14. Bölüm

14. Bölüm

Rabia Gümüş
deeindeniz

Keyifli okumalar...

&

Yaman

"Abi şunun tadı bir tek burada yediğinde çıkıyor sivilde yüzüne bakmam." İsmail elindeki kumanyaya bakıp iç çektiğinde Yunus omzuna bir tane geçirdi.

"Nimet o nimet, yokluğuna düşürmesin Rabbim." İsmail omzunu sıvazlayarak yanında oturan Yunus'a döndüğünde geri kalanlar gibi ben de bir köşede kumanyayı yiyordum, gidecek daha çok yolumuz vardı.

"Ulan bunu da imam-hatip lisesine gönderdiler diye başımıza hoca oldu."

Diğerleri gülerken geriye yaslanıp gecenin soğuğundan korunmak için girdiğimiz mağaranın duvarlarına baktım. Leyla acaba şu an ne yapıyordu? Büyük ihtimalle çoktan gözlerini kapamış, uykusunun en tatlı yerindeyken saçları yüzüne düşmüştü. Hiç dokunmadığım saçlarının yumuşaklığını hissetmek istedim o an.

Bu nasıl bir çıkmazdı böyle?

"Fırtına çıkacak." Bütün uğultu Vedat'ın sesiyle kesildi. Herkesin başı mağaranın dış tarafına kaydığında rüzgarın şiddetli uğultusu net bir şekilde duyuldu.

Bu geceyi burada geçirmeye karar verip uyku tulumlarını serdik. Irak'ın kuzeyindeki dağlardaydık. İki gün önce helikopterle geçmiştik sınırı. Yarın sabah şafak operasyonuyla birlikte baskın yapacaktık. Gün aydınlandığında muhbirle buluşup operasyon için bilgi alacaktım. Aradığımız terörist sürekli konum değiştirdiği için belli bir konumu yoktu ama içeride adamımız olduğunu henüz bilmiyordu.

"Cücü, ne yaptın la evleniyordun hani." Bekir ayağıyla Civan'ı dürttüğünde benim de dikkatim onlara kaydı.

"Ulan ilk kez ciddi bir ilişki düşüneyim dedim kız ben askere vermem dedi." Hepimiz aynı anda Civan'a baktığımızda "kalbimi vermem dedi" diyerek bağırdı.

"Neyi varmış lan askerin?" Yunus olaya yükseldiğinde geriye yaslanıp onları izlemeye devam ettim.

"Neymiş efendim biz tek kızla değil de on kızla aynı anda konuşuyormuşuz. Her limanda bir sevgili hesabı nereye gittiğimi bilmeden yapamazmış. Bekleyemezmiş beni bilmediği belli olmayan sürede." Civan umursamaz gibi dursa da içerlemiş görünüyordu bu duruma.

"Haksız mı kız?" diye sordum ilk defa sohbete katılıp.

"Komutanım etrafımızda Nataşa'lar var da ben mi görmüyorum?" Herkesle birlikte ben de güldüm İsmail'in sözlerine.1

"Sen nereye gidiyorsun bilmiyor, ne yapıyorsun bilmiyor, gelecek misin onu bile bilmiyor. Sana bunlar kolay mı geliyor? Herkese gelmez bu durum, başında sana yapamam diye söylemiş kız. İleride iş işten geçtikten sonra söyleseydi ne olacaktı? Biz burada dağ başında kalıyoruz da onlar her gece acaba telefon çalacak mı diye diken üstünde bekliyor." Bizim işimiz vatanımızın korunmasıysa onlar da aile olarak bizim korunmamızı kendilerine dert ediniyordu.

Her iki tarafta da bulunmuştum ve bekleyen olmak beklenen olmaktan daha zordu. Abimden günlerce haber alamadığımızda annemin eli yüreğinde nasıl beklediğini her çalan telefonda yabancı bir numara görünce babamın koltuğa çöküp telefonu cevaplamasını izleyerek, her akşam haberleri takip ederek geçmişti yıllarım.

En sonunda o haber geldiğinde yıkılan annemle babamın yanında dik durmak zorunda kalmıştım. Abimi, baba yarım olan dağ gibi adamı almışlardı bizden. Yengem, gülüşü yüzünden hiç eksilmeyen abime bakışından bile sevgisi görünen kadın ölürken bile elini bırakmamıştı sevdiği adamın. Biriciğim, güzelim, yeğenimin ise geriye annesine benzeyen gülüşü, babasına benzeyen gözlerinin olduğu fotoğraflar kalmıştı.

"Bilmiyor da komutanım seven insan beklemez mi? Sizi beklemeyecek bir insanı hayatınıza alır mısınız?" Daldığım düşüncelerden sıyrılırken Civan'a cevap verdim.

"Kimseyi zorla yanında tutamazsın. Gitmek isteyenin bahanesi hazırdır, sen sadece gideceği yola aracı olursun."

Sevse bile ne sevdalar ne aşklar bitmişti ki gitmek isteyen en başta yola revan olduysa zaten tutamazdın. Çabalar, emek verirdin ama yeri geldiğinde vazgeçmeyi bilmeliydi insan. Nihayetinde karşılık alamadığı zaman girdiği çıkmazın sonunda bir başına kalmakta vardı.

"Leyla'yı bekliyorsunuz ama komutanım? Her ne kadar biz durumu bilsek de dışarıdan görünen hiç iç açıcı değil." Bekir yine deliliğe vurup konuştuğunda diğerlerinden çıt çıkmadı.

"Belki içinizden bile düşünüyorsunuzdur nişanlı kıza bakıyor böyle konuşuyor diye." Keyifsiz bir gülümsemeyle tek tek baktığımda hepsinin bastı dikti.

"Estağfurullah komutanım. Kansız değiliz çok şükür, canımızı emanet ettiğimiz kimseye ihanet etmeyiz." İsmail lafa atladığında diğerleri de onaylar şeyler söyledi.

"Bir gün karşınıza hayattaki tüm sınırlarınızı size kaldırtacak birisi çıktığında anlayacaksınız beni. Ben sadece zamanın dolmasını bekliyorum. Bu kadar sohbet yeter, ateşi söndürün yatın hadi." Ayağa kalktığımda yediğim kumanyanın kutusunu poşete koyup uyku tulumuna girip fermuarı çektim.

Diğerleri de kalkıp ateşi söndürdü, etrafı toplayıp yerleştiler. Nöbet sırası Vedat'ta olduğu için mağaranın çıkışında silahıyla duruyordu. En son nöbeti ben tuttuğum için uykusuzdum, gözlerimi kapattığımda Leyla'nın yüzü geldi gözlerimin önüne. Belki birkaç güne, işler iyi giderse de yarın gece dönmüş olacaktık.

Ben özlemeye alışıktım. Yıllardır abimin yokluğuna alışamamış hâlâ gece yarısı yaptığımız halı saha maçlarını, günübirlik gittiğimiz seyahatleri, attığımız tavlayı, oturup dertleşmemizi özlüyordum. Yengemin her onlara gittiğimde en sevdiğim yemekleri yapıp beni erkek kardeşi olarak görmesini derdimi sormasını onlarda kaldığım gecenin sabahında güzeller güzelim Deniz'imin beni öpücüklerle uyandırmasını onlarla yaşadığım her anıyı özlemeye alışıktım.

Leyla'yı özlemek ise farklıydı. Yaşayan birisini özlemek, işte burada ayrılıyordu yollar. Gecenin bir yarısı uyanmışım ciğerim yanıyor da bir yudum suya hasretlik çekiyor gibiydim. Elini tutmasam da olurdu, sarılmasam da yeter ki yüzünü göreyim iyi olduğunu bileyim.

Acaba o da aynı hisleri benimle paylaşıyor muydu?

...

Sabah güneş doğarken çıktığımız yolda varış noktamıza gelmek üzereydik. Muhbirle buluşmak için geldiğimiz köyün yakınlarında ki ormanda beklemeye başladık. Cebimden çıkardığım sigarayı yaktığımda etrafa göz attım. Civan ve İsmail geldiğimiz yol üstünde pusuya yatmışlardı. Bekir yanına Yunus'u alıp köy yolunun yakınında nöbet tutuyorlardı. Vedat'a doğru baktığımda gözleri etrafı tararken ona baktığımı fark ederek bana döndü.

"Doktorun ayın sonunda rapor verecek Albaya." Zaman zaman hepimiz psikolojik teste giriyorduk ama Vedat'ın durumu farklıydı. Bizden daha sık bir şekilde rapor veriyordu doktoru.

Yüzüme buz gibi baktığında sabır çektim. Ha duvara konuşmuşum ha Vedat'a konuşmuşum aynı şey. Üç yıldır bir gelişme bekliyordum ama olduğu yerde saymakta kararlıydı.

"Bu sefer seni korumayacağım." Ciddiyetle söylediğim sözler karşısında gözleri yine boş bakıyordu.

Doktor en sonunda Vedat'ın askerlik için uygun olmadığı yönünde rapor vermek istemişti. İşini mükemmel yapıyordu hatta timde benden sonra gelen en iyi askerdi ama hiçbir duygusu yoktu. Merhamet nedir bilmiyordu çoğu zaman. Karşımızdaki düşman da olsa içimizde insanlık namına bir şeylerin kalmadı gerekiyordu. Yoksa onlardan bir farkımız kalmazdı bizimde.

"Vedat, dönünce o doktora ne söylüyorsun söyle bu mesleğe devam etmek istiyorsan." Bu ona olan son uyarımdı.

"Fırtına, hareketlilik var." Kulaklıktan gelen Bekir'in sesiyle pozisyonumuzu aldık.

Aradan geçen yirmi dakikanın sonunda üstünde köylü kıyafetleri olan yirmili yaşlarının sonunda bir adam bana doğru yürümeye başladı. Muhbire haberi güneş doğarken telsiz aracılığıyla uçurmuştuk yerimizi biz yola çıktığımızda öğrenmişti. Karşımda durduğunda silahı Vedat ona doğru tutmuştu.

"Kalimat almurur." (Parola.)

"Eindama yaewi aldhiybi, yahrub abn awia." (Kurt uluduğunda çakallar kaçar.)

"Vedat silahını indir." Emrimle Vedat silahını indirmişti ama silahını muhbirin üstünde tutan uzakta iki kişi daha vardı. Bekir ve Yunus köy kolundan ayrılıp muhbiri takip etmiş, korulukta siper almıştı.

"Türkçe biliyorum, uzun yıllar Türkiye'de kaldım." Aksanı hiç yoktu oldukça iyi konuşuyordu. İlk defa yüz yüze gelmiştik, muhbir hep yüzünü göstermeden iletişim kuruyordu.

"Üniversite mi okudun?" Köylü diyeceğim bir tipi yoktu adamın dik bir duruşu, korkusuz gözleri vardı. Buranın halkı askerden korkardı, pis işe bulaşmayan kalmamıştı.

"Evet, Ankara'da." İsmini, yüzünü sadece onunla iletişim kuran yukarıdakiler bilirdi. İki yıldır muhbirlik yaparak bize sayısız teröristin yerini vermişti. Hatta Türkiye içinde yapılanmaya başlayan küçük başlı örgütleri bile küçükken başını ezmemizi sağlamıştı.1

"İstihbarat mı yoksa Hayaletlerden misin?" Sorumla birlikte yüzünde manidar bir gülümseme oluştu.

"İlk bakışta tanıyacağını söylemişti Orhan Albay. Üsteğmen Baran sönmez." Elini uzattığında sıkıca tutup sıktım.3

"Bizimle dönüyorsun o zaman Üsteğmen." Kendini gösterdiğine göre görevi bitmiş demekti.

"Dönüyorum komutanım, iki yıldır bunların içinde dura dura ciğerim söndü. Şerefsizler beni kendilerinden birisi olarak gördükleri için her şeyi ötüyorlardı ama en son birinin gözüne çarptım. Adamı sessizce ortadan kaldırdım yine de görevi riske atmamak adına geri çekiliyorum." Baran, cebinden çıkarttığı bıçağı bana uzattığında aldım. Bu bıçak sadece özel görevle gidenlere kendini belli etmesi için verilirdi.

"Toplanın millet, baskına gidiyoruz." Kulaklıktan diğerleri beni de duyduğu için hızla toplandık.

"Hoş geldin kardeşim." İsmail elini uzattığında diğerleri de Baran'la selamlaştı.

Albay, muhbiri de getireceğimizi söylemişti ama hiçbir şekilde detaya girmemişti. Baran'ın kimliğini her ihtimale karşı ifşa etmemişti. Teröristi alacağımız yere giderken Baran bize yolu gösteriyordu.

"Gece alem yapacaklar, hepsinin kafası uçuyor. Uyuşturucu bağımlısı zaten puşt izini sürmemi sağlayan da sürekli temin etmek için iletişim kurduğu adamlardı. Ne olursa olsun ayda bir mal almak için köye ya da güvenli bulduğu bir eve geliyor. Yanında sadece dört adam var dikkat çekmemek için kalabalık dolaşmıyor." Gerekli bilgileri Baran'dan aldığımızda planı gözden geçirmek için kendimize bir yer seçtik.

İki dağın arasında kalan boşluklar uçuruma indiği için görünmeniz imkansızdı. Bir şeyler yedikten sonra haritayı ortaya serip etrafında oturduk. Baran yanıma oturup bölgeyle ilgili dikkatli olmamız gereken yerleri anlatıyordu. Şerefsizi almak zor değildi, zor olan aldıktan sonra Irak'tan hasarsız çıkmaktı.

Aklım yine Leyla'ya düştüğünde derin bir nefes alıp dinlenmek için ara verdim. Leyla'yı düşünmek dinlenmek demekti. Karanlık basana kadar burada kalıp, sonrasında hareket edecektik. Üç gün oldu sesini duymayalı, yüzünü görmeyeli. Acaba ne yapıyordu? Bu saatlerde askeriyede olmalıydı.

Kenan denen herifin yanındaydı. O adam bana hiç de samimi gelmiyordu. Leyla'ya olan hislerinden mi yoksa asker olmanın verdiği içgüdü müydü emin değildim. Leyla'ya bakışları, sözleri hep bir anlam içeriyor gibiydi. Gökhan'ın ona verdiği süreyi bekleyecektim bunu sadece Leyla için yapacaktım. Kenan verilen süre sona erdiğinde eğer vazgeçmezse işte o zaman karşısında beni bulacaktı.

Emin olmasam, görmesem Leyla'nın bakışını içinde bir tereddüt oluşsa işte o zaman geri dururdum ama şimdi bana cesaret veren sözleri ve gözleri varken kimse benden geri durmamı bekleyemezdi. Ne olursa olsun, Leyla bana elini uzattığı sürece nefesi kadar yakın olacaktım ona.

"Özledin mi aileni? Bu kadar süre uzak olmak zor olmuştur." Bekir, Baran'la sohbet ederken kendi aralarında konuşuyorlardı.

"Özledim, yuvasını özlemez mi insan? Altı ayda bir hayatta olduğuma dair haber veriliyordu onlara onun dışında seslerini bile duymadım." Sesini sabit tutmaya çalışsa da sesindeki hasret anlaşılıyordu.

"Yarın sabah evinde olacaksın inşallah" dedi Bekir de.

Sabaha yolda annemi arardım sonra doğru Leyla'nın yanına giderdim. Göreve çıkmadan önce en son konuşmamızda duygularımı net bir şekilde söylemiştim döndüğümde oturup konuşacaktık. Şimdilik arkadaş olarak birbirimizi tanımaya çalışacak, zamanı geldiğinde de elinden tutup herkese durumu açıkça anlayacaktım.

Bu arkadaş olma kısmını Leyla için istiyordum. Beni tanıması, hayatına alacağı kişinin nasıl bir hayat yaşadığını öğrenmesi gerekiyordu. Eğer hâlâ yanımda olmak isterse işte o zaman ben sıkıca tutacaktım elinden. Benim onu hayatımda istediğim kadar Leyla'nın da beni hayatında istemesini, kabullenmesini bekleyecektim. Lafta söylemek kolaydı ama asker yolu beklemek zordu. Önce bunu öğrenmesini istiyordum çünkü ben onu bütün hayatım boyunca yanımda istiyordum.

Saatler geçerken karanlık çökmeye başlamıştı. Silahlarımızı kontrol edip, çantaları topladık. Hazır olduğumuzda bölgeyi en iyi Baran bildiği için rehberliğiyle yola koyulduk.

"Aralarına sızman zor olmadı mı?" Aramızda bu tip görevlerde hiç yer almayan bir tek İsmail olduğu için merak ediyordu.

"Aslen Hataylıyım anne tarafım Irak kökenli bu yüzden seçtiler zaten beni. Hem dillerini ana dilim gibi biliyorum hem de onların hayatlarına ayak uyduruyorum. Hatay'ın köyünde doğmuş babam yıllar sonra da annemle evlenip Ankara'ya yerleşmiş iletişim kopmuş. Bütün akrabalar orada hâlâ bu görev emri geldiğinde Hatay'a gittim ilk önce sonra annemin ailesini bulup aracı olmalarıyla Irak'a yerleştim. Örgüt çok sık gidip gelir o köye, ihtiyaçlarını giderir. Kaldıkları evlerde onların adamı ben de işlerini halletmeye yardım etmeye başladım yavaştan zamanla güvenlerini kazandım." Çoğu zaman kimliğimiz gizli olurdu ama Baran'ın durumu gibi özel konularda direkt kendimiz olarak da müdahale edebilirdik.

"O piçlerin içinde iki yıl geçirmek" dedi İsmail başını iki yana sallayarak.

"Silahı çıkartıp kafasına sıkmamak için kendini zor tutarsın." Konuştuğumda Baran da bana baktı, gözlerinden geçen his aynıydı.

Tim kurulmadan önce bende dört aylığına içlerine sızma görevine gitmiştim. O zamanlar henüz kimliğim bilinmediği için yeni bir kimlikle girmiştim aralarına. Abimi şehit eden şerefsizin ailesinin içine kadar sızmış yeminimi yerine getirmiştim. Paramparça olmuş leşini çakallara yem olarak bırakmıştım.

"Geldik sayılır." Baran'ın uyarısıyla mevzi almak için köyün etrafından dolaştık.

"Yunus kendine evin pencerelerini ve kapısını gören sağlam bir yer bul, sürpriz istemiyorum. Vedat sen benimlesin, İsmail ve Civan arkadan dolaşıyorsunuz kaçan olmayacak. Baran, sen geride kal kendini gösterme." Her ihtimale karşı bizimle birlikte görünmemesi iyi olacaktı.

Herkes yerini aldığında kulaklıkları aktif hâle getirdik. Evin etrafını sattığımız da içeriden müzik sesi geliyordu. İşaretimle birlikte Vedat arkadan yaklaştığı kapıda duran nöbetçinin boğazını bıçakla kesip arkaya çekti. Diğer tarafta durana yaklaşıp boynunu tuttuğum gibi çevirdim, gelen sesle yere yığıldı.

Kapıya geldiğimizde üç kez üst üste bir kez de yavaşça vurdum. Uyuşturucu getiren piçin kullandığı parolaydı bu, Baran aylarca onları izlediği için bize çok bilgi sağlamıştı. Kapı direkt açıldığında yüzüne yumruğumu geçirdim. İçeriden gelen sesler bir anda değişirken silahımı kaldırıp önümdeki adamı kendime siper ettim.

Fotoğraflarından farklı olarak gözleri baygın, kanlı olan şerefsizi hemen tanımıştım. Sarsak hareketlerle ayağa kalktığında çoktan uyuşturucunun etkisine girmişti. Ona rağmen diğerleri daha dinç görünüyordu.

"Silahları atın yoksa hepinizin leşi çıkar buradan." Silahımı diğerlerine doğru tutarken boğazını sıktım kolumun altındaki adamın. Boğulduğu için kolumu açmaya çalışsa da bir işe yaramadı.

"Asıl sen sağ çıkamazsın köy bizim adımını atmadan harcarlar hepinizi." Belindeki silahı çıkarttığı anda pencereden giren kurşunla alnının çatından vurulup yere düştü.

Kırmızı nokta bu sefer diğer adamın üstünde durduğunda hızla silahını attı. İçeride dört kişi vardı, biri ölüydü sayı olarak üstün olduğumuzu bildikleri için diğerleri de silahını attı.

"Ellerini bağla." Vedat'a emir verdiğimde silahını indirip beline koydu. Cebinden çıkardığı iple diğer iki adamı sıkıca bağladı.

"Çıkıyoruz." Herkese kitaben konuştuğumda Vedat aradığımız adamı alıp bana doğru adımladı.

Evden geriye doğru adımlayıp çıktığımızda Vedat'ın uzaklaşmasını bekledim. Eve son kez bakıp kapısını sıkıca kapattım. Tim uzaklaştığında geride kalıp arkalarından destek sağladım.

"Kod : 4788. Görev tamamlandı komutanım." Telsizden anons verdiğimde beklemeden karşılık aldım.

"En yakın varış noktasına helikopter çıkartmak üzereyiz. Verilen koordinata ilerleyin."

"Emredersiniz komutanım." Telsizi kapatıp adımlarımı hızlandırdım.

Ormanın uç noktasında time yetişmek üzereydim köy çoktan ayağa kalkmıştı. Peşimize düşmüş kuduz köpek gibi geliyorlardır.

"İsmail, kaç dakika kaldı?" Kulaklıktan konuştuğumda hışırtı sesiyle cevap geldi.

"Üç dakika komutanım." Saatime baktığımda gece yarısına üç dakika olduğunu fark ettim.

Orman sınırını geçtiğimde gökyüzünü aydınlatan bir patlama oldu. Biraz önce çıktığımız ev içindeki leşlerle havaya uçtu. Bütün dikkatleri evin üstüne çekecektik. İsmail'in kurduğu bomba aktive olmuştu. Bağırış sesleri gelirken aradan geçen üç dakika ile ikinci bomba patladı. Yılan yuvasını başlarına yıkmak boynumuzun borcuydu. Köy yolu boyunca belli aralıklarla konan bütün bombalar tek tek patladığında ormandan çıkmıştık.

Time yetiştiğimde derin bir nefes aldım. Silahımı indirmeden onlara doğru ilerledim. Küçük bir çıtırtı sesi kulağıma geldiği an arkamı dönüp beklemeden ateş ettim. İki silahtan çıkan iki kurşun iki bedene saklanmıştı.

Leyla

"Kalmana gerek yoktu." Kenan'ın konuşmasıyla başımı ona doğru çevirdim.

"Tek başına çok zorlanırdın. Ayrıca ben de görevliyim." Bugün sabah askerler arasında mide bulantısı, ishal, kusma başlamış giderek yayılmıştı. Askerlerin bir kısmı çıkıyor diğer kısmı giriyordu. Durumu acil olan iki askeri de hastaneye sevk etmiştik.

"Sabah olmasına birkaç saat kaldı, askerlerin durumu da iyi gidip biraz uyu istersen sabaha görevli iki doktor daha gelecek." Önerisi ne kadar iyi olsa da gözüme uyku girmiyordu

Evde akşamları tek başıma odamda kalıp tavanı izlemek dışında yaptığım bir şey de yoktu ayrıca. Yaman'dan dört gündür haber alamıyordum. Gitmeden önce yaptığımız konuşmadan sonra bir daha görüşmemiştik. Evine bile uğramadan öylece gitmişti. Burada belki bir haber alırım diye bekliyordum.

"İyiyim Kenan, dediğin gibi gün aydınlanmak üzere dayanırım biraz daha."

Askerlerden birisi telaşla içeriye girdiğinde Kenan gibi bende direkt ona doğru dönmüştüm.

"Komutanım acil olarak Albay sizi çağırıyor." Yüzündeki endişe ve telaş işlerin yolunda olmadığını belli ediyordu. Kalbim korkuyla sıkıştı.

Kenan hızla oturduğu yerden kalkarken bende peşinden ilerledim. Albayın odasına girdiğinde kapıda bekledim. Koridor boyunca gidip geldim. Kenan çıktığında yüzü biraz önce gelen asker gibiydi.

"Ne oldu?" Kollarımdan tuttuğunda nöbetçi asker masasının oradaki sandalyeye oturmamı sağladı.

"Operasyon sırasında son anda pusuya düşmüşler, askerlerden biri yaralıymış. Acil müdahale edilmiş ama kan kaybı varmış buraya getirilmesi gerek. Albay gidecek ekiple benimde gitmemi istiyor." Söylediği her cümle de daha fazla titriyordu yüreğim.

"Asker kim?" Nefes alamıyordum sanki boğuluyordum.

"Henüz bilmiyorum ama acil gitmem gerek. Helikopter birazdan kalkacak." Gözlerime baktığında ne görüyordu bilmiyorum ama beni daha sıkı tuttu.

"Ben de geleceğim Kenan." İlk defa net kurduğum cümleyle kararımı kesin olarak vermiştim.

"Leyla bütün gece uyumadın bu halinle bir faydan olmaz zaten. Gidip aynı gün hastaneye geri geleceğiz." İtiraz ettiğinde bu sefer iki elini sıkıca ben tuttum.

"Beni burada bırakırsan seni affetmem. Kenan ne olur gitmem gerekiyor." Dolan gözlerime mi yoksa çaresiz halime mi dayanamadı bilmiyorum ama kabul etti.

"Hazırlan, on dakika içinde çıkacağız."

Beni bırakır korkusundan mı bilmiyordum ama çantamı, ceketimi aldığım gibi çıktım revirden. Arka taraftaki sahada çoktan çalışır durumda bekleyen helikoptere bindiğimiz de güneş doğmak üzereydi. Kenan gelecek olan doktorları aramış geliş saatlerini erkene çekmişti, yarım saat içinde burada olacaklardı.

Helikopterin arka bölümüne bindiğimde Kenan ve ben hariç altı silahlı asker daha vardı. Boş bir sedye ise kokpit ve yolcu kısmının arasında duruyordu. Kemerimi bağlayıp, verilen kulaklığı taktım. Helikopter kalktığında içimden dualar ediyordum.2

Telsizden anons geldiğinde herkes kulaklık aracılığıyla net bir şekilde duyuyordu.

"Vurulan askerin kalbi durdu."

Bir bölümün daha sonuna geldik.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız lütfen.

 

instagram : DeeinDeniz

Bölüm : 29.11.2024 23:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...