51. Bölüm

48. Bölüm

Rabia Gümüş
deeindeniz

"Nazli, aç kapiyu, sözlün celdu bak." Kapının dışından gelen sesle Nazlı'yla birbirimize baktık.

"Şimdi tezeğe kürekle yeduk! Benu istemeye celdular," diyen Nazlı ile başımdan aşağı kaynar sular döküldü.

Tamam, sakin oluyoruz ve derin nefesler alıyoruz. Sıkıntı yok, her şey güzel olacak.

Nah güzel olacak! Emre kapının önünde, yanımda Dursun'un Nazlı'sı, kapının önünde kız istemeye gelen kalabalık.

"Haçan napacuk şimdu?" Nazlı endişeli bir şekilde ortada dönmeye başladı.

"Nazlı, ses vermesek giderler mi?" diye sordum bir umut öyle olmasını umarak.

"Sen celmedan koniştular anamla. Bileydular evda olduğumuzi." Şimdi yanmıştık işte.

"İş başa düştü o zaman. Git çarşaf getir Nazlı," dedim kanepeye doğru ilerleyerek.

Nazlı sorgulamadan üst kata çıktı. Elimdeki spreyi bir kez daha sıktığımda kutunun artık boş olduğu gerçeği ile yüzleştim. Evleri sokağa baktığı için pencereden de çıkamazdık.

Teyzem ne yedin ne içtin belim çıktı vallahi! Teyzeyi dikkatli olmaya çalışarak yere yatırdım. Nazlı gelince yerdeki çarşafa beraber teyzeyi koyup yandaki odaya doğru sürükledik. Bu arada dışarıdan sesler geliyordu hâlâ. Telefon çalmaya başlayınca dilimi ısırdım, ekranda beliren isme baktım.

'Kurt Arıyor.'

"Nazlı sen abini çarşafa at. Bakayım, bunun derisi kalın görünüyor, it gitsin," dedim hoşnut bir bakış atarak. Telefonumu elime aldım ve dua ederek açtım. 'Pat' sesiyle arkamı döndüğümde yerde yuvarlanan vatandaşa baktım.

"Gamze, neredesiniz? Bir aksilik yok değil mi?" Endişeli gelen ses tonunu fark ettiğimde yutkundum.

"Seni çok seviyorum, biliyorsun değil mi?" dedim tek nefeste.

"Yine ne halt dönüyor orada?" Emre ciddileşirken gözlerimi kapattım. Anladı tabii sesimden, salak değil ya zeki Kurt.

"Hiç canım, şimdi annesi ve abisi baygın, içeri odaya taşıyoruz onları. Siz ne yaptınız?" Emre'yle konuşurken bir yandan da Nazlı'ya yardım ederek çarşafın içinde yatan adamı yerde sürüklüyordum. Telefonu omzumla başım arasına sıkıştırdım.

"Biz de biraz geri çekildik evden. Birileri geliyordu, arabalar falan geçti. Şüpheli durmayalım dedik." İnşallah gördükleri kişilerle kapıdaki kişiler aynı değildir.

"Benim şimdi kapatmam gerekiyor. Yarım saate gelmezsek polisi arayın." Son sözlerimi söyleyip telefonu yüzüne kapattım. Tekrar aradığında konuşmak yerine mesaj yazdım.

Kime: Kurt

Bana güven, otuz dakika sadece.

"Şimdu ne yapayruk?" Nazlı nefes nefese yanıma geldiğinde odaya abisini atmıştık.

"Nazlı, bu seni istemeye gelen adam seni daha önce hiç gördü mü?" Aklımdaki plan şekillenirken gözlerimi kıstım.

"Hayır. Anasiyla anam gonuştu. Heç görüşmedik," dediğinde içim rahatladı.

"Nazlı benim, sen de en yakın arkadaşım Melike oluyorsun." Kapıya doğru giderken, bu işi de halledeceğimi düşündüm. Omuzlarımı dik tuttum.

Ben de Kurt'un Gamzeli'si isem buradan arkanıza bakmadan kaçacaksınız!

"Nazli," diyen adama baktım kapıyı açınca.

Karşıya baktığımda kimseyi göremeyince başımı eğmek zorunda kaldım. Adamın boyu 1.60 ancak vardı. Aramızdaki on beş santimi görmezden gelip şirince sırıttım.

"He benum." Gözlerine bakarken, boynum şimdiden ağrımaya başlamıştı.

"Tü tü tü maşallah, dağ gibun kiz." Arkasında annesi olduğunu tahmin ettiğim teyze yüzüme tükürüklerini saçarak beğenisini dile getirdi.

"Ya Rabbi şükür," dedim yüzümü silip.

"Haydin." Ben daha ne olduğunu anlamadan adam kolumun altından içeri girmişti bile.

Benim kolumun altından mı geçmişti o? Kapıya dayadığım koluma baktım bir an baktım. Kolumu geri çektiğimde diğerleri de peşinden içeriye geçtiler. Ben de kapıyı kapatıp arkalarından ilerledim.

"Anacuğun nerde?" Adını bile bilmediğim sırıtan adama baktım. Kayınbaba sıfatına uyuyordu. Kısa boylu, hafif göbekli, önleri kel olan saçıyla ellili yaşlarının sonunda görünüyordu. Bana doğrudan bakıp sorduğu için cevap verdim.

"Kendisunun acil işi ciktu. Benu beklemesunlar dedu."

Benden de iyi laz kızı olurmuş ha. Hep izlediğim diziler, filmler sağ olsun. Dursun'dan da üç beş bir şey kapmıştım tabii ki. Nazlı'ya baktığımda ayakta köşede tedirgin bir şekilde duruyordu. Yüzündeki sıkıntılı ifadeye baktığımda kurtulacağımıza dair umudunun olmadığını anladım. Tabii henüz beni tanımıyordu.

"Kayfeleriniz nasul olsun?" dedim gülümsemeye çalışarak. Elindeki çiçek ve çikolata kutusunu masaya bırakmıştı sevgili damat adayı.

"Hepimuz orta aluruk kizum." Kaynana namzeti koltuğa iyice yayılmıştı.

"Melike, yardum etcen mi?" Nazlı'ya kaş göz işareti yaparak mutfağı işaret ettim.

"He edem," dedi yanıma gelerek. Mutfak giriş kapısının hemen yanında olduğu için ilerledik.

"Kahveyi, cezveyi falan çıkart hadi." Ben geriye çekilirken Nazlı mutfak dolaplarını açmaya başladı.

"Gamze, napacak böyle?" dediğinde sinsice sırıttım.

"Napacak var mı, müstakbel yeni ailemize kahve yapacağız." Gülerek buzdolabını, sonra da rafları karıştırmaya başladım. Sonunda bulduklarımı bir bir tezgâha dizmeye başladım.

Pul biber, karabiber, tuz, nar ekşisi, kekik, kimyon, limon, her şey tamamdı.

Cezveyi alıp su yerine önce bütün malzemelerini ekledim, sonra da üstüne az bir şey kahve attım. En sona da çok az miktarda su koyup karıştırdım. Şimdiden on dakikam dolmuştu. Pişen şeyi dikkatinizi çekerim şey diyorum çünkü tanımsız olmuştu- fincanlara koydum.

"Suların içine de tuz koy iki üç kaşık," dedim Nazlı'nın eline tuz kavanozunu tutuşturarak.

Sonunda tepsim hazır olunca Nazlı'ya göz kırpıp içeriye geçtim. İki tane kadın daha vardı, ki büyük ihtimal ablasıydı damadın. Kahveleri verip karşıya geçtim ve izlemeye başladım. Hepsi aynı anda ağızlarına götürdükleri kahveyle ya püskürmüş ya da zorlukla yutmuştu. Suya saldırdıklarında ise hüsrana uğramışlardı çünkü tuzlu su ile öksürük krizi başlamıştı.

"Bu da ne oluyor ha böyle? Sen benu sevmiyur misun?" Üzgün çıkarttığım sesle 1.60'lık damada bakarak dudak büzdüm. Sesimden etkilenmiş olacak ki hemen ayağa kalktı.

"Öyle şey olir mu gülüm? Çok cüzeldu." Herkes ters bakışlarını attı damada aksini düşündüklerini belirtircesine.

"E haydin için. En iyi kayfe yaparum ben. Siz yine eyisiniz geçan celenlerden, onları ambulansla genderdum." Keyifle gülerken hepsine tek tek baktım.

"Ha bu kiz bizu öldürür, kalk Temel kalk." Annesi oğlunun zaten ayakta olduğunu fark etmemiş gibi kolunu eline koyarak kendine çekti.

"Temel haçan ben bu ananı sevmadum. Evlenunca bunu kapiya koyak," dedim suratımı asıp kadına bakarak.

"Bena bak kiz, seni yolarum," diyen büyük abla ayağa kalkmıştı.

"Temel sen beni sevmiyorsun bak neler diyirler?" Ha ağladı ha ağlayacak bir şekilde burnumu çekerek elimi yüzüme koydum.

"Bi durun da!" dese de Temel, hepsi ayağa kalkmış, kapıya doğru ilerliyordu.

Kapı açıldığı anda Emre'yi ve diğerlerini görünce yutkundum. Gözlerimiz kesişince sesli bir nefes aldım. Bakışlarındaki ciddiyet kendini korurken arkamdan koluma sarılmış adama baktım. Pardon eğilerek bakmaya çalıştım.

"Nazli, ben seveyrim seni, gel gaçırayum." Tam Temel'den kurtulduk diyordum ki arkamdaki kükreme sesiyle yerimden sıçradım.

"Sikerim ulan seni! Sen kimi kaçırıyorsun?" dediğinde kolumdaki el ayrılmış, hatta duvara doğru sahibi ile birlikte uçuşa geçmişti.

"Ne olliy?" diyen sesle yan tarafıma döndüm.

Yan kapı açılmış, başını tutan Nazlı'nın annesi ve abisi bize bakıyordu. Cafer seri bez getir çünkü her yer bombok!

"Nazlı?" Dursun'un aşk dolu sesiyle kadroyu bugün de tamamladık çok şükür.

Nazlı ile Dursun birbirine sarılmıştı. Annesi ve abisi şaşkınca etrafa bakıyordu. 1.60'lık Temel duvara yapışmıştı. Emre sert bakışlarını benim üstümde tutuyordu. Ne eksik ne eksik?

"Uşağum!" diye çığlık atıp gelen müstakbel kaynana adayı hızla Temel'in yanına doğru koştu ve eksik parça da tamamlandı.

Temel yerden kalkıp silahını çekip Emre'ye doğrulttuğunda, bir anda ortam hareketlendi. Gözlerim büyürken arkadan gelen sesle etrafıma baktım. Semih, Temel'e silah çekmişti. Nazlı'nın abisinin silahının ucunda ise Dursun vardı.

İşte şimdi sıvama aşamasındaydık!

"Sakin olun, tamam." Ellerimi yukarı kaldırıp normal bir şekilde konuşmaya başladım. Emre iki adımda yanıma geldi, kolumdan tutup beni kendine çekti. Eli beline giderken silahını çıkarttı ve hiç tereddüt etmeden Temel'e doğrulttu.

"Sen kimsin de benim sevdiğim kadına dokunmak gibi bir hata yaparsın?" dediğinde sesiyle titredim.

Sesi ölümü çağrıştırıyordu.

"Nazli beni seveydin hani?" Temel anasının yanından ayrıldı ve bana doğru bir adım attı o hâldeyken.

"Ne Nazlı'sı?" Emre'nin bakışları beni buldu çünkü adamın gözleri bendeydi.

"Şimdi bunu açıklardım ama pek yeri değil gibi sevgilim," dedim şirin olduğuna inandığım bir gülümsemeyle Emre'ye bakıp. Sonrasında yüzümü buruşturup 1.60'lık damat adayına döndüm. "Ayrıca kim demiş seni seviyorum diye? Allah korusun."

"Neler oluyor lan?" Nazlı'nın abisinin bağırması da ortama renk katmıştı. Emre'nin kolunun altından çıkıp ellerimi belime koydum.

"Of, yetti be! Ben bu kızınız Nazlı'yı Dursun'a istiyorum. Vermezseniz kaçırırım, ruhunuz duymaz! Askere kız vermeyiz demişsiniz, askerden yüreklisini mi bulacaksınız? Yediği ilk yumrukta silahına sarılan bu adam mı size damat olacak yoksa canını dişine takmış, sevdasından her şeye rağmen vazgeçmeyen bu adam mı size damat olacak? Benim sevdiğim adam da asker ama bir günden bir güne kendimi düşünüp giderse ne yaparım demedim. Nazlı da demez, ben anladım gözünden. Seviyorlar işte birbirlerini. Siz de hiç Allah korkusu yok mu? Sevenleri ayırmayın, günah!"

Herkes gözlerini açmış bana bakarken ciğerlerime derin bir nefes çektim. Ne konuşmuştum be! Nazlı'nın abisi silahını yavaşça indirdiğinde tebessüm ettim. Bu kızı verdik demekti bence. Temel'e baktığımda eli titriyordu. Burnundan gelen birkaç damla kan beyaz gömleğine damlamıştı. Annesi koluna dokununca o da silahını indirdi.

"Senunla görüşeceğuz sahte Nazli," dedi gözlerime bakarak.

"Ben seninle bir görüşürüm ikinci görüşmemiz cenaze namazında olur." Kurt'un hırlar gibi çıkan cümleleri ile tırsmadım değil.

Temel silahını beline koyup annesiyle birlikte kapıdan çıkmak için bize doğru geldiğinde kapıdan çekilmiş, içeriye girmiştik iyice. Onlar çıkınca kapı kapandı ve hepimiz derin bir nefes aldık. Elimi tutan sıcak eliyle Emre beni çekiştirdi, koltuğa oturduğunda, beni de çekip yanına oturttu.

"Bir kahvenizi içeriz artık," dedi Emre rahat bir şekilde.

Adamdaki havanın yarısı bende olsa, Türk Hava Yolları'na iş için başvuruda bulunur bulunmaz beni hava olarak işe alırlardı. Allah'ım, Emre'ye bakınca oluşan iç çekme sesimi bastırmak için neler düşünüyordum. Oynak Gamze, kız ne zaman çıktın sen oradan? Hiç girmedim ki bebeğim.

"Hayatım, iyi misin?" Emre'nin sesiyle yan tarafa dönüp gözlerine baktım.

"Çok iyiyum uşağım," dedim gülümseyerek. Yakındık, fazlasıyla hem de. Başımı biraz kaldırsam ya da o biraz indirse diye düşünürken, "Yandı buralar of," dedi biri. Ercan'ın sesiyle önüme dönüp kıkırdadım.

"Kayfeler nasul olsun?" Nazlı ortaya hitaben sorduğunda herkes birbirine baktı.

"Sade olsun hepsi," diyen Uğur da yanımıza gelip oturdu. Sırayla Ercan, Semih ve Dursun da oturunca, Nazlı'nın abisi ve annesi de gelip oturdular.

Herkes birbirine bakarken Nazlı kahveleri yapmak için mutfağa doğru ilerledi. Emre elimi sıkıca tutarken hiç ondan yana bakmadım bir daha. Kızgın olduğunu biliyordum. Masanın üstünde çiçek ve çikolata hâlâ duruyordu.

"Gamze, ne yapıyorsun?" Boşta kalan elimi masaya uzatıp paketi alırken Emre hayretle bana bakıyordu.

"Çikolata yiyeceğim," dedim hevesle paketi açarak.

"Allah'ım sabır ver." Derin bir nefes çekti Kurt, sonrasında nefesini seslice verdi.

Omzumu silkip aldığım çikolatayı ağzıma attım. Sonuçta Nazlı'yı ben sandıkları için otomatikman çikolatalar da bana gelmiş oluyordu. Ne kadar da güzel düşünceler dolaşıyordu beynimde... Nazlı'nın annesi öylece oturmuş Dursun'a bakıyordu. 1.60 boylarında, mavi gözlüydü, başına örttüğü yemenisi ile annem gibiydi. Abisi ise 1.80 boylarında, kahve gözlü, kahve saçlıydı.

Nazlı ise uçlara doğru açılan kumral saçları ve annesi gibi mavi gözleri ile 1.70 civarındaydı. Müstakbel damat adayı sadece bana değil Nazlı'ya bile iki boy büyüktü. Nazlı içeriye kahve tepsisi ile girince herkes sırasıyla kahvesini aldı.

"Sağ ol yenge," dedi Semih başını öne eğip.

Emre de kahvesini alırken fincana bakıyordu. Hepsinin en sevdiğim özelliği, öyle kendi aralarında konuşur söylerlerdi ama kimseye yan gözle dahi bakmazlardı. Çünkü Emre ile aramızdakiler bilinmezken bile hep saygı sınırını korumuşlardı. Kahvelerden ilk yudum alınmış, sıra konuya gelmişti.

"Sebebi ziyaretimiz belli teyze. Allah'ın emri Peygamberimizin kavliyle kızınız Nazlı'yı oğlumuz Dursun'a istiyoruz." Emre'ye isteme görevi düşerken, sessizce gelecek cevabı bekledik.

"Eyisiniz, hoşsunuz uşağum da ha bu uşak alup kizu gidecek. Ne olacağu bellu değul." Teyze geriye yaslanıp bu işin olmayacağını dile getirince bu sefer söze Semih girdi.

"Teyze düşün ki Dursun öğretmen ya da doktor, bu adam yine alıp kızı gidecek. Asker olmanın zorluğu var tamam, kabul ediyoruz biz bunu ama ölüm herkesin kapısında bekliyor. Ne zaman çalacağını Allah'tan başka kim bilir?"

"Bilememedum. Kizu yanlız birakup gidince napacak bu kiz tek başina?" Teyzenin düşüncelerini değiştirmek bize düşüyordu anlaşılan.

"Peki teyze bu kızı sevmediği birine verince, mutlu olacak mı sanıyorsun? Üzüntüden hasta olursa ne yapacaksın? Bunun vebalini ödeyebilir misin?" Uğur fincanını masaya koyup konuya damardan girdi.

"Unutilur elbet, gençtur."

Yuh artık teyze!

"Teyze bu adama vatanı emanet etmişler. Sen kızını şimdi bu adama emanet etmiyor musun?" Yürü be Ercan, konuş ha şöyle.

"Ben çok seveyrum Nazli'yi," dedi Dursun da kısık ve sevgi dolu bir sesle.

"Eyi, verdum gittu." Teyze sonunda insafa gelmişti.

"Allah'ım şükürler olsun sonunda," dedim alkışlayarak.

Diğerleri de bana katılınca Dursun ayağa kalktı ve Nazlı'nın annesinin elini öptü. Abisi ile el sıkışınca derin bir nefes verdik. Dursun ailesi ile yarın Nazlı'yı bu sefer almak için istemeye gidecekti. Biz sabah döneceğimiz için istemeye katılamayacaktık ama zaten istemeyi yaşamış kadar olduk. Evden çıktığımızda hepimizin yüzünde gülümseme vardı.

"Şimdi ne yapıyoruz?" Ercan'ın sorusuyla ben de başımı Emre'ye doğru çevirdim.

"Siz ne yapıyorsanız yapın, biz gidiyoruz." Emre halen elimi tutarken beni de arkasından çekiştirip diğerlerinin gülmesini umursamadan ilerledi. Yüzümdeki gülümsemeyi bozmadan adımlarına ayak uydurdum.

Minibüsten çantalarımızı aldıktan sonra Emre anahtarı kontakta bıraktı. Onlar da arkamızdan geliyordu arabaya doğru. Emre ile birlikte el ele yürümeye başladık. Caddeye geldiğimizde Emre taksi durdurunca bindik.

"Abi merkez yakınlarındaki bir otele gidelim ama iyi bir yer olsun." Saat akşam beş olmuştu, akşam kalacak yer bulmak sorun olabilirdi. Emre'nin sözleriyle taksici bildiği bir yer olduğunu söyledi.

Taksi hareket edince ikimiz de sessizdik. Ellerimiz ayrılmıştı. Sonrasında Emre'nin bakışları dikkatimi çekti. Elime baktığında yüzüğümün olmadığını o an fark ettim. Nazlı'nın evinde görücülere kapıyı açmadan önce çıkartıp pantolonumun cebine koymuştum.

Bugün Kurt'un sınırlarını zorluyordum.

Emre'nin bakışları pencereye kayınca cebimden yüzüğümü çıkartıp taktım hemen parmağıma. Kaş yaparken göz çıkartmış gibi hissediyordum kendimi. Sakin olacağım ve Emre ne sorarsa sorsun sakince cevap vereceğim.

Gamze, buna ben bile inanamıyorum bebeğim!

İç sesim lütfen sağdan sağdan siktir olup gider misin? Bak zaten yorgunum, üstüne sevgili müstakbel kocamla aramızda gerginlik var. Tartışacak gibi hissediyorum ve bunu düşünmek bile beni üzüyor. O yüzden hadi canım seni pistten alalım, daha sırada Emre var.

"Geldik," diyen taksici ile Emre ücreti ödeyince indik. Cadde üstünde işlek ve iyi bir oteldi.

Birlikte otele girerken yine elimi tuttu Emre. En azından sinirlenince beni geride bırakmıyordu. Buna da şükür.

"Merhaba, iki oda alacaktık." Emre resepsiyondaki görevliye seslendiğinde adam başını kaldırıp bize baktı.

"Ayrı ayrı mı?"

"Yok kardeşim, iki odayı biz beraber istiyoruz. Ortadaki duvarı kırıp salonu mutfağa katacağız," dedi Emre sesinden bile anlaşılan sinirle.

"Geceliği yüz yirmi lira." Adam uzatmadan direkt parasını istedi. Kimliklerimizi verip işlemleri yaptırdıktan sonra Emre ile yan yana olan odalarımız için üst kata çıktık.

"Çantanı bırak gel, konuşacağız."

Normalde ciddi bir ifadeye sahip olsa da benimle bu tonda sadece iki kez konuşmuştu. Adliyeden ikinci çıkışımızda ve Emre'nin evinde söylediğim yalanı açıklarken. Demek ki gerçekten ciddi bir konuşma bekliyordu beni. Usulca başımı sallayıp odaya girdim ve çantamı bıraktım. Banyoya geçip elimi yüzümü yıkadım. Havluyla kurulanıp banyodan çıktım. Anahtarı alıp, kapıyı kapattım.

"Geç bakalım." Emre kapıyı tıklatınca bekletmeden açmıştı. Geri çekildiğinde içeriye doğru adımladım.

Odası benim odam ile aynıydı. İki kapaklı bir dolap, çift kişilik bir yatak, iki tane tekli koltuk ve ortada ahşap sehpa vardı. Gözlerimi etrafta gezdirmem bitince yeşillerine odaklandım. Başıyla karşılıklı duran tekli koltukları işaret edince gidip oturdum. Kapı çalınca Emre kapıya doğru ilerledi. Kapıyı açıp, "Teşekkürler," dedikten sonra bana doğru döndüğünde, elinde küçük bir tepsi vardı. Giden görevli kapıyı arkasından kapatmıştı.

Kahve kupaları ve atıştırmalık kek, bisküvi tabağını önümüzdeki küçük sehpaya bırakınca dudağımın kenarını ısırdım. Acıkmıştım gerçekten de ve karşımdaki adam yine beni düşünüyordu. Kahve dolu kupayı elime aldım ve kokusunu içime çektim.

"Ne yaptığını biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum." Başım elimdeki kupadan kalkmazken kısık ses tonumla cevap verdim.

"Yüzüğünü neden çıkarttın Gamze?" Ses tonu ciddiydi, nedenini gerçekten merak ediyordu.

"Sadece o an gelişen bir şeydi. Evden çıkacak bir yer yoktu ve ben durumu kurtarmak istedim." Ne söylersem söyleyeyim Emre'nin kırıldığını biliyordum.

"Nazlı olarak mı durumu kurtarmak istedin? O adamın silahı vardı Gamze üstünde. Sana ya da bizden birine ateş etseydi?" Sesindeki sertlik boğazıma yumru gibi dizilirken gözlerimi kapattım.

"Özür dilerim." Sesim titremesin diye kendimi sıkarken, gözlerimi kaçırdım.

"Sen bana otuz dakika diye mesaj attığında kalbime öyle bir sızı saplandı ki..." Derin bir nefes alıp kendini durdu, bir süre sessiz kaldı. Devam ettiğinde konuşmasına gözlerini üstümde hissediyordum. "Üstelik polisi ara ne demek? Ne yapıyordun içeride, ne olmuştu? Sana zarar mı gelecekti? Ben o dakikalar içinde kaç düşünceyle baş edip o kapıya geldim biliyor musun sen?" dedi, ses tonuyla içimi çektim. Emre oldukça endişe etmişti benim için, son zamanlarda yaşadığımız olaylar da eklenince ona hak veriyordum.

"Ben yardım etmek istedim sadece. Dursun ve Nazlı birbirlerini seviyorlardı. Söz vermiştim," dedim gözlerine bakarak. Gözlerinde gördüğüm o duygu beni yerime mıhladı.

Bu duyguyu daha önce Gediz beni kaçırdığında görmüştüm. Kaybetme korkusu vardı gözlerinde.

Kahve kupasını sehpanın üstüne bıraktım yavaşça. Normalde etimi kesseler ağlayamayan ben bu adam söz konusu olunca nedense bulutlara hemen yağmur yüklüyordum. Gözlerim bulanıklaşırken Emre'nin eliyle irkildim. Parmakları nazikçe elimin üstünde gezdi, avuç içimi yukarıya doğru çevirdi.

"Şimdi bana söz ver. O yüzük ne olursa olsun bir daha o parmaktan çıkmayacak." Avuç içime dudaklarını bastırıp geri çekildiğinde gözleri yine yumuşak bakıyordu.

"Söz veriyorum," dedim gülümsemeye çalışarak.

Emre beni kaldırıp göğsüne yasladı, sıkıca sarıldığında derin bir nefes verdim. Sanırım bu konuda Emre'ye biraz olsun hak veriyordum. Ben de çok korkardım belirsizlikten. Ne olacağını bilmemek insanı deli ederdi. Boşuna dememişler, en kötü karar bile kararsızlıktan iyidir, diye.

"Seni seviyorum Gamzeli'm ve bütün çabam iyiliğin için."

Gamzeli'm demesiyle yağmur yüklü bulutlar dağıldı ve güneş yeniden açtı. Kollarının arasında olduğum adama biraz daha yaklaştım ve huzurum olan sıcaklığına sığındım. İkimizin de gerilen bedeni ve düşünceleri rahatlarken telefonun çalmasıyla ayrıldık.

"Annem arıyor," dedi Emre bana göz kırparak.

"Selam söyle." Emre başını sallayıp telefonunu açtı.

Yerime geri dönüp oturdum ve yüzümdeki gülümseme ile kahvemden içip tabaktaki kekten atıştırdım. Onlar havadan sudan konuşurken adım geçti. Annesi burada birlikte olduğumuzu bildiği için benim gibi selam söylemişti.

"Gelininin de selamı var anne. Ben sabah geleceğim zaten, sizi bırakırım."

Bir yandan da kulağım Emre'deydi, konuşmasını dinliyordum. Gelinin deyince içim bir tuhaf olmuştum. Kurt'un Gamzelisiydim ve Emre'nin gelini olacaktım yakında. Damadıma doğru bakıp şöyle bir göz süzdüm.

Boy: 1.85

Kilo: 85

Göz: Zümrüt yeşili

Fizik: Süper ötesi

Aşk: Yaralı müzesi

Neşeli aşk şarkılarına da bağladığımı fark edince bu adamın benim aklımı başımdan aldığını bir kez daha tescilledim. Omuzlarına salıncak kursam iyi sallanılabilirdi. Kızımızı kollarında düşündüm de, kalbimin çarpma hızı ikiye katlandı.

"Sevgilim."

Emre'nin sesiyle daldığım yerden çıkarken koltuğun önünde bana doğru eğilmişti. Haydi bakalım mantıklı Gamze, sana şut. Devreye girdi artık oynak Gamze.

Emre'ye doğru yaklaşırken gözlerinin büyüdüğünü görebiliyordum ve dudaklarımızı acele etmeden buluşturdum. Ufak bir öpücük bırakıp geri çekildiğimde Emre'nin aralanmış dudakları ve bir ton daha koyulaşıp parlayan yeşillerine baktım.

"Nefesimi kesiyorsun," dedi sonunda bana bakıp gülümserken. Dudağımı ısırıp gülümsedim ben de. "Benim nefesim sensin."

Gözlerindeki parıltılar yıldızlı bir gece gibiydi. Yeşillerinin arasına saklanmış gizli hazineyi bulmuştum. Hazine öyle değerliydi ki, kimsenin görmemesi, hatta bilmemesi gerekiyordu. Pandoranın kutusu bir kez açılmıştı benim için ve aşk denen büyülü lanet esir almıştı her hücremi. Öyle bir büyüydü ki bu, içime aldığım her nefeste beni daha çok çekiyordu içine.

Emre'nin yumuşak ve sıcak dudaklarıyla nefesi nefesimde can bulurken, bu sefer geri çekilmedim. Oturduğum koltuğun önünde tek dizinin üstüne çökmüş, bir kolunu koltuğun üstüne atmıştı. Ben de yan tarafıma doğru dönmüştüm.

Garip bir hâldeydik ama ikimiz de bunu umursamıyorduk. Sadece biz vardık. Özneler bile aramıza giremiyor, ayıramıyordu bizi. Nefesime nefes eklediği her saniye başımı döndürüyor, tutkuyla talan ediyordu beni.

Öpüşü bile sahipleniciydi.

"Güzelim," dediği anda nefes nefese kalmıştık ikimiz de.

Özledin mi beni güzelim?

"Hayır."

Ellerimi kulaklarıma kapatıp gelen sesi bastırmak için çabaladım. Beynimin odacıklarında yankılanan ses kulaklarımın uğuldamasına neden olurken, ellerimin üstündeki baskıyla kulaklarımdan ellerimi ayırdım.

"Gamzeli'm, bana bak." Emre'nin yumuşacık sesiyle gözlerimi açtım.

"Buradasın, iyiyim," dedim sakin olmaya çalışarak. Ellerim hemen ellerini kavradı ona dokunma ve gerçek olduğunu algılama ihtiyacımı karşılamak için.

"Buradayım."

Ayağa kalktı ve beni de ayağa kaldırdı. Beraber yatağa ilerledik. Yatağın üstündeki pikeyi kaldırdı önce, sonra da beni oturttu ve önümde diz çöktü. Ayakkabılarımı çıkarttıktan sonra başımı usulca yastığa koydu. Diğer tarafa geçip ayakkabılarını çıkarttı, sağ tarafıma yattı. Boş gözlerle onu izliyordum sadece.

"Buraya gel," dediğinde sadece başımı kaldırdım. Arkamdan geçirdiği koluyla beni göğsüne hapsetti ve ben sonsuza kadar burada kalabilirdim. Sıcak bedeni ile beni sararken gözlerimi kapattım.

"Iğdır'a döndüğümüzde bir psikologla görüşmeni istiyorum."

Emre'nin sözleriyle kaskatı kesildi bedenim. İyiydim ben, bir şeyim yoktu ki. Sadece bir an boşluğuma gelmişti ve duvarlarımın arasından sızmıştı o cümle. Gamze'ydim ben; güçlü, sarsılmaz, her şeye dayanabilen kız. Kurt'un Gamzeli'si.

"Bunu senin için istiyorum. Her ne kadar yaşadığın şeyleri hatırlamanı istemesem de o piç yüzünden huzurlu değilsin. Bir söz bile seni bu kadar etkiliyorsa Gamze, sorun var demektir. Ben bunu yok saymana izin vermem. Sen benim geleceğimsin ve bunu kimse bizden çalamaz."

Sesindeki o yatıştırıcı tınıyla derin bir nefes verdim. Ben de farkındaydım bir şeylerin ama o kadar çok şey olmuştu ki, hep bir geçiştirme sürecine girmiştim. Şimdi ise geçiştirme aşamasını geçmiş, altında ezilme aşamasına doğru ilerliyordum.

"Tamam, psikoloğa gideceğim dönünce." Kabullenişimle birlikte göğsü derin bir nefes aldığında rahatladı.

Yaşadıklarım ve az kalsın yaşayacaklarım yüzünden hep bir kaçış evresine girmiştim. Ne zaman hissetsem o bunalımlı ruh hâlini, hep kendimi oyalamış, derinlere itmiştim. Emre'nin varlığı ile huzura bulanırken yokluğunda başa çıkamayacağım düşünceler beni korkutmaya başlamıştı.

"Uykun var mı?" Emre beni biraz daha göğsüne çekip saçlarıma öpücük kondurdu.

"Erken kalktım ama uykulu hissetmiyorum," diye mırıldandım. Kolları arasında huzurluydum.

"Buraya kadar gelmişken biraz gezelim, hem hava almış oluruz." Saçlarıma bastırdığı dudaklarıyla boğuk çıkan sesi gülümsetti beni.

Yine beni düşünüyordu Kurt. Kalbim sayısız kez attı onun için defalarca. Aşk değildi bu sadece. Eğer aşk olsa, biteceğini bilirdim bir gün. Aşk da bir gün biter diyenlerdendim ben de. Onun gözlerinde gördüğüm bir galibiyetti. Kendi kendisini yenmiş ve gözlerinin en içine kadar beni işlemişti ilmek ilmek. O gözlerde yalnızca ben vardım.

"Olur." Elimin üstünde olan elini çekip başımı arkaya çevirdim ve göz göze geldik.

Gülümseyince kısılan gözlerini izledim. Dudağının her bir kıvrımında gezdirdim bakışlarımı. Zümrüt yeşili, parlayan, içine yıldızlar sığan gözleri bulutluydu. Elimi yanağına koyduğumda dikkatli bir şekilde beni izliyordu. Elimin altındaki tenin sıcaklığı ile içimi çektim. Her bir zerresini ezberlemek istiyordum. O, çok güzeldi.

"Sana benzeyen bir kızım olsun istiyorum," dediğinde kalbim ağzına kadar onunla doluydu.

"Sana benzeyen bir oğlum olsun istiyorum," dedim tebessüm ederek.

"İsmini düşündün mü peki kız olursa?" Gözleri kısılmış, başını hafifçe sallamıştı.

"Sana bir ipucu bile verdim." Gözlerindeki parıltıları bana sunduğunda tebessüm ettim.

"Hım," dedim düşünerek. Düşüncelerim birkaç gün öncesine gittiğinde anlamıştım ne demek istediğini. Heyecanla cevap verdim.

"Umay."

"Sen de istersen tabii ki." Gözlerindeki o ışığın geçişini yakalamıştım. Yüzümde gülümseme oluşurken çoktan ondan gelecek her şeyi kabul etmiştim.

"Çok beğendim."

"Eğer oğlumuz olursa, ismini sen koyarsın, eşitlenmiş oluruz." Göz kırptığında heyecanla dudağımı ısırdım.

"Düşüneceğim ama önümüzde zaman var, o yüzden önerilerim çok olabilir," dedim kararsız olduğumu biraz da olsun belirterek.

Tam gamzemin üstünden öpünce bunu bir onay olarak aldım. Bulutları dağılan yeşilleri ile buluştu kahvelerim. Nefesime nefes olan adama hayranlıkla baktım.

"Hay ben senin," diye söylendi huysuzca çalan telefonuma bakarak.

Yanından uzanıp sehpanın üstünde olan telefonu aldım. Ceyda arıyordu, kaşlarım çatılırken cevapladım.

"Efendim?"

"Gamze, nasılsın?" Ceyda'nın biraz coşkulu gelen sesiyle içimi çektim.

"İyiyim Ceyda. Sen nasılsın?" dediğimde Emre'nin kaşları çatılmıştı. Yataktan çıkıp tekli koltuğa geçtim. Emre ise yatakta kalmıştı, bana baktığına emindim.

"İyi sayılırım. Seninle konuşmak istediğim bir konu var da müsaitsen buluşalım diyecektim." Sıkıntılı gelen sesi ile gerildiğimi hissettim.

"Ben Trabzon'dayım Emre'yle. Bir arkadaşımızın nişanı için geldik."

"Gamze normalde rahatsız etmek istemezdim ama benim için önemli. Ne zaman geleceksiniz?" Israr ettiğinde bakışlarım Emre'ye döndü.

"Bir dakika," dedim Ceyda'ya ve telefonu sessize aldım.

"Ceyda görüşmek istiyor. Pazartesi sabah dersim var askeriyede, görüşebilir miyim?" Gediz artık askeriyede hain olarak biliniyordu ve Ceyda kız kardeşi olduğu için içeri alınıp alınmayacağını bilmiyordum. Dışarıda görüşmek istemiyordum.

"Daha iyi olur. O kıza güvenmiyorum, gözümün önünde ol," dediğinde telefonu sessizden çıkarttım.

"Pazartesi sabah dersim var askeriyede. Saat on bir gibi gelirsen bitmiş olur."

"Tamam, benim dersim de birde başlıyor zaten. Teşekkür ederim Gamze, görüşürüz." Görüşme istediğime sevinmiş gibiydi, konuyu merak ediyordum açıkçası.

"Görüşürüz," dedikten sonra telefonu kapattım.

Emre yataktan çıkmış, ayağa kalkmıştı. Şu görüntüyü hafızama kazımıştım. Ayakkabılarını giyince benim ayakkabılarımı da almış, yanıma getirmişti. Uzattığında elinden aldım. Dışarı çıkacaktık anlaşılan. Ayakkabılarımı giyince ayağa kalktım. Emre çekmeceyi açıp silahını beline yerleştirdi ve ceketini üstüne giydi.

"Savcı bana Gediz'i senin vurduğunu söyledi." Bir anda kurduğum cümleyle Emre'nin bedeni gerilirken sırtına bakıyordum. Yüzünü göremiyordum.

"Evet," dedi biraz öncekine nazaran daha sert bir şekilde.

"Bu aramızda bir sorun değil. Birinin ölmesi beni oldukça etkilese bile sen buna mecburdun. Eğer sen ateş etmesen o sizden birini ya da seni öldürebilirdi." İçimde tutmak yerine bunları ona söylemeyi tercih etmiştim.

Bunun sebebi ise bana geldiği ilk anda bana 'Korkma benden' demesiydi. O anda biliyordu Emre, Gediz'i kendisinin vurduğunu. Korkmamamı istemişti ondan çünkü beni etkileyeceğini biliyordu birini yaşamdan koparmanın. Aklına takıldığını da tahmin ediyordum bu durumun.

Bana doğru döndüğünde, yüzünde rahatlamış ifadeyi görünce emin oldum.

"Anladın demek," dediğinde bana doğru adımladı.

"Eğer biraz daha geç kalsaydınız o tetiği ben çekecektim. Özge, Gediz ya da o adam fark etmezdi benim için. Kendi yapabileceğim bir şey için seni suçlamam ya da senden korkmam çok saçma Kurt. Sen hâlâ benim için âşık olduğum adamsın. Seni çok seviyorum."

Bana sarıldığında beklemeden ben de ona sarıldım sıkıca. Kendi içimizdeki küçük çatışmaları da böylelikle atlatmış, sorunlarımızı çözmek için adım atmıştık. Emre'nin kolları arasından geri çekilip gülümsedim.

"Acıktım, kek yetmedi." Dudağımı büzerek omuz silktim konuyu dağıtmak için.

"Ben de acıktım. Kurtlar sanırım fazla doymuyor. Hatta hiç doymuyor," derken gözlerini kısıp bana o muzip bakışlarından birini atmıştı yine.

"Sen uslanmazsın." Başımı iki yana sallayıp ve tuttuğum eliyle kapıya doğru adımladım.

Odadan çıktığımızda asansöre doğru ilerledik. Başımı omzuna dayadım asansöre binince. Eliyle belimi kavramış, beni kendine iyice çekmişti. Kapı açılınca beraber çıktık. Hava kararmaya başlamıştı, biraz serindi.

"Nereye gidiyoruz?" Hevesle adımlamaya başladığımda bilmediğim bu şehri sevdiğim adamla gezecek olmak beni heyecanlandırdı.

"Daha önce gelmedim Trabzon'a, o yüzden şansımızı deneyeceğiz."

Emre cadde üzerinden taksi durdurunca bindik. Taksiciye manzarası güzel olan bir restoran sorduğunda adamın önerisiyle Orta Hisar tarafına yönelmiştik. Yeşilin her tonunu izlerken hiçbirinin Emre'nin gözleriyle yarışamayacağına karar vermiştim. En sevdiğim yeşilin tonunu halen gözlerinde barındırıyordu.

Geldiğimiz yer tamamen ahşap, iki katlı, balkon demirlerinden yukarı doğru sarmaşıkların tırmandığı çok güzel bir yerdi. Restorandan çok ev hissi veriyordu ve insanda burada yaşama isteği uyandırıyordu. Emre ile el ele içeriye girdiğimizde direkt çay kokusunu aldım. Tomurcuk çayın o enfes kokusu içeriye yayılmıştı. Çok fazla çay içmeyen benim bile iştahım kabarmıştı bu kokuyla.

"Merhaba, hoş geldiniz," diyen garsona Emre cevap verdi. Ben etrafı incelemeye devam ederken üst kata çıktık.

"Muhteşem." Manzaradan gözlerimi alamayarak mırıldandım.

"Senin gibi," diyen Emre'nin sesi kulağıma doldu.

Üst kat teras olarak düzenlenmiş ve boydan boya cam olarak dizayn edilmişti. Bir adım atsanız sanki o güzelim ormanlık alanın içinde bulacaktınız kendinizi.

"Ne alırsınız?" Garsonun sesiyle burnumu yapıştırdığım camdan çekince gülümseyip, yerime oturdum.

"Önerilere açığız."

Emre'nin sözleriyle garson tavsiyelerde bulundu. Ben de Emre'ye uyup aynısından istedim. Hava tamamen kararmıştı şimdi, aynı zamanda yıldızlar görsel bir şölen sunuyordu izleyenlerine. Yemeklerimiz geldiğinde ikimiz de oldukça acıktığımız için yemeğe başladık. Yemekten sonra çay istemiştik. Emre'nin telefonu çalınca ona doğru döndüm.

"Efendim Semih? Tamam, sabah 9'da minibüsü bırakıp havaalanına geçin. Görüşürüz," dedikten sonra da telefonu kapattı.

"Biraz daha gezmek isterdim burayı. Her yer çok güzel görünüyor." Buruk bir tebessüm kondu dudaklarıma.

"Abine söz verdik Gamzeli'm. Biz de ona göre izin aldık. İstersen balayı için program yapabiliriz." Emre göz kırpınca, dudağımı ısırıp bakışlarımı tekrar manzaraya çevirdim. Eğer ona baksaydım yanaklarımın hafiften pembeleştiğini görecekti.

"Kalkalım mı?" Emre biten çaylarımızın ardından sorduğunda onayladım.

"Olur, sabah erken kalkacağız." Uçağımız oldukça erken bir saatteydi.

Emre hesabı ödeyince çıktık. Hava çok güzeldi ama biraz esiyordu. Sessizce yürüdük bir süre. İkimiz de uzun süredir baş başa kalmamıştık. Otele geri döndüğümüzde saat dokuz olmuştu. Odalarımıza çıktığımızda henüz uykum yoktu.

"Film izleyelim mi?" Odaya girince tek kalacaktım ve ondan ayrılmak istemiyordum.

"Olur. Kahve isteyelim bir de." Kahveye benim de ihtiyacım vardı, Emre'de sevdiğim özelliklerden biri de buydu. Kahve seviyordu benim gibi.

Kapıyı açıp odama girdiğimde birkaç saniye karşıya bakıp çığlık attım. Hemen arkamı dönüp gözlerimi kapattım ve Emre'ye sarıldım.

"Ne oldu?" dedi Emre buz gibi bir sesle.

Beni sıkıca tutarken attığım çığlıkla birkaç odanın kapısı da açılmıştı. Gözlerimi açarken Emre'nin silahının elinde olduğunu gördüm. Derin derin nefesler alıyordum ama halen o görüntü gitmiyordu gözümün önünden. Emre'nin odanın kapısını açtığını yukarıya kalkan koluyla anladım ve o da benim gördüğümü görmüştü.

"Hangi şerefsiz piç yaptı bunu?" Sinirle gürlediğinde ellerim tişörtünü biraz daha sıktı.

"Ne oluyor?" diyen bir adam bize yaklaşıyordu. Otelin müdürü olmalıydı.

"Siz nasıl bir otelsiniz? Bu ne böyle? Kim yaptıysa derhâl bulacaksınız bana o kişiyi!"

Arkamı dönmemle tekrar karşımdaki o yazıyla göz göze geldim. Yatağın üstündeki duvarda büyük harflerle ÖLECEKSİN yazıyordu. En kötüsü de kanla yazılmış olmasıydı. Kapıyı açar açmaz kanın o pas ve demir kokusu çarpmıştı burnuma. Korkum sadece bu yazı değildi, o kanın kime ait olduğuydu. Belki de odada, halen oradaydı kanın sahibi.

"Bu nasıl olur?" Yazıyı gören adam da oldukça şaşkın bir hâldeydi.

Emre, Semih'i arayıp otele çağırdığında beni kendi odasına götürmüştü. Onlar gelene kadar beni bir an olsun yalnız bırakmamıştı. Biraz su içtikten sonra nefeslerim düzenli bir hale gelmişti. Kapı çalınca Semih, Uğur ve Ercan içeriye girdi. Dursun'a haber vermemişlerdi. Adamın en mutlu günüydü, sevdiği kızla nişanlanıyordu.

"Kim yapmış?" dedi Semih soğuk bir şekilde.

"Bilmiyorum. Polisi aradı otel müdürü. Gamze'yi yalnız bırakmak istemediğim için gidemedim yanlarına. Kimseye güvenmiyorum sizden başka. Ercan sen Uğur ile Gamze'nin yanında kal. Semih, biz bir çıkalım." Emre bir adım ileri attığında kalbim sıkıştı.

"Gitme." Korkuyla elini tutarak gözlerine baktım.

"Merak etme, geleceğim hemen. Uğur ve Ercan burada, yalnız değilsin." Onun için korkuyordum ama gideceğini de biliyordum. Başımı salladım sadece.

Emre ve Semih çıkınca cam kenarındaki koltuğa geri oturdum. Ercan ve Uğur da oturmuş bekliyorlardı. Kendimde değil gibiydim sanki. Biraz önce o kadar mutlu olmuştum ki, içim içime sığmıyordu. Şimdi ise nefes alamayacak duruma gelmiştim.

Kaç dakika ya da saat geçtiğini bilmiyordum artık. Benim suskunluğum ile Ercan ve Uğur da konuşmuyordu. Boş boş öylece dışarıya bakıyordum. Kapı açılınca hızla kalktım yerimden. Anahtar bir tek Emre'de vardı. Semih'le içeri girdiklerinde rahatladım.

"Bir şey var mı?" dedi Ercan.

"Adamı kameralardan tespit ettiler. Kameralarla takipteler, otogara gidiyor. Yakalanınca karakola götürecekler, bizim de çıkmamız gerekiyor. Gamze, hadi çantanı al." Son kısımda Emre bana bakarak konuşmuştu. Yatağın üstüne attığım çantamı alıp Emre'ye doğru ilerledim.

"Emre, Gamze'nin peşine düşmüş olabilir mi?"

Uğur'un sözleriyle olduğumuz yerde durduk. Hepsi bir şey biliyordu sanki ama ben dışarıda kalıyordum. Emre elimi tutup çıktığında az önceki soruya bir cevap bekliyordum. Otelin çıkışına geldiğimizde durdum.

"Kim peşime düştü Emre?"

"Gamzeli'm söz şu karakola gidelim, ne olduğunu öğrenelim, her şeyi anlayacağım," dediğinde derin bir nefes alıp onu takip ettim.

Taksiyle karakola geldiğimizde Emre ile içeriye girdik. Kurt kendini tanıtıp asker olduğunu söyleyince bizi başkomiserin odasına aldılar. İçeri girdiğimizde Emre elimi bırakıp karşımızdaki adamla tokalaştı.

"Merhaba, Teğmen Emre Kurt."

"Merhaba, Başkomiser Nevzat Yılmaz. Buyurun oturun," dediğinde eliyle koltukları gösterdi.

Emre ile karşılıklı koltuklara oturduğumuzda kapı çaldı aynı anda ve içeriye polis memuru girdi.

"Amirim, şahıs yakalandı. Sorgu odasında bekliyor." Haber verdikten sonra kapının önünde durdu. "Tamam, çıkabilirsin," dediğinde başkomiser, polis odadan çıktı.

"Sizinle derdi, husumeti olan birisi var mı?"

Başkomiser bize doğru döndüğünde benim anlatmaya hiç niyetim yoktu. Bunu Emre'nin anlatmasını istiyordum. Anlatmak, aynı şeyleri tekrar yaşamak gibiydi. Ben daha bir söze tahammül edemiyorken, konuşursam tekrar o anları yaşamak benin için kaçınılmaz olurdu.

"Bu uzun bir hikâye başkomiserim. Gizlilik de içerdiği için size çok açık olamayacağım. Kısaca çökerttiğimiz bir kaçakçılık şebekesi peşimizde olabilir." Emre'nin sözleriyle Özge ve babası geldi aklıma. İki ceset torbası vardı ama üç kişiydiler içeride. Gediz ölmüştü ama diğer ölen kimdi?

"Neden siz değil de Gamze Hanım peki?" dediğinde Komiser, Emre de ben de cevabı biliyorduk.

Çünkü bütün planları ben bozmuştum.

"Gamze'nin abisi de asker. Kendisi üsteğmen ve baskını planlayan kişidir. Gamze'yi rehin olarak kaçırmışlardı ama onun sayesinde planları bozuldu," dedi Emre durumu üstünden anlatarak.

"Anlıyorum. Gamze Hanım ve sizin de adamı görmesini istiyorum. Belki tanıdık gelebilir." Emre öneri üzerine benden de onay almak isteyerek baktığında başımı salladım. Eğer bir yerde gördüysem hatırlayabilirdim.

Sorgu odasının arkasındaki yere girdiğimizde bizi göremediğini biliyordum. Karşımda otuzlarının sonunda, esmer, yapılı bir adam oturuyordu. Polis memuru ise önündeki dosyaya bakıp bir şeyler soruyordu.

"Sesi açar mısınız?" dediğimde birkaç tuşa bastılar.

"Neden böyle bir şeyi yaptın? Gamze Karademir ile ne gibi bir husumetin var?"

"Ben bana verilen emri yerine getirdim. Bu sadece bir tehditti, o kız ölecek."

"Suçunu kabul ediyorsun yani? Sen mi öldürecektin kızı?"

"Hayır. Onun ölümü bu kadar kolay olmayacak. Bu yüzden sadece tehdit mesajını bırakmamızı istedi. Ölüm ona hiç ummadığı bir anda gelecek."

"Peki kim bu kişi?"

"O biliyor. Elinden alınanların bedeli için geri dönecek."

"Özge yaşıyor." Fısıltıyla kurduğum cümle derinden sarstı beni.

Ses bir anda kesilince sendeledim. Özge yaşıyordu ve benim için gelecekti. Emre kolumdan sıkıca tutunca bir anda kapanan kapıyla çıktığımızı anladım.

"Sana dokunamaz," dediğinde iliklerime kadar hissettim sesindeki kesinliği.

Emre beni sıkıca sarınca sıcaklığına sığındım. Benden intikam almak istiyordu. Babasını almıştım elinden, Emre'yi almıştım. Gücünü, sevgisini, itibarını almış, gerçek bir pislik olduğunu herkese göstermiştim. Şimdi intikam için geri gelecekti.

Karakoldan çıktıktan sonra otele geri dönüp birkaç parça eşyamızı aldık, havaalanına geçtik hep beraber. Emre daha fazla burada kalmak istemiyordu kimseye güvenmediği için. Uçağa bindiğimizde herkes sessizdi.

Emre'nin omzuna başımı koydum ve gözlerimi kapattım. Uyku ile uyanıklık arasında geçen sürede uçaktan inip Emre'nin arabasına binmiştik. İkimiz de düşünceler içinde kaybolmuş, sessiz bir şekilde iç dünyamıza çekilmiştik. Lojmanlara giriş yaptığımızda saat gece iki olmuştu. Abimlerin evinin önünde durdu araba.

"Yarın yanına gelemeyebilirim ama ararım." İyi olduğunu bilmek de yeterdi.

"Peki," dedim gözlerimiz buluştuğunda. Şakağıma öpücük bıraktıktan sonra arabanın kapısını açtı. Benimle birlikte inip kapıya kadar geldi. Zili çalıp bekledik bir süre.

"Gamze, ne oldu?" Abim kapıyı açınca, uykulu hâli beni gördüğünde birden gitmişti.

"Sen git uyu Gamze, ben anlatırım." Emre başıyla içeriyi işaret ettiğinde gözlerimi kapatıp açtım.

Abime sıkıca sarılıp öptükten sonra içeri girdim. Ben yukarı çıkarken Emre içeriye giriyordu. Elimdeki çantayı odaya girince kenara bırakıp üstümü çıkarttım. Emre'nin tişörtünü giyip yatağıma yattım ve gözlerimi kapattım. Emre ile geçen güzel günümü düşündüm, kötü kısımlara hiç uğramadım. Her şey yolundaydı, uykuya sığındım ve bir süre sonra uyuya kaldım.

 

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız.

 

Instagram: DeeinDeniz

Bölüm : 21.11.2024 22:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...