63. Bölüm

2. Kitap 9. Bölüm

Rabia Gümüş
deeindeniz

Masaya oturduğunda herkes sessizleşmiş, telefona odaklanmıştı. Uğur telefonu açtığında burada olmak o lanet herifin sesini duymak istemiyordum. Ama bunu yapamazdım, ben gidersem Emre de peşimden gelirdi ve acil müdahale edilmesi gereken bir şey olursa yanlarında olamazdı. Bu kadar detaylı düşündüğüm için bazen kendimden nefret ediyorum.

"Sercan," diyerek başladı Uğur.

"Uğur, ne yaptın?" Sercan'ın sesiyle istemsizce gerildim.

"Ankara'dayız şimdi, bütün ekip bir arada, yaşadığını herkes öğrendi." Uğur'un hiç renk vermeyen ses tonu, gerçekten de iyi iş çıkartıyordu.

"Bir bok yapamazlar. Sen ne düşünüyorsun planları hakkında?" Sercan istediğimiz açıklığı vermişti bize, Uğur devreye girecekti artık.

"Anlaşma istiyorum, sana karşı çalışırım, sen de bana karşılığını verirsin. Biliyorsun geride bırakacağım kimse yok." Uğur'a neredeyse ben bile inanacaktım o an.

"Yurt dışına kaçırırım seni, tanıdıklarım var çok yüksek yerlerde merak etme. 5 milyon dolar sana hayatın boyunca yetecektir." Uğur, gözlerini Emre'ye çevirdiğinde Emre telefonunu çıkartıp bir şeyler yazdı ve Uğur'a verdi.

"10 milyon dolar nakit istiyorum ayrıca kaçarak gitmeyeceğim, bana sahte pasaport hazırla. Gideceğim ülkede kaçak olursam anında yakalarlar, teslim ederler beni. Vatana ihanetten ömür boyu içeriye gireceğimi hiç sanmıyorum."

Emre anlaşmanın şartlarını yükseltmişti çünkü Uğur'a gerçekten ihanet etmesini sağlamak için gerekli şartları sunuyordu. Sercan'ın şüphelerini aza indirmek de bunlardan biriydi, böylelikle Uğur parayı daha çok önemseyen biri olarak görünecekti. Sercan buna da inanmayacak olsa bile elimizde son bir koz daha vardı.

"Vay be Uğur iyi bir anlaşma, kabul ediyorum. Zaten sen hepsinden farkıydın, bunu biliyordum. Şimdi bana planlarını anlat, ben de paranı bu iş bitince hesabına geçireyim," diyerek rahatça konuştu Sercan.

Uğur Emre'ye baktığında başını iki yana olumsuz olarak salladı.

"Paranın yarısı şimdi yarısı da iş bitince hesabıma geçecek anlaşma bu." Uğur'un sert ses tonuyla Sercan bir durakladı, sonra konuştu.

"Tamam, hesap numaranı gönder telefonu kapatınca. Şimdi bana plandan bahset artık." Sıkıldığı ve bir an önce telefonu kapatmak istediği belliydi, aslında köşeye sıkıştığı Uğur'dan yardım istemesinden bile belli oluyordu.

"Senin büyük patronun kurduğu uyuşturucu ağını çözdüler. Adamları bir bir bulup, senin hakkında bilgi topluyorlar. Birinden biri konuşacak elbet," diyerek planın ilk aşamasını hayata geçirdi Uğur.

"Peki kimden başlayacaklar?"

Sercan'ın sorusuyla Emre yine eline aldığı telefonla yazmaya başladı. Uğur da bu arada boş durmamak için Sercan'a biraz önceki cümlelerini farklı yollarla söylüyordu, durakladığı şüphe çekmesin diye. Emre telefonu uzattığında Uğur hemen aldı ve yazılanları okudu.

"Emre, Gamze'yi tek bırakmak istemiyor bu yüzden evde iki kişi kalırken geceleri yapacak operasyonları. Buradaki imalathanenin başında olan adamın sağ koluna gidecek bu gece, adı Necmi'ymiş. Özge'nin babası iyi tezgâh kurmuş, büyük şehirlere bir tane imalathane kurup, kendisi dağda yaşamış adam. Gerçi parayı orada yiyecek yer de bulamamıştır mefta," diyerek dalga geçti Uğur.

Lafı sürekli paraya getirerek aslında ne kadar paragöz birisi olduğunu da öne sürüyordu burada. Konudan Sercan'ın aklını uzaklaştırıp, eski Uğur'u unutturuyordu. Sercan biraz akıllı olsa zaten Uğur'un tek ailesine ihanet etmeyeceğini anlardı ama gözü dönmüştü şu anda. Emre'nin neler yapacağını biliyordu.

Kurtlar parçalayarak öldürürdü.

Emre'ye doğru baktığımda bakışları telefona sabitliydi. Eğer bu bakışları Sercan görseydi, o an kalp krizi geçirirdi. Bir adamın bakışları kan istediğini bu kadar belli eder miydi? Emre yine Kurt gibi bakıyordu, o soğuk ürkütücü bakışlar kan görmek istiyordu. Parmakları arasından sızıyordu kanlar Kurt'un. Eli tetiği çekerken, hissizdi ama Sercan'ı öldürürken haz alacağına emindim. O an anladım ki ben Kurt'tan korktuğum kadar onu görmeyi de istiyordum.

"Tamam, adresi mesaj atarsın hesap numaranla birlikte. Bu işte beraberiz Uğur, en ufak sıkıntıda ben gidersem seni de götürürüm." Sercan son sözlerini söyleyip telefonu kapattı.

Herkes geriye yaslanmış bir şeyler düşünüyordu. Sercan'ın bu hâle nasıl geldiğini merak ediyorlardı belki de. Sercan'ın o iğrenç yüzünü gören aralarında bir tek bendim. Psikopat, manyağın tekiydi. Şu an düşünüyorum da belki de başından beri öyleydi ama bu yüzünü göstermemişti hiçbir zaman.

O adam sadece benim canımı yakmamıştı, canımdan can almıştı. Daha fazla burada durmaya dayanamadım, sandalyeyi geriye doğru itip ayağa kalktım. Kimseyle göz göze gelmeden merdivenlere doğru yöneldim. Üst kata çıkarken tek düşündüğüm beynime üşüşen o pis anılardan uzaklaşmaktı. Dayanmak için çabalıyordum ama zordu, hem de çok zordu.

Odanın kapısını açıp içeriye girdiğimde kenarda duran bavulumu açtım. İçinden kendime kıyafet çıkarttım, odanın kapısını kilitledim. Havlumu alıp, odanın içindeki ebeveyn banyosuna ilerledim. Kıyafetlerimi çıkartıp, duşa kabine girdim. Suyu soğuğa getirip, açtım. Kendime gelmem gerekiyordu, Emre asla beni böyle görmemeliydi.

Başımdan aşağı akan soğuk suyla içim titredi. Gözlerimi kapatıp elimi karnıma sarıp, gözyaşlarımı serbest bıraktım.

Ben ağlamıyordum ki, sadece su akıyordu başımdan aşağıya. Bedenim kasıldı, vücudum gerginleşti. Derin nefesler alarak yere doğru çöktüm. Su başımdan aşağıya akarken, kollarımı bedenime daha sıkı sardım. Bu acıyla baş etmek çok zordu.

Hamile kalırsan ölürsün.

Asla çocuk sahibi olamayacaksın.

Emre'yi asla baba yapamayacaksın.

Acıyor, acımasın. Tırnaklarımı etime geçirip, hıçkırığımı serbest bıraktım. Dayanmam gerekiyor ama dayanamıyorum. O adamın sesini duymak, bir şeyleri tetikledi ve ben hatırladım. Beni bayıltırken bana söylediklerini hatırladım.

"Gamze, sana neden bunu yapıyorum biliyor musun? Emre'nin ne hâle geldiğini görmek için. Ona gideceksin ve baba olamayacağını söyleyeceksin ya da söylemeden ayrılacaksın. İki türlü de ona acı çektireceksin. Eğer ona söylersen senin acınla yanacak, dayanamayacak. Söylemezsen sessizlikle acı çekecek."

Hayal meyal hatırladığım sözlerle kulaklarımı kapattım. Duymak istemiyordum, susmalıydı. Susmak zorundaydı. Ellerimi kulaklarıma daha fazla bastırdım. Beynimin içinde sesi yankılanıyordu.

"Sus, sus artık! Sus! Sus! Sus!"

Çığlıklarımla birlikte boğazım yırtılacak gibi acırken, delirmiş gibiydim. Dayanamıyordum, Emre için çabalamıştım gülümsemiş ve ona sığınmıştım. Sesini duyduğum anda ise geri o odaya dönmüştüm. Ellerim kollarım bağlı çırpınışlarım geri gelmişti. Elimi kolumu sanki o odadaymışım gibi sertçe çarptığımda etrafa geriye doğru savruldum.

Duşa kabinin patlayan camı her yere savrulurken, yere odaklandı bakışlarım. Bir şeyler kanıyordu, yerler neden kırmızıydı? Etrafıma baktığımda karşıda duran aynaya baktım. Ben kanıyordum. Ben neden kanıyordum?

Büyük bir çarpma sesi duydum o anda. İrkilirken kenarda duran havluyu alıp bedenime sardım. Bu sefer banyonun kapısı geriye doğru savruldu. Emre'yi gördüğümde göz göze geldik. Öylece bakıyordu bana, şoka girmişti sanki.

"Gelmeyin!" diye bağırdığında diğerlerininde arkasında olduğunu anladım. Bana doğru yaklaştı, hâlen akan suyu kapattı ıslanmasına rağmen.

Bana dokunduğu an anladım ki Emre değil, Kurt'tu. Çünkü Emre beni böyle görmeye dayanamazdı. Benim acımı, kendi acısının önüne koyamazdı.

Kucağına aldığı anda kendimi boş bir kabuk gibi hissettim. Hissiz, hareketsiz öylesine bir bedenmişim gibi. Kırık camlar üstünden geçtik beraber. Kırıldık, kanadık ama en çok da yandık. Biz birbirimizin acısında kül olduk. Gözlerimi yeşillerinden ayırmadım, beni yaşamak için hayatta tutan yeşillere baktım. Beni yatağın üstüne yatırıp, banyoya ilerledi. Biraz sonra elinde sargı beziyle birlikte geri geldi. Ellerimi tutup bileklerimi sıkıca sardı.

Komodinin üstünde duran telefonu alıp, birini aradı. Ne konuştuğuna odaklanamadım bile, beynim algılama yetisini kaybetmişti sanki. Bana bir daha bakmadı, yanımda oturdu sadece. Ne gariptir ki o yanımdayken acı yok oluyordu, sanki biliyordu onun derdimin şifası olduğunu. Bileklerim bile acımıyordu.

Ne kadar öyle durduk bilmiyorum ama kapı tıklatılınca Emre yan taraftaki yatağın pikesini üstüme örttü. Islanmış havluyu üstümden çekmişti sonrasında. Üstüm tamamen kapanınca tek kişilik yatakta bileklerim açıkça kalacak şekilde iki yandan ellerimi çıkarttı. Yüzüme hiç bakmadı yine.

Kapıyı açtığında ben hâlen Emre'yi izliyordum. Görüş açıma giren kadınla kaşlarımı çattım. O kişiyi tanımıyordum ama bana yaklaştığına göre zararsız biriydi. Eğer öyle olmasaydı Kurt onu çoktan parçalardı. Bileklerime dokunduğunda bir şey hissetmediğim için sessiz kaldım. Emre'ye yine bir şeyler söylediğinde duymadım. Sanki sadece dışarıdan izliyordum her şeyi, bunu bir kez daha yaşamıştım. Emre'ye o gece o lanet sırrı söyledikten sonra yine böyle olmuştum. Kollarında ağlayıp, sakinleşmiştim ama şimdi ona sarılmak yerine kendim başa çıkmaya çalışmıştım. Acımı ona gösterip, onu yaralamak istememiştim.

Küçük bir batma hissiyle gözlerim kapanırken, karşı çıkmadım. Bedenim rahatlarken bilincimi kaybettim.

Emre'den

Gamze giderken derin bir nefes aldım. Peşinden gitmek için ayağa kalkıyordum ki telefonum çaldı. Cahit abinin aradığını görünce açtım. Gamze'nin ailesi ile ilgili önemli bir şey olabilirdi. Masadan uzaklaşıp, mutfağa doğru ilerledim.

"Efendim abi," dedim açtığımda.

"Nasılsınız Emre? Gamze iyi mi?" diye sordu.

"Abi sana daha önce de dedim, Gamze senin aramanı bekliyor. Lütfen bana kardeşinin nasıl olduğunu sormak yerine onu ara. Şu an inan en çok onu düşünen bir abiye ihtiyacı var, onu kıran ve uzak duran birisine değil."

Sert çıkan sesime ben bile şaşırdım. Cahit abiye şu ana kadar hiçbir şekilde saygısızlık yapmamış, Gamze ile aralarına girmemiştim. Gamze'nin abisinden bahsederken ne kadar sevgi dolu olduğunu görüyordum. Buna rağmen sevdiğim kadının gözlerindeki kırgınlığı ise görmezden gelemiyordum. Gamze'nin benim olduğu kadar ailesinin desteğine de ihtiyacı vardı, bunu bilmeliydiler.

"Emre ben de kardeşimi aramak istiyorum ama bunca olandan sonra yüzüm yok işte! Gamze'yi bu kadar kırdıktan sonra af dilesem affeder mi beni?" Yüksek çıkan sesi sona doğru kısılmış, hüzünlenmişti.

"Ne olursa olsun siz kardeşiniz abi. Et tırnaktan ayrılır mı? Sen hatanı anladın ve önemli olan bu. Gamze inattır ama seni seviyor." Cahit abiye ben de kızgındım bu konuda ama onlar abi kardeşti. Kavga ederler, küserler, üzülürlerdi ama sonunda yine barışırlardı. Gamze tabii süründürecekti ama bunu çoktan hak etmişti Cahit abi.

"Tamam Emre, Gamze ne derde desin ne yaparsa yapsın kabulüm. Affetmesi için uğraşacağım."

Cahit abinin sözlerinden sonra derin bir nefes aldım. Telefonu kapattıktan sonra mutfaktan çıkıp, üst kata doğru merdivenlere yöneldim. Cahit abi ile Gamze'nin arasının kötü olmasını istemiyordum. Bu durum Gamzelimi oldukça etkiliyordu belli etmese de.

Uğur telefonda konuşurken kendimi zor tutuyordum, o piçi ellerimin arasına alıp boğazını parçalamak istiyordum. Son nefesini verene kadar gözlerinin içine bakacaktım. Bu sefer öldüğüne emin olacaktım.

"Gamze," diye seslendim kapıyı tıklatıp.

Ses gelmediği için bir kez daha tıklayıp bekledim. Endişelenirken kapının kulpuna uzandım. Kapı açılmayınca, bu sefer kendimi tutamayıp "Gamze!" diye bağırdım. Kapıyı birkaç kez daha zorladım ama açılmadı. Diğerleri de sesime geldiler yukarıya.

"Çekil," diyen Semih'le geriye çekildim. Kapıya tekme atmasıyla kilit parçalandı.

Odadan içeriye girdiğim an su sesini duydum. Duş alıyordu o yüzden duymamıştı seslendiğimi. Biraz sakinleşince banyonun kapısına doğru ilerliyordum ki odaya doğru sızan suyu fark ettim. Su normal değildi, kanla karışmış, bulanıklaşmıştı. Kapının kitli olduğunu bildiğim için sert bir omuz darbesiyle içeri girdiğimde, kapı açılarak duvara çarptı.

Onu gördüğümde buz kestim. Üstünde bedenine sardığı bir havluyla öylece dikiliyordu. Dizlerim titriyordu, benim en son dizlerim titrediğinde; görev arkadaşım şehit düşmüştü.

"Gelmeyin!" diye seslendim içeriye doğru. Diğerleri zaten kapının önünde bekliyorlardı ama kapı açıktı, Gamze'yi böyle görmemeliydiler.

Bileklerinden akan kan yere suyla karışıp damlarken sıkı sıkı tutuyordu havluyu. Gözlerimi kapatıp, tekrar açtığımda duygularım artık yoktu. Gamze'ye doğru adımlayıp, suyu kapattım. Hafifçe eğilip bir elimi bacaklarının altından diğerini boynundan geçirdim. Kucağıma aldığımda gözleri gözlerimden ayrılmadı ama ben bu bakışlarla ona bakmak istemedim. Gözlerimi ondan çekip kırık camlar üstünden geçtim.

Banyodan çıktığımda kimse yoktu odanın önünde. Semih kapıyı geri yerine takmış, kapatmıştı. Gamze'yi yavaşça yatağın üstüne yatırdım. Bana baktığını biliyordum ama ona bakamıyordum. Banyoya geri dönüp dolaptan sargı bezi çıkarttım kanı durdurmak için. İnce uzun çizikler açılmıştı camın battığı bileklerinde. Odaya geri dönüp sıkıca sardım bileklerini, öylece baktı yine.

Gamze baktı, ben yutkunamadım.

Telefonumu alıp Vural'ı aradım, çok beklemeden açtığında "Acil doktor getir buraya, dikiş gerekebilir hazırlıklı gelsin," dedim.

"Ne oldu?" Endişeli çıkan sesiyle gözüm Gamze'ye kaydı, bakışları benim kadar boştu şimdi.

"Soru sorma Vural. İyi bir doktor olsun ve mümkünse kadın olsun," diye uyarıp telefonu kapattım.

Bileklerine daldı bakışlarım, sargı bezinin üstüne çıkan kan damlalarına baktım. Benim Gamzelim kendine bilerek zarar vermezdi. Bir şey olmuştu belliydi ama şu an sormanın ne yeri ne de zamanıydı. Belli etmesem de o telefon konuşması sırasında hep bir gözüm onun üstündeydi. Yumruklarını sıkmıştı benim güçlü sevgilim. Git demek istemiştim ona ama gitmeyeceğini biliyordum oradan. Öfkeyle yanıyordu gözlerindeki ateş.

Kapı çaldığında yan taraftaki yatağın üstündeki pikeyi alıp Gamze'nin üstüne kapattım. Altındaki havluyu tutup, tenine değmeden çektim.

Havluyu komodinin üstüne bırakıp, kapıyı açtım. Vural ve yanındaki doktora baktım. "Sen aşağıda bekle," dedim Vural'a, başını sallayıp merdivenlere yöneldi inmek için. Doktor dediğim gibi kadındı. Gamze'nin üstünü birisinin giydirmesi gerekiyordu ve o kişi ben olamazdım. Bunu ona bakmadan dahi yapardım ama Gamze bunu öğrenince yüzüme uzun bir süre bakmazdı.

Doktoru gördüğünde kaşlarını çattı Gamzeli ama bir şey demedi. Doktor yanına doğru ilerleyip, bileklerine dokundu, sargının kenarını kaldırıp baktı. "Bileklerine dikiş atılması gerekiyor, kesik derin." Doktorun bakışları bana döndüğünde başımı salladım onaylamak için. Yanında getirdiği çantasını açıp, içinden iğne çıkarttı. Gamze'nin koluna vurduğu iğneyle yüzü bir an kasıldı ve sonra rahatlayarak gözlerini kapattı.

Doktor, bileklerine sardığım bandajı açtı önce, kesikleri inceledi. Sonrasında Gamze'nin bileklerini temizleyip, dikiş için gerekli şeyleri hazırladı. Daha fazla bakamazdım ama dayanacaktım. Gamze benim yarama bakmakla kalmamış, derman olmuştu.

Doktorun işi bitene kadar orada durup, bekledim. Sevdiğim kadının yaralarını kapatmak bir yana yeni yaralar açılırken bir şey yapamamak, çaresiz kalmak berbattı. Kendimden nefret ettim o anda. Sadece birkaç dakika daha erken gelsem bir şey olmayacaktı. Gamze'ye şimdi sarılıyor olacaktım.

"İki günde bir pansuman yapılsın ve sargıları değişsin. Bir hafta sonra tekrar kontrol için bir doktora gösterin mutlaka. İki tane ağrı kesici yazdım, günlük birer tane aynı saatlerde almasına dikkat edin. Bileklerini fazla zorlamasın, üç gün boyunca ağır bir şey kaldırmasın, dikişleri açılabilir. Bunun dışında bedenen iyi ama ruhen bir şey söyleyemem." Doktorun uzattığı kâğıdı aldım. Özellikle soru sormamasını Vural istemiş olmalıydı.

"Ne düşünüyorsunuz bilekleri hakkında?" diye zor da olsa sordum.

"Merak etmeyin, intihar değil. İki bileğini de aynı anda düz bir şekilde kesmesi çok zor. Ayrıca çizikler dikey şekilde aşağıdan yukarıya doğru oluşmuş, sağ bileğini kesse bile sol bileğini o açıyla kesemez. Bakışlarından ve tepkilerinden anladığım kadarıyla sinir krizi anında ayna ya da cama vurmuş ve bileklerini kesmiş." Doktorun sözleriyle duşa kabinin kırılan camını hatırladım.

Ah be Gamzeli ne yaptın kendine, bana, bize?

"Sizden bir şey isteyebilir miyim? Size kıyafetlerini versem giydirebilir misiniz acaba? Evde başka kadın yok şu anda, yardımcı olacak," diye rica ettim.

"Tabii."

Doktorun onaylamasıyla, bavuldan Gamze için tişört, eşofman ve iç çamaşırı çıkarttım. Şu an anestezinin etkisinde olsa da bir süre sonra uyanacaktı ve çıplak olmak ona iyi hissettirmezdi. Üstelik yanında olmak istiyordum, bu hâldeyken onu yalnız bırakamazdım.

Kıyafetleri verdikten sonra kapının önüne çıktım. Doktor bir süre sonra içeriden çıkınca, Vural'ı çağırdım. Onlar giderken yan odanın kapısını açtım. Burası bizimkine göre daha küçük bir yatak odasıydı. Çift kişilik büyük bir yatak ve iki kapaklı gardırop vardı. Yatağa ilerleyip, üstündeki pikeyi açtım. Kapıyı açık bırakıp yan odada Gamze'nin yanına ilerledim. Doktor üstünü değiştirdiği için pikeyi üstünden çekmişti. Pikede, yatakta, havluda ve odanın her yerinde Gamze'nin kanı vardı. Onu sarsmadan dikkatlice kucağıma aldım. Yan odaya girip yatağa yatırıp, üstünü örttüm.

Yüzüne gelen saçları çektim, ellerim buz gibi tenine değdi. Üşümüştü. Derin bir nefes verip geriye çekildim. Kapıya doğru ilerleyip, yavaşça kapadım. Merdivenlere ilerleyip, indim. Herkes bir kenarda oturmuş sessizce bekliyordu. Vural doktoru göndermişti.

"Gamze uyanmadan alınması gerekiyor ilaçların," diyerek kâğıdı Vural'a verdim. Başını sallayıp, evden ayrıldı.

"Gamze nasıl?" Semih'in sorusuyla omuzlarım çöktü.

"Bileklerine dikiş atıldı. Görünen yaraları kapandı, görünmeyen yaraları hâlen kanıyor."

Merdivenlere doğru ilerleyip, çıktım. Gamze'nin bavulunu ve kendi bavulumu alıp, diğer odaya geçtim. Bavulları kenara bırakıp, üstümdeki ıslak tişörtü çıkarttım. Bavuldan yeni bir tişört giyip, yatağa ilerledim. Pikeyi kaldırıp Gamze'nin yanına yattım. Benim olduğumu hissetmiş gibi bana doğru dönüp sokuldu. Bileklerine dikkat ederek sıkıca sardım yaraları, acım olan kadını.

Gamze'den

Gözlerimi açtığımda başımda yoğun bir ağrı vardı. Birkaç kez öksürdüm, boğazım kurumuştu. Yataktan doğrulduğumda etrafın karanlık olduğunu fark ettim. Gece mi olmuştu?

Yataktan kalkıp, kapıya doğru ilerledim. Işığı bulduğumda, lambayı yaktım ve gözlerimi geri kapattım. Yoğun ışık gözlerimi almıştı. Biraz sonra alışınca yavaşça gözlerimi açtım. Bakışlarım direkt bileklerimi bulurken, nefesimi tuttum.

Bütün olanlar bir bir doluşurken beynime, bakışlarımı bileklerimden çekemedim. Sinir krizi geçirmiştim. Ne yaptığımı ya da düşündüğümü o an anlamıyordum bile. Sadece içimden büyük bir öfke yükselmişti, kendimi tutmaya çalışmıştım ama işe yaramamıştı. Duşa kabine iki elimi yumruk yapıp vurmam, Emre'nin odaya dalması, beni kucağına alışı sanki buğulu bir camın ardından bakıyormuş gibi hissettiriyordu.

Üstüme baktığımda kıyafetlerimin en son olmadığını hatırladım. Şimdi üstümde tişört ve eşofman vardı. Kapı açılırken bir adım geri çekildim. O an odaya dikkat ettim ve burasının da başka bir oda olduğunu anladım. Emre içeri girince ona doğru adımladım. Kollarını bana sardığında beline sarıldım. Onu da korkutmuştum.

"Hadi acıkmışsındır yemeğini ye, ilaçlarını alman gerekiyor." Normal çıkan ses tonu aslında hiçbir şeyin normal olmadığının kanıtıydı.

"Özür dilerim, bir daha böyle düşmeyeceğim," dedim içime bana huzur veren kokusunu çekerken.

"Özür dilenecek bir şey yok Gamzeli. Sen düşmek iste ben uçurumun kenarında hazırım. Yeter ki beni yanında iste, seni o uçurumdan çekip alırım."

Kolları arasından çıkıp biraz geri çekildim. İkimiz de yaralanmıştık, benim izlerim açıkça ortadayken Emre'nin izleri kalbindeydi. Elini tutup, başını salladım. Beni kolunun altına alıp, saçlarıma öpücük bıraktı. Bakışlarım bileklerime kaydı.

"Rahatsız olacaksan uzun kollu bir şey giy." Yumuşak ses tonuyla yüzüne baktım.

"Benim saklayacak bir şeyim yok onlardan; bana acımaz, beni anlarlar." Sözlerimle birlikte Emre gözleri parlayarak baktı bana.

Kapıdan çıkıp, aşağı inmek için merdivenlere yöneldik. Emre elimden tuttuğunda başımdaki ağrı bile geçmişti. Konuşmuyorduk ama gözlerimiz bile yetiyordu birbirimizi anlamaya. Merdivenlerin sonuna indiğimizde herkesin yerinde oturduğunu gördüm. Bizi görünce tebessüm ettiler, Semih bir tek sabit kaldı öylece. Ne tebessüm etti ne de bir şey dedi ama yanımda olduğunu biliyordum. Çünkü acımı biliyordu.

"Prensesim!"

Duyduğum sesle bakışlarım kapıya doğru döndü. Abimi gördüğümde gözlerim doldu. Ne kadar kavga etsek de kızsam da bağırıp çağırsam da o benim abimdi. Aynı annenin karnını yuva yapmıştık kendimize. Daha fazla yerinde duramayıp bana doğru hızlı adımlar attı. Emre elimi bıraktığı anda abim sıkıca sarıldı bana. Ben de abime sarıldığımda derin bir nefes verdi.

"Özür dilerim prensesim, çok özür dilerim. Seni kırdığım, üzdüğüm için eşekler gibi pişmanım. Ne olur abini affet," dedi sesi titrerken.

Geri çekildiğinde ağladığını gördüm. Benim abim yirmi dokuz yaşındaydı ve ben abimi en son ne zaman ağlarken gördüğümü hatırlamıyordum. Gözleri yaşlarla parlarken, üzüntüsü gözlerinden belli oluyordu. Bir tarafım ne kadar kırgın olsa da affettim. O benim abimdi, doğru hatalar yapmıştı ama hiçbiri affedilmez değildi.

"Affediyorum abi ama bir daha beni böyle bırakma," dedim titreyen sesimle.

"Söz canımın içi, sana söz veriyorum. Bir daha kalbini kırarsam, affetme beni," dedi gülümseyerek.

Ben de gülümsedim, aramız bozuk olsa da abimi özlemiştim. Bana tekrar sarılıp, kolunun altına aldı. Emre'ye baktığımda gülümsüyordu, ben de tebessüm ettim. Abimin buraya gelmesiyle bir alakası var mıydı bilmiyorum ama iyi ki gelmişti. Omuzlarından sanki biraz daha yük kalkmıştı.

"Annemle, babam nerede? Neden hiç aramadılar?" Üzgün çıkan sesimle, toparlanmak için derin bir nefes aldım.

"Telefonlarının dinlendiğini tespit ettik. Onların seninle iletişim kurması tehlikeliydi, bu işten uzak durmaları gerekiyordu. Annemle, babam da geldi benimle, evdeler. Seni çok özlediler."

Abimin açıklamasıyla içim rahatladı. O şerefsizin, aileme yaklaşmasını istemiyordum tabii ki. Bu onlarla konuşamamak dahi olsa, uzak durmam sorunu hallediyorsa ben de dururdum, konuşmazdım. Annemle, babam buradaydı, güvendiydi en azından.

"Prensesim benim gitmem gerekiyor ama yarın yanına geleceğim tekrar."

"Tamam abi," dedim tebessüm ederek.

"Sana emanet," dedi abim, Emre'ye bakarak.

"O bana Allah'ın emaneti." Emre gözlerimin içine bakarak konuşmuştu.

Abim gittikten sonra Emre yemek yemem için beni mutfağa çekiştirdi. Canım bir şey istemese de önüme koyduğu sıcak mercimek çorbasıyla ağzım sulandı, çok güzel kokuyordu. Kaşığı elime aldığımda, kaşık elimden çekildi. Kaşlarımı çatıp başımda dikilen Emre'ye baktım, yanıma oturdu. Çorbayı karıştırıp, bir kaşık aldı ve hafifçe üfledi. Kaşığı ağzıma doğru tuttuğunda, kaşlarım kalktı.

"Hadi Gamzelim," dediğinde kaşığı işaret etti.

Emre ile inatlaşmanın sonucunda benim başım derde girdiği için sessizce durup, çorbayı bana içermesine izin verdim. Çorbanın tadı gerçekten de çok iyiydi ve öğrendiğime göre Semih yapmıştı. Gerçekten eli lezzetliydi Yerli Hulk'un, yemek işinden anlıyordu. Çorba bitince Emre ilaçlarımı, bir bardak suyla uzattı. Bardağı elinden alırken, vermeyince kaşlarımı çatınca bıraktı. Suyumu da içerdim artık.

"Ağrın var mı?" diye sordu Emre, ilaçlarımı içirdikten sonra.

"Yok, iyiyim." Bana inanmamış gibi baksa bile gayet iyiydim.

Oturma odasına geçtiğimizde ikili koltuğa oturduk yan yana. Televizyonda haberler vardı, herkes sessiz bir şekilde ya kendi arasında konuşuyor ya da haberleri izliyordu. Ben de Emre'ye yaslandım, öyle televizyona bakıyordum. Semih'in sesiyle ona doğru döndüm.

"Gamze bir baksana," dedi. Emre'nin yanından kalkıp, onun yanındaki boş yere oturdum. Telefonunu açıp, ekranı gösterdi bana.

"Sema atmış bunları da fikrimi soruyor. Ben ne anlarım nişanlık, gelinlik modelinden. Şimdi öyle desem bir saat trip atar, sen söylesene birini." Semih, telefonu uzattığında Sema'nın mesaj ekranını gördüm. Yukarı çıkıp, yazışmalara bakmadan fotoğraflara odaklandım.

Semih'in ne yaptığını biliyordum, aklımı dağıtmamı istiyordu. Emre'nin bunu istediğini bile tahmin ediyordum. Mavi, kırmızı, mor nişanlık modellere ve beyaz gelinliklere baktım. Sema'nın tarzını bilmiyordum ama hoşuma giden mor renginde bir nişanlık elbiseyi gösterdim Semih'e. Sonrasında gelinliklere baktığımda iki model gösterdim son zamanlarda tercih edilen. Sema'nın aramasıyla telefonu geri verdim.

"Bende şimdi modelleri sana söylüyordum hayatım. Evet mor olan var ya o çok yakışır sana," dedi Semih telefonu açtığında.

Semih'in yanından kalkıp, Emre'nin yanına geri oturdum. Semih'i mutlu görmek istiyordum çünkü bunu hak ediyordu. Diğerleri de öyleydi, Mert, Uğur, Ercan, Dursun hepsi mutlu olmayı hak ediyorlardı.

Emre'nin yanında otururken, ilaçların etkisindendi sanırım uykum gelmişti. Kendimi yorgun hissetsem de iyiydim. Emre beni kolunun altına çekerken, göğsüne yattım. Gözlerimin yavaşça kapanmasıyla, huzurlu olduğum için uykuya daldım.

"Emre," diye mırıldandım, uykunun arasında uçuyormuş gibi hissederken.

"Uyu Gamzelim." Yanağıma değen, yumuşak öpücüğüyle, gözlerimi tekrar kapatıp, uykuya bıraktım.

Sabah uyandığımda Emre yanımda yoktu. Yatakta bir süre oturup ayağa kalktım. Düne göre daha canlı hissediyordum kendimi. Yatağı düzelttikten sonra pencereden dışarıya baktım. Hava güneşliydi ve çok güzel görünüyordu. Emre'yi ikna edip kahvaltıyı bahçeye kurdurmalıydım. Kapı açıldığında "Sevgilim," dedim arkamı dönerek. Emre'yi gördüğüm anda gözlerim kocaman açıldı.

"Sen şarkı söyleriz deyince, ben de ilk şarkımızı nişanımızda söyleriz dedim." Emre gülümseyerek bana bakarken; elinde dün beğendiğim mor nişanlıkla, üstündeki takım elbisesiyle duruyordu.

Olduğum yerde öylece kaldım. Gözlerimi elbiseden ayıramazken şaşkınlıkla bakıyordum. Emre elbiseyi yatağın üstüne bıraktıktan sonra bana doğru geldi. Ellerimi tuttuğunda gözleri gözlerimi esir aldı. Yüzündeki gülümseme ise kalbimi kanatlandırmaya yetiyordu. Bu adam beni her gün daha da fazla âşık ediyordu kendine. Tam bundan fazlası olamaz dediğim anda ellerinde mucizeler taşıyarak geliyordu bana.

"Rüya değil, değil mi?" dedim heyecandan titreyen sesimle.

"Sen rüya olacak kadar güzelsin ama bu gerçek Gamzelim."

Dudaklarından dökülen cümleyle boynuna atladım. Sıkıca sarılırken, ayaklarımı yerden kesti. Birbirimize sıkıca sarılmışken yine dibe battığım anda beni gökyüzüne çıkartmıştı. Anladım ki Kurt varken beni kimse üzemezdi, zarar veremezdi.

Ayaklarım yere bastığında heyecanla Emre'nin bana aldığı elbiseye baktım. Çok beğenmiştim bu elbiseyi ilk gördüğüm anda. Gözlerim bileklerimdeki bandajlara kayınca tereddüt ettim. Elbise kolsuz, kalp yaka, yere kadar uzundu, alt kısmı tüldendi. Belinde ince bir kemer detayı vardı kendi renginde. Çok güzeldi.

"Emre bileklerim ne olacak?" diye sordum. Elbiseyi çok sevmiştim ama bileklerimdeki izlerin nişan fotoğraflarımda çıkmasını istemiyordum.

Emre arkasını döndü ve masanın üstünde duran iki kutuyu o zaman fark ettim. Kutulardan üstte duranı açtı. Yanıma geldiğinde, elimi tuttu. Bileklerime geçirdiği siyah eldivenle bileklerim tamamen kapanmıştı. Bilek kısmındaki detaylar ise çok güzel duruyordu, zarif ve şıktı.

"Beğendin mi?" Emre'nin sorusuyla başımı salladım hızla. Gerçekten de çok beğenmiştim. Bu sefer altta duran kutuyu açtığında içinden eldivenle uyumlu bir çift ayakkabı çıktı.

"Hepsi çok güzel," diyebildim sadece. Daha fazla ne diyebilirdim bilmiyordum. Benim için o kadar çok çabalıyordu ki iyi ki diyordum, iyi ki sevmiştim bu adamı.

"Üzgünüm sevgilim, saçın ve makyajını kendin yapman gerekiyor. Dışarıdan birini alamadığımız için bunu ayarlayamadım." Her şeyin bizim için kusursuz olmasını istediğini biliyordum. Bu sadece benim değil onun da nişanıydı ve ben zaten kusursuz bir adama sahiptim.

"Hallederim, bu arada mükemmel görünüyorsun. Bence seni böyle kimse görmediği için oldukça şanslıyım," diyerek ceketinin yaka kısmını düzelttim. Üstündeki takım elbise gerçekten de ona bambaşka bir hava katmıştı ama üniformanın yerini tutmazdı tabii ki.

Kirli sakallarını çok sevdiğim için kesmediğine sevindim. Üstüne tam dikilmiş gibi oturan siyah takımla karşımda dikilen adamı baştan aşağıya süzdüm. Oynak Gamze gemileri yakmadan Emre odadan çıkmalıydı. Yoksa buradan nişana değil nikâha yatay geçiş yapabilirdik.

"Gamzelim neden öyle bakıyorsun bana?" Emre'nin sözüyle bakışlarımı gözlerine çektim.

"Nasıl bakıyormuşum?" dedim cilveli bir sesle. Hoş geldin Oynak Gamze!

"Bak işte bu ses tonu da devreye girdiğine göre, bunu yapabilirim," dedikten sonra beni kendine çekip, yine o baş döndüren öpücüklerinden biriyle ayaklarımı yerden kesti.

Beni sıkıca sararken bu sefer fazla mutluluk yüklemesinden ölmek üzereydim. Kapının vurulmasıyla ki bayağı bayağı vurulmuştu, hemen Emre'den ayrıldım. Emre sinirle oflarken, ne ara kitlendiğini bilmediğim kapının kilidini açtı. Kapının açılmasıyla içeriye bir adet sinirli abi girdi.

"Sürpriz yapacağım dedin bir şey demedik, bir saattir bir kızı uyandıramadın," diyerek odaya dalan abim bana doğru yaklaştı.

Sevgiyle beni kolunun altına alırken, bana baktığında gülümsüyordu. Emre gibi onun da üstünde takım elbise vardı. En son düğününde takım giydiğini görmüştüm abimin. Saçlarıma öpücük bıraktıktan sonra "Günaydın prensesim, vazgeçmek için hâlâ erken," dediğinde kıkırdadım. Emre gözlerini kısmış bize bakarken dil çıkarttım ona. Bu hâlim karşısında onun da yüzünde tebessüm oluştu. Abimle barışmamla ilgisi olduğunu biliyordum zaten, dün bir şeyler dönmüştü ben farkında olmadan.

"Abi yüklenme nişanlıma, o benim için hep en iyisini ister," dedim Emre'yi gülerek savunurken.

"Hemen de savun nişanlını. Neyse biz çıkalım, sen de hazırlan yoksa kendi nişanına geç kalacaksın," diyerek Emre'ye de kapıyı gösterdi abim.

Abimle birlikte Emre de çıkarken nişan elbisemi yatağın üstünden aldım. Aynada kendime baktığımda elbisenin gerçekten üstümde güzel duracağına emindim. Aklımsa bir gecede Emre'nin yaptığı tüm hazırlıktaydı. Adam imkânsız nedir dinlemiyordu.

Saatler Önce Emre'den

"Toplanın masaya," diyerek merdivenlerden indim.

Oturma gurubunda oturanlar ayağa kalkıp, masaya geldiklerinde ben de yerimi aldım. Masanın kenarında duran kâğıt kalemi alıp yazmaya başladım. Bir süre beni beklediler. Kâğıtla kalemi bıraktıktan sonra hepsine döndüm.

"Gamze'yle nişanlanıyoruz. Bir gecede nişan hazırlığı yapmaya hazır mısınız?" diye sordum.

"Biz bir gecede operasyon yapmış adamız, nişan ne ki?" diye konuştu Semih.

"Gamze iyi mi?" dedi Uğur.

"İyi olacak," dedim sadece.

Hızlı bir şekilde yazdığım eksikleri tamamlamak için hazırlanmaya başladık. Vural'ı arayıp henüz erken olduğu için malzemeleri ona aldırdım. Kuzenimin de mutluluğumda payı olsun istedim. Arkadaki bahçeye çıktığımızda nişan için en uygun yerin burası olduğuna karar verdim. Nişanı öğlen yapacağımız için hava sıcak olurdu. Mayıs ayına yeni girmiştik, havalar artık öğlen daha sıcaktı.

Uğur'la Ercan terastaki büyük masayı ve sandalyeleri indirmişti. Gamze iğnenin etkisinde olduğu için daha uyanmazdı. O yüzden çok ses olsa da şu an bir etki etmiyordu. Semih'i balonların başına oturttum, hava pompasıyla balonları şişiriyordu. O kadar balonu şişirmeye kol lazımdı. Mert'le Dursun da nişan için Vural'ın gönderdiği çiçek buketlerini ve Semih'in şişirdiği balonları etrafa yerleştiriyorlardı.

Ben de oturmuş internetten Gamze için nişanlık ve gelinlik modelleri bakıyordum. Zaten nişan kendi aramızda olacaktı, abartmaya gerek yoktu. Aralarından nişan için uygun olan ama Gamze'ye en çok yakışacağını düşündüğüm dört modeli seçtim. Aralarına birkaç tanede gelinlik ekledim. Onları öylesine seçmiştim, gelinliğini Gamzelim kendisi istediği gibi seçecekti.

"Semih, Uğur buraya gelin," diye seslendim.

"Bizim işimiz bitti, sırada ne var?" Ercan'ın seslenmesiyle listeye baktım.

"Ses sistemi kaldı geriye," dediğimde başını sallayıp, eve doğru ilerledi.

Semih ve Uğur geldiğinde telefonlarını istedim. İkisi de çıkartıp verdi. Önce Uğur'un ismini değiştirip, Sema yaptım. Fotoğrafları önce Uğur'a gönderdim, sonra da Uğur'un telefonundan Semih'e attım.

"Plan basit, Semih sen Sema'nın sana nişanlık, gelinlik modelleri attığını söyleyip fikir istiyorsun bileklikte olduğu gibi. Uğur sen de tam Gamze seçtikten sonra Semih'i arıyorsun. Fazla zeki bir kadın var karşımızda olaya uyanmadan tedbirimizi alalım," dedim telefonlarını onlara geri vererek.

Uğur ve Semih beni onaylayınca, Vural'ın getirdiği bilekliği cebime koydum. Nişan için değil, sadece Gamze'ye hediye olarak verecektim bilekliği ama şu anda nişan hediyesi olmuştu. Gamze'ye bakmak için odasına çıktım.

Odanın kapısını hafifçe açtığımda yatağın üstünde öylece yatıyordu. Bugünü unutması için elimden gelen her şeyi yapacaktım. Bir daha böyle bir şey yaşamayacaktı Gamzeli. Sözüm söz bir daha kendine zarar vermeyecekti. O cam parçalarını gerekirse ben kendime batırırdım ama onun bedeni, ruhu hırpalanmayacaktı. O bir kere düşüyor, ben bin kere ölüyordum.

Sessizce kapıyı kapatıp, aşağıya geri indim. Daha işler bitmemişti ama çoğu şeyi halletmiştik. Bir şey eksik gibi geliyordu ama neydi hatırlamıyordum.

"Neyi unutuyorum ben?" diye sorduğumda cevap Uğur'dan geldi.

"Kızla baş başa bir nişan yapmayı düşünmüyorsun herhâlde? Ara abisini, anasını, babasını gelsinler kızlarının nişanına. Bir şey demiyorum, sen yanındasın ama Gamze onları da yanında görmek isteyecektir."

Uğur'un sözleriyle elimi saçlarımın arasından geçirdim. Doğru ya ben onları unutmuştum. Ne diyecektim ki kız tarafı nişanı yapar ama biz erkek tarafı olarak kendimiz çalar, kendimiz oynarız mı?

Telefonumu çıkartıp, rehberden Cahit abinin numarasını buldum. Söyleyeceklerimi düşündüm bir süre, sonunda ne söyleyeceğime karar veremeyip aradım. Doğaçlama olmadı, bodoslama dalacaktım artık.

"Emre hayırdır, bir şey mi oldu?" diyerek açtı Cahit abi telefonu. Daha birkaç saat önce konuşmuştuk çünkü.

"Abi acil Ankara'ya gelmeniz lazım. Nişanımız var," dedim Gamze'nin uyguladığı taktiği uygulayarak. Bir anda söyle ve bitsin.

"Ne nişanı Emre, ne diyorsun?" Adamın kafasını iyice karıştırdın, aferin Kurt.

"Abi Gamze sinir krizi geçirdi ama şu an iyi, daha iyi olacak. Ruhsal olarak çöküntüye girmesine izin veremeyiz. Biliyorum sana saçma gelecek bu kadar derdin arasında ama nişan yapmaya karar verdim. Gamze'nin haberi yok, sürpriz olacak. Sizin yanınızda olmanıza ihtiyacı var," dedim. En fazla bu kadar anlatabilirdim olanları. Gamze'nin o hâlini benden başka kimse görmemişti.

"İlk uçakla geliyoruz," dedikten sonra telefonu kapattı. Bu da bir gelişmeydi.

Bu kızın ailesi geliyor da bizimkilere onlardan habersiz nişanlandığımı söylersem annem eve bir daha almazdı beni. Babamdan da dünyanın bir ucuna gitsem kurtulamazdım. Rehberden annemin ismini bulup aradım. Birkaç çalıştan sonra telefon açıldı.

"Oğlum," dedi annem.

"Annem, babam yanındaysa telefonu hoparlöre verir misin? İkinizle de bir şey konuşacağım," dedim.

"Konuş oğlum," dedi babam da.

"Gamze'yle nişanlanıyoruz," dedim. İlk önce bir sessizlik oldu.

"Ne güzel oğlum, alırız çiçeğimiz çikolatamızı gideriz istemeye," dedi annem normal bir şekilde.

"Yarın nişanlanıyoruz anne, Ankara'da Aslan amcamın orman içindeki dağ evinde. Gelirseniz sevinirim."

Biraz öncekinden uzun bir sessizlik oldu bu sefer, sonra pat etti bir şey. Annem telefonu düşürmüştü herhâlde. Allah korusun kadın bir gün kalp krizi geçirecekti benim yüzümden. Telefonu babam almıştı, herhâlde.

"Bana bak Kurt ney demem, ayağımın altına alırım seni! Ben daha gelinime dizi dizi bohça hazırlayacaktım, beraber gidecektik en güzel takıları alacaktım. Kesin sen kıza da haber vermemişsindir," diye bağıran annemle kendine geldiğini anladım.

"Olur mu annem, Gamze'yle aldık kararı hatta çok selamı var sana. Düğünde söz istediğin gibi gelininle ilgilenmene izin vereceğim," dedim daha sakin bir şekilde konuşarak.

Gamzenin durumunu anneme anlatmayacaktım. Gamze'yi ne kadar çok sevdiğini biliyordum, çok üzülürdü ama üzüldüğünü de Gamze'ye belli ederdi. Ben Gamze'nin üzülmesi için değil, mutlu olması için yapacaktım bu nişanı. Annem içini çekerek elinden bir şey gelmeyeceği için tamam dedi. Telefonu babama vermesini istedim.

"Baba, annemden uzaklaş," dedim duymaması için.

"Söyle şimdi."

"Baba durumu biliyorsun, buradan ayrılamıyoruz. Anneme belli etme, Gamze biraz ruhsal olarak iyi değil son olanlardan sonra. Sen annemi idare edersin," dedim yardım isteyerek. Babamın her şeyden haberi vardı, ondan bir şey saklanmazdı.

"Anneni ben hallederim, sen gelinime dikkat et."

Babamın sözleriyle rahatladım. Telefonu kapattıktan sonra etraftaki işlere yardım ettim, bu nişan yarına yetişecekti, başka yolu yoktu. Cahit abiyle gelince konuşup Gamze'nin bileklerini de söylemeliydim. Kimse bu konu hakkında bir şey söyleyip, üzmemeliydi Gamze'yi. Kötü günleri hatırlatmak yerine, iyi anılar inşa edecektim onun için.

Şu An Gamze'den

Aynada kendime bakarken, solgun yüzüm dikkat çekiyordu. Kapının çalmasıyla tekrar Emre'nin geldiğini düşündüm ama açılan kapıdan annemin girdiğini görünce kalkıp sıkıca sarıldım. Çok özlemiştim annemi, babamı, abimi. Annem de bana sıkıca sarılmıştı. Geri çekildiğimde gözlerinin dolduğunu fark ettim.

"Benim güzel kızım büyümüş de evleniyor muymuş?" dediğinde gülümsedim.

"Hani evde kalmış kız kurusu olacaktım Zeliha Sultan? Bak beni de alan biri çıktı," dedim kıkırdarken.

"Her kör satıcının bir topal alıcısı vardır. Biz de iyi kötü demedik kakaladık işte seni garibime." Annemin eğlenceli sözleriyle yüzündeki gülümseme büyüdü.

"Başladık yine, iyi sen damadını al, ben de Emre'nin annesine bir bakayım. Cici annem ne de olsa," diyerek omuz silktim.

"Kız, yirmi beş yıllık aslan gibi ananım ben senin, hemen başladın cici anneye. Üstüme kuma alıyor sanki." En çok da annemle böyle tatlı atışmalarımızı özlemiştim. Yanaklarından öptüm sıkıca sarılıp.

"Senin yerin ayrı annem, Zeynep annemin yeri ayrı. Sonuçta o, beni dünyada mutlu eden tek adamı dünyaya getirmiş," dedim.

"Biri Zeynep anne mi dedi?" diyerek açık kapıdan içeriye giren Emre'nin annesiyle kalbime iniyordu. Hadi bizimkiler buradaydı da kendi ailesini ne ara getirmişti?

Kendine gel Gamze! Damat tarafı olmadan nişan mı olur?

"Hoş geldiniz," dedim elini öperek. Sıkıca sarıldı bana annem gibi.

"Hoş bulduk kızım. Bizim deli oğlan iki ayağımızı bir pabuca soktu kusura bakma. İstediğin gibi olmazsa ben bir daha nişan yaptırırım sen merak etme," diyerek ellerimi tuttu Zeynep anne.

Emre'nin annesine anne demek, babasına baba demek benim için hiç zor değildi. O kadar mükemmel bir adam yetiştirmişlerdi ki onların güzel kalbi Emre'ye geçmişti. Annesinden sevgisini, babasından saygısını almıştı Kurt. Onlara karşı ayrı bir sevgim ve saygım oluşmuştu.

"Zeynep anne her şey mükemmel olmuş. Emre benim için ne yapıyorsa hep en iyisini yapıyordur," dedim büyük bir ciddiyetle. Ben Kurt'tan emindim.

"Siz nasıl istiyorsanız kuzum. Hadi kahvaltını yap önce, aşağıda hazır. Aç bırakmayalım ilk günden gelinimizi." Zeynep annenin sözleriyle başımı salladım.

İki annemi de yanıma alıp aşağıya indim. Mutfağa girdiğimizde kimse yoktu. Evde değillerdi ama her şey Kurt'un istediği gibi sürpriz olması için bana denileni yaptım. Annem ve Zeynep anne kahve içerlerken ben de bir şeyler yedim. Bileklerim hakkında kimsenin bir şey dememesi dikkatimi çekse de Emre'nin bu işte de bir parmağı olduğuna emindim.

Kahvaltıdan sonra üst kata geri çıktım. Odaya girdiğim gibi makyaj masasına oturdum. Güzel ama sade bir makyaj yaptıktan sonra saçlarımı ıslatıp geriye doğru yatırdım. Spreyle sabitledikten sonra yüzümün açılmasıyla çok hoş durduğunu fark ettim. Dudaklarıma şeftali tonunda ruj sürmüştüm. Elbiseyi üstüme giydiğimde fermuarı çok aşağıda kalmıştı.

"Anne elbisenin fermuarını çeker misin?" diye bağırdım kapıdan. Yan odada kalıyordu annemle, babam. Babamı henüz görememiştim gerçi, o da Orhan babamla hazırlıklara yardım ediyordu.

Kapı açıldığında arkam dönük şekilde hâlen fermuarla uğraşıyordum. Annem bana doğru yaklaşıp, fermuarı tek hamlede çektiğinde elbiseyi düzelttim. Ensemde hissettiğim öpücükle içim titredi, beni böyle Emre öperdi. Arkamı döndüğümde yine alev almış yeşilleri karşıladı beni.

"Seni şu an öpmek istiyorum," diye fısıldadı.

"Öp o zaman," dedim ben de ona doğru aynı şekilde kısık sesle.

"Durum değerlendirmesi yapıyorum. Aşağıda baban ve abin var, abin silahlı bir şekilde. Ondan kurtulsam annem var. Makyajın dağılacak, biraz daha bekleyeceğiz. Bizimkiler anlayacak ve dalga geçecekler çünkü hazır olduğunu herkes biliyor," Derin bir nefes verip bana baktı.

"Sonuç?" Tek kaşımı kaldırıp gözlerine baktım.

"Siktir et hepsini." Sözlerinden sonra dudaklarıma yapışması bir oldu.

Ellerimi, ensesine çıkartıp saçlarının arasına daldırdım. Yumuşak dudakları beni talan ederken ona izin verdim. İçimde yavaşça büyüyen bir alev topu vardı sanki. Emre'nin değdiği her noktam yanıyordu, bu adam beni yakıyordu. Omzumdan koluma doğru okşadığı tenim ürperdi ve ben bir kez daha anladım. Bu adam cehennem olsa ben ateş olurdum o cehenneme.

Dudakları benden ayrıldığında gözlerime baktı, bir eli yanağımda duruyordu. Elimi avucunun içine yasladım. Bir ömür böyle kal deseler, saniyesinde kabul ederdim. Ensesinde duran elimin birini tutup kalbinin üstüne koydu. Öyle hızlı atıyordu ki benim kalbimle yarışır nitelikteydi.

"Önce sadece aklım başımdan gidiyor sanıyordum, meğer kalbim de çoktan terk etmiş beni. Tenin, sesin, varlığın büyülüyor beni güzel kadın, ölümlerden alıyor yaşama bağlıyor. Seni her öptüğünde yeniden doğuyor bu adam."

Sözlerindeki o açıklık, yalın ve saf aşkla kalbinde duran elimi kendi kalbime koydum. Dudaklarının kenarı kıvrılırken, son hız atan kalbim avucunun içindeydi. Yeşil gözlerine baktım, ilk görüşte âşık olduğum adamın gözlerine.

"Gözlerin diyorum adam, cennetimin aynası. Ben seninle cehenneme bile razıyken, sen bana avuçlarında cenneti getiriyorsun."

Emre şakağıma öpücük bıraktıktan sonra sıkıca sarıldı bana. Kokusunu içime çekerek derin bir nefes aldım. Hayatım boyunca hiçbir filmin başrolü olamayan ben, şimdi kendi filmimin yönetmeni olmuştum. Emre bana özgürlüğümü veriyordu, her şeyiyle.

Kapının tıklatılmasıyla Emre'den ayrıldım. Aynaya baktığımda ise dağılan rujumu ve Emre'de kalan yarısına baktım. Aldığım ıslak mendili Emre'ye verip bir tane de kendime çıkarttım. Hızlıca dudaklarımı temizleyip, Emre'ye baktım. Sorun yoktu. Kapıya doğru gidip, açtım.

"Mine," dedim şaşkınlıkla.

"Hayırlı olsun," diyerek bana sarıldığında şaşkınlığımdan sıyrılıp ben de sıkıca sarıldım.

Çok yakın olmasak da bize çok faydası olmuştu. Emre'yle olan dostluklarına Mine'nin yaşadığı şeyleri öğrenince daha ılımlı bakmıştım. Emre'den emindim, Mine'ye ise artık güveniyordum. Geri çekildiğimizde birbirimize baktık.

"Duydum ki abimin nişanı varmış, ben de kambersiz nişan olmaz dedim. Aşağıda erkek egemenliğini ilan etmiş, bir sürü adam var, nişan tepsisini onlardan birine tutturamayacağını düşündüm," derken gülümsüyordu.

"Çok iyi yapmışsın, iyi ki geldin," dedim içten bir şekilde.

"Gamzelim ben aşağıdayım, sana biraz süre kazandıracağım." Emre çapkın bir göz kırpmanın ardından odadan çıkarken arkasından baktım.

"Bence de zaman kazandırsa iyi olur. Nişana hazır gibi değil de daha çok düğünün sabahında gibisin," dediğinde ben Emre'nin ne için zaman kazandıracağını düşünüyordum. Mine'nin sözleriyle aynaya baktığımda saçlarımın altları kabarmıştı. Rujumun kalanını silerken, hafif bir pembelik kalmıştı dudak çevremde. Oysaki Emre geldiği gibi gitmişti.

"Mine," dedim elimi yüzüme kapatarak sızlanırken.

"Hadi geç otur bakalım," dedi Mine sandalyeyi işaret ederek.

Mine'nin el atmasıyla benim yaptığımdan çok daha iyi bir iş çıkmıştı. Annesinin kuaförü olduğunu öğrendim sohbet sırasında. Mine çoğu zaman annesine yardım ettiği için okul hayatında birçok şey öğrenmişti. Saçlarımı benim yaptığım gibi geriye yatırdı ama daha dolgun duruyordu. Yüzümdeki makyaj ise profesyonel bir elden çıkmış gibi kusursuzdu.

"Çok teşekkür ederim," dedim gayet memnun bir şekilde.

"Sıra geldi nişan hediyeme, benimki şimdi verilmek için daha uygun," diyerek çantasından çıkarttığı kutuyu bana uzattı.

Kutuyu açtığımda gördüğüm taçla gülümsedim. Elbisenin rengindeki taşlar çok güzel duruyordu. Özellikle ince yaprak desenleri ve araya konmuş küçük pırlanta taşlar nefes kesiciydi. Mine tacı kutudan alıp, saçlarımın arasına taktığında aynada göz göze geldik. Yüzümdeki gülümsemenin bir benzeri de ondaydı.

"Mükemmel oldu. Biliyorum iyi bir başlangıç yapmadık Gamze ama inan o zamanki tavrımın tek nedeni Emre'nin başının belaya girmesiydi. Onu ilk defa öyle bir ortamda, karakolda görmüştüm. Oysaki benim örnek aldığım abim hep adaleti temsil ediyordu. Sen sevgilisiyim deyince ve senin yüzünden kavga ettiğini görünce endişe ettim, zamanla bu endişemin ne kadar yersiz olduğunu fark ettim. Bunun için senden özür dilerim. Emre gerçekten iyi bir adam ve o kadar şanslı ki senin gibi mükemmel bir kadınla beraber. Çok mutlu olun."

Mine'nin gözleri dolarken, benim de ondan geri kalır yanım yoktu. Yerimden kalktığımda sıkıca sarıldık birbirimize. Çok iyi anlıyordum Mine'yi çünkü ben de aynı endişeyi abim Seda'yla sevgili olduğunda yaşamıştım. Tabii o bir yıl içinde kendisini iyi birisi olarak gösterdiği için gerçek yüzünü görmemiz zaman almıştı. Şimdiyse bana tüm açıklığı ve şeffaflığı ile gelen kadını geri çevirmeyecektim.

"Sorun değil Mine, sen de benim bir dostumsun artık. Hediyeni çok beğendim, teşekkür ederim."

"Gamze, Emre geliyor her şey tamam," diyen annemle birlikte Mine son kez saçımı ve makyajımı kontrol edip çıktı.

Yerimde duramıyordum resmen! Emre'nin adım sesleri koridorda yankılanırken ayakkabılarımı giymeyi unuttuğumu anladım. Kurt, ayaklarımı yerden kesiyordu ayakkabı da neydi ki? Hızla kutudan çıkarttığım ayakkabıları giydim. Aynadan son kez kendime baktım ve kapı açıldı.

Emre yine aynı bakışla süzdü beni. Kolunu bana uzattığında beklemeden girdim. Yan yana sessiz bir şekilde odadan çıkıp yürümeye başladık. Merdivenlerden inerken, aşağıda herkesi görüyordum. Oturma grubuna oturmuş, sohbet ediyorlardı. Emre beni merdivenlerin sonuna bıraktıktan sonra gidip yerine oturdu.

Ben nişanım var diye biliyordum?

Mine'nin kolumdan tutup mutfağa çekmesiyle önce kahveleri yapacağımı anladım. Hem söz hem nişan birlikte olacağı için formalite de olsa bir kahve içelim demişler büyükler kendi aralarında. Emre de her şey tam olsun, herkesin de gönlü olsun diye bir şey dememişti. Zaten benim canıma minnetti. Her şekilde Kurt'un Gamzelisiydim ben.

Bileğimdeki eldivenleri düzeltip, yaptığım kahveleri tepsiye yerleştirdim. Emre'nin fincanını ayrı koydum kenara. Kahvelerle içeriye girdiğimde babamı geldiğinden beri ilk defa gördüğüm için gülümsedim. Babam da beni süzdü gözleri dolarken, gülümsedi bana. Önce babalardan başlayarak kahveleri dağıttım. Mutfağa gidip ikinci tepsiyi dağıttım, malum biz de davetli çoktu. Semih, Uğur, Ercan, Dursun, Mert ve Vural'a da kahvesini verdikten sonra bir çay ocağı açma fikri aklıma yatmıştı artık.

En son Emre'nin kahvesini tek getirdim. Kahve fincanını verirken elleri eldivenin üstünden de olsa elime değdiğinde heyecanlandım. O kadar servis yaptım heyecan yok, Kurt tenime değdiğinde bende ipler kopuyordu. Fincanı elimden aldıktan sonra ben de kenara Mine'nin yanına geçip oturdum.

"Tek dikişte içer." Ercan'ın sessiz bir şekilde konuşmasıyla sağ tarafıma döndüm.

"İki dikiş," dedi Mert.

"Tek," diyerek katıldı Uğur.

"İki, hocamın Nazli için yaptuğu kayfede adamlar öliyidi," dedi Dursun.

"Keyfini çıkararak içer," dedi Semih de son olarak.

"Yüz lira koyuyorum," dedi Ercan.

"Tamam," diyerek onayladı hepsi.

Emre'ye bakarken o da bana baktığında göz göze geldik. Kahvesini yudumlayıp, tebessüm etti. Geriye yaslanırken, diğerlerine doğru döndüm tekrar.

"Semih kazandı, kahvenin içine bir şey koymadım," dedim omuz silkip.

Semih gülerken, diğerleri suratlarını astı. Kahvenin içine bir şey koymamıştım çünkü benim Emre'yi sınamak gibi bir amacım yoktu. Hayat bizi yeterince sınamıştı zaten. Emre'nin bu anın tadını çıkartmasını istiyordum en az benim kadar.

Herkes kahvelerini içerken babamla, Orhan amca ilk defa tanıştığı için sohbet ediyorlardı. Annem ile Zeynep anne de gayet iyi anlaşmıştı zaten. Hepsi benim için buradaydı. Normal bir isteme, nişan töreni değildi bizimki. Çünkü biz normal değildik.

"Sebebi ziyaretimiz belli. Allah'ın emri Peygamber Efendimizin kavliyle kızınız Gamze'yi, oğlumuz Emre'ye istiyoruz," diyerek söze başladı Orhan baba.

Babam bana bakarken gözleri doldu yine. Normalde bu kadar duygusal biri değildi, hatta sürekli "İlk isteyene vereceğim seni," derdi sinirlendirince. Annemle güler geçerdik ama babam dediğini yapıyordu, beni ilk isteyene veriyordu.

"Kızım sen kabul ediyor musun, bu gençle evlenmeyi?" diye sordu babam.

Emre'ye baktığımda yüzünde şu ana kadar gördüğüm en güzel gülümsemelerden biri vardı. Herkesin gözü bizim üstümüzdeyken, kabul ediyorum demek için babama döndüm.

"Bir dakika Turan amca, hemen veremeyiz kızımızı çok değerli bizim için Gamze hocam," diyerek araya girdi Semih, oturduğu yerde yayılırken kahvesini yudumladı.

"Öyle tabii oğlum, siz de aileden sayılırsınız. Buyurun sorun," dedi babam yüzündeki gülümsemeyle.

Emre, gözlerini Semih'e dikmiş bakarken gülmemek için yanaklarımın içini ısırdım. Semih'i abim gibi gördüğüm için karışmayacaktım. Zaten Semih, Kurt'u iyi tanıdığı için ne kadar ileri gideceğini bilirdi. Yani umarım.

"Ne iş yapıyorsun? Biz öyle torbacıya, hırsıza, çapkına kız vermeyiz," dedi Semih ciddi bir şekilde.

Kurt; torbacı, hırsız ve çapkın? Ne?

"Oğlum biliyorsun ya yaptığım işi, askeriyede rütbeli subayım," diye tısladı Emre dişlerinin arasından.

"Evin, araban var mı?" diyen Uğur'a baktım. Uğur bile benim tarafımda olduğuna göre Emre yanmıştı.

"Evim yok, arabam var." Emre'nin sözleriyle Orhan baba konuştu.

"Bizim aile apartmanımız var, Emre'nin de dairesi duruyor. Tatillerde, ziyarete geldiklerinde isterlerse kendi evlerinde kalırlar, gelin kızımız istediği gibi alır eşyasını," dedi. Anlaşılan Emre, kendi kazanmadığı bir şeyi kendisinin olarak görmüyordu ki bunu çok sevmiştim.

"Kızımızın elini sıcak sudan, soğuk suya sokacak mısın?" diye sordu Ercan.

"Ben o sıcak suyu alıp seni soktuktan sonra soğuk suyla duş aldıracağım sana." Emre bizimkilerin duymayacağı şekilde sessizce Ercan'a tısladığında, Ercan yutkundu.

Sonra hiçbir şey olmamış gibi bana döndü gülümseyerek. Emre'nin dediği söz geldi aklıma. "Bu elini sıcak sudan soğuk suya sokmayacağımı değil her şeyi beraber, paylaşarak yapacağımızı gösterir Gamzeli," demişti. Hatırladığımı göstermek için göz kırptım ben de ona.

"Başka sorusu olan var mı?" diyerek tek kaşını kaldırdı Emre diğerlerine bakarak. Kimseden çıt çıkmadı tabii ki.

"Kabul ediyorum baba," dedim sesli bir şekilde. Biraz daha beklesem Kurt, ekibin hepsini ensesinden tutup kapıya atabilirdi.

Babam da "O zaman bize de hayırlı olsun demek düşer," diyerek Orhan babaya cevap verdi.

Ayağa kalkıp, büyüklerimizin elini öptük. Abime sarıldığımda sıkıca sardı beni. Diğerleri de uzaktan tebrik etmişlerdi, Emre'den yana sıkıntı olduğu için canlarını tehlikeye atmıyorlardı. Emre beni onlardan kıskansa bu elbiseyi başta giymeme izin vermezdi, elbisenin omuzları düşüktü ve göğüs kısmı yukarıda dursa da kapalı değildi. Tatlı tatlı kıskanıyordu ama kısıtlamıyordu. Bu benim de hoşuma gidiyordu.

Emre ile karşı karşıya geldiğimizde ellerini yüzüme koyup şakağımdan öptü. Sıcak dudakları tenime değdiği an gözlerim kapandı. Geri çekilip, elimden tuttuğunda herkesle birlikte dışarıya çıktık. Arka bahçeye giderken beni neyin beklediğini bilmiyordum ama bu adamlar mükemmel bir iş çıkartmışlardı.

Mor ve siyah balonlar özenle bağlanmış ve yürüdüğümüz yola belirli aralıklarla konmuştu. Helyumla şişirildiği için havada asılı duruyorlardı. Açık alana geldiğimizde terastaki büyük masanın buraya getirildiğini gördüm. Ne ara yapmışlardı bu kadar şeyi?

Etrafa mor çiçeklerden oluşan küçük demetler konmuştu, ağaçlardan sarkan çiçeklikler de vardı. Masanın üstüyse baştan sona donatılmıştı. Çeşit çeşit yemekler ve yiyecekler vardı. En son fark ettiğim şeyse kutlama için hazırlanan masanın tam karşısında olan yüzüklerin takılacağı yerdi. Işıklarla çevrilmiş, cam masanın üstündeki gümüş tepsinin içinde yüzük kutusu vardı. Nişan pastamız da hemen arkasında duruyordu.

"Çok güzel," diye mırıldandım gözlerimi alamadan etrafa bakmaya devam ederek. Ben yapmaya çalışsam, oturup düşünsem ve ayarlamaya çalışsam bu kadar güzelini yapabileceğimi sanmıyordum.

"Hepsi senin yüzündeki küçük bir gülümseme için."

Emre'ye baktığımda dikkatli bir şekilde beni izliyordu. Avucunun içinde olan ellerim her zamankinin aksine şimdi sıcaktı. Beraber ilerleyerek masanın arkasına geçtik. Yüzükleri kim takacaktı bilmiyordum. Biz durduğumuzda Orhan babanın yerinden kalkmasıyla yüzükleri onun takacağını anladım.

"Emre bizim yüzüğümüz yoktu ki?" dedim. Bende bir tek Emre'nin teklif ederken verdiği yüzük vardı. Bana tek kaşını kaldırıp baktı. Yüzüksüz nişan olur mu der gibiydi. Haklıydı.

Emre'nin babası yanımıza geldiğinde, Mine elindeki tepsiyle yanımıza geldi. Tepsinin içinde duran kutunun açılmasıyla içinden bir çift alyans çıktı. Emre yüzüğü alıp, eldivenin üstünden parmağıma taktığında ben de diğer yüzüğü alıp onun parmağına taktım. Orhan baba makası eline alınca gülümsedim.

"Albayım makas kesmiyor," diye atladı Ercan arkadan. Herkes gülerken Orhan baba Mine'nin tepsisine yüzlüklerden oluşan iki deste bıraktı.

Cömert cici baba, en sevdiğim!

"Hayırlı olsun evlatlarım," dedi kurdeleyi kestiğinde.

"Sağ ol baba," dedik ikimiz de.

Müziğin başlamasıyla Emre elimden tutup ortadaki alana götürdü beni. Ellerimi omuzlarına koyduğumda, onun elleri de belimi buldu. Birbirimizin gözlerine bakarken sanki kimse yokmuş gibiydi etrafımızda. Parmağıma baktığımda yüzüğü gördüğüm an çok sevmiştim. Ne abartılıydı ne sadeydi, tam olması gerektiği gibiydi. "Yüzüğü beğendin mi? Benim askeriyede takabilmem için sade olması gerekiyordu, seninkini değiştiririz istersen," dedi, yüzüğe baktığımı fark ederek.

"Bence hiç gerek yok. Zaten diğer yüzüğüm çok ihtişamlı bunun sade olmasını sevdim."

"Senin en çok da bu huyunu seviyorum. Sana ne alırsam alayım, küçük de olsa büyük de olsa aynı heyecanı ve mutluluğu taşıyorsun. Sanki kendin beğenmiş de almış gibisin," derken gözlerine ulaşan bir gülümseme vardı yüzünde.

"Çünkü gerçekten beğeniyorum. Mesela bu nişan organizasyonunu, annen eğer beğenmezsem yeniden yapacağını söyledi ve ben buraya bayıldım. Sanırım bir nişan daha istemeyeceğim," dedim omuz silkerek.

"Annemin bunu teklif edeceğini biliyordum ama üzgünüm Gamzeli ben kabul etmezdim," dediğinde nedenini oldukça merak etmiştim.

"Sebep?"

"Nişandan sonra düğün gelir. Elime bu fırsat geçmişken arayı biraz daha uzatmayı sence göze alır mıyım?" Emre'nin ne kadar ince düşündüğünü bir kez daha anlamıştım. Gülerek başımı salladım, almazsın diyerek.

Dans müziğinin bitmesiyle yeni çalan şarkıyla gülümsedim. Harmandalının girişiyle diğerleri de sahneye gelirken, Emre'nin elini bırakıp sahnenin kenarına geçtim daha iyi görebilmek için. Emre dışında hepsi normal giyinmişti, kot pantolon ve tişört vardı üstlerinde. Bizimki garip ama güzel bir nişandı.

Emre ceketini bana verdi, kol düğmelerinin ikisini açıp gömleğinin kollarını katladığında onu izliyordum. Arkadaşlarının yanına katıldığında hepsi yuvarlak oluşturdu. Öyle güzel oynuyorlardı ki telefonumu alıp kameraya çektim. Zaten nişan boyunca Mine sürekli fotoğraflarımızı çekmişti, dans ederken fark etmiştim. Benim aklımdan tamamen çıkmıştı fotoğraf çekilmek. Müziğin ritmiyle birlikte hepsi diz çöktüğünde Emre gözlerimin içine bakarak elini yere vurduğunda içim titredi.

Müziğin bitmesiyle hepimiz onları alkışladık. Emre yanıma geldiğinde ceketini alıp giydi. "Hepiniz çok iyi oynuyorsunuz," dedim beğeniyle.

"Askeriyede oynuyoruz bazen," dediğinde tebessüm ettim.

Emre'yle nişan pastamızı kestik. Annem ve Mine pastayı servis ederken, Zeynep anne de içecekleri hazırlıyordu. Nişan masasının arkasında duruyorken Zeynep anne yanıma geldi. Elindeki kutuyu oğluna uzattığında Emre aldı.

"Bu babanla benden, Gamze'ye nişan hediyemiz." Zeynep anne gülümseyerek bize bakarken Emre açtığı kutudan bir kolye çıkarttı. Yüzüğümün takımı olan kolyeyi o an gördüm.

"Zeynep anne, hiç gerek yoktu," dedim annesinden hatıra kaldığını bilerek.

"Aile yadigârı kızım, artık senin elinde. Bir diğerini nişanında kendi kızıma takmıştım, bu da senin. Benim bir kızım da artık sen oldun."

Emre kolyeyi boynuma taktığında beğeniyle süzdü beni. Zeynep anne yerine geçince annem geldi bu sefer yanıma. Elimi tuttuğunda bileziği koluma taktı. "Mutlu ol güzel kızım," dedi bana sarılarak. Ayrıldığımızda babamın yanımıza geldiğini gördüm. Benden önce Emre'nin yanına ilerledi. Elindeki kutuyu uzattı.

"Hoş geldin ailemize oğlum," dedi. Emre babama sarıldığında sanki bu anı hiç göremeyecekmişim gibi gelmişti. Şu an ise bu anı yaşadığım için o kadar mutluydum ki! Sevdiğim adamla, ailemle, sevdiklerimizle beraberdik.

Emre kutuyu açtığında içinden çok güzel bir saat çıktı. Bizde âdettir, nişanda damada saat takılırdı. Emre kendi saatini çıkartıp siyah kol saatini taktı. Oldukça yakışmıştı. Mine hediyesini çoktan vermişti zaten, başımda taşıyordum. Emre bana döndüğünde ceketinin cebinden ince uzun bir kutu çıkarttı. Kutuyu açtığında yine daha önce Semih'in oyunuyla beğendiğim bileklik çıktı. Emre bilekliği bileğime taktıktan sonra yanağımdan öptü.

"Şimdi sevgili yenge hocamız biz burada kaldığımız için ve Emre kadar düşünceli olamadığımız için bir şey alamadık. Tabii en kısa sürede telefi edeceğiz." Ercan mahcup bir şekilde konuştuğu için gülümsedim. Nişandan eminim ki dün gece haberleri olmuştu ve hazırlıklarla uğraşmışlardı.

"Sizin desteğiniz yeter," dedim gülümseyerek.

"Bizum yengamuz da merhametlu kalbi, ha bu uşak gibu kovmayi bizu," dedi Dursun.

"Emre, kovdun mu bir de?" dedim yanımdaki nişanlıma dönerek. Tabii artık böyle, nişanlım!

"Bir ara işin cılkını çıkardıkları için yeltenmedim değil Gamzelim ama gördüğün gibi hâlâ buradalar," dedi Emre omuz silkip, ben masumum der gibi.

"Bu arada hocam, çiçeği ne zaman atacaksınız?"

Ercan'ın araya girerek sabırsızca söylenmesiyle sordum:

"Ne çiçeği Ercan? Düğünde çiçek atılır, nişanda değil ki, üstelik benim çiçeğim bile yok."

Ercan hemen arkasını dönüp gitmeye başladığında garip garip hepimiz arkasından baktık. Emre başını iki yana sallayıp bir şeyler mırıldandı. Ercan biraz sonra elinde çiçekle nerdeyse koşarak geri geldi .

"Ben bu süslemeleri yaparken işimi garantiye alıp, yaptım bir tane," dedi çiçeği bana uzatarak.

"Siz bence askerliği bırakırsanız, emekli olursanız falan organizasyon işine girin. Fena para kırarsınız," dedim Ercan'ın bana uzattığı çiçeği alarak. Gerçi bunları gören gelinler evlenmekten vazgeçerdi orası ayrı.

"Gamzelim gerçekten bu delinin aklına uyacak mısın?" diye sordu Emre.

"Bir günde nişan yapan sen akıllısın, biz deliyiz," diyerek Uğur arkadaşına destek oldu.

"Hadi arkamı dönüyorum, siz de biraz uzakta durun, çiçeği bakmadan atacağım. Böylelikle hile olmaz, kim kaparsa önce o nişanlanır," dedim.

Onlar geriye çekilirken ben de arkamı döndüm. Emre bana bakarak gülüyordu. Hangimiz akıllıydık ki zaten? Diğerlerinin de hazır olduğuna emin olduktan sonra çiçeği kaldırıp geriye attım. Arkamı döndüğümde herkes Semih'e bakıyordu. Çiçek tam kucağına düşmüştü.

"Hayırlı olsun kardeşim," dedi Mert, Semih'in omzuna vurarak.

"Geçmiş olsun kardeşim," dedi bu sefer de Uğur diğer omzuna vurup.

Semih, çiçeği Ercan'ın kucağına verdi çünkü dudaklarını büzmüş hüzünle çiçeğe bakıyordu. Semih'in boyunu hesaplayamadığı ortadaydı.

Yemek masasına hep birlikte geçtik. Bütün aile bir aradaydık şimdi. Yemekler yenirken keyifli bir sohbetin içine girmiştik. Buna gerçekten ihtiyacım olduğunu anladım, bütün sevdiklerimi bir arada görmeye. Onların böyle gülen yüzlerini gördükçe daha çok mutlu oluyordum. Yemekten sonra etrafı hep birlikte topladık. Emre ve diğerleri de yardım etti.

Elbisemi değiştirmek için odama çıktım, Mineyle birlikte mutfağı toplayacaktık. Diğerleri bahçeyi eski hâline getiriyordu, terasa çıkacaklar vardı daha. Odadan içeriye girdiğimde kapıyı kapatırken abimin sesini duydum.

"Gamze," dediğinde kapıyı açtım geri.

"Gel abi." Kenara çekilip, içeri girmesi için yol verdim.

Abim odaya girdiğinde kapıyı kapattım. Benimle özel bir şey konuşacak olmasa, yalnız kalmamızı beklemezdi. Abime döndüğümde gözlerinin dolu dolu olduğunu gördüm. Ellerimi tutup bana baktı, yüzündeki gülümsemeyle birlikte.

"Çok güzel olmuşsun prensesim. Biliyorum sana iyi bir abi olamadım, sen hep daha iyisini hak ettin. Yine de her şeye rağmen beni affettin, abi dedin. Seni çok seviyorum prensesim," dediğinde benim de gözlerim doldu, abime sıkıca sarıldım.

"Ben de seni çok seviyorum abi."

"Bugün senin günün, ağlamak yok," diyerek güldü abim. Geri çekildiğinde cebinden çıkarttığı küçük kutuyu bana uzattı. Kutuyu açtığımda içinden prenses yazan altın bir kolye çıktı.

"Yeğeninden halasına küçük bir hediye," dedi abim.

"Abi çok teşekkür ederim," dedim.

"Hadi ben gidiyorum, annem yukarı çıkmasın şimdi işten kaçıyorum diye," dedikten sonra odadan çıktı.

Derin bir nefes alıp üstümü değiştirdim. Kot pantolon ve üstüne uzun bordo siyah kareli oduncu gömleklerimden birini giydim. Kumaşı ütü istemediği için düzgün duruyordu. Uzun kollu olduğu için de bileklerim belli olmuyordu. Takılarımın hepsini çıkarttım, yüzüklerim hariç. Çantamın içine koydum, hepsi çok değerliydi. Emre'yle konuşup bir kasaya falan koydurmalıydım, evde açıkta durmamalıydı bana göre.

Hazırlandıktan sonra aşağıya indiğimde Mine çoktan ortalığı toplamaya başlamıştı. Emre'nin anne ve babasıyla, benim anne ve babam salonda oturmuş konuşuyorlardı. Birbirlerini yeni tanımalarına rağmen oldukça iyi anlaşmışlardı.

Hava kararmıştı artık, mutfakta işimiz de bitmişti. Diğerlerinin de bahçedeki işleri bitmiş eve gelmişlerdi. Üstlerini değiştirmek için odasına geçmişti herkes. Çayları demleyip Mine ile tepsilere yerleştirdik.

"Hemen bırakıyorsun o tepsiyi," dedi Emre mutfağın kapısının önünde duruyordu. Mine'yle iki tepsiye bölüştürmüştük çay bardaklarını.

"Hafif," desem de elimden tepsiyi aldı.

"Kahve tepsisini taşımana bir şey demedim ama bir daha yapma," diyerek tepsiyi tek eline aldı. Diğer eliyle elimi tuttu.

"Tamam, dikkat ederim."

Çayları Emre ve Mert servis etti çünkü Mine'nin elindeki tepsiyi almışlardı. Biz de oturduk. Tabii Mert ve Mine arasındaki bakışmalar da gözümden kaçmamıştı. İçimdeki çöpçatan Gamze'yi ortaya çıkartıyordu bu çift. Çaylar içildikten sonra saat geç olmadan gitmek için herkes kalktı. Annemlerin ısrarıyla Orhan baba ve Zeynep anne bizim eve geçeceklerdi. Yarın dönecekleri için bu gece Ankara'daydılar. Ben bir süre daha burada kalacağım için anne ve babama sıkıca sarıldım. Zeynep anne ve Orhan baba da kendi kızları gibi kucakladılar beni. Abimin uçağı geç saatte olduğu için direkt havaalanına geçecekti. Mine de bizimle burada kalacaktı, Sercan davasında avukatımız olacaktı. Beni kaçırmıştı ve bu yüzden de yargılanacaktı. Büyükleri uğurladıktan sonra biz bize kaldık.

"Gençler ben uyumaya gidiyorum, sabaha kadar uyumadık neredeyse," diyerek kalktı Uğur.

"Ben da geleyrum." Arkasından Dursun, Semih, Ercan da kalkmıştı. Mert ve Mine bir köşede konuşuyorlardı.

"Hadi biz de gidelim, yoruldun," dedi Emre, oturduğumuz koltukta kolunun altına girmiş göğsüne yaslanmıştım.

"Gidelim," dedim.

Emre'yle yukarı çıktığımızda gerçekten yorulmuşum. Üstünü değiştirmek için eşofmanlarını alıp, banyoya geçti. Ben de o arada odada değiştirdim üstümü. Yatağa yattığım anda gerçekten yorucu bir gün geçirdiğimi anladım. Emre'nin kolunu belimde hissettiğimde gözlerimi kapattım. "Seni seviyorum," diye fısıldadı kulağıma.

"Seni seviyorum," dedim ben de uykuya dalmadan önce.

Gözlerimi zar zor açtığımda hava hâlâ karanlıktı. Duyduğum seslerle uyanmıştım. Yataktan kalktığımda odanın kapısı aralıktı, Emre yanımda yoktu. Yavaşça yerimden kalktığım da Semih'in sesini duydum.

"Sercan'ın yerini bulmuşlar. Bala'da eski demir fabrikasında saklanıyormuş, gidiyoruz," dedi.

"Geliyorum aşağıda bekleyin," dedi Emre.


Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız lütfen.

instagram : DeeinDeniz

Bölüm : 12.12.2024 16:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...