3. Bölüm

3. Bölüm

Deliler Senfonisi
delilersenfonisi

Merhabalar efendim ben normalde fantastik yazıyorum ama bu kurguyu çok boşladım o yüzden buna yeni bölüm atayım dedim.

 

Bir adım at ve yanlış kuvvet biraz daha mesajlaşma gibi ilerleken bunu yazmak daha zor hemde evrenle ilgili taşlar hâlâ kafamda oturmadı ama ilerlemem gerek diyerek yazıyoruz.

 

Neyse fazla uzatmadan gelsin bölüm.

3. Bölüm.

 

≪•◦ ❈ ◦•≫

 

Iraz küçük bedenin yanımdan hiç ayrılmadı. Sabahları şifacının verdiği merhemle yarasını temizleyip sardı. İşaretleyip yaraların daha hızlı iyileşmesini sağlayabilirdi lakin karşısındaki kişiye seçme hakkı sunmak istiyordu.

 

Gece gündüzle olduğu tartışmaya devam etti. Ay güneşi gizli gizli izliyerek takibine devam etti. Günler birbirlerini kovaladı. Üç gün içerisinde kızın yaraları hâlâ derin lakin ölümcül olmaktan çıkmıştı. Iraz ise her gece kızın kalp attışını dinleyerek uyuyordu.

 

Aksa, çok görmek istediği kızı sonunda görmüştü. Küçük bedeni gördüğünde, onun da içi acımıştı. Bedeninin yarısı sargıdaydı. Boynu dahi sargıda olan kızdan hâlâ yanık et kokusunu duyumsuya biliyordu. Hayatında ilk defa yaralı insan görmüyordu belki ama arkadaşı için hayati önem taşıyan, hem de küçük bir kız çocuğunu anımsatan bedeni görmek içini burkmuştu. Onunda bir kızı vardı. Ya onun başına gelmiş olsaydı... Tüyler ürperticiydi...

 

İlay kızın bir tarafı yanık diğer tarafı uzun olan saçları elinden geldiğince az keserek eşit hizaya soktu. Felix Iraz'ın eşini bulmasıyla bir umut onunda eşinin olacağına inandı. Gecede gördüğü yıldıza umut bağlamak kadar tuhaftı yaptığı, çoğunlukla da acizlikli çünkü yıldızlar gökyüzünde heybelerce vardı. Ama yine de bir umut dedi Felix

 

Aksa'nın eşi Esken de kızı görmüş İlay'la beraber kıyafet seçmişlerdi. Iraz eşiyle ilgilenirken sürü işlerini de unutmuyordu. Sürüdekiler her ne kadar onu sevmeselerde verdiği öğütler ve orduları kumanda etme yeteneğini hafife alamazlardı. Eğer biri lider olmak için doğmuşsa onu üzerindeki dedikodular ne de yaşamış olduğu zorluklar durdura bilirdi. Iraz her ne kadar çabalamasada o Alfa oğlu olarak doğmuştu yani yönetmek için doğmuştu. Liderlik her zaman sevgiyi getirmezdi.

 

Iraz'ın eşi olduğunu duyan sürü aynı Iraz gibi onu da lanetli ilan etiler fakat hiçbiri saygısız laflarda bulunmadılar. Iraz'ın rakibi Diyar bile Iraz adına sevinmişti ne de olsa hiçbir kurt eşsizliği ya da eşinin ölümünü hak etmezdi.

 

Üç günün ardından küçük beden gözlerini pare pare araladı. Etrafa boş bakışlar atan kızın aklında bir gram bilgi yoktu. Öylece tavana bakıyordu. Celladın elleri kızın ruhuna tutunmuş, boğulmuş ruh çoktan çöllerde dolanan bedeviden farksız hale gelmişti. Iraz kızın gözlerini açtığını fark ettiğinde derince yutkundu.

 

Bırakıp gitme olasılığıçok yüksekti. Kurt olarak dayanabilecek miydi bilmiyordu. Oysa şu cihanda nelere katlanmıştı. Yavaşça kızın yanına gitti. Kız hiçbir tepki vermezken Iraz kaşlarını çattı. Yavaşça bir elini kızın bacağına diğerini beline koyup kucağına aldı. Kız yine bir gıdım kımıldamazken Iraz kızın kalp atışlarını dinledi. İster istemez olduğu tedirginlikten anca böyle kurtula bilirdi. Kurdununiçinde tepinirken korkunun yanında ezik kalan sevincini hissetti. Eşi yaşıyor ve ilk defa onu görmüştü. Her ne kadar tepki vermesede...

 

Yavaşça odasından çıktı Iraz. Hareketleri bir kurtu geç bir insana göre bile fazla hantaldı. Aşağı katta indiğinde Otlarla uğraşan İlay onları gördü. Kızın gözlerinin açıldığını gördüğünde hızla yerinden kalktı. Iraz büyük koltuğa kızı yatırdı. İlay kızla konuşmak için çok klasik bir başlangıç yaptı.

 

"Merhaba benim adım İlay."

 

Hemen isim söylemekten emin olamasa da söylemeyi seçti. Eşinin yanından ayrılıp ruhtan anlayan yani daha çok sosyal olan, konuşmayı bilen diğer arkadaşlarını bulmaya gitti. İlay tek başına kızla kaldı.

 

İlay cevap alamaması sonucunda kızın önünde ellerini salladı. Kız hâlâ bir tepki sunmadı. Her konuştuğunda duvara konuşuyormuş gibi hisseden İlay Iraz'la beraber diğerlerinin de gelmesiyle derin bir nefes aldı.

 

Küçük kızın göz bebekleri geriye döndü. Iraz korkuyla kızın yanına gitti. Iraz şifacıları çağırmalarını emretti. Felix ve Aksa evden uzaklaşarak şifacı anayı çağırdı.

 

Umay'dan çığlıklar kopmaya başladı. Iraz için tarifsiz naralar koparken Umay kendisini çoktan başka bir aleme ruhunu salmıştı.

 

≪•◦ ❈ ◦•≫

 

Yabancısı olduğum ortam içerisinde öylece bakıyordum. Amacım yoktu, düşüne bildiğim aklım yoktu. Tek var olan şey her şeydi. Alevler, çığlıklar, bebek ağlama sesleri, kana aç olan adamların figürleri vardı. Etrafımda sesler uğultu misali bana ulaşırken ne mantığım ne de kalbim doğru dürüst çalışıyordu.

 

Bedenim acılar içerisindeyken aldığım her nefes mızrak olup ciğerlerime batıyordu. Daha doğru dürüst çevreyi algılama da sorun yaşıyordum ben olanları nasıl kavrayacaktım.

 

Bütün ortam bir mercek içerisinde çekiliyormuşta ben o mercekten dünyaya bakıyordum. Birden kendimi yatar şekilde buldum. Etraf kuruyla nemli arasında gidip geliyordu.

 

"Merhaba yargıç."

 

Gözlerimin ne zaman kapandığını bilmiyordum ama tekrardan açılış zamanı şu andı. Yattığım yerde bir anda ağlama sesleri kesilmişti, ne alevler vardı etrafta ne de kanın kokusu. Onun yerine toprak kokuyordu, hava. Kuş cıvıltılarının süslediği semada mavi gök dünyadan yedi kat daha canlı görünüyordu. Yavaşça kaltım olduğum yerden. Üzerime örtü niyetine olan kumlar benim doğrulmam ile bedenimden sudan farksız akıp gittiler.

 

Bana seslenen ses doğru dönmek için başımı sağ tarafa çevirdim. Uçsuz bucaksız çöl görmeyi beklemeyen benliğim sarsıldı. Gafletle sol tarafa döndürdüm başımı. Bu sefer kendimi Amazon havzasında raslayabileceğim kadar sık ve yeşil bir ormanla karşılaştım. Burada ne halt dönüyordu.

 

"Bu kadar şaşırmana gerek yok yargıç. Sadece seni bir müddet gerçek hayattan alı koyacağız. Bu sayede zar zor zapt ettiğin keçileri kaçırmayacaksın."

 

Bana seslenen kişiye baktım. Az önce ayak ucumda olmadığına yemin ettiğim adam bana yukarıdan bakıyordu. Korkudan çığlık atarak avuç içlerimdeki kumu adama fırlattım. Kahverengi pelerinin içerisinde kumlar ulaşamadan etrafında seremoni yapıyorlarmış gibi dans etti.

 

Tane tane süzülen kum tanelerine bakarken kumaş parçalarından farsız dansları son buldu. Adamın önünde top haline geldiklerinde suratımın ortasına çarptı. Ellerimle kendimi korumaya çalışsamda başarısız oldum. Yerimden sıçrayan bedenimle ağzıma giren kumları tükürdüm.

 

"Hey!"

 

Karşımdaki adam kıkırdarken ben ona dehşetle biraz da hayran dolu bakışlarla bakıyordum. Elini hafif oynatarak bedinime kumlar sardı. Kumlar beni havaya kaldırırken bağırdım.

 

"Git, uzak dur benden!"

 

"Üzgünüm pişman olacağınız kelimeler sarf etmeyin."

 

Kumlar beni iki ayağımın üstüne bıraktı.

Bedenimden ayrılan kumlar beni rahat bıraktığında benden uzun olan adama baktım.

 

"Nesin sen?"

 

Hayret yüklü sesimle adama baktım. Kahverengi pelerin, kahve saç, buğday ten, kahve göz. Adam her şeyiyle ben toprağım diyerek bağırıyordu.

 

"Doğru soru neyiz?"

 

"Ne? Lütfen kafa ütülme." Kelimemle kaşlarını çatarak baktı.

 

"Üzgünüm ne demek istediğiniz anlamadım." Kahkahayı bastım. "Kafa ütüleme dediğimi mi diyorsun? Yürü git bir. Herkes kafa ütülemeyi bilir."

 

"Üzgünüm ama hâlâ ne demek istediğini anlamadım." Bu sefer ayaklarımın altında olan çöl kumunu ayaklarımla tekme atarak ona fırlattım.

 

"Kafamı karıştırma, ağrıtma demek istedim."

 

Kaşlarını havaya kaldırarak anladığını belli etti. Sonra otuz iki diş gülümseyerek, "Kusura bakma bu şık pek olası değil."

 

"Neden?"

 

Biraz ilerledi lakin dünya o ilerledikçe küçüldü. Bir anda çöl kumuyla fakat kuru ağaçlar olduğu bir yere geldik. İster istemez geriye sıçradım. Arkasını döndü bana. İlerledi ilerledi. En sonunda iki ağaç yanında durdu. Sol ayağını yere vurarak sol tarafta olan bütün yerler yeşerdi; ağaçlar, toprak. Hayvan sesleri gelmeye başladı yeşil ormandan. Diğer tarafta uğursuz uğultu hayvan seslerine, kuş cıvıltılarına karıştı.

 

Bana döndü, elinin birinde kuş yavrusu vardı diğerinde bir avuç kum. "Bak Umay, sence bunlar senin aklının alabileceği durumlar mı?" Elini gösterdi. Kumla kuş yavrusu birleştirdi. Kuş yavrusu acı dolu son ses verdiğinde kuşun kanları adamın eline bulaştı. Çığlık atarken o kuşa nasıl kıydığını düşünüyordum.

 

Toprak adamın elindeki kanı yere damlamadan içine çekti. Bir müddet sonra adamın elinde ağaç filizi belirdi. Bana doğru adımlarken konuştu.

 

"İlk baş her şey senin elindedir, Umay. Unutma yaşamı seçersen bedelleri öğrenirsin, çorak toprağı seçersen vereceklerini öğrenirsin."

 

"Ne diyorsun be! Manyak."

 

Tebessüm etti çıkışıma. Ben delirmek üzereyim adam gelmiş sırıtıyor. Gönül diyor ağzının ortasına çak.

 

"Sana, seni anlatıyorum, Umay."

 

Bana arkasını döndü ve iki kolunu açtı. Ben adam kafayı yemiş diye düşünürken ağaçlar önünde eğildi. Hayvanlar inledi, yer sarsıldı.

 

"Sana, bizi anlatıyorum. Aklında soru varsa sor yoksa bugünlük bu kadar yeter. Hem o bunak sana deli demeyi keser belki."

 

Uzun süre konuşmadım. O kadar uzun sürmüştü ki ormandan gelen bir sarmaşık ayağıma dolandığında konuştum.

 

"Ya ikisi birden olursa?"

 

"Ha, yani anlamadım."

 

"Demek istediğim şu: hem yaşam hemde çorak toprak olamaz mıyız?."

 

Güldü ciddi olduğumu gördüğünde birden ciddileşti.

 

"Sen ciddisin?"

 

Olumluca kafa salladım. Soru demişti al sana soru işte.

 

"Toprak ana tarafından lütufa sahip olan dört yargıç vardı. Hiçbirin sonu pek iç açıcı olmadı."

 

"Mesela?"

 

"Bugünlük yeter!"

 

Hiddetli sesibedenimi titretse de beni deli adam bende delirtecektim. Göz devirdim. Ne yani kaşlarını çatmış, bana seni öldürmemk için kendimi zor tutuyorum bakışı atsa da, korkutucu olduğunu falan mı zannediyordu.

 

Kesinlikle korkutucuydu.

 

Ama unuttuğu ya da bilmediği şey Kanlı ay gecesi yaptıklarımdan sonra her şey bana mübahtı. Gerçekten yanıklara ne olmuştu. Kollarıma bakarken gözleri anlayışla kısıldı.

 

"Bedenen burada değilsin yani sen kendini nasıl hatırlıyorsan öyledir."

 

Kafamı salladım. "Soru kısmında ismimi sorarsın diye düşünmüştüm. Kabalık ettiysem kusura bakma." Omuz silktim.

 

"Bende B12 var. Yani yok. Olmadığı için unutuyorum hem de isim hafızam sizlere ömür. Bok gibi. Bu yüzden unuturdum." Yanıma gelip omuzlarımdan tuttu ve birden beni itti. Son duyduklarım ise geldiğimizde kumlara gömmeceğim kadar beni sinir eden sözlerdi.

 

"Adım Nevan ve fazla konuşuyorsun. Konuşmaktan önce dinlemeyi öğren."

 

"Şerefsiz." Diyebildim zar zor. Adamın gülme sesleri yankılanırken kendimi yanan bir şöminenin önünde yatar vaziyette buldum. Uzuvlarım dehşet acırken ağzım kuruluktan birbirlerine yapışmıştı. Kulağımda olan uğursuz uğultular git gide azalırken söylenen kelimeleri beynim algılamaya başarmıştı.

 

"Bu kız, keçileri kaçırmış."

 

"Söylediklerine dikkat et!"

 

Yüksek çıkan yanıtla sıçramak istesemde tepkiyi veremedim. Bedenim okyanusun dibindeymiş gibi hantal hareket ediyordu. Kafam bile sesin geldiği yöne çevrilemedi. Zar zor başımı oraya çevirdiğimde bedenimin içerisine ruhum hapis olmuştu. Boynumu oynatmamla giren ağrıyla yüzüm buruşmak istemesembde bedenim bana hem yabancı hem de benliğim olmuştu. Kısaca hiçbir hükmü ve eyleme ben karar veremiyordum.

 

Karşımda yeşil pelerinli yılların getirdiği kırışıklarla karşımda duran bir elli boyunda ki teyzeye baktım. Gözlerim ona sesleneni aradı ama gören gözlerim görmez oldu. Gözlerim bulanıklaşıp tekrar kendisini buldu.

 

Bir kanepede otuyordum. Önümde taştan bir şömine harlı harlı yanıyordu. Etraftan çıt çıkmazken bir tek alevin sesleri işitiliyordu.

 

Gözlerim ilk baş başımda dikilen kumral, uzun saçlara sahip kızı buldu. Boncuğa benzeyen yeşil gözlerle bana bakıyordu. Her ne kadar şirin dursada korkutucu duran pareler vardı yüzünde. Mesela kesik kaşı gibi. Gözlerim ondan uzaklaştı. Bu sefer ahşap kapının önünde hafif uzun turuncu saçlı adamı buldu. Adam bir seksenden uzundu ve saçlarının bazılarında boncuklar vardı. Gözleri saçları gibi alev alevdi.

 

Kapıdan gözlerim pencere kenarında duran masanın sandalyesinde oturan adamı buldu. Esmer adam ona baktığımı anlayında hafif gülümsedi fakat gülümsemesinin ne yapması gerektiğini bilmediğinden olduğu çok belliydi. Gözlerim bu sefer doğru anahtar deliğini bulmuşta oturmuş gibi diğer adamda durdu.

 

Boyu hakkında fikrim yoktu ama uzundu. Saçları subay traşıydı. Gözlerinde tuhaf bulduğum grilikler vardı. Bu mesafeden gözlerini nasıl ayırt ettin diye soracak olurlarsa gecenin kör vakti bile o gözleri fark edebileceğinizi söylerdim. Hoşuma giden sürmeli gözler bana odaklandı. Zaman ağırlaştı kum taneleri bir an bize biat etti.

 

Saçlarının uzun kısımlarının ucu beyaza dönüktü. Teni ruh gibi beyazken saçları o ruha isyan ediyor hem de bir müddet sonra o ruh olmaktan kurtulamıyorlardı. Daha fazla bakarsam adama göz koyma ihtimalim vardı.

 

Ne olduğunu hatırlıya bilirsem.

 

Kanlı ay, Ela'm, abim, annem, babam. Bir gecede olan bütün görüntüler aklıma kare kare dolarken evin içerisinden çığlık koptu. Bana ait olup olmadığını bilmiyordum fakat kesinlikle gözlerim kararmadan önce kardeşimin kan dolu çehresi aklıma geldi. Hemen sonra ulu bir kurdun uluması.

 

≪•◦ ❈ ◦•≫

 

Iraz bütün gün eşi için uğraştı. Eşinin bir tepkisi için acunu yok edecek kıvama gelen Iraz en sonunda sakinleşmek için eşinin karşısına geçip, boş bakan kahve gözlere odaklandı. Nefesi sakinleşti lakin bu seferde yüreği kanadı kırık kuş misali çırpınmaya başladı.

 

Felix bile kızla uğraşırken şifacı ana kıza kaçık diyip duruyordu. Bilmediği bir şey varsa şifacı ananın o da eşine laf edenin pareleri sabaha kalmayacak kadar çok zevale uğramış olacağıydı. Bu zalimlikte Iraz tarafından bizat yapılacaktı.

 

Gün doğmuş ve batmıştı kızdan hâlâ ses seda yoktu. Esken güneş batımına dört parmak kaldığında kençine yani bebeğine bakmak için ayrılmak zorunda kaldı Umay'ın başından. (Kenç; eski Türklerde, yavru, bebek. Kaynak Google ne kadar doğru bilmiyorum.)

 

Gece olduğunda Iraz ihtiyacı olmamasına rağmen şömine yaktı. Küçük bedenin olduğu her yeri ısıtmaya, aynı zamanda ferahlatıcı olmasına dikkat ediyordu. Aynı şekilde yaraları içinde aynı titizliği sürdürüyordu.

 

Kız en sonunda kendilerine baktığınde. Evet yanlış okumadın. Kendilerine baktığında Iraz şifacı anayla kavga ediyordu. Onun bakışları hisseder hissetmez ona döndüğünde içinde anlam veremediği kurtçuklar vardı ve midesini kemirmeye başlamıştı. Herkese değen gözleri gördüğünde kurdu odadaki herkesi öldürmek istedi. Bir tek ona baksın, bir tek onu işitsin istiyordu. Kurtlar tek eşliydi ve ölümüne severdi. Aynı titizliği karşı taraftanda beklerdi.

 

Iraz'ın kurdunun unuttuğu şey ise Umay'ın bağlı olan bir mühürü yoktu. Bu gerçek Iraz'ın her zaman bildiği ama her düşündüğünde bağırsakları sökülüp dışarı atılmış gibi hissettiriyordu. Berbattı.

 

En sonunda eşinin gözleri onu bulduğunda onu daha fazla baktı. Bu durum Iraz'ı içten içe mutlu etti. Ona bakan kahve gözler için dünyayı yıkıp üzerinde tekrardan yaşam başlata bilirdi. Ah birde konuşsa diye düşünürken Iraz düşüncesinden pişman oldu. Kız çığlık attıp saçlarını yollarken yanık elini bile umursamamıştı. Yaraları böyle yaptıkça daha kötü olup kanlanacaktı.

 

"Gidin!" Dedi Iraz. Bu sıra çoktan Umay'ın yanına gitmiş küçük ellerini kendi kocaman elleri ile kavramış canını yakmadan kendisine zarar vermeyi engellemeye çalışıyordu.

 

"Ama-"

 

İlay itiraz edecekti ki "Gidin dedim!" Diyerek yeri inletiğinde herkes boyun bükük çıktı evden. Şifacı ana çıkmadan önce Iraz'a baktı.

 

"O kız eğer gerçekten aklını kaçırdıysa onun için şans yok. Bir şekilde aklı yerine gelirse de senin lanetin onada bulaşır."

 

"Çık dışarı."

 

"Eşin var diye sevinme, köyün dışlanmışı. Hel dışlanmış kalır." Gözleriyle kadını işaret etti yaşlı kadın. "Dışlanmışlığın onada bulaşmasın, evlat."

 

Küçük kız durgunlaştı fakat Iraz da durgunlaştı. Şifacı ana haklıydı lakin kurdu deliriyor, kendisi bile deli olurken kızdan uzak durmak imkansızdı. Hele ki o kahve gözler bir kere bakmıştı kendi gözlerine bir daha bırakmazdı lakin çiçeğini kopartamazdı da. Bu yüzden sabah akşam nöbet tutacaktı etrafında. Çiçek gitmek ister eyvallah kalacaksa da eyvallahdı Iraz için. Karar çiçeğe kalmıştı.

 

Iraz bir elini küçük bedenin beline diğerini ise ayaklarının altından geçirdi. Kızın bakışları yarı açık yarı kapalıyken Iraz onu odaya çıkardı. Serin çarşafa narin bedeni serdiğinde sargıların kanlandığını fark etti.

 

Merhemleri aldı yatağa koydu. Sabah hazır ettiği sargıları alarak kızın yanına gitti. Sargıları açmak için kıza kendi giydirdiği gömleğin düğmelerini çözmeye başladı. Kız ona yarı ayık bakarken işine odaklandı. Kızın üzerini çıkardı. Sargıları çözüp merhemleri sürdü. İlk gün elinde kızın derisi kalmıştı. Neyseki artık deri soyulmuyordu. Temiz sargılarıda sardıktan sonra kız işin bittiğini anlayıp yatağa yattı. Belkide tek isteği dinlenmekti. Iraz kızı koltuk altlarından tutup çekti. Üzerine kendi gömleklerinden bir tanesini giydirdi.

 

Pekâlâ ona şans verecekti ama kızın kokusunuda kendi kokusunu almak ister istemez içini kemiren kurtçukların sayılarını azaltıyordu. Kız tekrardan yattığında Iraz da yanına yattı çiçeği solmasın diye yedi yirmi dört başında nöbet tutuyordu olurda benden gitmesin diye.

 

Kurt şanslıydı hem de şansız. Eşsiz beklenen kurdun eşinin olması şanstı, eşini ölüm döşeğinde bulması şansızlığıydı. Eşi hem en büyük şansı hem de en büyük şansızlığıydı.

 

Kanlı ayda doğan kurt ayın gümüş rengiyle hüküm sürdüğü bir gecede eşini buldu. Kız ise kanlı aylı geceden kopup geldi gümüş aya ve gelecek yoldaşına.

 

Evet üçüncü bölüm bu kadar beklediğim kadar uzun değil ama yapacak çare yok beynim bu kadar yaza bildi. Hemde Bir Adım At' a bölüm yazmak istiyordum.

 

Hadi bay kendinize iyi bakın.

Şuraya hesaplarıda koyuyorum belki bir bakarsınız

 

İstagram: kalpsayfalari

YouTube: @Covenbooks

Bölüm : 08.04.2025 21:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Deliler Senfonisi / Kızıl Yemin / 3. Bölüm
Deliler Senfonisi
Kızıl Yemin

103 Okunma

16 Oy

0 Takip
3
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...