73. Bölüm

2. Kitap 18. Bölüm

Rabia Gümüş
deeindeniz

Semih'i eve çıkarttığımızda annem bir dakika olsun yalnız bırakmamıştı onu. Sürekli ahlayıp vahlayıp Semih'in ağzına yemek tıkmıştı zayıfladığını söyleyerek. Bu durum sanırım en fazla benim işime gelmişti. Bütün gözleri düğün öncesi üstümde hissetmek germişti beni. Emre ise sürekli homurdanıyordu. Ankara'daki kendi evlerinde kalıyordu, Semih'in bizde kalıp da onun başka yerde kalması haksızlıkmış. Bu hâliyle bol bol dalga geçiyordu Semih. Ercan, Uğur ve Mert de Emre'nin evinde kalıyordu. Görev dönüşü hepsi izinliydi. Abim yarın akşam gelecek, pazar akşamı geri dönecekti iznini Turan'ın doğumunda kullandığı için izni bitmişti.

"Kaynananlar geldi." Mine'nin muzipçe seslenmesiyle odamdan çıktım.

Dün bizimkiler buradaki karargâhta sınava girmişti. Hepsi iyi geçtiğini söylüyordu, sonuçlar haftaya açıklanacaktı. Yarın akşam kına gecem vardı, kendi aramızda küçük bir şey olacaktı zaten. Mine de yardım için gelmişti ve bugün çok yardımcı olmuştu bana. Emre'nin annesi ve babası iki gün önce gelmişlerdi ama onların da kendilerine göre hazırlıkları ve şehir dışından gelen misafirleri olduğu için ancak bugün bize gelmek için fırsat bulmuşlardı.

"Hoş geldiniz Zeynep anne." Tebessüm ederek elini öptüğümde bana sıkıca sarıldı. En son nişanda karşılaşmıştık ama son zamanlarda sık sık telefonda konuşuyorduk.

"Hoş buldum kızım. Nasılsın?" diye sordu elimi tutup gülümseyerek.

"Çok iyiyim, siz nasılsınız?" Arkasından içeriye giren Orhan babaya da tebessüm ettim.

"Bugünleri de gördüm ya benden iyisi yok," dedi Zeynep anne.

Bizimkilerle içeriye geçerlerden kolumdan tutulduğum gibi odaya çekildim. Kapı hızla kapanırken sırtım kapıya yaslanmıştı bile. Emre başını boynuma gömerken derin bir nefes aldı. Dudaklarını tenime bastırdığında içimi çektim.

"Çok özledim," diye fısıldadı nefesini usulca verirken.

"Ben de özledim ama içeride herkes varken çok tehlikeli bu yaptığın." Kaşlarım hafifçe çatıldı ama yüzümdeki gülümseme tam tersini ispat eder gibiydi.

"Karımı özlemek de mi yasak?" Yüksek çıkan sesiyle hemen elimle ağzını kapattım.

"Delirdin mi?" Düğün öncesi duyulmasını istemiyordum bu durumun.

"Delirdim. Sensiz uyumak ne kadar zor senin haberin var mı?" Elini saçlarımın arasında gezdirip zümrüt yeşili gözlerini hasretle gözlerime değdirdi.

Emre'nin yanından birkaç adım atıp uzaklaştım ve masamın çekmecesini açtım. İçinden çıkarttığım siyah kadife kutuyu elime alıp ona doğru döndüm. İki adım atıp tekrar karşısına geçtiğimde ne yaptığımı merak ediyordu. Kutuyu ona uzattığımda aldı.

"Senin için düğün hediyesi," dedim yüzümden eksilmeyen gülümsememle.

"Genelde düğünde verilir hediyeler ama," dedi kutuyu açarken.

Benim hediyem düğün öncesi verilmesi gereken bir hediyeydi. Emre'ye kol düğmeleri almıştım ama normal bir kol düğmesi değildi. Aklımda uzun süredir ona bir hediye alma fikri vardı zaten, sadece ne alacağıma karar verememiştim. Düğün alışverişi için gezerken vitrinde gözüme çarpan kol düğmelerini görür görmez içeriye girmiştim. Gümüş rengi kurt figürünün gözleri zümrüt yeşiliydi. İnce bir iğnesi vardı, arkasından tutturmak için de gümüş rengi tıpa. Çok beğenmiş bütçemi biraz zorlasam da Emre için almıştım.

"Teşekkür ederim Gamzelim çok hoşuma gitti. Hatta en sevdiğim düğün hediyem bu kol düğmeleri oldu." Gerçekten beğendiğini görünce içim rahatladı. Yanağına bir öpücük kondurdum.

"Güle güle kullan sevgilim, uğur getirsin."

"Benim uğurum sensin." Boynuma bıraktığı öpücükle kıkırdadım.

"Hadi çıkalım yoksa yakalanacağız," dedim zorlukla.

Ben de onu çok özlemiştim ama hem burada bizimkilere yakalanmak istemiyordum hem de biraz daha kalırsak olacaklardan korkuyordum. Emre ısrarımla kapıyı açtığında Mine ile yüz yüze geldik. Bizim bu hâlimize gülerken yanaklarım kızarmıştı bile.

"Hemen boş bulduğun anı kaçırma sıkıştır kızı," diyerek daha da utanmamı sağladı.

Emre "Karım..." dediğinde dirseğimle karnına vurdum. "olacak sen işine bak, sonra ben seni yakalamayayım," diyerek devam etti, ses tonu ciddiydi.

Mine hemen kaçarken bir şeyler olduğu olduğunu elbette anlamıştım ama kalabalık olduğu için sorgulamadım. Mert ve Mine'yle ilgili olduğunu düşünüyordum. Şu düğünü bir atlatalım onun da çaresine bakardık artık. Mutfaktan aldığım tabakları salona götürdüm.

Keyifle yenen yemeğin ardından misafirleri göndermiştik. Üstüne bir de yalandan kıyılacak bir nikâhımız vardı. Belediyeden nikâh günü aldık düğünden önce kıyılacak desek illa bizimkiler gelmek isterdi ya da Emre'nin ailesi yanımızda olmak için gelirdi. En iyisi düğün salonunda yalandan bir nikâh kıymak diye çözümü bulmuştuk. Ercan'ın bir arkadaşı bizim için yalancı nikâh memuru olacaktı. Emre'nin bu durum hiç hoşuna gitmese de yapacak başka bir şey bulamamıştık.

Akşam mutfağı toplayıp odama geçtim. Abimler Seda'nın ailesinde kalacaktı, zaten Semih abimin odasında kalıyordu. Geçen bir haftada en iyi şey Semih'in hızla kendini toplamasıydı. Gün içinde sıkılmaması için yanına uğruyordum. Ercan ve Uğur da sık sık geliyorlar, yalnız bırakmıyorlardı. Telefonum çalarken Kurt yazısını görünce beklemeden açtım.

"Sevgilim," dedim.

"Kapıyı aç hadi." Emre'nin kısık ses tonuyla yerimden hızla kalktım. Odadan çıkıp dış kapıyı açmak için koridorda ilerledim. Ev sessizdi, herkes uyumuştu.

"Bu saatte ne işin var?" Emre yüzünde tebessümle bana bakıyordu kapıyı açtığımda.

"Uyuyamıyorum." Gözlerine baktığımda içinde kırmızı hareler vardı, gerçekten de uyuyamıyor gibi yorgun görünüyordu.

"Sessiz ol," diye fısıldadım elini tutup içeriye çekerken.

Kapıyı kapatıp koridoru kontrol edip Emre'yi kimse görmeden odama soktum. Kapıyı kilitleyip ona doğru döndüm. Daha önce abimin evindeki gizli buluşmalarımız aklıma gelince yüzüme gülümseme yayıldı. Evliydim ama kocamı odama gizlice alıyordum.

Elinden tutup yatağa ilerledim, ben üstümü değiştirmiştim, Emre'nin de üstünde siyah tişört ve eşofman vardı. Tek kişilik yatağıma onun cüssesiyle nasıl sığacağımızı düşünürken yatağa uzanıp beni de göğsüne çekti. Kalbinin atışlarını duyarken sıkıca sarıldım. Şimdi daha iyi anlıyordum onu ne kadar çok özlediğimi. Eğilip dudağıma sıcak bir öpücük bıraktı.

"İki gün sonra kendi evimizde kendi yatağımızda yatıyor olacağız." Sessizce konuşmasıyla evi bile özlediğimi fark ettim. Emre'nin evinde yaşıyordum ve şimdi bizim evimiz olmuştu.

"Son iki gün sevgilim," diyerek onayladım gözlerimi kapatırken.

Sıcaklığı, beni saran kolları öyle huzur doluydu ki içimi ısıtıyordu. Yollarımız hiçbir zaman düz olmamıştı, hep engebeli bir yolda yürümüş ama ellerimizi asla ayırmamıştık. Benim hayattaki en büyük şansım onun bana olan aşkıydı. Öyle bir adanmışlıkla bakıyordu ki gözlerime yeşil gözleri aklımdan geçen bütün düşüncelerin vaadini veriyordu bana. Öyle bir aşktı öyle bir sevgiydi ki bu uğruna her şey feda edilirdi. Etmiştim, Emre'nin uğruna kalbimi feda etmiştim.

Sabah uyandığımda yatakta tek başımaydım, rüya olduğunu bile düşünebilirdim belki masanın üstünde benim için yazılan notu görmeseydim. Özlemden delirmemiştim henüz.

"Çok güzeldin, uyandırmak istemedim güzel karım. Seni çok seviyorum..."

Yüzümdeki gülümseme büyürken odamın kapısı tıklatıldı. Annem kahvaltıya çağırınca elimdeki notu çantama koyup odamdan çıktım. Banyoya girip elimi yıkadıktan sonra mutfağa geçtim. Anneme yardım edip kalan birkaç şeyi hazırladım. Semih artık iyiydi, kahvaltı için mutfağa girdiğinde eskisi gibi görünüyordu. Rahat bir şekilde yürümeye başlamıştı, üç gün önce Emre hastaneye kontrole götürmüştü, herhangi bir sorun yoktu.

"Gel evladım otur hadi," dedi annem Semih'i görünce tebessüm edip.

"Zeliha teyze size de çok zahmet verdim," dedi Semih mahcup bir tavırla.

"Estağfurullah o ne demek oğlum? Senin Cahit'imden Gamze'mden bir ayrın gayrın mı var sanki sen de benim evladımsın." Annem Semih'i geçiştirirken bunları kalpten söylediğini biliyordum.

Semih ilk geldiğinde gerçekten kötüydü, annem dertlenmişti bu çocuğu nasıl iyi edeceğiz diye. Üstelik ailesi de burada olmayınca iyice sahip çıkmış, Semih toparlanınca gitmek istese de bırakmamıştı. Bizim için yaptığı onca şeyden sonra Semih'i bırakmak istemeyen bir diğer kişi de bendim. Emre ne yapar eder Semih'e bakardı, hemşire de tutardı rahat etmesi için ama ben izin vermemiştim. Semih'in yaralanmasından hâlâ bir parçam kendini sorumlu tutuyordu.

"Günaydın baba," dedim mutfağa giren babamla olayı tamamen kapatarak.

Yaptığımız kahvaltının ardından Mine gelince birlikte kuaföre geçtik. Bindallımı bu bir hafta içinde Mine'yle çıktığımız alışverişte seçmiştim. Zümrüt yeşili üstünde kaftanı olan çok güzel bir bindallıydı. Emre'nin gözlerinin rengi olmasına mı yoksa üstündeki işlemelerine mi vurulmuştum bilmiyordum ama çok hoşuma gitmişti. Emre de oldukça beğenmişti fotoğrafını gönderdiğimde. Gelinliğimi henüz görmemişti, son ana bırakmıştım.

Kuaförden Emre alacaktı bizi, herkes tamamen hazır olunca arayacaktım. Kına yeri eve çok uzaktı, akşam yedide başlayacak on gibi bitirecektik. Saçlarıma takılacak tacı olan kaftanımın beyaz işlemelerine uygun almamı önermişti Mine. Nişanda bana hediye ettiği tacı çok sevdiğim için benim de aklıma yatmış ve güzel bir taç almıştım. Saçlarım artık omuz hizamı geçecek kadar uzamıştı. Dağınık topuz yapılmış saçlarımın arasına tacım yerleştirilmişti. Mine kahverengi uzun saçlarına dalga verdirmişti sadece ama böyle de su gibi duru ve güzeldi. Üstüne bordo renginde uzun ama bacak yırtmaçlı bir elbise giymişti.

"Nazlı ne zaman gelecek?" Makyajım yapılırken Mine'nin sorusuyla dudaklarıma sürülen rujla işim bitmişti.

"Kınaya yetişemeyecek, Dursun'la yarın sabah gelecekler. Nazlı'nın abisi nişanlandı bugün onların da ayrı telaşları var," diye cevap verdim.

Dursun, Iğdır'a geri dönmüştü Mert'le birlikte, daha sonrasında Nazlı'nın abisinin nişanı için Trabzon'a geçmişti. Mert dün akşam Ankara'ya geri gelmişti. Kına kadınlar arasında olduğu için Emre, Dursun'a gelmesine gerek olmadığını söylemişti zaten. Dursun damat olduğu için Nazlı'nın yanında olması gerekiyordu. Onların düğününe de az bir zaman kalmıştı. Dursun'un dediği çıkmış Emre ve ben onlardan önce evlenmiştik.

"Kızlar arıyor," diyerek oturduğum koltuktan kalktım.

Üniversiteden ve liseden arkadaşlarımın çoğu gelecekti. Arada sırada telefonda konuşmuştuk son zamanlarda ve evlenecek olmama hâlâ şaşırıyorlardı. Helin'in nişanında kızlarla Emre tanışmıştı ama o zamanlar aramızda net bir şey yoktu. Gerçi o nişan sonrasında bana duygularını açmıştı Emre. Üstünden sanki yıllar geçmiş gibi hissediyordum.

Kızlara kına yerinin adresini konum olarak attıktan sonra Emre'ye bizi alması için mesaj attım. Mine'yle işimiz bittiğinde kalan eşyalarımızı topladık. Emre geldiğini haber vermek için aradığında meşgule atıp bindallımın eteğinden tutup kapıdan çıktım. Sokağın kenarında park edilmiş arabasının kaputuna yaslanmıştı. Üstünde siyah gömlek bedenine otururken uzun ve yapılı vücudunu ortaya çıkartmıştı. Uzun bacaklarını saran siyah kumaş pantolonu ve düzgünce taranmış saçlarıyla bende yutkunma isteği uyandırdı. Yüzündeki ifadede asılı kaldı gözlerim. Zümrüt yeşillerinde derin bir hayranlık vardı.

Bana doğru adımlayıp önümde durduğunda elini uzatıp enseme yasladı ve eğilip alnımda öptü. Dudakları bana değdiği an gözlerim doldu. Mutluluk denen duygu öyle bir şeydi ki hem kahkahalarla güldürüyor hem de iki damla gözyaşını akıtabiliyordu.

"Yükleme şu güzel gözlerine hemen de yağmur bulutlarını. Sen benim günüme doğan en güzel güneşken gri bulutlar hiç yakışmıyor." Ses tonu yumuşaktı öyle ki tenimi okşuyordu sesi.

"Mutluluktan sevgilim, öyle bir mutluluk ki bu bak buz gibi yine ellerim ama üşümüyorum. Çünkü sen varsın, kalbimi ısıttığın gibi ısıtırsın ellerimi." Ellerimi aramıza uzattığımda iki elimi de sıkıca tuttu.

"Hep yanında olacağım, ellerinin yeri daima ellerim olacak."

Arabaya bindiğimizde Mine de bizimle gelmişti. Kına alanı çok büyük değildi ama görür görmez sevmiştim. Akşam olduğu için kapalı bir alan tercih etmiştik. İki katlı eski bir konaktı, üst katı organizasyonlar için kullanırken alt katı restoran olarak tercih ediliyordu. Emre ve ekibin diğer üyeleri alt kattaki restoranda oturacaktı, erkek kınası yakılırken yukarı çıkacaklardı. Konağa geldiğimizde Emre arabayı açık alandaki otoparka bıraktı. Bizimkiler ev sahibi olduğu için erken gelmişti. Beklemeden içeriye girip ikinci kata çıktık. Annem ve Zeynep anne girişte bekliyorlardı. İçerisi şimdiden kalabalık olmaya başlamıştı.

"Anne, Gamze fazla yorulmasın bak bütün akrabalarımızla da tanışmak zorunda değil kız. Yılda bir kez belki görür belki görmez zaten." Emre'nin annesine uyarısıyla kaşlarımı çatıp baktım ona sanki ben söyletiyormuşum gibi olmasını istemiyordum.

"Git şuradan sıpa seni, kırk yılın başı bir gelinim olmuş herkese nispet yapacağım. Evde kaldı diyenler de kudursun hasetliklerinden." Zeynep annenin Emre'yi bozmasıyla güldüm. Annem bana sus kız bakışları atarken keyfim gayet yerindeydi.

"Tabii Zeynep anne, karşılıklı oynarız zaten," dediğimde Emre'nin gözleri kısıldı.

"Oynarız tabii gelinim." Zeynep anne gülümserken Emre ben karışmıyorum dercesine ellerini yukarı kaldırdı.

Emre'nin telefonu çalınca açtı. Semih, Mert, Uğur ve Ercan gelmiş aşağıda bekliyorlardı. Babam ve Orhan baba da aşağıdaki restoranda oturmuş kahve içiyorlardı. Emre gitmeden önce dudaklarını yanağıma bastırıp göz kırptı. Ben arkasından dudaklarımı ısırıp gülümsememi saklamaya çalışırken Zeynep anne söyleniyordu.

"Kudurdu bu çocuk, kudurdu."

Abimi görünce sıkıca sarıldım. İki haftadır görüşmüyorduk ama alışmıştım sürekli onu görmeye. Kısaca konuştuktan sonra babamların yanına aşağıya indi. Seda gelmemişti, Turan huysuzlanmıştı biraz, hasta olup olmadığını sorduğumda iyi olduğunu öğrenince içim rahatlamıştı. Seda'nın gelip gelmemesini önemsemediğim için fark eden bir şey olmamıştı benim açımdan.

Gördüğüm arkadaşlarımla birlikte onlara doğru ilerledim. Arkadaşlarımı özlemiştim, neredeyse hepsi gelmişti, uzun uzun sarılıp sohbet ettik. Gittikçe kalabalık olan içerisi ve çalan müzikle kızlar beni de kaldırmıştı. Birlikte Ankara havaları eşliğinde gülerek oynuyorduk. Çok eğlenceli geçen kına gecem, kınanın yakılacağının söylenmesiyle kısa bir kesintiye uğradı. Ortaya konan iki sandalyeyle birlikte gözlerim kapıya doğru döndü. Alkışlar yükselirken Emre içeriye adım attı, hemen arkasında babalarımız ve Mert, Semih, Ercan, Uğur vardı.

Gözlerim zümrüt yeşili gözlerinde takılı kaldı. Bana baktığında sanki ilk gün onu gördüğüm andaki gibi kalbim hızla atmaya başladı. Öyle güzel bakıyordu ki bir insan gözleriyle sever miydi? Emre bana hiç dokunmadan bütün kalbiyle sarılıyor, gözleriyle seviyordu. Canımdan can olan adam tam karşımda durduğunda tuttuğum nefesimi verdim çünkü nefesim olan adam karşımdaydı.

"Oturun hadi," diye uyaran annemle hâlâ ayakta dikildiğimizi fark edip tebessüm ettim.

Birlikte yan yana sandalyelere oturduk. Kına yakılmadan önce kızlar etrafımızda sıralanıp mumları yaktılar. Yüksek yüksek tepelere çalarken hep bir ağızdan eşlik ettiler. Başıma örtülen kırmızı duvağın arkasından izliyordum her şeyi. Yanımda oturan adamın gözleriyse benim üstümdeydi.

"Gelin ağlamıyor," dedi duvağı açan Mine gülerek.

"Rahat bırakın karımı," dedi Emre sadece Mine'nin duyacağı bir ses tonuyla.

Ben gülerken Mine başını iki yana sallayıp geri çekildi. Yuvadan ayrılacağım için belki ağlamam gerekiyordu onların düşüncesine göre ama onlar bilmiyorlardı ki benim yuvam zaten yanında oturduğum adamdı. O bana yuva olmuştu, birlikte gireceğimiz bir evin anahtarıydı ona olan aşkım. Onun bana olan aşkını anlatmaya bile kelimelerim yoktu benim, öyle eşsizdi.

Sonunda ağlamayacağımı anladıkları için kına yakma kısmına geçmişlerdi. Mumları üstünde yanan kırmızı kadife tepsinin üstündeki kına tabağı önümüze kondu. Emre'nin ablası birkaç saat önce gelmişti ve kınayı o yakacaktı. Emre'nin eniştesi emniyet müdürü olduğu için iş yoğunluğunu ancak ayarlamıştı. Bir de biz bu düğün işini çok aceleye getirdiğimiz için herkesin iki ayağını bir pabuca sokmuştuk, her şey son ana kalmış gibi olmuştu.

"Gelin elini açmıyor," diye bağırdı Füsun abla.

"Açıyorum ya abla," dedim avucumu gösterip ileriye doğru tutarak. Benim bu hâlime Emre bile gülerken Zeynep anne iki avucuma birer altın bıraktı.

Füsun abla kınayı avuç içime koyup üstüne peçete koydu. Elime geçirdiği kırmızı eldivenle sıra Emre'ye gelmişti. Sağ elinin serçe parmağını sürülen kınayla birlikte bakışlarım ona kaydı. Kınayı çok sevmediğini biliyordum ama sesini çıkartmamış az sürün bile dememişti. Kına merasimi bittiğinde ikimiz de ayağa kalktık. Karşı karşıya durduğumuzda kırmızı duvağımı açıp gülen gözlerle baktı bana ve bugün ikinci defa dudakları şafağımla buluştu.

Emre geri çekildiğinde kapattığım gözlerimi açıp yüzüne baktım. Siyah saçları, iki değerli mücevher gibi parlayan gözleri, pürüzsüz teni, beni talan eden sevgisiyle kalbimin sahibi olan adam tam karşımdaydı. Elleri ellerimdeydi ve bizden başka kimse yoktu sanki. Gerçi ondan başkasını da görmüyordu gözlerim, belki de ondandı göğsüne başımı yaslayıp beni sıkıca sarmasını istemem.

Kınanın sonuna geldiğimizde hem yorgun hem de çok mutluydum. Giden misafirlerin ardından annemlerle eve geçmek için dışarıya çıkmıştım. Emre'ye baktığımda biraz ileride sigara içtiğini gördüm. Abimi biraz önce gördükleri için annemle babam kapının önünde onunla konuşuyordu. Zeynep anne, Orhan baba ve Füsun abla da kendi arabalarına binmiş el sallıyorlardı bana. Gülümseyip ben de el salladım.

Yan tarafıma doğru dönüp Emre'ye doğru ilerledim. Yanında durduğumda belimden tutup beni kendine çekti. Semih, Uğur ve Ercan vardı yanında. Mert, Mine'yi evine bırakmak için biraz önce gitmişti. Başımı ona doğru yaslayıp gözlerimi kapattım birkaç saattir hayalini kurduğum gibi.

"Yarın düğünden sonra Iğdır'a geçiyoruz biz direkt." Semih'in konuşmasıyla gözlerimi açtım.

"Daha iyi olmadın ama," dedim kaşlarımı çatarak. Tam anlamıyla eski sağlığına kavuşmuş değildi.

"Kendimi iyi hissediyorum hem raporum da bitti, işler birikti. Yata yata pas tutacağım." Güldüğünde iyi göründüğünü ben de biliyordum ama aldığı yara hafife alınacak bir şey değildi, dikkat etmesi gerekiyordu.

"Merak etme, ilgilenirim ben," diye fısıldadı Emre kulağıma doğru. Büyük ihtimalle kendini yormadan çalışmasına izin verecekti çünkü oldukça kararlı görünüyordu Semih.

"Gamze gidiyoruz." Abimin seslenmesiyle başımı Emre'nin göğsünden kaldırdım.

"Cahit abi Gamze'yi ben getireceğim siz eve geçin." Emre'nin konuşmasıyla birlikte abim başını sallayıp arabasına doğru yöneldi bir şey demeden.

Semih bugün otele geçmek içi ısrar etse de n annem izin vermemişti, o da bizimkilerle gitmişti. Ercan, Uğur ve Mert de Emre'nin evi Füsun ablalar bugün geldiğinden dolu olduğundan otele gitmişlerdi. Ortalık birden sessizleşince Emre arabanın yolcu kapısını binmem için açtı. Bindallımın tarlatanı olmadığından rahat bir şekilde hareket ediyordum. Ben binince topladığım eteklerimle kapıyı kapatıp sürücü koltuğuna geçti. Arabaya bindiğinde ona doğru döndüm. Başımdaki tacı çıkartıp arka koltuğa bıraktım. Geriye yaslanıp Emre'yi izlemeye başladığımda onun gözleri de benim üstümdeydi.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordum hafif kırışan alnıyla dikkatli bir şekilde bakıyordu.

"Eve bir saat geç gitsek sizinkiler fark eder mi diye düşünüyorum." Gayet sakin bir şekilde söylediğinde bir an ciddi olduğunu sandım.

"Komiksin," dedim gülerek.

"Komik mi? Şu an sana dokunmak için ölüyorum." Baskın bir şekilde kurduğu cümleyle gözlerindeki ciddiyeti gördüm.

"O kadar da değildir," dedim gözlerimi kısarak hafif alaylı bir ses tonuyla.

"Iğdır'a dönmüyoruz düğünden sonra Gamzelim, tedaviye bir an önce başlaman gerekiyor. Tufan Albay'dan izin aldım bugün. Senin raporlarını sunduğumda ücretsiz izne ayrılmama izin verdiler bir süreliğine. Mail biraz önce geldi." Emre'nin benimle baş başa kalıp konuşmak için beklediğini anlamıştım. Son zamanlarda hiçbir şekilde yalnız kalamamıştık. Semih'in vurulması da araya girince bazı durumlar geri plana atılmıştı.

"Peki bu tedavi nasıl olacak?" Tedirgin bir şekilde sorduğumda elini uzatıp boynuma koydu. Nabzımın attığı yeri okşadı hafifçe.

"Pazartesi doktorla detaylı olarak konuşacağız. Bir bebeğimiz olmasını istemek bir yana her şeyden önce sen önemlisin. Kanında seni tehdit eden bir zehir varken yaşamak, her an ensende patlamaya hazır bir silahla yaşamaya eş değer. Buna izin veremem." Kaşları çatılırken bu konuda kararlı olduğunu biliyordum.

Bu konuda ben de kararlıydım. Emre'ye böyle bir acıyı bir daha yaşatamazdım. Hayat onu hep benimle sınamıştı. Kalbini verdiği kadını defalarca kaybetme noktasına gelmişti. Korkuyorum diyerek dizlerime sarılıp ağladığı günler aklıma geldikçe delirme noktasına geliyordum. Hem Emre'nin hem Kurt'un zayıf noktasıydım ben. Beni kaybetmek en büyük korkusuydu.

"İyi olacağım sevgilim, ikimiz için çok iyi olacağım," dedim uzanıp dudaklarına yumuşak bir öpücük bırakırken.

Oy vermeyi unutmayınız lütfen.

Finale son 2 bölüm.

İnstagram: DeeinDeniz

KitapPad hesabımı takibe alarak diğer kitaplarıma ulaşabilirsiniz.

Bölüm : 16.12.2024 21:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...