104. Bölüm

17. Bölüm

Asel Demirhan
demirhan_asel

 

“Her şey göründüğü gibi değildir.

 

Mutlu olan gerçekten mutlu, üzgün olan gerçekten üzgün değildir…

 

Ya da kendi olduklarını sanan ama aslında öyle olmayan insanlar vardır.

 

Gözlerimizin üzerindeki perde kalktığında, onların gerçek yüzünü görürüz.

 

Sadece zaman gerekir… ve biraz da sabır.”

Küçük kız erik ağacının üstünde beyaz elbisesiyle oturuyordu. Beyaz elbisesinin kirlenmiş olması da, yırtılması da onun için önemli değildi.Sonuçta ona zorla giydirmişlerdi. O Demir’in mavi tişörtünü giymek istemişti. Ama annesi nerden bulduğunu sorduğunda Demir’den ödünç (ç)aldığını söyleyince annesi geri vereceğini söyleyerek bu elbiseyi giydirdi. Öte yandan ona endişeyle bakan küçük erkek çocuğunun farkında değildi. Elindeki erikleri iştahla yiyordu. Daha dört yaşlarına yenir girmiş bu küçük kızın ağaca nasıl çıktığı meçhuldü.

“Çiçek in artık oradan!” Endişeyle küçük kızı indirmeye çalışsa da olmuyordu.

Asel duyduğu Demir’in sesiyle ona baktı. Elindeki etiği umursamadan el salladı. “Eye bayk eyik!” Ege bak erik!

Demir’in gözleri erikten ziyade çıplak ayaklı küçük kızdaydı. “Çiçeğim in hadi aşağıya. Söz ne kadar istersen ben toplayacağım eriklerden.”

Asel küçük omzunu silkerek eriklerini yemeğe devam ediyordu. Yerken öyle kaptırıyordu kendisini kendisini nasıl indireceğini düşünen Demir’i bile görmüyordu.

Demir gözlerini bahçede gezdirdiğinde beyaz eve yaslanmış merdiveni görmüştü. Hızlı adımlarla merdivene doğru giderken bir gözü hep Asel’deydi.

Demir mervidveni alıp ağacın altına gelmişti. Asel ise elbisesiyle tutuğu beş erikten ziyade ağacın tepesinde olan o büyük etikteydi. “Eyik!” Erik! Hızla ayağa kalkarken, elbisesiyle tutuğu erikler bir bir Demir’in kafasına düşmeye başlamıştı. Her erik canını acıtırken umursamadı “Çiçek yapma çok yüksek!” Yüksekten korkardı Demir.

Asel dudaklarını büzerek aşamadaki Demir’e baktı. “Eye Eyik!” Ege erik! Parmağıyla büyük eriği gösteriyordu.

Demir bir eriğe, bir de Asel’in dolu yeşillerine baktı. Zaten bakar bakmaz kaybetmişti. Derin bir nefes verdi, “Tamam in ben alacağım sana.” Dedi.

Asel ciddi olup olmadığını anlamaya çalışır gibi baktı. Demir bunu fark ederek gülümsedi “Söz, Eye sözü çiçeğim in hadi.” Asel ellerini çırparak ağaçta zıplamaya başladığında “Yapma!” Diye bağırdı endişeyle.

Asel tatlı tatlı baktı ona. “Tamam.” Tek bir kelime ederek ağaçtan inmeye başladı. Demir ise merdivenlerin üzerinde onun inmesine yardımcı oluyordu. Sonun Asel indiğinde parmağıyla tekrar eriği gösterdi “Eyik! Eye söy veydi!” Erik! Ege söz verdi!

Demir başını sallayarak büyük eriğe baktı. Yükseklik gözünü korkuturken sertçe yutkundu. Bu ağaçtan düşmeden kurtulması mümkün bile değildi. Yine de söz vermişti çiçeğine. Eğer sözünde durmazsa bir daha güvenmezdi ki ona. Eğer güvenmezse Demir yapamazdı ki onsuz. Merdivenin ilk basamağına adım atmaya başladığında saniye saniye adımları yukarı çıktı. Merdivenin boyu eriğin olduğu kısımdan biraz kısaydı. Ama Demir son basamağa doğru basabilirse eriği alabilirdi. En tepeye çıkmıştı nerdeyse sadece bir basamak ve o erik artık çiçeğinin olacaktı. Bastı o basamağa, uzandı uzanabildiği kadar. Merdiven hafifçe sallansa da umursamadı. Tam eriği aldığında gülümseyerek küçük kıza dönmüştü. “Aldım!”

Asel sevinçe bağırıp, zıplarken Demir ne kadar yükseğe çıktığını şimdi net görüyordu. Korkusu giderek artarken, sanki yer ayağının altından kayıyor gibi olmuştu. Sakin olmalı ve aşağı inmeliydi. Şu an sevinçten yerinde duramayan çiçeğine eriğini vermeliydi. Lakin inmek için attığı o adım başarılı olamadığından yüksekten yere doğru düştü. Düşerken erik elinden düşmüş ve anlı tamda eriğin üzerine gelecek şekilde düşmüştü. Şanslıydı ki bir yeri kırılmamıştı. Acıyla bağırmak, ağlamak istese de yapamadı. Çiçeğinin yanında aciz görünmek istemedi. Bu yüzden dudaklarını sertçe ısırdı, dolan gözlerini kırpıştırdı.

Asel, Demir’in düşmesiyle hızla yanına koşmuştu. Artık erik onun için önemli değildi. Önemli olan Eye’siydi. “Eye iyi miyin?” Ses vermeyen çocuğun omzundan sarsmıştı. Aniden önüne uzatılan ezilmiş etikle şaşkınca baktı. Bu o büyük etikti ama artık ezilmişti.

Demir kalmadan acıyan kolu değilde diğer koluya eriği çiçeğine uzattı. Erik elinden alınmayınca kendisini toparlayarak düz bir şekilde çimenlere oturdu. “Neden almıyorsun?” Ağlamaklı sesini düz çıkartmakta zorlanıyordu.

Asel kaşlarını çatarak eriğe baktı. Sonra bir anda Demir’in elindeki eriğe vurarak başka yöne gitmesini sağladı. “Pis eyik! Cayıyı acıytı!” Pis erik! Canını acıttı! Huysuzca söylenirken Demir’in acıyan kolunu öptü. “Geşti mi?” Geçti mi?Masumca sorusuna şaşıran Demir başını sallamakla yetindi. Ardından Asel geri çekilecekken anlında saçlarını kapatan kısımdaki izi gördü. Ayak parmaklarıyla yükselerek o yarayı öptü. İşte o an Demir acıdığını bile anlamadığı yaranın iyileştiğini anlayamamıştı.

Yıllarca o yarayı sevgiyle kucaklayacağını, her özleminde ona dokunarak, bakarak geçirmeye çalışacağını bilmiyordu.

Asel’in gözleri bu defa siyah gözlere ilişti. O siyahlar aslında siyah değildi. İçerisinde Asel için gizli bir renk vardı. Öyle ki yıllar sonra ona hatırlamasını sağlayacak gözlerdi.

Asel bir anda dudaklarını büzdü. Demir onun neye üzüldüğünü anlamazken telaşa kapıldı, kendi acısını hiçe saydı. “Çiçeğim neden üzülüyorsun?”

Asel akan burnunu çekti. “Şey beyi ileyde tayıy mıyıyın?” Sen beni ilerde tanır mısın? Babasının annesine ben seni yıllar sonra bile o gözlerinle görsem tanır, yine karım yaparım demişti. Asel ise Demir’in onu tanıyıp tanımamasını merak etmişti.

Demir duygulanan kıza kaşlarını çatarak baktı. Ne demek tanır mısın? Hiç ayrılmayacaklardı ki tanıyamasın?

”Hiç ayrılmayacağız ki çiçeğim.” Akan gözyaşlarını narince sildi. Kırmadan, dökmeden.

Asel burnunu bir kez daha çekerken “Geycekten mi?” Gerçekten mi?

”Gerçekten.” Dedi Demir o yaşlarla parlayan yeşillere bakarken.

Asel dudaklarını büzdü. “Ama byam ayyemi uzun upuzun.” Derken kollarını açmış uzunluğu gösteriyordu. “Zayam göymeyem göyeyiyden tayıyım dydi. Şeyde tayıy mıyı göylerimden?” Ama babam annemi uzun upuzun zaman görmesem tanırım dedi. Sende tanır mısın gözlerimden? Derken de gözünü bir parmağıyla kapatarak göstermişti.

“Tabi ki tanırım. Senin o denizlerde yüzen ormanlarından başka kimde var çiçeğim? Sadece sensin özel olan.” Demir ciddi bir ifadeyle cevapladı. Daha sonra o sordu aynı soruyu. “Sen tanır mısın güzeller güzeli çiçeğim?” Cevabı merak etmişti. Onunda tanımasını istiyordu.

Asel hevesle başını salladı. Bir barmağını Demir'in gözüne soktu. “Bu göy yengi sayeye seyde. Tayıyım!” Bu göz rengi sadece sende var. Tanırım! Demir’in sakladığı renk sadece onda vardı. Ve bu renk yakından bakılmadığı sürece görünmezdi. Tıpkı Asel’in gözleri gibi.

Demir’in ifadesi o an yumuşayarak gülümsedi. Yıllar sonra o tanıyamasa da çiçeğinin içinde bir kıpırtı olduğunu bilemeyecekti belki de…

*
 

Diğer askerler müdahalede bulunarak genç adamı kollarından tutuğu gibi Agah’ın üzerinden almışlardı. Mert, Asel’i koluyla dürttüğünde “Hadi göster marifetlerini uyutucu güzel.” Dedi.

Asel kendine gelmesiyle hızla tepinmeye devam eden adama yaklaşmış, önünde onun gibi diz çökmüştü.

Demir kendisi önüne çeken genç kadınla durulmuştu. Ama bu durumdan rahatsızda olmuştu. Asel’in değil kendisi önünde diz çökmek kimsenin önünde çökmesine izin vermezdi. Ama şimdi hiçbir şey diyemiyordu. Gözlerinin içine bakarak iğneyi boynuna vururken bile ayırmadılar.

İki göz sonsuz bir bileşme ümidiyle birleşmişti. Ama Asel o gözlerin en derininde bir şey hatırmıştı. Gözleri dağılmış siyah saçlarından dolayı zorla gördüğü ize kaydı. Sol tarafındaydı ve sanki bir şeyin derin anlamını saklıyordu. Başına aniden ağrı girerken eleri genç adamın üzerinden düştü. Gözleri karamaya başlarken karşısındaki adamın endişeli ama bayılması an meselesi haline baktı. Yüzünde nedensiz bir gülüş belirdi. Daha sonra ise karanlıktı…

Demir kendisinden önce bayılan yüreğine baktı. Kendini ne kadar sıksa da ilaç etkisi yüzünden gözleri kararmaya başlamıştı. Ama endişeli bakışları değişmemişti. Genç kadın yere düşerken Agah’ın “Güneş!” Diyerek onun yanında olduğunu biliyordu.

Gözler ve bedeni daha fazla dayanmazken dilinde tek fısıltı “O iyi olsun…” du.

İki beden, iki yaralı yürek ikiside ayrı odalarda baygın yatıyordu. Demir, Asel’in çalıştığı odada yatarken, Mert Asel’i özellikle kendi odasına almıştı. Nedeni ise Asel’in kilit anahtarının kayıp olmasıydı. Eğer bu adam uyandığında tekrar bir delilik yaparsa bu defa ona ulaşamasın istemişlerdi. Yanlarında ise Agah ve Arsen vardı. Tabi az önce endişeyle durumları sorup giden Asaf’ta yeni gitmişti.

Mert ise tüm sorunlu işi yapan olmuştu. İsmi belirsiz deli adamın başında beklemek. “Adın ne senin acaba?” Diye düşünürken adamın ceplerini kontrol etmeye başlamıştı. Bunun şu an yanlış olduğunu sanmıyordu. Sol cepten eline bir şey gelince hemen çıkarttı. “Sapık olarak görmezsin heralde beni.” Etrafa da bakıyor ki biri onu görmesin. Sapık damgasını yemek istediğini sanmıyordu. Cüzdanın içini açmasıyla karşısına denize giden iki çocuğun resmi çıkmıştı.

Fotoğrafta küçük sarı saçlı kız siyah saçlı küçük erkek çocuğunun omuzlarına çıkmış neşeyle gülüyordu. Erkek çocuğu suyun içindeydi ama asla boyunu geçecek kadar ileri gitmemişti. Kız üzerinde çocuk mayosuyla kollarında büyük can simitleriyle çocuğun omuzlarında olmaktan mutluydu, siyah saçları neşeyle çekiyordu. Erkek çocuk bu durumda cancı acır gibi yüz ifadesi takınsa da gözlerindeki ışık ve yüzündeki küçük gülümseme onu ele veriyordu. Erkek çocuğun ve kız çocuğun boyunlarında ise aynı kolyeler vardı. Erkek çocuğunun üstünde hiçbir kıyafet olmadığından çıplak göğsünde net bir şekilde parlıyordu. Aynı parlama küçük kızın boynunda da vardı.

Mert bu küçük kızın saçlarından, gözlerindeki ışıktan tanımıştı. Bu küçük kız Asel’di. Peki ne oldu da bu adam bu hale geldi? Çocukluk arkadaşıysalar Asel onu tanırdı. Bildiği kadarıyla çoğu şeyi hatırlamıştı. Silik bir yüz hariç…

Fotoğraftan gözlerini çekerek cüzdanı karıştırmaya devam etti. Göz ucuyla baygın adama baktı “Kusura bakma ama hırsızlık gibi olsa da bakmam gerek.” Diyerek işine devam etti. Banka kartları, paralar, birkaç özel eşya ve kimlik. İçinden kimliği çıkartı. “Bakalım ismin neymiş.”

“Demir Ege Soylu.” Gözleri isimde gezerken mırıldandı. Bakışları hastane sedyesinde yatan adama kaydığında “Güzel isim dostum. Havalıymış. Ama bu seninle Demir olan adam diye dalga geçilmeyecek, Ege denizi denilmeyecek değil.” Bakışları bir an cüzdanın içindeki başka bir bölmede olan kart takıldı. Gözler şokla açıldı. “Hadi be!” Diye şaşkınca bağırırken sesinin kontrolü yoktu. “Bu… Bu imkansız.” Gözlerini hızla baygın adamın yüzünde dolaştırdı. Yaraya kaydığında “Onun yarası yok! Gözler siyah değil, saçlar siyah değil, yüzünün rengi bile bu değil!” Hızla ayağa kalktı, saçlarını sinirle karıştırdı. “Hay böyle işin ta…”

Demir Mert’in kendi ismini söylerken uyanmıştı ama kendisine tam gelememişti. Kendisine geldiğinde genç adamın sinirle yürüdüğünü görmüştü.

Mert bir an duraksadı. “Asker künyesi. Tabi ya orada yazması gerek!” Hızla ardını dönerken Demir gözlerini kapatmıştı. Sonunda genç adamın yanına geldiğinde elini tişörtünün boyun tarafından altına soktu. Bunu yapmasıyla iki adet kolye eline gelmişti. Biri zincir, biri ise ip. Tam çıkartacakken Demir gözlerini açmıştı. “Sapık gibi bedenime dokunmayı kes!” Sesindeki keskinlik can yakan cinstendi.

Mert korkuyla geri çekildi. Bir anda gözlerini açıp, bir şey demesi onu hazırlıksız yakalamıştı. Hızla kendini toparladı sonra. “ Kimsin sen?”

Demir bu soruyla afalladığını hissetti. Ama karşısındaki adamın ciddi olduğunu görmesiyle, gözleri elinde tutuğu kimliklere kaydı. Hızla yerinden kalkmasıyla Mert daha ne olduğunu anlayamadan ilaç dolabının yanındaki duvara yakalarından tutularak sertçe çarpmıştı. “Ne yapıyorsun sen?” Sesinde korkudan çok koruma iç güdüsü vardı. Bu adamın tehlikeli olduğunu düşünüyordu.

Demir Mert’in dediklerini umursamadan sertçe “Şimdi beni iyi dinle. O küçük aklından geçirdiğin hiçbir şey umrumda değil ama eğer çiçeğime zarar vereceğimi düşünüyorsan o aklını alırım!” Dedi.

Mert karşısındaki adamı süzdü. Ne adamın yakasını tutup sinirli bakması umurundaydı ne de dedikleri. Üstü başı toz ve burnundan olan kanlarla kaplı bu adamın saçları dağınık değil gibi daha da dağılmıştı. “Bekar mısın?”

Bu soruyu beklemeyen Demir şaşkınca bakmıştı. “Ne?”

Mert şaşkınlığından faydalanarak kendisini kurtardı. “Anlamayacak bir şey yok dostum. Bekarsan seni kendime alacağım.” Üstün kötü süzdü. “Oldukça fit bir vücudun var işime yarar.” Diyerek göz kırptı.

Demir bu adamın ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordu. “Kafamı karıştırmaya çalışma. O küçük aklının alamayacağı kadar şey gördüm ben. Senin bu oyunlarına gelmem.”

Mert az önceki alaylı olan yüzünü aniden ciddileştirdi. “Bak Demir. Ya da gerçekten Demir misin? Bilmiyorum ama aklımdan geçenleri tahmin etmen umurumda bile değil. Tabiri cazise sen s’kimde bile değilsin ama…” Elini kaldırıp kapıyı gösterdi. “Şu an başka odada olan o kız var ya. Ha işte ona bir şey olsun o cüssenin bile ebesini sikerim. Beni cılız olarak görebilirsin ama emin ol sevdiğim biri zarar görürse o cılız çok şey yapar.” Sözleri bıçak gibi keskindi tıpkı bakışları gibi. “Şimdi kim olduğunu bilmediğim bir adama kız kardeşimin yaklaşmasına izin vermem!”

Demir karşısındaki adamın tavrından memnun olmadı değil ama Çiçek kızına zarar vereceğini düşünmesi canını fena halde sıkıyordu. “Ne düşünürsen düşün bu saaten sonra kimse beni çiçeğimden ayrı bırakamaz!” Arkasını dönüp çiçeğine kavuşmaya gitmek istedi ama Mert aniden ona atılarak izin vermedi. “Zaten senin yüzünden baygın bir de seni yanına mı göndereceğim? Çok beklersin paşam!”

Demir onu üstünden atmaya çalışsa da Mert onu bırakmıyordu. İkisi arbede yaşarken yere kapaklanmışlardı.

Diğer odada Asel gördüğü rüya sayesinde oldukça kötü durumdaydı. İlk defa rüyasında ki bir şeyi tam olarak hatırlıyordu. O ise, yara iziydi…

Uyandığından beri ikizi yanındaydı. Öncesinde de yanında olduğuna emindi. Ağabeyi ise Asaf albayın yanındaydı.

İkizine sıkıca sarılı haldeyken duydukları seslerle meraka kaplmıştı. İkizinin göğsünden başını kaldırdığında onun homurdandığını duysa da umursamadı. “Arsen ne oluyor? Bu sesler de ne?”

Arsen ikizinin başını göğsüne sıkıca yaslarken, saçlarından öptü. “Bir şey yok can yarım sadece Mert o adamla ilgileniyor.”

Asel ikizinin onu sıkıca tutmasına aldanmadan kalktı. “Arsen nasıl Mert’le o adamı yalnız bırakırsınız? Ya bir şey yaparsa Mert’e?” Sinirle odadan çıkarken ikizinden cevap beklememişti. Arsen ise hızla yerinden kalktı. Ah konuşma bozukluğu olmayacaktı da bir şeyi dakikalarca söylemeyecekti işte o zaman durdururdu ikizini.

Asel hızla kendi odasına geldiğinde kapıyı tıklatmadan açtı. Sonuçta kendi odasına izin alarak girmeyecekti değil mi?

Demir ve Mert kapının sesiyle boğuşmayı bırakmıştı. Mert hızla yerden kalkmış üstünü silkelerken, eline stetoskopu alarak doktor rolüne girmişti. Demir ise vücudunun ağrıları yüzünden yerden kalkamamış, sedyeye doğru sürünerek yaslanmıştı. Sık nefesler alarak kendine gelmeye çabalıyordu. Ama bir yanı kapının ardında çiçeğinin olmasını istiyordu. Tabi böyle yıkılmış olmasa daha iyi olurdu.

“Biraz dinlenmeniz gerek beyfendi. Şahsen dinlenmek ruhun gıdasıdır. Hatta önerim birkaç porsiyon çiğ köfte.” Azı sulanmıştı resmen. Asel içeriye aniden girdiğinde saçma konuşmalar yapan Mert’e kaydı bakışları. “Mert ne yapıyorsun?”

Mert sanki gelen kişiyi bilmiyor gibi sahte bir şaşkınlık doldu. “Aa çitlemdik sen misin? Bizde tam çiğ köfteden bahsediyorduk.”

Asel bakışlarını Demir’e çevirdiğinde sık soluk alan, üstü başı kan, saçları dağılmış, burnu muhtemelen incilmiş bir adam görmüştü. Gözleri endişeyle büyürken bu yersiz olduğunu düşündüğü endişe sadece insani duygu olduğunu söylüyordu. “Mert sen neden bakmadın adama!” Hızla yanına giderek önünde çömelmişti. O Mert için korkarken adamın durumunun daha kötü olduğunu görmüştü.

Demir çiçeğinin her bir karesini ezberlemek için bakıyordu yüzüne. Ama önünde çömelmesi yine rahatsız etmişti. “Çömelme…” sık nefeslerin arasından zorlukla konuşurken, burnun acısını yeni yeni hissediyordu.

Asel kanlı bütünü incelerken adamın dediğine şaşırdı. “Beyfendi kafanız mı güzel?” Daha sonra Mert’e döndü “Git sağlık çantasını getir.” Dedi.

Demir o anda yerdeki kimliğine çarptı gözü. Dikkatlice Asel fark etmeden ayağıyla yanına çekmişti. Tam elini uzatıp alacakken “Bu sizin kimliğiniz sanırım.” Diyerek eline aldı Asel.

Demir’in kalbi hiç olmadığı kadar hızlı atarken kanla kurumuş dudaklarını ıslattı. Ama bir şey diyemeden Asel “Demir Ege Soylu.” Kaşları hafifçe çatıldı soy ismiyle. Timuçin amcasınında soy adı Soylu’ydu. Ama eğer Demir adında oğlu olsaydı söylerdi diye düşündüğünden benzerlik dedi. Ama Ege ismi ona çok tanıdık gelmişti. Sanki anlamlandıramadığı bir şeyin farklı söylenişiydi.

Demir duyduğu isimle derin nefes alırken kapının orada elinde diğer kimliği sallayan Mert’e baktı. Öyle alayla bakıyordu ki sanki elime düştün der gibiydi.

Mert kararlıydı dostuna davrandığı her şekli bu adama ödetecekti.

Asel hâlâ daha yerinde sayan Mert’e baktı. “Mert hadisene!”

Mert Asel’in bakmasıyla aniden kimliği arkasına sakladı. “Tamam be gidiyorum! Sanki babanın çocuğuymuş gibi ne bu endişe?” Söylene söylene giderken Asel’inde kendisinde neden bu kadar endişe duyduğuna dair hiçbir bilgisi yoktu.

Asel yerinden kalkarak elini uzattı. “Hadi tut elimi de kaldıralım seni. Ama tüm gücünü vermesen daha iyi.” Sonuçta ikiziyle bile kaldıramadığı adamı nasıl tek başına kaldırabilirdi ki?

Demir uzatılan ele baktı. Şimdi o eli mi tutacaktı? Hiç bırakmamak için tutsa ya olmaz mı? Emindi buralarda bir yerde yapıştırıcı olmalıydı. Bakışları etrafı tararken “Hadi.” Diyen narin sesi işitmesiyle tekrar çiçeğine döndü. Hiç terddüt etmeden tutu sıcak eli. Öyle ki sadece el değil aslında bileğini de tutmuş oldu. Nabzının atışının parmakları ardında hissediyordu. İşte bu kalbini sakinleştiren tek melodiydi. Daha önce atmadığına emin olduğu nabız şu an atıyordu. Hem de o net bir şekilde hissediyordu…

Asel ağır cüsseye sahip adamı kaldırmaya çalışıyordu. Ama o kadar ağırdı ki bu imkansız gibiydi. Bir anda kaldırmayı başardığında ne zaman kapattığını bilmediği gözlerini zaferle açıp gülümsedi. Kendine övgüler yağdırırken adamın dimdik ayakta durmasıyla gözlerini hızla kırpıştırdı. Kaşları hafifçe çatılarak homurdandı. “Madem kalkabiliyordun ne diye kalmazsın be adam!”

Demir bu tatlı homurtulara buruk bir gülümsemeyle karşılık verdi. Kendisine sedyeye oturtan çiçeği ellerini yıkayarak kuruladı, eldivenlerini taktı, küçük bir pamuğu ıslatarak yanına gelişin den tut yüzündeki mimiklere kadar izledi.

“şimdi kanları temizleyelim tamam mı?” Diyen kadına içi giderek baktı. Ya da hayır direkt içi gidiyordu. Ondan tepki beklediğini anlayınca usulca başını salladı.

Asel nazikçe kanları temizlerken Mert’in nerde kaldığını düşünüyordu. Birkaç malzeme odasında eksik olduğu için kendisinden istemişti ama Mert Bey hala ortalıkta yoktu. Kensin yine biriyle laf dalaşına girmişti.

”Canın acıyor mu?” Diye sordu karşısındaki yüzüne dalmış adama.

Demir iç çekerek baktığı kadından gözlerini alabilse cevaplayacaktı ama dili sanki lâl olmuş gibiydi. Gibisi fazlaydı ya… Başını nazikçe sağa sola sallayarak acımadığını belirtti.

Asel bu adamın neden konuşmadığını anlamıyordu. Sanıyordu ki psikolojik olarak susuyordu. Zira daha saatler önce birkaç kelime konuşmuştu. Gerçi pek anlamı olan kelimeler değildi ama.

“Bakın şuraya yazıyorum şu salak adamı bir gün geberteceğim. Ağabey bir de diyor ki ne o bir adamı kaldırmaya bile çalışmadın mı? Bu kadar mı güçsüz olduğunu kabul ettin diyor ya!” İsyan eder gibi konuşan Mert gördüğü görüntüyle sustu. Asel ona dönük olsa da yüzü Demir’e yakın, Demir ise Mert’i hiç takmadan Asel’in narin yüzünü ezberleme peşindeydi. “Hey hey uzaklaş bakalım. Mahreme uyalım!” Diyerek Asel’i uzaklaştırdı Demir’den. Demir ise bu davranışla dişlerini sıkarak Mert’e baktı. Asel olmasa onu şurada boğabilirdi.

Mert elindeki kutuyum Asel’in kucağına bırakarak açtı, içindeki gerekli malzemeleri alarak pansumana hiç acımadan başladı. Zaten Asel yeterince temizlemişti.

Asel Mert’in acımasız davranışıyla şok olmuştu. “Mert yavaşla canını yakacaksın adamın!” Dese de Mert anlamlı bakışlarla Demir’e bakarak “Hiç acımıyor canı değil mi?” Dedi.

Demir dişlerini sıkarak, gözlerinden ateş çıkarcasına baktı Mert’e. Ah çiçeği burada olmayacaktı işte o zaman ölmüştü Mert. Bir anda kendi düşünceleri içinde kaşlarını çattı. Ne diye olmayacaktı çiçeği? Olsundu, hep olsun, sadece onun yanında olsun…

Asel adamdan aldığı cevapla susmuştu. Mert ise acımadan devam etti pansumana. İşi bittiğinde ise geri çekilere gülümsedi. “Ne güzel yapmışım be.” Demir’in konuna iki kez vurdu. “Hadi yine iyisin. Sadece incilmiş bir iki güne iğleşir heralde.” Umursamazca söylediği her kelime Demir’i sinirlendiriyordu. Zira o Agah yüzünden çiçeğinin kokusundan mahrum kalacaktı!

Asel işlerin bittiğini gördüğünde “Siz burada dinlenin isterseniz. Zaten yakında sabah olacak.” Dediğinde Demir karşı çıkmadı.

Mert Asel’e dönerek “Sende benim odama git dinlen. Ben de bir Koray’a bakacağım nerdeyse bu çocuk. Sonra buraya gelirim zaten.” Dedi.

Asel başını sallayarak onayladığında elindeki eşyaları bırakarak çıktı. Demir ise yine Mert’le yalnız kalmıştı. Ne yani çiçeği gidecek ve o burada bu puşt herifle mi kalacak? Yok öyle şey bu herifle kalmazdı o!

“Bana kaldın yakışıklı.” Diyen alaylı sese döndü. “Seni s’ker atarım çocuk asabımı bozma benim.”

Mert sinirli sesle alayla karşılık verdi. “Sen konuşabiliyor muydun? Tüh bilmiyordum. Ben senin dilsiz olduğunu bile düşünmüştüm halbuki.”

Demir bu adamı gebertmemek için zor duruyordu. Elini uzattı “Ver şu kimliği.”

Mert bir anda ciddileşerek geri çekildi. “Yok öyle bir şey. Bakalım Asel senin gerçek yüzünü öğrendiğinde ne yapacak.” Diyerek hızla odadan ayrılmasıyla Demir sedyeye bir yumruk geçirdi. O kimliği ondan alsa bile Asel yine de o cılız doktora inanırdı.

Elleriyle yüzünü sıvazladı. Eğer çiçeği öğrenirse ondan hepten uzaklaşırdı. Bir yolunu bulmalıydı.

*
Agah dakikalardır karşısındaki adamın anlattıklarını dinliyordu. Her bir kelimede sinirden deliye dönmemek elde değildi.

“Bak oğlum yaptıklarını savunmuyorum ama aklı yerinde değildi.” Diyen sesle ona döndü. “İyi o zaman bende şurada onun anlının çatından vurarım sonuçta aklım yerinde değil ya!” Diye sinirle bağırdı. Yaptıklarını bu şekilde örtemezdi o puşt.

”Haklısın bu yüzden karar bize ait değil. Bırakalım kendi aralarında halletsinler. İlerde pişman olacakları şeyler yapmasınlar yeter.” Dedi Asaf albay.

Agah sıkıntılı bir iç çekti. O puştu vurmamak için yerinde zor duruyordu. “Tamam.” Burnundan soluyorsak dedi. “Ama tek bir hatasında kendi ellerimle onu geberttiğim yetmez gibi alırım kız kardeşimi giderim.” Diye devam etti.

Asaf gülümseyerek ardına yaslandı. “Bizden önce küçük civciv dehşet saçar merak etme.” Diyerek göz kırptığında Agah gülümsedi. Kız kardeşi o kadar askerin içinde büyüdü ki kendi halletmezse şaşılacak şeydi.

“Sen bana asıl nasıl bayıldığını anlatsana bir.” Diyen sesle Agah kahkaha armıştı.

*

Arsen annesiyle konuştuğunda telefonu kapattı. Arkasına döndüğü anda ise Mert’i görmüştü. “İkizim nasıl?” Diye el işaretleriyle konuştu.

Mert durağınca başını salladı. “İyi adamda iyi.” Dedi

Arsen dalgınca düşünüyordu. “Bu adamda bir tanıdıklık var…”

Mert ise bu olanları Arsen’den saklamaya niyetli değildi. “Seninle konuşmam gerek.” Derken sesi Arsen’in duyduğu en ciddi seslerdendi. Mert’in ciddiliği nadir görülürdü.

Arsen el işaretiyle “Ne konuşacaksın?”

Arsen bu olanları öğrendiğinde ikizini uzak mı tutacaktı? Yoksa bir şey yapmayacak mıydın? Belirsizdi lakin Demir kimsenin engelini umursayacak bi değildi.

Bölüm sonu.

Bombayı patlatık :). Ama bulamadıysanız söylemem.

Nasıldı?

Yazım dili?

Gidişat?

Demir’in Asel’e olan tavrı ve numaraları?

Demir’in sırları?

Agah?

Arsen?

Mert?

Asaf albay?

Güneşli günler dilerim…

Bölüm : 28.08.2025 08:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...