63. Bölüm

10. Bölüm

Asel Demirhan
demirhan_asel

Başlamadan önce süprizimiz bölüm sonunda. Herkesin -benimde- istediği az da olsun gerçekleşti. Keyifli okumalar.

 

Geçmişte yaşadığımız her bir sorunu gerçekten de halettik mi? Yoksa sadece bir halının altına süpürdük mü? Veya sadece geçmişte kalmışızdır…

Yazar anlatımıyla…

Alpaslan oturduğu yerde sıkın bir nefes verdi. Şerefsiz kardeşini her yerde aramasına rağmen bulamamak ona resmen koymuştu. Çalan telefonun sesini işittiğinde hızla eline aldı. “Evet?” Karşı taraftan gelen erkek sesini dinlemeye başladı.

”Kusura bakma dostum. Eski hattıyla ilgili hiçbir şey yok. Arama kayıtlarını çıkartmak istedim, telefonu dinleyebilmek ama kardeşin her şeyi halletmiş. Sanki hiç yok gibi ortadan kaybolmuş.” Bu nerdeyse imkansızdı.

Alpaslan sıkıntılı bir nefes aldı. “Hiçbir yerde görüntülenmemiş mi?”

”Maalesef dostum. İnan bana tek tek kayıtlara bakmasam da her şehirdeki kayıtlara bile baktırdım. Kardeşin nasıl becerdi bilmiyorum ama kendisi resmen bir hayalete dönüşmüş. Üstelik yurt dışı çıkışı da yok. Açıkçası onu bulursan nasıl yaptığını öğrenmek isterim.”

Alpaslan yüzünü eliyle sıvazladı. “Sağol dostum.”

“Sen sağ ol Alpaslan.”

Alpaslan telefonu kapatarak masanın üzerine attı. “Nerdesin it herif nerde?” Anlayamıyordu. Kardeşi bunu nasıl başarmıştı? İllaki bir kaydı olmalıydı. Bir ipucu, bir şey olmalı!

Kapının çalınan sesini bile umursamadan ağrıyan başına masaj yapmaya başladı.

Timuçin oğlunun odasına geldiğinde kapıyı tıklattı. İçeriye girdiğinde başına masaj yapan oğlunu gördü. “Alpaslan?”

Alpaslan babasının sesini duymasıyla bakışlarını ona çevirdi. “Baba…”

Timuçin oğlunun yanına doğru adımlamaya başladı. “Neyin var oğlum?” Ne kadar oğullarıyla uğraşmayı sevse de onların güvenliği kendi canından bile önemliydi.

Alpaslan babasının sorusuyla gözlerinin dolduğunu hissetti. Sıkıca gözlerini yumarak başını diğer yöne çevirdi. “Yok bir şeyim baba. Sadece biraz başım ağrıyor.”

Timuçin oğlunun yatağına oturdu. Ellerini kavuşturdu. “Bende merak ediyorum oğlum ama kardeşini biliyorsun ne zaman kaybolsa kıyısı onu bulurdu. Şimdi sadece savrulup giden amansız bir dalga gibi. Hiçbir işe yaramayan, yönünü kaybetmiş bir dalga…” Derin bir nefes aldı. “Eğer onu bulmak istiyorsak onu kıyısındaki çiçeğine ulaştırmalıyız.”

Alpaslan sinirle yerinden kalktı. “O benim umrumda değil baba. Şimdi geri gelse ne olacak?” Sinirle kahkaha attı. “Öylece Asel’e yaklaşabilecek mi? “ bakışları sertleşirken ne dediğinin bilincinde değildi. “İzin vermem baba. Ben bir kez daha izin vermem. O gelse bile artık ona ne kıyı var, nede çiçek!”

Yaptığımız her hatanın bir sonucu vardı. İşte Demir Ege’nin sonuçları daha henüz başlamamıştı…

🌺

Bir hafta sonra…

Asel girdiği yemekhanede gözlerini gezdirdi. İkizinin büyük bir kazanın yanında durduğunu görmesiyle ona doğru adımladı. “Arsen‘mi.” Diyerek beline sıkıca sarıldı.

Koray Arsen ona arkadan sarılan ikiziyle gülümsedi. İçi yumuşacık olurken ikizinin elinin birini tutarak öpücük kondurdu. “Can yarım…”

Asel bu hitaba karşı gülümsemeden duramazken, “Ne yemek yapıyormuş benim can yarım…”

Koray Arsen ikizinden duyduğu aynı hitapla kahkaha attı. “Gönül isterdi ki sarma demek ama tavuk pilav var onun yerine olur mu?” Arsen’in konuşması pekte düzgün değildi. Lakin yine de dedikleri anlaşılıyordu.

Asel ikizinin kısa bir kahkaha atmasıyla ne kadar ona bakmak istese de kendisini tutu. İkizini gülerken görmek onun için paha biçilemezdi. Dudaklarını büzerek düşünür gibi yaptı. “Hım… Bilemem ki ünlü şef Arsen Demirhan’ın elindense yenebilir elbette.”

Koray Arsen karıştırdığı yemeği bırakarak arkasını döndü. İkizinin beline sıkıca sarılırken anlından öptü. “Öyle mi küçük hanım?” İkizinin parıldayan gözlerle baş sallamasına gülümsedi. “Siz istediğiniz her zaman yaparım ben.”

Asel ikizinin bu tatlı hallerine daha fazla dayanamayarak parmak uçlarına çıktı, kafasını tutuğu gibi yanağını ısırdı. İkizinden gelen acılı sesi bile umursamadı. Geri çekildiğinde ise “Oh be! Bu tatlılık fazla değil mi Arsen Bey?”

Arsen ikizine olabildiğince kötü bakışlar atmak istese de ikizinin o masum tatlı bakışları onu eritiyordu sanki. Yine de trip atamayacağı anlamına gelmezdi. İkizinin belinden ellerini çözdü, ısırdığı yeri tutarken arkasını döndü. Yemekle uğraşır gibi yapmaya başladığında ikizimin şaşkın bakışlarla kendisine baktığını hissediyordu. Asel her ne kadar yüzüne bakmaya çalışırsa çalışsın kendisini geri çekiyordu. Bu durumdan sıkılan Asel huysuzca ayağını yere vurdu. “Ya Arsen!”

Öyle tatlı sesiyle söylemişti ki ikizinin sesi Arsen’in direnme gücü resmen yerle bir olmuştu.

Asel tatlı bakışlarını ikizine yöneltti. “Can yarınla barışmayacak mısın?” Dudaklarını büzdü, ağlamaya hazır bir zemin hazırlamış oldu. Arsen göz ucuyla ikizine baktığında gördüğü dolu yeşil gözllerle sertçe yutkundu. Ah o gözlere kim dayanabilirdi? İşte o andan sonra Arsen tüm gücü gitmişti. Hızla ikizinin yüzünü elleri arasına alarak dolu gözlere telaşla baktı. İkizinin göz dolduruşu bile ölmesi için bir sebepti aslında.

İkizler duygusal bir an yaşarken kendilerini izleyen genç kadının farkında bile değillerdi. Bu bir hafta boyunca kendisini azda olsa toparlayan kadın Asel sayesinde askeriyeye gelmişti. Lakin gördüğü görüntü neden olduğunu bilmedi kalp arısını harekete geçirmişti. “Neden canım acıyor?” Sessiz fısıltısını sadece kendisi duyabilmişti. En azından şimdilik… Daha fazla bu görüntüye dayanamayarak geri çekildi. Kendisine bunca yardımı dokunmuş kadının sevgilisine yanlış şeyler hissetmek istemezdi.

Arsen ikizinin dolu gözlerine birer öpücük kondurdur. “Ağlama can yarım… Sen ağlarsan ne yapsın bu Arsen? Yakıp yıksın mı henüz tamir olmuş kalbini? Yakıp yıksın mı tüm kalpleri?”

Asel ikizinin kendisine ne denli düşkün olduğunu bazen unutuyordu. Tek bir göz damlası değil tek bir göz doluşuna dünyayı yıkacak bir ailesi vardı. “Sadece dikkatini çekmek istedim.”

Arsen sıcak gülümsemesini sundu. “Benim dikkatim hep sende can yarım…”

Asel ikizine sıkıca sarılırken askerlerden biri “Ooo biz açız ama siz burada sarılın edin.” Kötü anlamda söylemediğini fark eden ikili gülerek ger çekildi. İki kardeş yemekleri hazır ederken diğer çalışanlarda işlerini yapıyordu.

Sonunda yemeklerini yemeye başladıklarında ortamda hoş sohbetler dönüyordu. Hatta öyle ki gülüşmelerinin seslerine bazı askerler dönüp bakıyordu. Ama sonra bir şey oldu. Bir haftadır ortalarda olmayan ölüm timi yemekhanenin kapısından içeri girdi. Her bir kişinin bakışları o yöne dönerken, Asel gülümserken bakışları Aslan’a çarptı. İşte o an gülümsemesi sönmeye başladı. İki göz birleşmişti tekrardan. Belkide hiç ayrılmak istemezcesine…

Ölüm timi sert adımlarla yemeklerini almak için yürümeye devam etti. Yemeklerini alan tim Asel’lerin olduğu masaya doğru adımladı. Aslan hiç gitmek istemese de adımlarını timine uydurdu. Belkide daha hızlı…

Alisa gülümseyerek baktı her birine. “Merhaba!” Neşeli sesi kulaklara dolduğu anda insanın gülümseme isteği artıyordu. Hızla rastgele birinin yanına oturdu. “Sizi daha önce göremedik işimiz nedir?”

Genç kadın gözlerini kaçırırken Arsen sadece bakıyordu. Onlardan yanıt alamayan Alisa üzülmeden edemedi. Ölüm timi üyeleri kalan boş yerlere geçti. Eksik olan yerlere ise sandalye çekildi.

Asel ortamın gerilmesini istemediğinde dudaklarını ıslatarak konuşmaya başladı. “Koray Arsen ve güzeller güzeli hanımefendi ise Yıldız.”

Yıldız utangaç gülümsemesini sunarak bakışlarını yemeğine eğdi. Elinde çatalıyla yemekleri eşelemeye başladı.

Aslan bir anda başını kaldırarak baktı tanımadığı insanlara. Kaşları hafifçe çatılırken bir şey düşündüğü belliydi.

Alisa heyecanlı ifadesini tekrar ortaya çıkartırken yanında oturan Yıldıza gülümsedi. “Merhaba Yıldız ve…”

Asel araya girerek durumu kurtardı. “Koray diyebilirsin istersen?”

Alisa durumu anlayışla karşıladı. “Koray ve Yıldız sizinle tanıştığıma memnun oldum. Ben Alisa. Ve bu da.” Eliyle diğer Sevilay’ı gösterdi. “Bu da Sevilay.”

Sevilay ufak bir baş sallamasıyla selam verdiğinde Koray Arsen aynı yanıtı verdi.

Kerem çapkınlığını konuşturmaya başladı. “Selam güzellik ben bu timin göz bebeği keskin bakışlı Kerem. Sizinle tanıştığımıza ayrıca memnun oldum.”

Koray Arsen yerinde rahatsızda kıpırdandı. Bu askerin tavırları hoşuna gitmemişti.

Serdar, Kerem’e göz devirdi. “Boşverin siz krem karameli ben Sedat bu da Erdem. Şu sessiz sakin duran Baran. Kendisini yemeğe veren Kaya komutanım. Ve herkese öldürecek gibi bakan timin komutanı Aslan komutanım.” Aslan’ın sert bakışları kedisine döndüğünde susmak zorunda kaldı.

Yıldız utangaç bakışlarla başını salladı. “Memnun oldum ben de Yıldız.” Sesi oldukça kısık çıkmıştı. Tim Koray’ın sessiz kalmasını anlayamamıştı. Kendisi sadece Yıldız’a bakıyordu.

Asel durumu anlayarak gülümsedi. “Göreviniz nasıldı? Yaralanan var mı?” Son sorusu oldukça telaşlıydı. Ne kadar belli etmese de Aslan’a kayan gözlerini Kaya net bir şekilde görmüştü.

Kaya kadının üzüleceğini bildiğinden bu olayı biran önce çözmesi gerektiğini biliyordu. Yoksa geri dönüşü olmayan kalp kırıklıklarına dönüşecekti. Dostunun mutlu olmasını istese de olmayacak duaya amin demek sadece belki olur demekle aynıydı. Aslan kapalı kutudan farksızdı. Biri onu çözüdüm derken aslında o kutunun üzerine ufacık bir delik bile açamamış olurdu. Be henüz yeni tanımış olsa da doktorun üzülmesini istemezdi…

“Selam millet ne haber!” Mert hızla kendini bulduğu ilk yere attı. Bugün oldukça yorulmuştu. Üstelik askerlerin kendisine olan tavırları ve bakışları yüzünden spor yapmaya başlamıştı. Artık onunda kasları olacaktı. En azından öyle düşünüyordu. Yanında oturan Koray Arsen’in omzuna vurdu “Koray’ım neler yapıyorsun aşk bahçem?”

Kerem elini kalbine koydu. “Ah sen beni aldatıyor muydun Mert adamım.” Yalandan gözyaşlarını sildi. “Bu dünyada mutlu olamayacak mıyım…”

Mert, Kerem’e bakarak göz kırptı “Merak etme Kerem’im ben hepinize yeterim.”

Aslan kısık bir sesle “Ona ne şüphe şerefiz herif.”

Asel kendisine bir şey dendiğini düşünerek Aslan’a baktı. “Bir şey mi dedin?”

Aslan kendisine oldukça yakın olan kadının gözlerine baktı. Bir an için, sadece bir an için o gözlerde kaybolmak istedi. Ama sadece bir an…

Kerem merakına yenik düşerek komutanına döndü. “Komutanım sizin adınız gerçekten Aslan mı yoksa soy adınız mı Aslan?” Herkes merak ettiği bir soruydu aslında. Lakin Aslan sert bakışlarını kuşanarak yerinden kalktı. Sorulan soruyu yanıtsız bıraktı. “Bu kadar labali olabiliyorsanız yemeğinizi yediğinizde sizi içtima alanında bekliyorum.” Timden gelen itiraz cümlelerini bile umursamadı.

Asel içten içe hissettiği sinir yüzünden ellerini masa altından yumruk yaptı. Bu adam onun sinirine fena halde dokunuyordu. Neden her insan gibi düzgünce konuşmak yerine bu kadar kabaydı?

Mert ortamın sessizleşmesinden rahatsız oldu. “Bakın ne diyeceğim. Biz burada yeniyiz pekte bir yer bilmiyoruz. Diyorum ki bir kafe falan bir yer varsa gitsek. Hem birbirimiz yakından tanırız. Belli ki sürekli bir arada olacağız.”

Tim bu düşünceyi sevmişti. Zira çok kez bir arada olacaklardı.

Serdar tabağından kafasını kaldırarak gülümsedi. “Harbiden gidelim. Evden karargaha, karargahtan eve gidiyorum sürekli.”

Erdem göz devirdi. “Bizim evimiz mi var oğlum? Karargah’da kalıyoruz zaten.”

Serdar “Bakın işte bu daha kötü! Resmen karargahdan çıkamıyoruz.”

Keren Altan Altan Tuğrul’un yemeğine sulanırken “Cidden güzel olabilir de komutanım gelir mi dersiniz? Adam kendisini sır gibi saklıyor. Bize kendisini tanıtacağını da sanmam.”

Herkes Kerem’in dediğini onaylamıştı. Kendi komutanları olmasına rağmen adını bilmedikleri adamın kendisini tanıtacağına hiç ihtimal vermiyorlardı. Gerçi geleceği de muammaydı.

🌺

Asel bahçede temiz hava alırken etrafta dolaşan askerleri izliyordu. Bazı askerler gülüyor, bazıları aceleyle bir yerlere gidiyordu. Saat epey geç olurken bugünün nöbetçisi kendisi olduğundan rahattı. Temiz havanın tadını çıkarmaya devam ederken önüne uzatılan bir elle korkmuştu. Elin tutuşu bardağa baktığında içerisinde sıcak bir çay olduğunu gördü. Kimin getirdiğine bakmak için başını kaldırdığında görmeyi beklediği kişi asla Aslan değildi. “Almayı düşünmüyor musun?”

Asel şaşkınlığını bir kenara atarak karton bardağı aldı. “Teşekkür ederim.” Sesinin şaşkın çıkması oldukça normaldi.

Aslan uzaklara dalmış bakışlarını hiç çekmemişti. “İyi bir başlangıç yapamadığımızın farkındayım doktor.” Bakışları Asel’e döndüğünde tuhaf bir bakışla bakmıştı. “Tabularımı yıkmaya çalıştığını fark ediyorum ve bundan rahatsızım.” Derin bir nefes aldı. “Sadece albayın istediği gibi seni koruyacağım ve bitecek. Be senden istediğim aramızdaki yaş farkını da göz önünde bulundurarak bana ağabey demen.” Aslında farkında olmasa da Aslan istemeden de olsa inatçı doktora çekiliyordu. Ger dönülmez bir çekiliş…

Asel ne diyeceğini bilemezken Aslan’ın koluna giren ağrı yüzünden anlık yüzü buruşturmasını görüşmüştü. Telaşlı ifadesini saklayamazken dokunmak için Aslan’a doğru adımladı.

Aslan kendisine adımlayan doktorla geri çekildi. Kaşları derince çatılmıştı. Ne diye kendisine yaklaşıyordu bu doktor?

”Sen yaralısın!” Asel onun geri çekilmesini umursamamıştı.

Aslan unuttuğu yarasının acısını artık net bir şekilde hissetmeye başlamıştı. Acıya dayanıklı olsa da o da bir insandı. Ne denli dayanırdı? “Sorun yok doktor sadece sıyrık.” Öyleydi. Sağ koluna kurşun sıyırmıştı. Ekipten sağlıkçı olan Baran işe el atmıştı. Tabi kendisine kötü bakışlar atan komutanı yüzünden belli etmese de rahatsız olmuştu.

Asel kaşlarını çatarak onu reddeden Aslan’a baktı. “Bana bak asker. Sen nasıl askeriyede sözünü askerlerine geçiriyorsan bende yaralı olan her hastaya sözümü geçiririm. Ya şimdi tıpiş tıpiş gideriz odama ya da ben seni zorla götürürüm. Ö yüzden nazlanmayı bırak!”

Aslan alayla kaşlarını kaldırdı. “Zorla?” Başını sallayarak onaylayan kadınla gülmek istemişti. “Ne yaparsın peki doktor?” Bir adım yaklaşmasıyla geriye adım attığını gördü kadının. “Gidip şikayet mi edersin albaya? Yoksa kolumdan tutarak götürmeye mi çalışırsın? Kendine gel doktor ben senin emirlerini, isteklerini yerine getirmem…” sözünü tamamlamasını sağlamayan şey kolunda hissettiği iğnenin varlığıydı.

Asel gözleri kapanmaya başlayan askerle gülümsedi. “Alpaslan ağabeyim haklıymış. Gerçekten ihtiyacımız olabilirmiş.” Elindeki bayıltıcı iğneyi tıpkı bir silaha üfler gibi üfledi. Yere düşmeye başlayan askere bakarak “Doktor bir, asker sıfır.”

🌊

Genç adam hızla koşuyordu. Nerye gittiğini bile bilmeden. Her yer sislerle kaplı olsa da ağaçların varlığını görebiliyordu. İçindeki telaş artarken koşusunu hızlandırdı. İnce bir ses duymasıyla duraksadı. Etrafında dönerek sesin geldiği yöne bakmaya başladı.

“Yardım et Deniz!”

Sesin kime ait olduğunu tanımasıyla kalbinin sıkıştığını hissetti. Duramadı yerinde sesin geldiği yönü tahmin ederek koştu.

Sonunda sesin kaynağına ulaştığında adımları bıçak gibi kesildi. Küçük bir kız vardı. Dizleri üstüne çökmüştü. Korkudan titreyerek başına silah dayamış adama bakıyordu. Göz rengi seçilmiyordu. Ya da saçlarının rengi. Lakin Aslan onu tanımıştı. Yıllar önce koruyamadığı küçük kızdı. Kız titrek bakışlarını karşıya çevirdiğinde kahramanı olacağı adamı gördü. “Deniz yardım et!” Peltek sesi korkuyu belli etmeye devam ediyordu.

Aslan bir an düşünmeden adım atmak istedi. Onu korumak, yanında olmak istedi. Tekrar kollarında can versin istemedi bu minik beden. Lakin silahı sıkıca tutan adamın bakışları ona döndü. “Tek bir adım daha atarsan onu koruyamazsın Deniz. Tekrar kaybetmek ister misin onu?”

Adamın her sözü Aslan için can yakıcıydı. Sorduğu soruya cevabı ise belliydi… Hayır! Onu tekrar kaybederse yaşayamazdı. Bir kez daha olmazdı. Yıllar sonra tekrar olmazdı! Deli gibi başını sağa sola salladı. Gözünden akan yaşları bile umursamadı. “Hayır…” sesi önce fısıltıyla çıksa da gittikçe yükseldi. “Hayır! Hayır… Hayır!” Lakin dediği hiçbir kelime işe yaramadı. Yüzü tanınmayan adam küçük kızın kafasına kurşunu sıktı. Ve işte o an Aslan’ın dizlerinin bağı çözüldü.

Ölmek için illa kurşun yemek mi gerekir? Sevdiğiniz birine zarar geldiğinde de ölmez misiniz?

Asel başında oturduğu adamın yorgun yüzüne baktı. Yaşı genç olan adamın anlında küçük ama birkaç tane kırışıklar vardı. Yakından bakılmadığı taktirde pekte gözükmezdi. Yüzü yer yer terlemiş kötü bir rüya gördüğünün habercisiydi. Elleri sıkıca sedyeyi sıkıyordu. Bunun farkında olmadığından emindi. İğnenin etkisi çoktan geçmesine rağmen uyanmamıştı.

Sertçe yutkundu. Uyandırmak için omzuna dokunmak istediğinde yüksek sesle bağırarak kalkmıştı. Solukları hızlanmış, boş ama acıyla duvara bakıyordu. Hoş orada duvar mı görüyor yoksa başka bir şey mi belli değildi ya.

Asel bu duruma kayıtsız kalamayarak masasında bulunan sürahiden suyu doldurarak Aslan’ın yanına geldi. “Al iç istersen rahatlarsın.” Ne dese adam onu duymuyordu. Sanki kitlenmiş gibiydi. Bir kaç kez daha denedi. Ve bu defa başarılı oldu sayılır. Aslan’ın sönük bakışları ona döndü. Sanki rüyasını tekrar yaşıyormuş gibi gözlerinin içine baktı.

Odanın ışığı açık olmadığından ayın ışığı aydınlatıyordu. Asel adamın gözlerindeki acıyı görebiliyordu. Ama bir tuhaflık vardı. Garip bir tuhaflık. Asel elindeki bardağı Aslan’ın dudaklarına götürerek içmesini sağladı. Koluna uyurken müdahale yaptığı için oldukça rahattı. Bu yüzden bir şey söylemeden geri çekildi Aslan suyu içtiğinde.

Ne kadar süre geçti bilinmez lakin Aslan sadece boş bakışlarıyla duvara bakıyordu. Kafasını milim bile oynatmamıştı. Asel ise Aslan’ın evine ilk geldiğinde korktuğu zamanı hatırladı. O gün Aslan onun yanında kalmıştı şimdi ise sıra ondaydı.

Masada bulunan bozuk radyodan ses yükseldi o an. ‘Bir ay doğar ilk akşamdan geceden neydem neydem geceden’

Ay ışığında tek ses soluk sesleri ve radyodan çıkan müziğin sesiydi. ‘Şavkı vurur pencereden bacadan
Dağlar kışımış yolcum üşümüş nasıl edem ben
Uykusuz mu kaldın dünkü geceden neydem neydem geceden’

Gecenin aydınlatan odasında hüzünlerle birleşti kalpler. Kötü olansa kimse farkında değildi.

‘Uyan uyan yâr sinene sar beni
Dağlar kışımış yolcum üşümüş nasıl edem ben
Uyan uyan yâr sinene sar beni
Dağlar harâmı açma yaramı perişânım ben’

Aslan içindeki ateşi söndürmek istedi o an. Lakin sadece harlamakla kaldı.

‘Yüce dağ başından aşırdın beni neydem neydem yâr beni
Tükenmez dertlere düşürdün beni
Dağlar kışımış yolcum üşümüş nasıl edem ben
Madem soysuz göynün bende yoğudu neydem neydem yoğudu’

Asel içinde olan amansız acıyla savaştı. Görünmez ama can yakan acıyla.

‘Niye doğru yoldan şaşırdın beni
Dağlar kışımış yolcum üşümüş perişânım ben
Niye doğru yoldan şaşırdın beni
Dağlar harâmı açma yaramı perişânım ben’

Kavruldu o an iki yürek. Sessiz ay bile duydu aslında ama susması gerektiğini bildi…

‘Aşağıdan gelir eli boş değil neydem neydem boş değil
Söylerim söylerim göynüm hoş değil
Dağlar kışımış yolcum üşümüş nasıl edem ben
Bir güzeli bir çirkine vermişler neydem neydem vermişler
Baş yastığı gendisine eş değil’

Lakin yanan sadece yürekleri değildi.

O gece Asel Aslan’a, Aslan ise duvara baktı. Gördükler tek şey ise kendi acılarıydı…

Ve radyonun son kısmı yürekler dağladı.

‘Dağlar kışımış yolcum üşümüş nasıl edem ben
Baş yastığı gendisine eş değil
Dağlar harâmı açma yaramı perişânım ben…’

🌊

Genç adam elindeki telefonu çevirmeyi bırakarak saate baktı. Saat oldukça erkendi. Daha güneş yeni doğmuştu. Oturduğu odasındaki koltuktan ayağa kalktı. Sıkışan yüreği ona hiç yardımcı olmamıştı. Üzerindeki tişörtü çekiştirdi nefes almak için. Ne deli faydası olursa.

Siyah gözleri dışarda ki güneşi izlerken, izlemek istediği tek bir güneş vardı. O ise göremeyeceği kadar karanlıkta kalmıştı…

Titreyen eliyle tekrar açtı telefonunu. Her zamanki şifresini tekrar girdi. Bu defa başaracağını düşünerek hep aradığı numarayı aradı. Amansız bir istekle. Olmayacağını bilerek…

Çaldı telefon. Ne kadar çalarsa. Tam otuz saniye. Ölüm gibi gelen ama hızlı atan yüreğini susturamadığı otuz saniye çaldı. Sonra hep olduğu gibi sesli mesaja geldi. Ve o an küçük ince ama hep duymayı sevdiği sesi bir kez daha işitti.

”Ben Çiçek. Ama öyle sıradan Çiçek değil. Ege’min Çiçeği. Şu anda müsait değilim. Lütfen Ege’m değilseniz aramayın.” Tatlı kıkırtıları duyulurken arkada küçük erkek sesi duyuldu. “Çiçek Kızım nerdesin?” Sesi telaşlıydı. Kaybetmekten korktuğu çok belliydi. Asel’in sesi tekrar ilişti kulağına. “Hii Ege’m geldi. Benim böyle konuştuğumu görürse olmaz. Hala konuşamadığımı sanıyor saftiriğim.” Sonra tekrar kıkırtısı, ve hızla koşuş sesleri.

Son ses ise “Buldum seni!” Diyen erkek çocuğu sesine karşılık “Bul beni hep bul!” Diyen ve ona karşılık veren “Hep bulurum, hep buldum Çiçeğimi.” Sesiydi.

Dolan gözlerini umursamadan fısıldadı. “Bulurum hep buldum… Bulur muydum gerçekten?” Başını eğdi sol gözünden özlemle yaş aktı. “Bulamadım… Hiç bulamadım…”

Ani bir kararla telefona döndü. Aramanın sonlandığını görmüştü. Bu defa başka bir numarayı aradı. Hep yanında olmak isteyen birinin numarasını. Kendisinden kaçtığı birisinin…

Alpaslan oturduğu hastane odasında ağrıyan başını geçirmek ister gibi masaj yaptı. Çalan telefonun sesi her geçen saniye sinirini zıplatırken ağrıyan başına hiç yardımcı olmuyordu. Sinirli bir soluk alarak telefondaki numaraya bakmadan açtı. Lakin karşı taraftan birkaç saniye ses gelmedi. Kaşları çatılırken, kimin aradığına bakmasıyla gördüğü isim karşısında dili tutuldu. Sesinin teklemesini engeleyemedi. “Demir…”

Demir Ege aradığı ağabeyinin sesini duymasıyla kalbi sıkıştı. “Ağabey…”

Alpaslan boğazındaki yumruyu geçirmek ister gibi sertçe yutkundu. “Sen… Sen…” Doğru dürüst cümle kuramaması umrunda bile değildi. Genç adam gözlerini sıkıca kapattı. Elindeki telefonu tutuşı sıklaşırken, derin nefes verdi. “Ağabey… Ben… Özür dilerim…”

Bölüm sonu.

Henüz kavuşamayacaklarını biliyoruz. Eh biraz daha zaman olsa da Demir’in ne yaptığını görmüş olduk az çok. Sen biraz daha sabredeceksin Demir…

Bakalım bundan sonra ne olacak.

Bölüm nasıldı?

Karakterler?

Aslan?

Demir Ege’nin yüreğinin acısı?

Sizce kim daha çok acı çekiyor?

Yazım dili?

Bölümü telefondan düzenlediğim için yazım yanlışım olabilir. Bu yüzden kusura bakmayın lütfen.

Bölüm : 10.07.2025 10:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...