
Emre'ye baktığımda yanındaki arkadaşlarıyla gülümseyerek konuşuyordu. Elimdeki gülü sıkıca tutarak yanına doğru ilerlemeye başladım. Bana doğru dönük olduğu için beni hemen fark etti. Elimdeki gülü gördüğünde kaşları çatılırken arkadaşlarına bir şeyler söyleyip bana doğru geldi. Ortada buluştuğumuzda gülün yeşil yaprağında yazan yazıyı gösterdim.
"Biri bizi uyarıyor, gitmemiz gerek," dedim aceleyle.
Emre elimden tuttuğu gibi beni de peşinden ilerleterek çıkışa doğru ilerledi. Hasan amca kapıda yeni gelen misafirlerle konuşuyordu. Emre cebinden zarf çıkartıp, yanlarına doğru ilerledi. Hasan amcanın misafirleri içeri girince bizi gördü.
"Hasan amca acil bir durum çıktı, kalkmamız gerekiyor. Küçük beye hediyemiz," diyerek zarfı uzattı.
"Olmadı böyle ama mutlaka yine bekliyorum. Geldiğiniz için sağ olun çocuklar," dedi Hasan amca.
"İnşallah Hasan amca," diyerek eline tutuşturdu zarfı Emre tebessüm ederek.
Geldiğimiz yoldan arabayı park ettiği yere doğru hızla ilerledik. Emre arabanın kapılarını açtığında bindik. Arabayı çalıştırdıktan sonra yola çıktık.
Bize bu mesajı kimin gönderdiğini ve bizi nasıl buldukları konusunda düşündüm. Kurt'un sabah üstü kandı, sanırım sabah olay çıkartmışlardı ve dikkat çekmişti. Peşlerine birileri takılsa fark ederlerdi ya iyi gizlenmişlerdi ya da Emre'nin ailesine ait adresi bulmuşlardı direkt.
"Gamzelim, Semih'i ara, sor neredeymiş."
Emre eve gitmek yerine anayola çıktığında anladım bir daha oraya dönmeyeceğimizi. Çantamdan telefonumu çıkartıp Semih'in ismini rehberden buldum. Yerli Hulk aranıyor. Onu en son böyle kaydetmiştim ve bir daha değiştirme gereği duymamıştım. Semih telefonu birkaç çalıştan sonra açtığında direkt konuya girdim.
"Semih birileri var peşimizde, neredesin?"
"Buraya geldiğimizde kaldığım pansiyondayım, Emre biliyor yerini." Arkadan gelen hışırtılar ile Semih'in de etrafını süzdüğüne emindim.
"Emre, Semih pansiyondaymış," diyerek yan tarafıma döndüm.
"Orada kalsın, geliyoruz."
Benim söylememe gerek kalmadan Semih "Bekliyorum," dedi Emre'yi duyduğu için. Telefonu kapattıktan sonra Emre sık sık dikiz aynasına baktı ama konuşmadı. Beni korkutmak istemiyordu sanırım. Ben baktığımda normal seyrinde giden arabalar görsem de girdiğimiz ara yollar tam aksini gösteriyordu. Normalde daha kısa sürede varacağımızı düşünüyordum çünkü Emre'nin girmediği yer kalmamıştı.
Arkaya baktığımda hiç araba yoktu peşimizde. Emre ondan sonra gaza yüklendi ve ara sokaklardan çıkıp, ana yol üzerinden hızla geçti. Kısa süre sonra arabayı otoparka bıraktık ve yürüyerek devam ettik. Emre elimden sıkıca tutuyordu. Soru sorup, ilgisini dağıtmak istemediğim için ben de sessizce onu takip ediyordum.
Pansiyona girdiğimizde Emre direkt merdivenlere ilerledi. İçerisi küçük bir otele benziyordu. Fazla büyük değildi ama hoş görünüyordu. Hızlı ilerlediğimiz için fazla inceleme şansı bulamadan birinci kattaki bir odanın önünde durduk. Emre önce üç kere sonra bir kere sonra da üç kere kapıyı belirli aralıklarla çaldı. Kapı açılınca Semih kenara çekildi, geçmemiz için.
"Nasıl buldular bizi?" Emre girer girmez sorduğunda hepimizin aklında aynı soru vardı.
"Sabah gittiğimiz adamlardan birisi öttü büyük ihtimalle. Sana öldürelim demiştim!" Semih açıkça konuştuğunda odada benim olduğumun farkında değil gibiydi ikisi de.
"Adamı araştırdım yeni çocuğu olmuştu. Sadece bir şans vermek istedim."
Gözlerim hızla Emre'ye döndüğünde pencereden dışarıya bakıyordu. Sesindeki o ton, o çaresizlik bütün hücrelerime yayıldı. Kendi baba olamayacağını öğrendikten sonra bir başka çocuğun babasını elinden almak istememişti. Bu sözlerden sonra Semih de sessiz kaldı.
"Gamze sen burada kal, silahın yanında değil mi?" Emre bana doğru döndüğünde yanımdan hiç ayırmadığım silahımı çantamdan çıkartıp gösterdim.
"Biz nereye?"
"Sabah sağ bıraktığımız adamın yanına, tabii çoktan ortadan kaybolmadıysa. Bakalım ne ötmüş, ne duymuş."
Semih başını sallayıp, onayladı. Arkasını dönüp odadan çıktığında Emre bana doğru yaklaştı. Gözlerimin içine bakarak, başını boynuma gömdü. Boynumu öptükten sonra saçlarımı kokladı. Ben de sıkıca sarıldım. Beni geride bırakmak istemiyordu ama en son gittiğimde onlara fazlasıyla iş çıkarttığım için geride kalmam gerekiyordu. Gördüklerimden sonra özellikle Kurt'un sözüne güvenecektim.
"Geleceğim."
"Bekleyeceğim."
Emre benden ayrıldıktan sonra Semih'in peşinden çıktı odadan. Emre çıktıktan sonra kapıyı kilitledim. Semih'in kaldığı oda oldukça küçüktü, çift kişilik yatak, küçük bir giysi dolabı vardı. Camın yanında ufak bir masa ve iki sandalyeyle odanın köşesindeki kapıda küçük bir tuvalete açılıyordu. Yatağın üstü temiz ve derli topluydu. Oturacak başka bir yerim olmadığı için yatağın ucuna oturup beklemeye başladım.
Saat neredeyse gece yarısına gelirken Emre mesaj attı. Geç geleceklerine dair. Yatağın yorganını açmadan uçtan bir yastık alıp, yattım. Yastığın altına silahımı koydum, her an tetikteydim. Meraktan ölsem de nerede ne durumda olduklarını bilmediğim için aramadım. Gözlerim yavaşça kapanırken, aklımda hâlen Emre vardı. Henüz yeni uyumuştum ki bir tıkırtı duydum. Saate baktığımda yarım saati geçmişti uyuyalı. Ses küçük tuvaletten geliyordu. Emre olsa beni uyandırırdı ya da yanıma yatardı, ayrıca kapı kilitliydi.
Yerimden doğrulup, yastığın altındaki silahı aldım. Silahı sıkıca tutup, sessizce yataktan kalktım. Odanın ışığını yakarsam belli olacağı için ışığı yakmadım ama pencereden loş bir ışık süzülüyordu içeriye. Hemen tuvaletin olduğu duvarın arkasına geçtim. Kapı dışarı doğru açıldığı için beni göremezdi. Bakışlarım yere kaydığında siyaha yakın parlak bir şeyler vardı. Sonrasında ise ne olduğunu anladım.
Yerdeki kan izlerine bakarken nefesim kesildi. Elimdeki silahın emniyet kilidini açtım. Titrek bir nefes verip duvarla kapının arasında hareketsizce durdum. Biraz önce gelen sesler artarken birisi küfür mırıldandı. Kısık çıkan sesle, kim olduğunu bilmediğim için adım sesleri bulunduğum yere doğru geldiğinde nefesimi tuttum. Tam kapı arkasında beni göremeyeceği şekilde durduğunda bir adım ileri çıkıp karanlıkta silahı sırtına dayadım.
"Ellerini kaldır yoksa hiç acımam vururum," dedim kendimden asla beklemeyeceğim soğuk bir sesle.
"Gamzelim benim."
Emre'nin sesiyle hızla silahı indirip, ışığı yaktım. Bana doğru yavaşça döndüğünde, silah elimden düştü. Omzundaki yaraya tek eliyle bastırdığı tişörtünden kan sızıyordu. Çıplak göğsüne doğru ince bir yol oluşturmuş çizgilere kaydı bakışlarım. Gözlerine baktığımda ise hiçbir şey belli etmiyordu ama canının yanmaması imkânsızdı. Gözlerimi açıp, kapattım ama hâlen orada duruyordu. Kahretsin bu o lanet kâbuslardan birisi değildi.
"Gamze nefes al," dediğinde hâlen nefesimi tuttuğumu anladım ve bıraktığımda beynim hızla çalışmaya başladı.
Önce yerdeki silahı elime alıp, Emre'nin sağlam olan kolundan tutup odaya girdim. Yatağın üstüne Emre'yi oturtturduktan sonra valizini açtım. Üstte duran ilk yardım çantasını çıkarttım. Bizi arıyorlarken, hastaneye gidemezdik. Önce ona yardım edecek sonra da bunun nasıl olduğu konusunda hesap soracaktım. Çantayı elime alıp yatağın üstünde oturan Emre'nin önünde diz çöktüm. Bütün malzemeleri çıkarttım çantadan. Üç tane iğne vardı ama ne için olduklarını bilmiyordum. Makas, dikiş ipi, iğne, tentürdiyot, sargı bezi.
"Tişörtünü kaldır," dedim mantıklı yanıma sığınarak.
Emre beni ikiletmeden tişörtü omzundan çektiğinde bıçak yarası olduğunu fark ettim. İçim biraz daha rahatlamıştı, kurşun içinde olsaydı nasıl çıkartırdım bilmiyordum. Kesik yaklaşık on santim kadardı ve uzun süredir müdahale edilmediği için kan akmaya devam ediyordu. Ayağa kalkıp banyoya doğru ilerledim. Havluyu alıp iyice ıslatıp tekrar odaya döndüm. Emre'nin omuzundaki kanı temizledikten sonra pamuğa tentürdiyot döküp omzundaki yaraya dikkatli bir şekilde bastırdım.
Emre'nin bedeni gerilirken beni izlediğini biliyordum ama ona hiç bakmadım. Bakarsam yapamazdım, yüzündeki o acıyı görürsem devam edemezdim. Temizlediğim kesiğin dikilmeye ihtiyacı vardı. İğnelere baktığımda Emre içlerinden birini alıp kesiğin tam altındaki noktaya batırıp, kendine enjekte etti ilacı.
"Beş dakika içinde omzum tamamen uyuşacak. Acı hissetmeyeceğim, yapamam dersen kendim yapacağım ya da Semih'i çağıracağım. Umarım Semih'i çağırmam gerekmez sırf dalga geçmek için pembe iple diker," dedi yumuşak sesiyle. Hâlen beni düşünüyordu acısının içinde.
"Ben yaparım." Emre'ye bakmadan elime aldığım iğnesini ucuna ipi geçirdim. Emre oldukça hazırlıklıydı, bu durumda olabileceğimizi düşünüp hazırlıklı gelmişti.
Sakin bir şekilde konuşsam da elim titriyordu. Dördüncü denememde ip iğne deliğinden geçirip ucunu makasla kesip düğüm attım. Ayağa kalktığımda oturmak için bir yer arıyordum. Emre'nin boyu uzun olduğu için omzunu net bir şekilde görmem gerekiyordu. Ben öylece ayakta dururken Emre bir anda beni kucağına çekmişti. İki dizim yatağa değerken Emre'nin iki yanından dizlerine oturmuştum.
"Böyle daha iyi görürsün," dediğinde gözlerine bir kez daha baktım. Orada ne görmeyi bekliyordum tam emin değildim, belki biraz acı ama sadece saf arzu ve sevgiyle karşılaşmak içimi titretti.
Elimdeki iğnenin varlığını hissettiğimde neden elimde olduğunu bile unutacak durumdaydım. Emre'nin gerilen bedeniyle duran kan omzundan süzülmeye başlamıştı. Gözüm omzuna kaydığında neden elimde iğne olduğunu hatırladım. Emre kolunu hareket ettirememeye başladığında tamamen uyuştuğunu anladım. Boğazıma oturan yumruyla, yutkunduktan sonra iğneyi omuzuna doğru yaklaştırdım.
Kendimi sakinleştirmeye çalışırken bir yandan da aklımı dağıtmam gerekiyordu. "Bavulları almışsın," dedim ışığı açtığım için ikimizin bavulunu yan yana görmüştüm. "Evet, biraz da bu yüzden geç geldim. Evde bir sürpriz bekliyordu bizi," dediğinde aslında omzunun nasıl bu hâle geldiğini biraz anlamıştım. Tuzak kurmuşlardı, evde bizi bekliyorlardı.
"Neden gittin o zaman? Bıraksaydın kalsalardı içinde sadece kıyafet vardı."
Benim kimliğim yoktu zaten, Emre de bütün kişisel eşyalarını yanında taşıyordu. Bavullarda kıyafet, makyaj malzemesi, dış fırçası ve macunu bulurlardı en fazla. Onlar da yerine konmayacak şeyler değildi. Emre'nin çok fazla eşyası yoktu, ben de evden alabilirdim kıyafetlerimi. Yaralandığına değmezdi.
"Senin tenine değen ve kokunun sindiği hiçbir şeyi geride bırakamazdım," derken gayet ciddi duruyordu.
"Sen delisin," dedim hayretle. Bunun başka bir açıklaması yoktu.
"Sana deliyim." Kalbim lütfen normal ritminde atar mısın? Çünkü biraz sonra koşarak uzaklaşacak gibiydi.
İğneyi derisinden geçirirken Emre dikkatli bir şekilde beni inceliyordu. Hiç hareket etmediği için iğnenin etkisini gösterdiğini anladım, canı acımıyordu. Derin bir nefes alıp tekrar tekrar iğneyi dikiş dikiyormuş gibi omuzundan geçirdim. Altıncıyı geçirdikten sonra makasla ipin ucunu kesip, düğüm attım. Çok da kötü durmuyordu. Sanırım.
Bacaklarım uzun süre hareketsiz kalınca biraz kıpırdattım ve Emre'yle göz göze geldik. Ben adamın üstündeydim ya!
"Gamzelim ikimizin iyiliği için sabit dur," dedi boğuk çıkan sesiyle.
Başımı usulca sallayıp, titreyen ellerimle sargı bezini alıp omzunu sardım. Üstüne bantı yapıştırdıktan sonra yüzüne bile bakmadan kucağından indim. Etrafı toplamaya başladım, yanaklarım yanıyordu resmen. Adamın kucağında bir sağ bir sola hareket edersen tabii sana sabit dur der. Of Gamze of! Şu adama rezil olmadığın bir gün bile olmasın mı?
Emre'nin bavuluna çıkarttığım ilk yardım malzemelerini koyarken küçük bir kutu dikkatimi çekti. Yüzük kutusuna benziyordu. Karıştırmak istemediğim için bakmadım ama merak da ediyordum. Bir süre kutuyla bakıştıktan sonra bavulu kapatmak için elimi üstüne atmıştım.
"Bakabilirsin," diyen Emre'nin sesini duydum. Her yerde mi gözün var adam?
Emre'nin izni olduğu için beklemeden kutuyu elime alıp açtım. Tahminimde yanılmamıştım ama bir farkla. Bu benim yüzüğümdü, Emre'nin evlilik teklifi ettiği gün parmağıma taktığı yüzüktü. Bütün kusursuzluğu ile orada öylece dururken, yüzüğü depoda parmağımdan çıkartıp attığım geldi aklıma. Nazlı'nın yerine geçtiğimde Emre'ye söz vermiştim bu yüzüğü bir daha parmağımdan çıkartmayacağıma dair. Kutuyu geri kapatıp, yerine koydum. Emre bana geri vermek istese şimdiye kadar çoktan verirdi.
Emre oturduğu yerden kalkmış biraz önce benim yattığım yastığa yatmış, yatağa uzanmıştı. Bitkin görünmüyordu ama içimdeki endişe gittikçe yükseliyordu. Varlığını hissetmeye çok muhtaçtım şu anda, yanına gidip yatağın üstüne sarılı olmayan tarafına yattım. Kolunu bana uzattığında göğsüne yattım. Sol omzu yaralandığı için silah kullanabilirdi, Emre bu yüzden endişeli olmayabilirdi.
İğnenin etkisi sabaha kadar süreceği için uyuyup, dinlenmesini istiyordum. Sessiz kalıp, uyumasını bekledim. Semih'in nerede olduğunu da merak ediyordum ama Emre bu konuda dalga geçip pembe ipten bahsettiğinde iyi olduğuna emin oldum. En azından ikisi de fazla bir zarar almamıştı. Gözlerimi kapatsam da bir türlü uyuyamıyordum. Emre'nin eli saçlarımı okşadı usulca.
"İyiyim, uyu Gamzelim," diye mırıldandı.
"Peki sevgilim."
İçimi çekerek Emre'ye biraz daha yaklaştım. Yanımdaydı, iyiydi ve ne olursa olsun biz birlikteydik. Önemli olan tek şey buydu. Sıcaklığına sığınıp içimi rahatlattım. Bir süre sonra gerilen bedenim gevşedi, uykuya daldım.
Sabah uyandığımda Emre yanımda hâlen uyuyordu. Normalde benden önce uyanırdı hep. İğnenin etkisiyle uykusu ağırlaşmış olabilirdi. Yan tarafıma yavaşça dönüp yüzünü izledim. Sakalları artık iyice uzamıştı, saçları dağılmıştı. Bu hâliyle ne kadar dikkat çekici olduğunu biliyor muydu emin değildim ama benim içim gidiyordu. Onunla her sabah bu şekilde uyanmaktan sonsuza kadar bıkmayacağımı düşündüm.
Emre'nin telefonu çalmaya başladığına yavaşça kirpiklerini araladı ve ben o yeşilin bayıldığım tonu olan gözlerini gördüm. Yüzümde aptal bir gülümseme olduğuna emindim. Manzaram süperdi daha ne olsun? Saçlarıma öpücük bıraktıktan sonra sehpanın üstünde duran telefonunu aldı. Ekrana bir süre baktıktan sonra açtı.
"Efendim Uğur?"
Adamın sesi sanki yeni uyanmış gibi değil de gün içindeymiş gibi dinç çıkıyordu. Ben olsam kısık ve hırıltılı çıkardı sesim. Emre bir süre karşı tarafı dinledikten sonra bana bir bakış attı. "Tamam atıyorum şimdi." Telefonu kapattıktan sonra hâlen yatağın üstünde oturduğum için yanıma gelip oturdu.
"Bizimkiler geliyorlar, açığa çıktık dün gece Gamzeli. Sercan peşimize adamlarını gönderecek, İstihbarat ekibin bir arada olmasına karar vermiş. Seni korumak için geliyorlar. Ercan, Uğur, Mert ve Dursun gelecek. Abin orada kalacak hem duygusal yönden yakın olduğunuz hem de orada yönetimde birisi kalmak zorunda olduğundan."
Elindeki telefondan Uğur'a büyük ihtimalle konum göndermişti. Telefonu kapatıp, sehpanın üstüne geri bıraktı. Emre'nin açıklamasını dinlerken bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğunu düşündüm. Artık yalnız değildik ama onların hayatı da tehlikeye girmişti. Bu nasıl bir çelişkiydi böyle? Emre'nin yaralı omzuna kaymıştı bakışlarım.
"Üzülme onların görevi bu, senin yerinde başkası olsaydı yine aynı şeyleri yaparlardı. Yalnız hepsi seni tanıdığı ve değer verdiği için gönüllü oldular bu göreve. Ne kadar sevildiğini bil Gamzelim," derken gülümsüyordu.
"Abim duygusal olarak yakınım olduğu için yanımda değil ama seni nasıl kabul ettiler Emre?" Sormak istemediğim o soru bir anda çıktı dudaklarımın arasından.
Ne kadar inkâr etmeye çalışsam da abime karşı çok incinmiştim. Benimki kızgınlık değildi, kırgınlıktı. Canım diye sevdiğim abim şu anda o kadar uzaktı ki bana düşünüyordum. Ben onun için bu kadar şeye katlanırken neden bir telefon açıp sormuyordu hâlimi? Peki annem, babam onlar neredeydi?
"Beni Emre olarak değil Kurt olarak değerlendiriyorlar. Kurt'un sevdiklerinin canı yanarsa ne yapacağımı gördüler. Seni benden ayıramayacaklarını biliyorlar." Emre'nin eli yanağıma değerken Kurt'u düşündüm. O adamı tek nefeste acımadan öldürdüğü anı. Onun gözünde korku yoktu.
"Abin her gün arıyor beni Gamzelim. Sanırım bu da aklını kurcalıyor. Seni de aradığını düşündüğüm için söylemedim ama anlıyorum ki aramıyor. Abin merak ediyor seni ama kötü ayrıldığınız için cesaret edemiyor."
Emre'nin yumuşak çıkan sesiyle, beni üzgün görmek istemediğini anlıyordum. Haklıydı, bu durum beni üzüyordu. Emre ile iletişimde olduklarını düşünüyordum ama her gün aradığını bilmiyordum. Seda yüzünden tartışmıştık, bu konuda kesinlikle geri adım atmayacaktım. Eğer karısının yanında yer almak istiyorsa, dengeyi koruyamıyorsa bu onun problemiydi. Ben elimden gelen her şeyi yapmıştım.
"Beni aramıyorsa bu kendi problemidir. Bir daha aradığında benden bahsetmeni istemiyorum. Madem beni merak ediyor o zaman kendisi arasın." Emre'nin gözlerine bakarak konuştuğumda beni asla geri çevirmeyeceğini biliyordum. Abimle aramdaki sorunlara beni üzmektense girmemeyi tercih ederdi.
Ekip geleceği için bizim de hazırlanmamız gerekiyordu. Nereye gideceğimizi bile bilmiyorduk. Ben odadaki lavaboya geçtiğimde Emre de üstünü değiştirmek için bavuldan kendine kıyafet aldı. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra biraz daha bekledim içeride. Biraz sonra kapıyı açıp çıktığımda pencerenin kenarına yaslanmış düşünceli bir şekilde dışarıya bakıyordu. Üstünde beyaz spor atlet, altında siyah dar bir kot pantolon vardı sadece.
Pencereden bakışlarını çekip bana baktığında gülümsedim. Onu gördüğümde nedensizce ve sebepsizce gülümsemek geliyordu içimden. Bana doğru elini uzattığında tuttum. Beni önüne çekip arkadan belime sarıldı. Pencereden nereye ya da kime bu kadar dikkatli baktığını merak ederek dışarıya baktım. Burası çok işlek bir cadde değildi daha çok ara bir sokaktı ama pansiyonlarla çevirili olduğundan, insan kalabalığı vardı.
Etrafa göz atarken kısacık bir anda fark ettim. Semih sokağın karşısındaki köşede küçük bir büfede oturmuştu. Gözünde siyah güneş gözlükleri ve başındaki siyah keple onu tanımakta zorluk çeksem de o iri bedeni nerede olsam tanırdım. Elindeki gazeteyi okuyor olarak görünüyordu büyük ihtimalle dışarıdan ama biraz dikkatlice incelense gazete sayfalarını geçerken etrafa dikkatli bir şekilde kontrol ettiği görülürdü. Kendine oldukça iyi bir yer seçmişti, bizim karşı binamızın yanındaydı. Buraya gelen ya da girip çıkan herkesi görebilirdi.
"Semih ne zamandır orada bekliyor?"
"Bir süredir. Kapıda bekliyorum, üstünü giyin, gel," diyerek omzumu öptükten sonra ayrıldı Emre benden.
Kapıdan çıkarken yatağın üstünden kareli siyah gömleğini aldı. Kapıyı kapatınca ben de bavuluma doğru ilerledim, bekletmemek için. Üstte duran lacivert kot pantolonumu, siyah tişörtümü aldım. Üstümü hızlıca giyip, saçlarımı taradım. Kısa olduğundan dolayı fazla zamanımı almıyordu. Bavulumu toplayıp, fermuarını kapattım. Emre'nin küçük bavulunu da alıp kapının kenarına koydum. Arkamı dönüp odayı incelediğimde düzgün görünüyordu. Emre'yle yatağın üstüne yattığımız için fazla bozulmamıştı. Geride eşyamız da kalmamıştı. Silahımı belime yerleştirip, ceketimi giydim. Saat on olmuştu.
Kapıyı açtığımda Emre koridorda telefonla konuşuyordu. Bavulu elimden aldıktan sonra elimi tuttu. Emre'nin küçük bavulunu da ben aldım. İçinde fazla bir şey yoktu zaten, sırt çantası kadar ağırlığı vardı. Merdivenlerden inip, kapının önünde bizi bekleyen taksiye bindik. Taksici bavulları bagaja yerleştirdikten sonra arabayı çalıştırdı. Emre bu arada telefonu kapatmıştı ama ne konuştuğunu anlamamıştım bile.
"Nereye?" diye soran taksiciye Emre "Devam et abi, ben tarif edeceğim," dedi.
Emre'nin tarifiyle birçok yerden geçtik. En sonunda merkezden uzaklaştığımızda etrafta hiçbir şey bulunmayan bir yola girdik. Emre taksiciye durmasını söylerken mutlaka bir planı olduğunu düşündüm yoksa bu dağ başında ne yapardık bilmiyordum. Taksici ısrarla buradan bir yere yürüyerek gidilmeyeceğini söylese de Emre ücreti ödeyip inmişti. Bavulları alıp taksici gidene kadar bekledi.
"Bizi almaya geliyorlar değil mi?" dedim Emre'ye doğru dönüp.
"Semih başka yoldan geliyor, birazdan burada olur. Kiraladığımız araba açığa çıktığı için başka bir araba almak zorunda kaldık. Uğur da direkt buraya gelecek Dursun, Ercan ve Mert'i alıp."
Emre cümlesini bitirmişti ki büyük siyah bir minibüs girdiğimiz ara yolda göründü. Nazlı'yı kaçırmaya gittiğimizde kiraladıkları minibüsün bir benzeriydi. Minibüs önümüzde durduğunda kapısı otomatik olarak açıldı. Emre arka tarafa bavulları koyduktan sonra ben de bindim. Semih'in yanına öne geçmişti. Kapı tekrar kapanıp, araç hareket ettiğinde derin bir nefes verdim.
"Uğur'la konuştum yarım saate geliyorlar," dedi Semih.
"Haberim var, görev emri çıkmış," diyerek onayladı Emre de.
Geriye doğru yaslanıp, gözlerimi kapattım. Hepsinin sevdiği dostu olan adamdı Sercan. Bu ihaneti öğrendiklerinde hepsi yıkılmıştı. Sercan'ın yaşadığını Semih ve Emre dışında kimse bilmiyordu, belki abimin haberi vardır. Beni neyden ya da kimden korumaya geldiklerini biliyorlar mıydı acaba? Ölü sandıkları onlara ihanet eden arkadaşları aslında ölmemişti. Üstelik Emre ve benden o kadar büyük bir şey çalmıştı ki, ellerim karnımı sardı istemsizce.
Gözlerimi açıp akıp giden yola baktım. Emre'nin varlığı bana dayanma gücü veriyordu. Çocuğumun olamayacağını bir kez daha duymuştum dün doktordan. "Ölürsün," demişti açıkça bana ama deneyecektim yine de şansımı. Emre ne derse desin tehlikeli de olsa tedavi olacaktım. Bir şansım, umudum varken keşke demek istemiyordum. Belki tedavi işe yarardı.
Araba durduğunda düşüncelerimden sıyrıldım. Etrafa baktığımda büyük bir bahçenin önündeydik. Kapı açıldığında Semih arabayı içeri doğru sürdü. Araç tekrar durduğunda kapılar açıldı. Emre kapımı açtıktan sonra bavulları aldı, ben de arkasından indim. Etrafa baktığımda iki katlı, ahşap bir evin önünde geniş bir bahçede durduğumuzu gördüm.
Evin üst katındaki terası çok güzel görünüyordu, hayranlıkla süzdüm etrafı. Biraz sonra kapı açıldı ve Vural çıktı içeriden. Bütün ekip toplanacağı için burası güvenli bir yer olmalıydı. Semih ve Emre çoktan yanına gitmişti Vural'ın. El sıkışıp, konuşmaya başladıklarında ben de onlara doğru ilerledim. Emre bavulları kapının yanına bırakmıştı.
"Ev sizin, istediğiniz gibi kullanın, rahat edin, bugün sakiniz. Bırakalım sizi arasınlar, biz de bu arada ulaşacağımız kadar bilgiye ulaşalım. Sonra oturup bir plan yaparız." Vural'ın sözleriyle Semih canı sıkılmış gibi duruyordu. Beklemek pek Yerli Hulk'a göre değildi demek ki.
Hiçbirimizin bu durumdan hoşlanmadığı belli bir şeydi. Açığa çıkmak, açık hedef hâline gelmekti. Onlar gözleri açık bir şekilde bizi ararken bizim gözlerimizi birileri kapatıyordu. Ne diyebilirim ki, Allah'tan Kurt'un koku alma duyusu iyiydi.
"Gel Gamze," dedi Emre elini bana doğru uzatarak.
Elini tuttuğumda bavulları da alıp içeriye girdik. Evin içinde egzotik hoş bir yapıya sahipti. Hardal sarısı oturma grubu, ahşapla oldukça hoş bir uyum sağlamıştı. Ahşap yemek masasının etrafında yine ahşap on iki sandalye vardı. Oldukça büyük bir salona sahipti, ferah ve aydınlık. Girişin karşısında üst kata çıkan merdivenler, sol tarafındaysa mutfak vardı. Amerikan tarzı mutfak yarı açık şekilde bar tarzı konumlandırılmış masayla salona bağlanıyordu. Önünde dört tane siyah renkli yüksek tabure vardı. Dizaynı gerçekten de zevkli biri tarafından yapıldığı belliydi.
"Ev çok güzel," dedim Emre'ye.
"Amcamın evi, burası toplantılar için kullanıldığı için kayıtlarda geçmiyor," diyerek merdivenlere yöneldi. Emre'nin neredeyse bütün ailesinin asker olduğunu bildiğim için amcasının görevini merak ettim.
"Amcan hangi askerî alanda çalışıyor?" Merdivenleri çıkarken sorduğumda Emre bana bir bakış atıp gülümsedi.
"İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı," diyerek omuz silkti.
Şok oldum. Babası albay, amcası ve kuzeni istihbaratçı, eniştesi emniyet müdürü... Annesi umarım Mit ajanı değildir.
Emre odanın önünde durduğunda kapıyı açıp içeriye girdi. Tek kişilik iki tane yatak, üç kapaklı giysi dolabı, iki şifonyerden oluşuyordu odanın içi. Büyük Fransız kapısı terasa açılıyordu. Pencereye doğru ilerleyip açtım, terasa doğru adımladım. Burada da aşağıdakine benzeyen büyük bir ahşap masa ve sandalyeler vardı. Ek olarak köşeye bahçe takımı konmuştu. Lacivert renginde iki tane üçlü, iki tane de tekli koltuğun ortasında beyaz dikdörtgen orta sehpa vardı.
Terasın korkuluklarına kollarımı koyup etrafa baktım. Ormanlık alanın içindeydik ama yol yaptırıldığı için rahat bir şekilde gelmiştik buraya. Etrafta kuş sesleri dışında bir şey duyulmuyordu. O kadar huzurlu görünüyordu ki burayı sevmiştim.
Belime sarılan kollara artık alışmıştım, önceden olsa irkilirdim. Şimdiyse oldukça normal karşılıyor, hatta beni saran sıcaklığına ihtiyaç duyuyordum. Kuş seslerinin arasından başka bir ses daha duyuldu. Arabanın motor sesi gittikçe yaklaşırken, siyah renkli Audi bahçe kapısından geçtiği anda görüş alanımıza girdi. Bahçede durduğunda Emre'nin elinden tutup aşağıya inmek için kolları arasından çıktım. Gerçekten alışmıştım hepsine, şimdi onları tekrar yanımızda görmek Emre ve Semih'e de iyi gelecekti.
Merdivenlerden koşarak inmiştim neredeyse. Emre ise bu hâlime gülümsüyordu sadece. Semih kapıyı açtığında hepsi kapının önüne dizilmişti, ellerinde bavullarıyla birlikte. Emre'yle ben de hemen Semih'in arkasında duruyorduk.
"Demek görev çıktı ha?" diyerek içeri girdi Ercan.
"Ayrıldınız çok acı çekiyorsun ha?" diye ekledi Uğur.
"Gittiğiniz yer ve görev çok gizli söylemezsiniz ha?" Mert de katıldı kadroya.
"Çok özlemişuz komitanum." Dursun yine farklılığını koymuştu ortaya.
"Durun bir oğlum, içeri geçin önce." Semih'in itiraz dolu sesiyle herkes bavulunu bir kenara bırakıp salondaki büyük oturma grubuna yöneldi.
Uğur'la Ercan üçlü koltuğun birine ben, Semih ve Emre de diğerine oturduk. Mert'le Dursun da tekli koltuklara oturdu. Bir açıklama bekliyorlardı bizden ama burada konuşacak en son kişi bendim. Semih'le Emre yalan söylemişti onlara, ben hiçbiriyle iletişime geçmemiştim. Ben hastaneden çıktığımda onlar Hakkâri'den yeni dönmüştü. Emre'yi de ilk o gün görmüştüm. Eve çıktığımdaysa telefonum olmadığı için kimseyle konuşmamıştım. Abim gelmelerine izin vermemişti büyük ihtimalle, gelmek istediklerinde de. Psikolojim alt üst olmuştu ama ben yine kendimdeydim.
"Öncelikle Gamze'nin bu görev olaylarından haberi yoktu, buraya geldiğimizde öğrendi her şeyi. Semih, Cahit abi ve ben biliyorduk. Haşim Albay'ın dâhil kimsenin haberi yoktu. Haşim Albay da bizi Kuzey Irak'a göreve gönderdiğini sanıyordu. Sizden saklamamızın sebebi de işin daha büyük olması ve zarar riskinin yüksek olmasıydı. Sadece basit bir görev için gelmedik biz buraya, bilmediğiniz şeyler var." Emre konuşurken herkes dikkatli bir şekilde dinliyordu.
Koltukta geriye doğru yaslandım. Emre bana karşı tavır almamaları için bilmediğimi söylerken haklıydı. O uçağa sadece Emre'nin beni beklediğini bilerek binmiştim, planları bir yana Semih'in ve abimin bu işe dâhil olduğunu bile bilmiyordum. Gerçi öğrendikten sonra planlarını yine bana söylememişti Kurt.
"Acil görev emriyle Ankara'ya çağrılınca altında bir şey olduğunu biliyorduk ama kimse tahmin edemedi. Uçağa binmeden önce Cahit abi bizi toplayıp anlattı her şeyi." Uğur sakin bir şekilde buraya nasıl geldiklerini anlattı. Diğerleri de başlarını sallayıp onayladılar onu.
"Siz acıkmadınız mı ya? Ölüyorum ben açlıktan," diyerek ciddi ortama turp sıkan Ercan'la kıkırdadım.
"Ben kahvaltı etmedim daha, sizin yüzünüzden kaslarım eriyecek."
Semih'in huysuzca söylenmesiyle karnım kendini belli etmek istercesine guruldadı. Herkes bana bakıp gülmeye başladığında Emre'nin göğsüne yüzümü kapattım. Ne olmuş açsam?
"Güleni kapının önüne atarım, gece arabada uyur!" Emre'nin sert sesiyle bir anda gülme sesi kesildi.
Başımı yavaşça kaldırdığımda herkes yanaklarının içini ısırıyordu gülmemek için. Bu durumları o kadar komikti ki gülmeye başladım. Benden sonra herkes kopunca büyük bir kahkaha tufanı coşturdu ortamı. Hepsine teker teker bakarken aslında birlikte ne kadar mutlu ve iyi olduklarını fark ettim. Görevleri hayatlarını sürekli tehlikeye atmak olan bu altı adam, birbirlerine ihtiyaç duyuyordu. Güven, dostluk, kardeşlik, sadakat onları birbirine bağlıyordu.
"Neler varmış bakalım dolapta," diyerek ayağa kalktım.
Benimle Emre de kalkınca mutfağa geçtik. Mutfaktaki küçük masada yememiz mümkün olmayacağı için salondaki büyük masaya hazırlayacaktık. İki kapaklı büyük buzdolabı tıka basa doluydu. Kahvaltılıkları ikişer tabaklara koyup, domates salatalık çıkarttım. Emre ve Semih mutfakta diğerleri de sofrayı kurarken yardım etti. Hep birlikte hazırladığımız sofraya geçtik. Semih en büyük tavada menemen yapmıştı. 6 adama yetecek kadar çok yapması için oldukça uğraşmıştı.
"Afiyet olsun," dedikten sonra başladım.
Menemenden aldığımda tadı enfesti. Gerçekten bu işi biliyordu Yerli Hulk. Herkes hunharca yemek yerken kendi aralarında da şakalaşıyorlardı bir yandan da. Ben de bir yandan kahvaltımı yapıyor, bir yandan da onları izliyordum. Aralarındaki bağı görmek gerçekten de güzeldi.
"Oğlum Gamze var diye hepiniz kibarlıktan kırılacaksınız. Şöyle banın ekmeği menemene, tadı böyle çıkar," diyerek bir ekmeğin neredeyse yarısını tavaya banan Semih'e hayretle baktım. Üç ısırıkta yarım ekmeği ağzına attı!
Ben gözlerimi açmış hayretle bakarken benim tepkime gülüyordu hepsi. Anlaşılan Semih'in bu hâline hepsi alışıktı. Emre bile bana bakarken gülümsedi. Ben ekmek banmasına değil, ekmeği yemesine şaşırıyordum. Omuz silkip ekmekten kopartıp ben de kenarına bandım. Benden sonra herkes çatalı bırakıp ekmekle menemeni sıyırmaya başladı.
"Ben yedim Allah arttırsın, sofrayı kuran kaldırsın," diyerek ayaklandı Emre beni de yanına çekerek yemek yedikten sonra.
"Ben de menemeni yaptım," diyerek sıyrıldı Semih de.
"Biz de sofrayı kurduk." Uğur ve Ercan beşlik çaktılar.
"Ha bulaşuk biza kaldu," dedi Dursun, Mert'e bakarak.
"Kalk Dursun kalk. Bunlardan fayda yok," dedi Mert de içini çekerek.
Sofrayı yine de toplamaya yardım etmiştik. Mert ve Dursun mutfağı toplamaya giderken ben de çay suyu koydum. Bardakları hazırlarken, Dursun'dan Nazlı'yı dinledim, nişan gecelerine katılamadığımız için nasıl geçtiğini anlattı. Mert oldukça sessizdi. En son ona Mine'yi yapacaktım ben, bir ara konuşsak iyi olacaktı.
Mert'le Dursun mutfağı toplamış ben de çayları bardaklara doldurmuştum. Hep birlikte salona geçtik. Masanın etrafına oturduğumuzda herkesin çaylarını verdim. Ben de Emre'nin yanına oturdum. Ciddi bir şeyin konuşulacağını ortama sessizlik çökünce anladım. Konu ciddi olduğunda en çok konuşan Ercan bile sessiz oluyordu.
"Buraya neden geldiğinizi biliyorsunuz ama hepsini değil. Hepiniz aslında Özge'nin peşinde olduğumuzu sanıyorsunuz. Aslında Özge'nin de peşindeyiz ama biri daha var," diyerek konuyu açtı Emre.
"Babasının öldüğünü gözlerimizle gördük. Başka bir ortak mı bulmuş kendine?" diye sordu Ercan.
"Hem de ne ortak!" Semih'in sözlerinden sonra gerginlik arttı.
"Kim?" Mert merakla Emre'ye baktı.
"Ha o Gediz öldü da ben baktum cesedune." Dursun'un aklına gelen kişiyle tüylerim diken diken oldu.
"Sercan yaşıyor, Gamze'yi o kaçırdı." Emre'nin sözleriyle ortama büyük bir bomba düşmüştü.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız lütfen.
Instagram: DeeinDeniz
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 339.07k Okunma |
18.52k Oy |
0 Takip |
77 Bölümlü Kitap |