kimyasal," dedi doktor kesin bir şekilde.
"Tedavi olacağım ama biraz daha zamana ihtiyacım var. Sizden ricam kan değerlerimi kontrol etmeniz. Herhangi bir değişiklik var mı elinizdeki sonuçlarla karşılaştırıldığında bunu bilmek istiyorum."
Doktor başını sallayıp onayladı, odaya hemşire çağırarak kan aldırdı. Sonuçlar bir saat sonra çıkacaktı. Henüz kahvaltı etmediğimiz için hastanede beklemek yerine yakınlarda bir kafede oturmaya karar verdik. İkimiz de tost ve çay söyledikten sonra sessiz kaldık. Düşünüyorduk, bir çıkar yol arıyorduk ama elimizde sonucu kesin olan hiçbir şey yoktu. Tost ve çayımız geldikten sonra sessizliğe devam ederek kahvaltımızı yaptık.
"Başka bir şey istiyor musun?" diye sordu Emre kafeden çıktığımızda.
"Hava güzel, hastaneye kadar yürüyelim mi? Zaten on beş dakikalık yol," dedim dört duvar arasında kalmaktan sıkılarak.
"Olur Gamzelim." Emre elimi tuttuğunda beraber hastaneye doğru yürümeye başladık.
Hastaneye geldiğimizde sonuçlarım çıkmıştı. Doktorun odasında hasta olduğu için biraz bekledik. İsmim ekranda yazdığında derin bir nefes alıp içeriye girdik. Doktor bilgisayardan sonuçlara bakıyordu.
"Gamze Hanım sonuçlarınızda küçük de olsa bir azalma söz konusu. Hiç kan verdiniz mi bu süre içerisinde?" Doktorun sorusuyla içimi çektim. Üstümde gömlek olduğu için bileklerimi göremiyordu.
Emre, "Ufak bir kaza atlattı nişanlım, duşa kabin patladı banyoda ve bilekleri kesildi. Kan kaybetti bu süre içerisinde az da olsa," diyerek açıkladı.
Ah Emre, daha kaç yalan söyleyeceksin benim için?
"Anladım, dediğim gibi çok az miktar ama kan değişimi ile tamamen vücudunuzdan atabilirsiniz bu kimyasalı. Riskler konusunda doktorunuz sizi bilgilendirdi mi?"
Evet, ölebileceğimi söyledi.
Emre doktorla konuştuktan sonra hastaneden ayrıldık. Yaman abiye gösterecektim bileklerimi, hastane beni boğmaya başlamıştı. Derin nefesler aldım dışarı çıktığımızda. Emre'yle kafenin önünde kalan arabaya doğru yürüdük. Bugün oldukça sessizdik. Arabaya bindiğimizde Emre bana doğru döndü.
"Hepsi geçecek Gamzelim," dediğinde tebessüm ettim.
Askeriyeye döndüğümüzde Emre arabasını park edince indik. Hava bugün gerçekten güzeldi, meyve ağaçları çiçeklerini dökmeye başlamış yaza hazırlık yapıyordu. Yönetim binasına doğru ilerlerken Emre'yi durdurdum.
"Yaman abiye uğrasak olur mu? Bileklerimi kontrol etsin," dediğimde "Tamam," dedi.
Revire girdiğimizde Yaman abi kitap okuyordu. Kitabını bırakıp bizi karşıladı. Bileklerime bakmasını istediğimde Emre'nin dün sardığı bandajı açtı. Dikişler birbirine kaynadığı için artık bandaja gerek kalmadığını söylediğinde sevindim. Görüntü olarak çok kötü durmuyordu ama bandaj olunca daha çok dikkat çekiyor ve rahatsız ediyordu.
"Teşekkür ederim Yaman abi," dedim gömleğimin kol düğmelerini ilikleyip, ceketimi giydim.
"Rica ederim Gamze. Kendine dikkat et, sen de kızımıza iyi bak Kurt," dedi Yaman abi gülümseyerek.
"Bakarım abi." İyi bakıyordu yalnız hakkını yememek gerek.
Emre kapıyı açtığında beraber yönetim binasına doğru ilerledik revirden çıkıp. Ders saatini öğleden sonraya aldığımız için iki saat sürecekti. Bugün doktorumla da randevum vardı, derslerden sonra da psikologla görüşecektim. Yine yoğun bir gündü. Köşeyi döndüğümüzde Semih, Ercan, Dursun, Mert ve Uğur'u bize doğru gelirken gördüm. Endişeli gibiydiler. Sonradan fark ettim yanlarında iki adam daha vardı.
"Gamze Karademir siz misiniz?" dedi adamlardan birisi.
"Evet, benim," dedim ama karşımda duran kişiyi tanımıyordum.
"Özge Yıldırım cinayetinde şüpheli olarak tutuklusunuz."
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız lütfen.
Finale son 6 bölüm....
instagram : DeeinDeniz
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 339.07k Okunma |
18.52k Oy |
0 Takip |
77 Bölümlü Kitap |