Kalbim sızlarken ağzımdan dökülen cümle ile kor bir ateşin içine ayak basmış gibi yandım. Ateş o kadar sıcaktı ki dayanamıyordum. Emre'nin yokluğunun ateşi o kadar yakıcı bir şekilde sarstı ki beni onsuz yapamazdım. Biliyordum o da bırakmazdı beni. Bunun düşüncesi bile dayanılmazdı.
"Sen benden ayrılmak istemezsin," dedi bakışları elindeki yüzüğe kayarken, sesi kararlıydı. Elleri titriyordu, yüzüğü avucunun içinde hapsedip yumruk yaptı ellerini. Gözlerime bakmak için başını kaldırdığında göz göze geldik.
Avucumun içinde iki gündür sakladığım kâğıdı yavaşça Kurt'un elinin içine bıraktım. Dışarıdan elini tuttuğum görünüyordu sadece. Kâğıdın sert dokusunu hissettiği anda gözlerime heyecanla baktı. Yavaşça gözlerimi açıp kapattım. Mesajı alan Kurt çok beklemeden parmaklarının arasındaki kâğıdı yüzükle birlikte avucuna aldı.
"Böyle olması gerekiyor Emre. Bütün bu yaşadıklarım hepsi seninle ilgili. Ben bir karar verdim bence ayrılmamız en doğru olanı. Birbirimizi daha fazla kırmadan bitmeli bence bu iş," dedim kararlı bir şekilde daha önce içimden defalarca tekrar ettiğim gibi.
"Sen nasıl mutlu olacaksan öyle olsun. Haklısın bütün bunlar benim yüzümden geldi başına," derken Emre'nin sesindeki suçluluğu hissettim.
Elini tutup hayır senin suçun değildi demek istedim ama yapamadım. Şu an yapmazdım. Özellikle odanın içindeki kamera her dakika bizi izlerken bu ikimiz için de felaket olurdu.
Derin bir nefes alıp elimi geri çektim. Sıcaklığından ayrılmak o kadar zordu ki benim için. Yutkunamadım, boğazımda kaldı gözyaşlarım. Kurt, yavaşça kalktı yanımdan. Gözlerime baktığında, bakışlarımı kaçırdım. Gözlerine bakmak bile acı veriyordu.
"Kendine iyi bak," dedi zar zor çıkan bir sesle.
Arkasını dönüp kapıya doğru ilerlediğinde, gözlerimi yerden kaldırıp ona baktım. Sırtında takılı kaldı bakışlarım. Kapı kapandığı anda, yatağa kendimi bıraktım. Gözyaşlarım durmadan artarken ellerim çarşafı sıktı.
Sakin ol Gamze. İzin ver acı çektiğini sansın ve rahatlasın. Kurt seni bırakmaz, geri gelecek seni almak için.
Yatağın içine girip dizlerimi kendime doğru çektim. Derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştım. Kalbim ağrıyordu, Emre'yi istiyordum. Yanımda olsun, saçlarımı okşasın, her şeyin geçeceğini söylesin. 'Gamzelim' demesi bile yeterdi. Benim Emre'ye ihtiyacım vardı.
Kapı tekrar açıldığında abimin geldiğini biliyordum. Emre kâğıdı okuyacağı için geri dönmezdi. Ellerimle gözyaşlarımı sildim ve yatağın içinde oturdum. Abimin yüzüne bakmadan elimin altındaki pikeyle oynamaya başladım.
"Eve gitmek istiyorum abi bir an önce," dedim. Ağlamaktan dolayı kısık, çatlak bir sesim olsa da umursamadım. Buradan çıkmak istiyordum.
"Tamam prensesim. Doktorunla konuşup geliyorum," dedi abim.
Üstüme gelmek istemediğini anlamamak elde değildi. Şu anda ruh hâlimin ne kadar berbat olduğunu o da fark ediyordu. Abim kapıyı geri açıp çıkarken derin bir nefes aldım. Yataktan kalkıp pencereyi açtım. İçeriye dolan serin havayla ürperdim ama iyi gelmişti.
Bir süre pencereden dışarıyı izledim. Öylece baktığım gecenin karanlığı, bana anlamsız geliyordu. Yaşadıklarım ve yaşayacaklarım canımı yakıyordu. Bir haftadır düşünmeyi reddettiğim Kurt şimdi aklımın en ücra köşesini bile kaplıyordu. Eve bir an önce gitmem gerekiyordu.
Abim geldikten sonra doktorumun izniyle çıkış işlemlerim başlamıştı. Psikolog Deniz Poyrazoğlu'na iki gün sonrasına randevu alınmıştı. Gitmek istemesem de herkesin içinin rahatlaması için bir şey demedim. Akıl sağlığım, canımın yandığını iliklerime kadar hissedecek kadar yerindeydi.
İntikam dedi içimdeki alevlerin yaktığı Gamze. İntikam almadan bize bir şey olmayacak. Kurt öğrendiği zaman senin yanında duracak ve hepsinin canını okuyacak. Sen de onun elinden tutuyor olacaksın. Tetiği birlikte çekeceksiniz.
"Hadi çıkalım," diyen abimle evden getirdikleri kıyafetlerimi giymiş, hazır bir şekilde peşinden ilerlemeye başlamıştım. Nihayet eve gidiyordum.
Hastaneden çıktıktan sonra arabaya bindik. Annemle, babamı dinlenmeleri için eve göndermişti abim. Gündüzleri onlar, geceleri abim kalmıştı yanımda. Beni hiç yalnız bırakamamışlardı bu iki gün içinde. Yolculuk sessiz geçmişti. Eve geldiğimizde abim küçük sırt çantamı aldı. İçinde eşofman takımlarım vardı, hastanede kalırken giydiğim.
"Abi saat kaç?" diye sordum kapının önüne geldiğimizde. Telefonum, kimliğim, saatim hiçbir kişisel eşyam yoktu artık.
"On olmuş, erken daha," dedi abim.
Kapıyı annem açtığında sıkıca sarıldı bana. Abim geleceğimizi hastanedeyken haber vermiş olmalıydı. Ben de anneme sarıldım sıkıca. İçeri girdiğimizde babam da ayağa kalkıp sıkıca sarıldı bana. İki gündür pek konuşmamıştık, ortamın gerginliğinden dolayı. İkinci defa kaçırılmıştım ve onlar bunu daha yeni öğrenmişti. Özellikle abim bu süreçte çok yıpranmıştı. Baba olmanın tadını bile çıkartamamıştı.
"Yeğenim nerede?" diye sordum boş salona bakarak.
"Annesiyle uyuyor. Gündüz uyumadı pek paşa." Annemin sözleriyle başımı salladım. Henüz çok küçüktü ve ihtiyacı olan şey annesiydi.
"Bilmiyor, söylemedik. Seni Ankara'ya özel bir okula görüşmeye gitti sanıyor. Turan'la çok meşgul olduğu için de zaten pek hâli olmuyor olayları takip etmeye," dedi abim.
"En iyisini yapmışsınız." Tebessüm ettim, buna gerçekten sevinmiştim. Sorulsaydı benim isteğim de bu şekilde olurdu. Kimse bilmesin isterdim.
"Kızım istersen odana git dinlen. Yüzün hâlen solgun, bizden bir şey istiyorsan söyle." Babam endişeli gözlerle bana bakarken, birkaç gün önce nasıl olduklarını düşündüm. Beni bulamadıkları zaman kim bilir ne hâle gelmişlerdi? Benim için endişelerini, korkularını şu anda göstermiyorlardı.
"İstediğim bir şey yok baba, iyiyim. Hastane yordu beni, dinlesem iyi olacak. Erken uyurum bugün, sabah Turan'ı sevmek istiyorum."
Sesime biraz daha canlılık katarak konuşmam daha iyi hissettirmişti ailemi. Benim iyi olduğumu görmeye ihtiyaçları vardı. Ben de onlara bunu verecektim, zamanı gelene kadar.
Abimin elindeki çantayı alıp merdivenlere yöneldim. Bileklerimdeki bandajlar hâlen durduğu için gözüme çarpıyordu sürekli. Çıkartmayı istiyordum ama daha kötü olup mikrop kapmasını da istemiyordum. Bir süre görmezden gelecektim artık.
Odanın kapısını açtığımda bıraktığım gibi durduğunu fark ettim. Sadece bavulum toplanmış, yatağın kenarına bırakılmıştı. Seda görmesin diye yapılmıştı büyük ihtimalle. Çantayı kenara bırakıp, bavulumu açtım. Üstte duran düz bordo rengi eşofman altı ve siyah bir tişört çıkarttım.
Banyoya yönelip duşa girdim, dişlerimi fırçaladım. Saçlarımı taradım, kurutup, açık bıraktım. Odaya döndüğümde bornozumu çıkartıp, üstümü giydim. Ortalığı topladıktan sonra yatağımın üstüne oturup beklemeye başladım.
Ses gelince hızla pencereye ilerledim. Perdeyi çektiğim anda gördüm onu. Hızla pencereyi açıp onu izledim. İçeriye gecenin soğuk havası dolarken kollarımı bedenime sardım. Bir an bile gözlerimi ayırmıyordum.2
Üstündeki kamuflajla, elindeki silahıyla onu görünce nefesim kesildi. Bir adam her defasında nasıl attırırdı kalbimi yerinden çıkarırcasına... Gözleri, gözlerime değdiği anda yeşilleri hayat verdi, umut ışıkları yandı derinlerimde. Odamın penceresini iyice açıp, geçmesi için yer verdim. Omzunda asılı olan silahı pencereden uzatıp, duvara dayayıp bıraktı ve tek hamlede içeriye atladı.
Sözlerinden hemen sonra bana sarıldığında dayanamadım. Kollarımı hemen boynuna dolayıp, barutla karışan kokusunu içime çektim. Ben bu adam olmadan nasıl nefes alırdım?
"Gamzelim, bir şey söyle. Yanındayım bak şimdi, anlat bana hadi." Nefesini saçlarıma doğru üflerken gözlerim doldu.
"Emre, ben senden vazgeçmem. İstersen bencillik de bu yaptığım için ama yanımda kal istiyorum. Beni bırakma istiyorum," dedim sesim titrerken.
Emre benden ayrılıp aramıza sadece birkaç santim mesafe bıraktı. Gözlerime baktığında anladı bir şeylerin hâlen kötü gittiğini. Kaşları çatılırken, elini çeneme koyup usulca okşadı. Diğer elini saçlarımın arasına daldırdı. Gördüğü şey hiç hoşuna gitmemiş gibi derin bir nefes aldı.
"Sen Gamzeli, benim bu hayatta isteyeceğim tek şeysin. Aklımı kaybettiriyorsun bana, kalbimin tüm hücrelerini varlığınla dolduruyorsun ve senden vazgeçecekmişim gibi bana bakıyorsun. Hangi gerçek seni benden koparabilir ki, gözlerine yağmur bulutlarını misafir ediyorsun?"
Sözleri kalbimin derinliklerine işlerken, daha sıkı sarıldım. Başımı boynuna gömüp, derin bir nefes aldım. Tam dokuz gündür hasrettim Kurt'a. Hiç bu kadar ayrı kalmamıştık birbirimizi gördüğümüz andan beri. Hep bir bahanemiz olurdu birbirimizi görmek için. Belimde hissettiğim elleri en az benim tutuşum kadar sıkıydı.
"Sercan ölmedi," diye fısıldadım.
Emre'nin bedeni ellerimin altında kaskatı kesildi. Kollarımı boynundan çözüp geri çekilen ben oldum önce. Kurt'un yüzünde bomboş bir ifade vardı. Beni anladığını biliyordum. Şimdi düşünüp, parçaları birleştiriyordu. Zekiydi ama onun gözlerini ben kapatmıştım.
Gediz beni kaçırdığında gözü benden başka bir şey görmediği için hiç sorgulamamıştı Sercan'ın ölümünü. Hain ilan edildikten sonra ise kimse ne cenazesine gitmiş ne de ölümünü araştırmıştı. Özge'nin herkesin içinde öldürdüğünü söylediği bir beyan vardı ne de olsa. Kimse onun yaşama ihtimalini de düşünmezdi.
Gözlerinde şimdi duygular yerleşmişti. Kaçırdığı detayları hatırlıyor, her hatırladığında ise kendine öfkeleniyordu Kurt. Kardeşim dediği, dost bildiği, ekmeğini paylaştığı kişiydi Sercan. İhanetini zor kabullenmişken, beni kaçırması Emre'yi mahvediyordu.
"Senin suçun değildi." Hastanede yanıma geldiğinde yapamadığımı şimdi yapıyordum. Elini tuttum sıkıca ve gözlerine baktım.
"Bu kimsenin suçu değil Kurt, bilemezdin, bilemezdiniz. Kendini çok iyi gizlemiş ve her şeyi kusursuz hazırlamıştı. Siz bir oyunun içinde oradan oraya gezerken ben hep aynı yerdeydim." sözlerimle birlikte daha çok sarsıldı ama hepsini duymaya, benim de ona anlatmaya ihtiyacım vardı. Çünkü sadece ona güveniyordum.
"Sen nasıl dayandın bütün bunlara?" dedi biraz sonra ortalığı ateşe verecekmiş gibi. Delirecekti, kızacaktı, öfkelenecekti biliyordum. Bundan sonra mahşer bizim için geliyordu.
"Seni düşünmeyerek katlandım. Seni düşünürsem pes ederdim çünkü. Yalvarırdım ona, beni bırakması için bağırır, çağırır, kendime zarar verirdim. Seni düşünmedim Kurt, aklıma gelsen bile yok saydım. Ben âşık olduğum adamı yok saydım. Bundan daha büyük bir acı yaşatamaz sanıyordum bana." Gözlerimden sıcak damlalar süzüldü usulca.
Emre'nin gözlerine baktığımda yeşilleri kızarmıştı. Ağlamasını istemiyordum, buna gerçekten de dayanamazdım. Sorsa şimdi bana ne olduğunu söylerdim ama biliyordum sormayacağını. Kurt ne olursa olsun yanımda olacaktı, emindim.
Ellerimle gözyaşlarımı silip, yatağa ilerledim. Yatağın üstündeki pikeyi kaldırdım. Elimi Emre'ye uzattığımda elimi tuttu. Ben yatağın içine girdiğimde postallarını, üstündeki parkayı çıkartıp, yeşil tişörtüyle yanıma geldi. Ona yer açtığımda beni kolunun altına aldı. Yatağın içinde geriye yaslanmış şekilde daha çok oturuyorduk. Ben Emre'nin kolunun altına girmiştim, beline sarılmıştım.
"Bunu kimseye söyleyemeyiz. Sercan'ın yaşadığının bilinmemesi gerekiyor. Her yerde adamı var," dedim.
"Biliyorum Gamzelim. Şimdi hiçbir şey düşünmemeni istiyorum senden. Farz et ki normal bir gece, beni özlemiş çağırmışsın." Emre'nin kafasının içindeki çarklar dönerken, ben de hayal kurdum istediği gibi, her şey normalmiş gibi.
"Hep bunu istemişimdir zaten ben de. Odama erkek atmayı yani," dedim kıkırdayarak.
"Hım çok sakıncalı bu düşünce, ne zamandan beri aklında?" Sakin sesiyle göğsüne biraz daha sokuldum.
"Seni ilk gördüğüm günden beri artarak devam eden bir düşünce. Arka bahçede beni az daha korkudan öldürdüğün an biraz fazla hevesim artmış olabilir. Sürekli kendimi kollarında buluyordum." Hatırladığım güzel anılar yüzümde tebessüme neden oldu.
Emre'nin eli saçlarımın arasına girdiğinde, yumuşak dokunuşları ile gözlerimi kapattım. Varlığı o kadar iyi geliyordu ki hiç bitmesin hep bu anda kalalım istiyordum. "Uyu, dinlenmen gerekiyor." Kulağıma fısıldadığı cümleyle gözlerimi açtım.
"Gitmeni istemiyorum ama seni burada görmemeleri gerekiyor. Herkesi ayrıldığımıza ikna etmemiz gerekli." Gözlerine bakarak kurduğum cümleyle, Emre derin bir nefes aldı. Bu durum hiç hoşuna gitmiyordu.
"Kimseye güvenmiyorum Gamzelim, kendime bile. Seni kollarımın arasından çekip aldılar. Artık kimseye güvenmiyorum ve bu sefer plan yapan taraf biz olacağız. Şimdi gözlerini kapat ben yanındayım. Gerekirse bütün geceler bu pencerenin altında, beni içeri almanı beklerim."
Gözlerimi kapattığımda sıcak dudaklarını, şakağımda hissettim. Kurt yanımdaydı, beni sarıyor, öpüyordu. Derin bir nefesle kokusunu içime çektim. Günler boyu görmezden geldiğim kalbim sızladı. Yokluğuna dayanamadığım adam, şimdi varlığıyla sarıyordu ruhumu, bedenimi, kalbimi.
"Neden kamuflajlarınla, silahınla geldin?" dedim uykuyla uyanıklık arasında direnirken. Sadece sesini biraz daha duymak istiyordum.
"Gece nöbetçi bendim, Semih ile yer değiştirdim gelmeden önce. Daha fazla seni görmemeye dayanamadım çıktığım gibi geldim."
"Hım çok iyi yapmışsın," diyerek biraz daha sığındım sıcak bedenine.
Saçlarımın arasındaki eli hareket ettikçe uykum geliyordu. Hem fiziksel hem de ruhsal olarak yorgundum. Emre'nin varlığı ile bedenim gevşedi, rahatladım. Uyku beni bu sefer sevdiğim adamın kollarında yakaladı.
Sabah gözlerimi açtığımda Emre gitmişti. Etrafa bakarken pencerenin kapalı olduğunu fark ettim. Kapıdan mı çıkmıştı? Delirmişti herhâlde?
"Günaydın kızım." Açılan kapıdan bana bakan anneme doğru döndüm.
"Günaydın anne," dedim pencereden uzaklaşıp.
"Kahvaltı yapıyoruz, hadi sen de gel kızım," dediğinde başımı sallayıp onayladım.
Annem odadan çıkınca, üstümü değiştirdim. Emre'nin kokusu üzerime sinmişti, tişörtümü kokladım. Katlayıp, dolabıma geri koydum. Elimi yüzümü yıkayıp aşağıya indim. Mutfaktan gelen seslerle, derin bir nefes alıp kapıdan içeriye girdim. Masanın etrafına annem, babam, Seda ve abim oturmuş çaylarını içiyorlardı.
"Günaydın," dedim annemin yanına oturarak. Herkesten "Günaydın" cevabı gelirken önümdeki tabağa kahvaltılık bir şeyler ekledim.
"Okul ile konuşman nasıl geçti Gamze?" diye sordu Seda.
"İyi geçti, haber bekliyorum," dedim öylesine yanıt veriyormuş gibi.
"Sen Ankara'da okula başlayınca ne olacak? Sonuçta Emre burada görev yapıyor." Seda'nın konuşmasıyla masaya sessizlik çöktü.
"Sen karışma Seda," dedi abim uyararak.
"E canım herkesin bildiği şey sonuçta. Çocuk kocaman yüzük taktı, evlilik teklifi etti. Annesi, babası geldi bizimle tanıştı. Yani bunlar önemli şeyler." Seda konuştukça elimdeki çatalı sıkıyordum. Parmağımdaki boşluğa kaydı bakışlarım, bunu onun da görüp böyle bir soru sorduğuna adım kadar emindim.
"Emre ile ayrıldık, bilmek istiyorsan bu kadar uzatmadan sorsaydın keşke Seda. Hepinize afiyet olsun."
"Sonunda kaçırdın demek gül gibi çocuğu. Gerçi sana çok bile dayandı." Bardağı taşıran son cümlesi olmuştu.
Elimdeki çatalı masaya sertçe atıp, ayağa kalktım. Hızlı adımlarla merdivenleri çıkıp, odama girdim. Kapıyı kapattıktan sonra daha fazla evde kalamayacağımı hissettim. Valizden aldığım kot pantolonumu, tişörtümü giydim. Üstüne kot ceketimi, çantamı alıp aşağıya indim.
"Kızım nereye?" diye sordu babam beni görünce.
"Hava almaya ihtiyacım var baba biraz." Sinirim hâlen yatışmamıştı.
"Kendine bir telefon, hat al. İhtiyacın ne varsa," diyerek kredi kartını uzattı babam. Yanağından öpüp, kartı aldım.
"Teşekkür ederim baba." Minnetle çıkan sesime karşılık, gülümsedi sadece. Babam geri yerine otururken, ben de ayakkabılarımı giyip çıktım.
"Gamze bekle," diye seslendi abim. Yerimde durduğum da yanıma geldi.
"Seda'nın kusuruna bakma Gamze..." dediğinde sözünü kestim.
"Neden abi? Neden bakmayayım Seda'nın kusuruna? Seda abinin sevgilisi sus Gamze! Seda yeni gelin sus Gamze! Seda hamile sus Gamze! Şimdiki bahanen ne? Doğru ya yeni doğum yaptı, yorgundur, uykusuzdur, aklı başında değildir! Hiç beni düşündün mü? Ben tam bir hafta kaldım o cehennemde! Neler yaşadım haberin var mı? Ben seni bencilliğinle kabul etmiştim abi ama bitti! Seda'nın canı cehenneme!"
Abimin yüzüne sinirle haykırdığım sözler artık içimde tutamadıklarımdı. Hızla arkamı döndüm ve yürümeye başladım. Madem onlar bencildi ben neden olmuyordum? Gerçekten de artık sınırım aşılmıştı, elim ayağım titriyordu. Gözüm kararınca lojmanın çıkış kapısına tutundum.
"Bana bir taksi çağırır mısınız?" dedim giriş kulübesinde bekleyen askere.
Derin derin nefesler aldım ama sakinleşmem mümkün gibi görünmüyordu. Gelen taksiye binip, şehir merkezine doğru yola çıktım. Merkeze geldiğimizde taksiciye ücretini ödeyip indim. İlk işim telefon almak için teknoloji ürünleri satan bir mağazaya girmek oldu. Kendime telefon aldıktan sonra, yeni bir hat almak için caddede dolaştım.
"Gamze gelsene," diyen sesle arkamı döndüm. Semih arabasının penceresini açmış, yol kenarında duruyordu. Arkasından araba geldiği için ona doğru ilerledim ve açtığı kapıdan arabaya bindim.
"Merhaba," dedim tanıdık birini görmenin rahatlığıyla.
"Merhaba. Kusura bakma yanına gelmek isterdim ama arabayı park edecek bir yer yok burada." Semih tekrar gaza basmıştı, ilerliyorduk. "Sorun değil ben de öyle bakınıyordum. Yeni bir hat almam gerek, yer arıyordum," dedim caddeyi izlerken.
"Caddenin köşesinde var bir yer. Hem tanıdık hızlı hallederiz."
Semih'in önerisiyle başımı olumlu anlamda salladım. Araba biraz ileride durmuştu. Arabadan inince beklemeden küçük dükkâna ilerledik. İçeri girdiğimizde Semih yaşlarında birisi karşıladı bizi. Semih ile selamlaştılar.
"Hoş geldin yenge," dedi adam bana döndüğünde. Bakışlarım anında Semih'e döndü. Adam yanlış anlamıştı.
"Gamze yengemiz, Emre'nin nişanlısı," dedi Semih adama bakarak. Artık değil demek istemedim, sessiz kaldım.
"Çok pardon, sen yakında sözleniyorum deyince ben de gelin hanımı getirdin sandım," dedi adam.
"Ben hat alacaktım," dedim konunun daha fazla uzamasından rahatsız olarak.
"Tabii kimliğinizi alayım," dedi adam. O an kafama dank etti benim kimliğim yoktu. Kaçırılırken hepsi kaybolmuştu.
"Semih benim kimliğim yok. Daha sonra gelirim artık," dedim moralim daha fazla bozulurken.
"Emre'nin burada kimlik fotokopisi vardı, ona da hattı buradan almıştık. Hasan sen Emre'nin üstüne aç hattı. Akşam gelip imzasını atar."
Semih'in sözleriyle adam işlemlere başladı. Semih'e hayır diyecekken "Böylesi daha güvenli, askerlerin üstüne olan hatlar dışarıdan dinlenemiyor," dedi. Mantıklı olduğu için kabul ettim.
Sercan'ın yine de bir yolunu bulacağını düşünüyordum. Ne de olsa içeride adamları vardı hâlen. Hattı aldıktan sonra telefona taktım. Akşam açılacaktı hat, henüz açılmamıştı. Semih'in numarasını telefona kaydettim.
"Yok ama eve gitmek istemiyorum. Bir yerde otururum, kahvaltı yapmadım henüz," dedim caddede yürümeye devam ederek.
"Ben de acıktım hem kahvaltı edelim hem de biraz konuşalım Gamze. Olur mu?"
Beraber bir kafeye oturduk. Kahvaltılık tost ve çay söyledik. Kahvaltımız bitene kadar konuşmadık. Semih dün Emre'nin yerine nöbetçi olduğu için bugün izinliydi. Eve gidip uyumak üzereydi büyük ihtimalle beni gördüğünde. O bir hafta içinde Emre ile oradan oraya gezmişti.
"Emre ile ayrıldık dün," dedim lafı uzatmadan konuya girerek.
"Gamze emin misin kararından? Emre'nin hâlini hepimiz gördük, sen kaybolduğunda mahvoldu," dedi Semih gözlerini benden bir saniye ayırmadan. Bir tepki vermemi istiyordu, belki de bir işaret. Derin bir nefes alıp cevap verdim.
"Eminim Semih, ikimiz de bu süreçte çok yıprandık. Emre benim için her zaman özel biri olacak bunu inkâr edemem ama bitti. Ben son dört, beş ay içinde o kadar çok şey yaşadım ki artık yoruldum. Emre ile yoluma devam edersem bu durum devam edecek."
Sözlerimin ikna edici olmasını istiyordum. Yerli Hulk bana inanmazsa kimse inanmazdı. Emre'nin en yakın dostu olduğu için arkadaşını teselli etme görevini üstlenecek, her şey olağan şekilde ilerleyecekti. Oturduğum yerde karnıma batan iğneleri yok saymaya çalışmak oldukça yorucuydu. Semih'i bir abi olarak görüyordum ve yalan söylemek hoşuma gitmiyordu.
"Peki bu durumda senden isteyeceğim, daha doğrusu bekleyeceğim şey kararının arkasında durman. Emre'ye bugün ayrılalım yarın vazgeçtim dememen. Onun kalbi tamamen seninle doluyken sen kalbini söküp sana vermesini istiyorsun. Şimdi kararının arkasında dur Gamze. Ben her zaman bir abi gibi senin, kardeş gibi onun yanında duracağım," dedi.
"Teşekkür ederim Semih," dedim.
Çayımız bitince Semih ben itiraz etsem de hesabı ödedi. Oturduğum rahatsız sandalyeden kalktım ben de. Semih'in sözleri canımı acıtsa da haklıydı. Sakin ol Gamze, başarabilirsin. Kurt için yapıyorsun tüm bunları diye kendimi teselli etmekten başka çarem yoktu. Herkes ayrıldığımızı bilmeliydi.
Semih bugün yanımda olduğunu bir kez daha göstermişti. Emre'nin ona aslında ayrılmadığımızı anlatmadığını biliyordum. Semih'e güveniyordu ama Kurt bir kez daha anlamıştı sırlar paylaştıkça herkese yayılıyordu. Yerin kulağı vardı ve bu kulak laf taşıyordu.
"Semih sen git evine dinlen. Ben biraz daha dolaşacağım, taksiyle dönerim," dedim zaten bütün gece uykusuz kalmıştı. "Kendine dikkat et. Fazla akşama da kalma. Eğer bir şey olursa telefonun açılmasa bile birinden beni ara hemen gelirim." Abimin yapmadığını yapıyordu şu anda. Başımı sallayıp, tebessüm ettim.
Semih arabasına ilerlerken ben de cadde üstünde dolaşmaya devam ettim. Gördüğüm kuaför ile yönümü oraya çevirdim. Elim titrese de kapıyı açıp, içeriye girdim. Fazla kişi yoktu. Ferah bir ortamı olduğundan dolayı beni fazla germemişti.
"Merhaba, hoş geldiniz," diyen sesle arkadan gelen kişiye döndüm.
"Merhaba hoş buldum. Saç kesimi yaptıracaktım," dedim içimdeki kararsızlığa inat net çıkan sesimle.
"Tabii şöyle alalım sizi," dediğinde sandalyeyi gösterdi.
Üstümdeki ceketi çıkartıp, çantamla birlikte kenarda duran askılığa astım. Sandalyeye oturduğumda aynada kendime baktım. Dün gece huzurlu uyuduğum için gözlerimin kenarlarındaki morluklar gitmişti ama şişlikler belli oluyordu ağladığım için. Saçlarıma kaydı bakışlarım, belime kadar geliyordu neredeyse.
"Uçlarından mı alacağız?" diye sordu kuaför kadın.
"Hayır, kulak hizamın altına kadar kesin. Küt olsun istiyorum," dedim aynadan bakışlarımı çekip.2
Saçlarımı ıslattıktan sonra makasla altlarından büyük tutamları kesmeye başladı. Saçlarım aşağıya dökülürken öylece izledim. Yarım saat sürdü saçlarımın belli bir şekil alması. Saçlarım kısaldıkça içimdeki yükler de kalkıyordu sanki. En son lisede bu kadar kısa kestirmiştim sanırım. Dün gece Emre'nin ellerinin arasında gezen saçlarım şimdi yerlerde geziyordu.
Kuaförde işim bitince ücretini babamın kartından ödeyip çıktım. Akşam olmak üzereydi neredeyse, caddede yürümeye başladım. Taksi durağına geldiğimde eve gitmek için taksilerden birine bindim. Yol boyu derin düşüncelere dalmıştım. Yerli Hulk beni gördüğünü Kurt'a söylerdi. Hatta beraberken bile söylemiş olabilirdi. Emre'nin beni görünce tepkisini merak ediyordum.
Lojmanların önüne geldiğimizde içeri girmeden kapıda indim taksiden. Lojmanlara girmeden kapıda bir çocuk yanıma geldi. Elindeki kırmızı gülü bana verdiğinde çocuğa baktım.
"Kim vermeni söyledi?" Sokak çocuğuna benziyordu ve birisinin onu buraya getirdiği açıktı. Sekiz, dokuz yaşlarında esmer, zayıf bir çocuktu.
"Sözünü tut," dedi sadece. Arkasını dönüp koşmaya başladı.
Gidip onu yakalasam bir şey değişmeyecekti. Mesajı kimin gönderdiği belliydi. Elimdeki gülü yere atıp, ayağımla iyice ezdim. Nefretle baktım artık yerde paramparça olan güle. Kapıdan içeriye girip abimin evine doğru yürümeye başladım. Sercan sözümü tutmamı, Emre'den uzak durmamı istiyordu.
Kapıyı çaldığımda içeriden gelen seslerle biraz sonra açıldı. Annem kapının önünde gözleri saçlarıma takılmış bana bakıyordu. Kapıyı biraz daha açıp içeri girdim. Herkes salonda oturmuştu. Çantamdan çıkarttığım kartı babama verdim.
"Teşekkür ederim baba," dedim tekrar.
"Polisler geldi, evde olmadığını söyleyince karakola gelmeni istediler. Suçlu dosyalarından fotoğraflara bakmanı istiyorlar tanırsın belki içlerinden birini diye." Sabahki kavgamızdan sonra abim de mesafeli bir şekilde konuşuyordu. Ben de bunu istiyordum. Artık benim eskisi gibi her şeye katlanan Gamze olmadığımı anlasın ve ona göre davransın.2
Kenarda pusetin içinde gözleri açık etrafa bakan bebeğe doğru ilerledim. O kadar güzeldi ki gülümsedim. Genel yüz hatları abime benziyordu. Boncuk boncuk bakıyordu kahverengi gözleri. Kucağıma almak istesem de dışarıdan geldiğim için önce odama çıktım. Üstümü değiştirip elimi, yüzümü yıkadım. Aşağı indiğimde uyuyakalmıştı o yüzden Seda yatırırken sadece uzaktan baktım.
"Kızım bebeğin kırkı çıkana kadar kalacağız. Annesi geri döndü Seda'nın babası rahatsızlandı." Annem konuşurken tek kaşımı kaldırdım alayla. Bahaneleri buydu demek.
"Tabii kalalım anne, ne de olsa bu eve işleri yapacak birisi lazım. Yemek, bulaşık, çamaşır, ütü, temizlik... Sonra ne yaparlar bunları yapan biri olmazsa maazallah," dedim abime bakarak.
"Gamze öyle deme annem." Ne kadar haklı olduğumu bilsen de sen sus anne benim susmaya hiç niyetim yok.
"Yarın karakola gideceğim daha sonra da doktor randevum var. Hepinize iyi akşamlar," diyerek ayağa kalktım oturduğum koltuktan.
Abim "Gamze bekle," dediğinde durdum.
"Bu kart senin, askeriyede çalıştığın zamanın ücreti yatmış." Uzattığı kartı alıp, merdivenlere yöneldim. En azından artık param vardı.
Odama çıkıp telefonuma baktım, hat açılmıştı. Ezberimde olan Emre'nin numarasını "Kurt" olarak kaydettim. Arayamayacağımı bilsem de rehberimde durmasını istiyordum.
Acaba bir gün ben de bu soyadına sahip olabilecek miydim? Gamze Kurt.
Derin bir nefes çekip, yatağımın üstüne oturdum. Emre gelirdi belki bu gece de. Telefonumdan saate baktığımda sekiz olduğunu fark ettim. Yapacak bir şeyim olmadığı için yatağın içine girip gözlerimi kapattım. Eğer Emre gelirse daha fazla vakit geçirebilirdik, uykumu almış olurdum.
Kulaklığımı takıp, duygusal müzikler açtım. Gözlerimi kapatıp, düşüncelerimi sadece Kurt'a odakladım. Geriye kalan her şey kötüydü çünkü. Bir o vardı yanımda iyi olan, bana nefes aldıran. Emre'nin yastığıma sinmiş kokusunu içime çekerek uyudum.
Karanlık bir yolda ilerliyordum. Emre bir evin dışında duruyordu, yanında Semih vardı. Etraf karanlık ve ıssızdı. Ellerindeki silahlarla duruyorlardı kapıda öylece. Yavaş adımlarla yanlarına ilerledim.
"Emre," dedim ama beni duymadı. Bir kez daha seslendim. "Emre ben de buradayım," ama yine yanıt yoktu.
Semih'in önüne geçtiğimde kapının dışında kalmıştı. Emre içeriye adımladı. Ben de onun peşinden ilerledim. İkisi de beni fark etmedi, hayalet gibiydim onlar için. Emre ellerini kaldırdı karşısındaki adam ona silahını doğrultunca, silahını bırakıp. Korkum yükselirken Emre'nin önüne geçtim. "Kaç Emre!" diye bağırdım ama kimse beni fark etmiyordu.
Sessiz bir silah sesi duyulunca adam alnının ortasından vurulup yere düştü. Kan sızan başına bakmak istemediğim için gözlerimi çektim görüntüden. Emre silahını yerden alıp devam etti, merdivenlere yöneldi. Semih de onunla ilerlemeye başladı. Etrafta sağır edici bir sessizlik vardı. Korkuyordum.
Merdivenlerin sonunda yukarı çıkmıştık. Bomboştu, kimse yoktu. Semih birden yok olmuştu arkama baktığımda. Emre'ye döndüm ama bıraktığım gibi değildi. Yerde göğsünden vurulmuş kanlar içinde yatıyordu.
"Emre!" diye nefes nefese adını söylediğimde kendime geldim.
Kâbustu. Emre iyiydi, sadece kötü bir rüyaydı. Kurt'a bir şey olmamıştı. Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Odaya döndüğümde pencereyi açtım, serin akşam havası yüzüme çarptı.
Yatağın üstüne oturup telefonumu elime aldım. Yeni 11 olmuştu saat, aşağıdan ses gelmiyordu. Herkes uyumuştu büyük ihtimalle. Buradan bir an önce gitmem gerekiyordu, uzaklaşmalıydım.
Pencereden gelen tıkırtıyla hızla yerimden kalktım. Perdeyi açtığımda Emre dünkü gibi karşımdaydı. Tek hamlede içeri atladı. İkinci katta olduğumuz için arka tarafta olan merdivenle çıkıyordu pencereye.
"Kurt," dedim sıkıca sarılarak.
Aklıma gelen kâbusu, varlığıyla yok saydım. Emre'nin elleri belimi bulmuş o da bana sıkıca sarılmıştı. Başımı boynuna yaslayıp derin bir nefes aldım. Sevdiğim adamın kolları arasında olmak şu an istediğim tek şeydi. "Ne oldu?" diye sordu Emre, benim dağılmış hâlime bakarak.
"Kötü bir kâbus gördüm, hatırlamak bile istemiyorum."
"O zaman yerine güzel rüyalar ekleyelim. Bir dakika bekle," dediğinde gülümsedim. Emre benden ayrılıp, pencereden sarktı ve poşeti aldı. Merdivenin basamağına bırakmıştı.
"Kuşlar bana bugün yemek yemediğini söyledi."
"Bu kuşlar acaba Yerli Hulk lakabına mı sahip?" dedim tek kaşımı kaldırarak.
"Semih ona kuş dediğimizi duysa kesin kahkaha atardı," dedi Emre gülümseyerek.
Elindeki poşeti küçük masanın üstüne bıraktı. Ben yatağa otururken Emre odadaki tek sandalyeye oturdu. Poşeti açıp, içinden lahmacunları ve ayranları çıkarttı. İçine bol maydanoz koyup, limon sıktı ve dürüp bana uzattı. Elinden alıp ucundan ısırdım. Ayranımı da açıp önüme bıraktı. Kendine de hazırladıktan sonra yemeye başladı.
"Yarın karakola gideceğim, fotoğraflardan teşhis etmemi istiyorlar, daha sonra da doktorla randevum var. Psikolog Deniz Poyrazoğlu."
"Biliyorum Gamzelim, senden uzak durmam hakkında bilgi sahibi olmadığım anlamına gelmiyor. Semih'e ayrıldığımızı söylemişsin," derken yemeğiyle ilgileniyordu hâlen.
"Evet, bugün bizimkilere de söyledim. Herkesin tamamen bittiğimize inanmasını istiyorum." Gözlerim boşluğa dalarken aklımda tamamen bitmek kelimeleri dönüp durdu. Biz asla tamamen bitemezdik.
"Boş durmuyorum. Hazırlığımı yapıyorum," dedi Emre.
Dışarı baktığımda pencereden yansımamı gördüm. Tamamen aklımdan çıkmıştı, kâbusun etkisiyle saçlarımı kestirdiğim. Emre ise tek kelime etmemişti. Kurt benimle ilgili her şeyi fark etmişti. Yorum yapmaması garibime gitse de bir şey demedim. Aklı yeterince doluydu, belki de gerçekten fark etmedi.
"Teşekkür ederim," dedim doyduğumda. Ellerimi ıslak mendille sildim. Semih'le yaptığımız kahvaltıdan sonra bir şey yememiştim. Hoş onda da sinirli olduğum için fazla yiyemedim.
Ortalığı toplayıp, çöpleri köşeye ayırdım. Emre köşede oturmuş masanın üstüne çıkarttığım kitapları inceliyordu. İçinde birçok tür barındıran kitaplar vardı. Kitabı incelerken bakışları beni bulmadan konuştu. Beklediğim soruydu.
"Hafiflediğimi hissediyorum. Aslında başta karamsar olsam da iyi ki kestirmişim dedim sonradan. Ben sevdim, sen sevmedin mi?" diye sordum ellerim kısa saçlarıma giderken.
Emre başını kitaptan kaldırdı, elindeki kitabı masaya bıraktı. Sandalyeden kalkıp, bir adım atarak yanıma geldi. Önümde dizlerinin üstüne çöktüğünde her hareketini izliyordum. Ellerini elimin üstüne koyup saçlarından çekti, ellerinin arasına aldı. Gözleri benden bir saniye bile ayrılmadı.
"Senin saçlarına bile acı yükleyip, çok sevdiğin saçlarını kesmene sebep olan herkesten hesabını soracağım Gamzeli. Gün gelecek, devran dönecek ve hepsi bir bir yerin altına gömülecek. Kestiğin saçlarını ise birlikte sevinç, mutluluk, aşk ekleyerek uzatacağız."
Gözlerim dolarken gülümsedim. Kurt böyleydi işte, kalbimi ısıtmasına iki cümlesi yetiyordu. Eğilip alnını, alnıma yasladım. Gözlerimi kapatıp, varlığını hissettim. Nefesi tenimde, elleri ellerimde geziyordu. Yakmıyordu, serinletiyordu. Benim çöldeki vahamdı Emre. Bütün kuraklığıma rağmen bana bir okyanus sunmuştu.
"Sen böyle konuşuyorsun ya daha da âşık olamam dediğim anda daha fazla âşık oluyorum sana." Sessiz bir şekilde mırıldandığım sözlerle gözlerimi yavaşça açtım.
Gözlerini daha iyi görebilmek için geri çekildim. Cennetim olan yeşilleri, aşkla parlıyordu. Beraber dünkü gibi yatağa uzandık. Emre yine kollarının arasına aldı beni. Saçlarım ellerinin arasında kaybolurken, kestirdiğimden beri ilk kez içim burkuldu. Göğsüne yaslandım.
"Sana evlilik teklifi ettiğimde her şey bitti sanmıştım. Kötü günler geride kaldı artık hep mutlu olacağız. Oysa sadece bir başlangıçmış, şimdi anlıyorum. Bizim hikâyemiz yeniden başlıyormuş."
Emre'nin durgun çıkan sesiyle, söylediklerini düşündüm. Bu zamana kadar hep o ve ben olmuştuk. Şimdi ise biz olarak hikâyemize devam ediyorduk. Başımı çevirip yüzüne baktım. Sakallarını kesmişti, teni pürüzsüzdü. Elimi yanağına koydum.
"Bizim hikâyemiz hiç bitmeyecek," dedim gülümseyerek.
Emre bana doğruldu eğildi ve gülümsememin üstüne dudaklarını bastırdı. Öpücüğü yine baş döndürücüydü. Kalbim en çok onun kalbine, dudaklarım en çok onun dudaklarına, aşk en çok bize yakışıyordu. Yine sardı sarmaladı Kurt beni her şeyden korumak istercesine.
Gözlerimi kapattım, sadece hissettim. Tenimde gezinen nefesini, dudaklarımı büyük bir aşkla öpen yumuşak dudaklarını ve bana tarifi imkânsız gelen o duygu yoğunluğunu. Geri çekildiğinde yeşilleri kararmıştı. Şakağıma öpücük bıraktı. Kollarının arasına alıp beni geriye göğsüne yaslandı. Sıcaklığı ile daha çok sokuldum. Üşüyen ellerimi ellerinin arasına aldı.
Emre benden önce uyumuştu. Yüzünü izledim bir süre. Kolları hâlen sıkıca sarıyordu beni sanki bıraksa gidecekmişim gibi. Ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre sonra ben de uyuyakaldım.
Sabah uyandığımda yine yanımda yoktu. Yataktan kalkıp üstümü değiştirdim. Odaya geri döndüğümde kenara ayırdığım çöp poşeti yoktu, Emre giderken almıştı. Gözüm masaya kaydı bir an.
Hazırlanıp aşağıya indim. Bulunduğum katta benim dışımda kimse kalmıyordu. Banyo, benim odam bir de boş salon vardı. Burası yeterince ısınmadığı için alt katı kullanıyorlardı. Salonda oturmuş konuşuyorlardı. Ben girince sessizlik oluştu.
"Gamze gel bir konuşalım," dedi babam. Karşılarındaki koltuğa geçip oturdum.
"Çok yoruldun, hırpalandın biliyorum. Senden Ankara'ya dönmeni istiyorum. Artık burada senin için bir şey yok. Git kızım biz de geleceğiz sonra. Bu şehir iyi gelmedi sana."
Babamın sözleriyle yutkundum. Hepsine tek tek baktığımda bunun ortak kararları olduğunu anladım. Bir kez daha bana sormadan benim hakkımda karar almışlardı. Oturduğum yerden kalktım.
"Gideceğim baba ama şunu sakın unutmayın ben sizin istediğinizde oradan oraya sürükleyeceğiniz eşyanız değilim. Buraya beni gönderen de sizdiniz. Ankara'ya bu akşam gidiyorum uçak biletimi alın," dedim.
Kimsenin bir şey demesine izin vermeden kapıdan dışarı çıktım. Boğazıma oturan yumruyla gözlerimi yumdum. Taksi durağını aradım. Gelen taksiye binip karakola gittim.
Polis memuru beni bir odaya aldığında önüme dosyalarca fotoğraf koydu. Hepsini dikkatli bir şekilde inceledim. Yaklaşık iki saat sürmüştü bu inceleme.
"Pardon su alabilir miyim?" diye sordum. Polis memuru su getirmek için çıktığında telefonum çaldı, meşgule attım. Abim arıyordu, dün yeni numaramı anneme kaydetmiştim. Ondan almıştı büyük ihtimalle.
Kapıdan çıkarken polis ile karşılaştım. "Teşekkür ederim ben bitirdim, hiçbiri tanıdık gelmiyor," dedim dosyaları işaret ederek. Elindeki su şişesini bana doğru uzattı. "Peki Gamze Hanım, bundan sonrası bizde," dediğinde su şişesini aldım.
Karakoldan çıkıp, doktorun ofisini arayıp gelmeyeceğimi, seanslara Ankara'da devam edeceğimi söyledim. Bana bir arkadaşının numarasını iletti görüşmem için. Teşekkür edip telefonu kapattım. Akşama kadar dışarıda dolaştım. Annemin çağırısını meşgule atıp, taksiye bindim. Eve geldiğimde direkt yukarı odama çıktım.
Valizimi toplayıp, her şeyimi yanına aldım. Bu evde bir çöpümü bile bırakmak istemiyordum. Sinirle ne varsa tıktım valizin içine. Valizimi kapatıp, kaldırdım. Aşağıya indiğimde yine herkes toplanmıştı. Pusetinde etrafa bakan Turan'ın yanına gittim. Kucağıma alıp, kokusunu içime çektim. Ellerini öpüp geri bıraktım.
"Hoşça kalın," dedikten sonra valizimi alıp kapıya gittim.
"Kızım yapma böyle," dedi annem arkamdan.
"Bunu isteyen sizdiniz anne," dedim, ayakkabılarımı giyip çıktım.
Abim beni havaalanına bırakmak için geliyordu. Beraber arabaya bindiğimizde ikimizden de ses çıkmıyordu. Havaalanına geldiğimizde içeriye girdik.
"Ben hallederim gerisini," dedim bilet kontrol noktasına geldiğimizde.
"İçeri girene kadar buradayım," dedi. Omzumu silkip "Sen bilirsin," dedim.
Biletimi onaylatıp, valizimi bagaj kısmına bıraktım. Koridoru döndüm, uçağa giden yolda. Uçağa bindiğimde hostes yerimi gösterdi. İlerleyip, yerime oturdum derin bir nefes alıp.
"Tanıdıklarımın hepsinin fotoğrafını, polis bana su vermeye çıktığında çektim," dedim telefonumu Emre'ye uzatarak.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız lütfen.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
240.37k Okunma |
14.06k Oy |
0 Takip |
77 Bölümlü Kitap |