
Bölüme geçmeden önce yazım hatalarım varsa kusura bakmayın lütfen.
O halde bölüme geçelim;
Bazı acılar vardır kendi kendimize çektirdiğimiz, sebepsiz olanlar. Bu acıların mükafattı ne olacaktı?
Demir acıları çekse de mükafatını alacaktı. Almak için her şeyi yapacaktı. Herkes odadan çıktığı anda tek başına kalmıştı. Etrafa ilk kez göz gezdirdi. Camın tam önünde bir masa, onun çaprazdında lavabo kullanma yeri, hemen yanda da sedye vardı. Sedyenin karşısında ilaçlar ve birkaç kıyafet için dolap, sedyenin önünde açık bir perde sürgülü olanlardan. Oda sadece bu kadar gibi. Tabi birde mont asmak için bir yer vardı. Bu küçük odada sevdiği bunalmıyor muydu? Kesinlikle daha büyük bir odaya geçmeliydi. Yan odada olan puşt doktorun yerine geçerse en azından ferahlardı. Adamın banyosunda duşakabin bile vardı! Niye çiçeğinin olmasın?
Bunu aklının bir köşesine yazarken, bu üst başla uyuması imkansızdı. Kapının çalınması ve girilmesi aynı saniyelerde olmuştu. “Kusura bakmayın beyfendi Agah komutanım gönderdi.” Diyerek kıyafetleri sedyenin uç kısmına bırakıp çıktı.
Demir kıyafetlere baktığında gri bir tişört, ona uygun eşofman görmüştü. Buruk bir gülümseme yerleşti dudaklarına. Agah onu tanımıştı artık. Gri tişörtün tek anlamı vardı çiçeği. Çiçeğinin ondan ödünç aldığı tişörttü anımsatıyordu. Tabi çiçeği onun aldığını bilmediğini düşünmüştü o zamanlar. O ise oyunu bozmamıştı.
Asel dakikalardır Demir’in üzerindeki tişörtü çıkarmak için çabalıyordu. Demir ise ondan kaçıyor yakalamaması için uğraşıyordu. Bu bir oyun haline gelmiş gibi görünse de aslında Asel bunu inata çevirmişti. “Çiçeğum beni yakalayamazsun ha sen?” Diye dalga geçerek koştu Demir.
Asel bir an koşmayı kesti. Demir’in şive yapmasına bayılıyordu. Bu sebeple Demir hep ona şive yapardı. “Yakayacayım ki!” Yakalayacağım ki.
Demir öylesine başını salladı sadece. Eğer o istemezse küçük bacaklara sahip çiçeği asla onu yakalayamazdı.
Yıllar sonra eğer çiçeği istemezse o yakalayamayacağı gibi…
Asel ne kadar koşsa da yetişemiyordu. Tam o anda aklına bir plan geldi. Eye’si asla onun ağlamasına dayanamazdı.
Demir artık peşinden koşan küçük ayakların sesini duymaz olmuştu. Kaşları çatılırken ardını döndüğünde yere oturmuş ağlayan küçük kıza endişeyle koştu. “Çiçek!” Hızla onun önünde diz çökerken bir yerinde bir şey varmı diye bakıyordu.
Asel akan burnunu çekere “Düşüm.” Düştüm.
Demir elbisesinin yırtık üstünü gördüğünde hızla tişörtünü çıkarttı. Ardından vakit kaybetmeden yara olmadığını anladığında küçük kıza giydirdi. Artık ona elbise gibi olmuştu. “Canın acıyor mu?” Asel olumsuz yanıt verse de yırtık olan elbisesinin yerini tişört üstünden öptü. Öptüğü yer ise tam kalbinin üzeriydi. Birkaç saniye o minik kalp atışlarını hissetmeye izin verdi kendisine. Ah o minik kalp onun için çok değerliydi. Tek bir kötü olayda ortalığı yıktırabilecek güçteydi. Minik kalbin atışlarının hızlandığını hissetmesiyle geri çekildi. “İyi misin?” Endişeyle sormuştu.
Asel utanarak başını salladı. Şu an nedense utanmıştı. Ama şu vardı ki tişört artık onundu. Gün sonunda yine o kazanmıştı.
Demir yerden kalkarak küçük kıza baktı. Yürümesini istemediğinden tekrar eğilip kucağına aldı. Asel’in minik kahkahalarını duyduğunda ise yüzünde gülücükler açıyordu. Tişörtün açılan yerlerine ise sinirle bakıyordu. Elbiseyi geçen kendi tişörtü olsa da yine de açılıyordu. Etrafı kolaçan ettiğinde ilerde top oynayan erkek topluluğuna keskin gözlerle baktı. Bir kişi baksın onları gebertirdi.
“Demir oğlum gel bir kişi eksiğiz!” İçlerinden birkaç kez top oynadığı çocuk seslendi. Demir onları umursamadan yürürken kendisiyle aynı yaşlarda bir kız “Demir hadi lütfen!” Dediğini duymuşlardı.
Asel’in minik kaşları çatılırken altan altan Demir’e uyarıcı bakışlar atıyordu.
Resmen hadi git de bende seni gebertiyim diyordu.
”Gelmeyeceğim oğlum gidin başımdan. Bacım sende erkek işine karışma!” Normalde böyle konuşan biri değildi Demir ama kucağındaki minik kız için her şeyi yapardı.
Evin önüne geldiklerinde Demir küçük kızı kucağından bırakmadan kapıya ayağıyla vurdu. Birkaç vuruştan sonra Azat kapıyı açmasıyla gördüğü görüntü kaşlarını çattı. Bu velet neden kızını kucaklamıştı. “Kızımın ne işi var senin kıcağında cüce boylu?”
Demir kaşlarını çatarak baktı. “Bir kere çocuklarınız arasında en uzunu benim!” Doğru sayılırdı. Bir tek Agah’dan kısaydı.
“Çok konuşma cüce ver kızımı.” Diyerek uzanmaya çalıştığında Demir sıkıca tutu çiçeğini, bir adım geri çekildi. “Benim!”
“Eşyamı bu it herif ne benimi?” Diye kızdı Azat.
Demir kaşlarını çatarak düşündü. Gözleri çiçeğine kaydığında ise “Onun!” Kendisini onun olduğunu söylüyordu. Bir nevi kendisini eşya yerine koymuştu.
Azat sinirle burun kemerini sıktı. “Azat bırak içeri geçsin çocuklar!” Diye içerden bağıran sevdiğinin sesini duyan Azat geri çekildi. “Geç şerefsiz herifin oğlu, geç.”
Demir zafer kazanmanın sevinciyle gülümsedi. Adımlarını içeri atarken ardından sinirli bir boğadan farksız adamı biliyordu. Ve bu onu daha da mutlu ediyordu.
Azat Demirhan’ı kızdırmak onun en eğlence duyduğu anlardandı.
Salona girdiklerinde Demir boynuna sarılı küçük kızı koltuğa bırakacakken uyduğunu fark etmişti. Kendisininde gözleri gittikçe ağırlaşmaya başlamıştı. Az koşmamışlardı birbirlerinin peşinden yorulmaları normaldi.
Azat karısının yanına giderken, küçük çocuğa sert bakışlar atmayı unutmadı.
Demir daha fazla dayanamayarak koltuklardan birine oturdu. Küçük kız ise hâlâ daha kucağında yatıyordu. Başını çiçek kokulu saçlara gömerek kısa süreliğine kapattı. Sadece dinlenecekti, uyumayacaktı. Diye düşünmesinden saniyeler sonrasında çiçeğinin kokulusuna yenik düşmüştü.
”Melek’im şu veletten kızımızı alır mısın?” Diye dakikalardır karısını daralıyordu Azat.
Melek bıkkın bir nefes verdi. “Azat saçmalama çocuk onlar daha.” Dedi.
Azat küçük bir çocuk gibi omuz silkti. “Beni ilgilendirmez benim kızım!” Diyerek karısına arkasını dönüp gitmişti. Mutfaktan çıkmasıyla merdivenlerden aşağı inen Timuçin’i gördü. “Senin ne işin var burada Timuçin? Otel mi burası bir oğlun bir sen durmuyorsunuz?” Diye soran Azat’ın sesini duymasıyla yerinden sıçradı Timuçin. Ellerini ardından birleştirerek baktı “Ne saçmalıyorsun yine Azat?” Dedi.
Azat kaşlarını çatarak dikkatlice Timuçin’i süzdü. “Sen ne karıştırıyorsun yine?”
Timuçin gözlerini kaçırarak “Ne karıştıracağım Azat?” Daha sinirli bir tonda “Sende iyice beni dalavereciye çevirdin!” Diyerek arkasını dönüp salona gitti. Salonda gördüğü görüntü karşısında gülümsedi. “İşte benim kızım, benim oğlum.” Allah’tan tek duası bu iki çocuğun hep bir arada, mutlu olmalarıydı. Azat’ın yanına geldiğini hissettiğinde “Ne güzeller değil mi Azat’ım?” Diye sordu
Azat kızının masum yüzünü görmesiyle iç çekerken, Demir’in yüzü kadrajına girdiği anda burnundan solumuştu. “Ulan babasıyla aynı it herif!” Diyerek kızının yanına doğru adımladı. Ardından Timuçin’in “Aşk olsun Azat’ım it mit ayıp oluyor ama!” Diyen alıngan sesini duymuştu. Yine de umursamadan kızını kucağına almaya çalışmıştı. Sadece çalışmakla kalmıştı. Zira kızı her harekette Demir’e daha çok yapışıyordu. “Kız bırak şu iti. Ben sana daha iyisini bulacağım babam tamam mı bırak hadi. Hem de maviş gözlü olacak.” Yumuşamaya başlayan kollardan kızını alacakken bu defa Demir sıkıca tutmuştu.
“Bizim oğlan kızımıza ayrı düşkün. Bak Azat’ım kızımız bıraksa oğlumuz bırakmıyor.” Diyen Timuçin gördüğü görüntüden memnundu.
Azat sinirle dostuna döndü. “Bana bak Timuçin bir şey de oğluna bıraksın kızımı!” Dedi.
Timuçin başını sallayarak “Bir şey oğlum.” Demesiyle Azat’ta şarteleri atıyordu. “Timuçin ağzını yüzünü seviyorsan düzgün bir şey de!”
Timuçin yine başını sallayarak “Düzgün bir şey.” Dostunun ateş saçan gözleriyle yutkunarak “Oğlum bırak sana başka sarı civviv buluruz. Hatta bizim çok uzaktan akraba sayılan Batuhan’ın kızı Selin’i alırız.” Alayla söylediği her kelimede Azat başını sallayarak onayladı. Velet çocuk kızından ayrılacaksa Selin’le olan düğününü bile o yapardı.
Aynı taktiğin Demir’de de işe yarayacağını düşündüğünden kızını alacakken küçük kollar kızını hiç bırakmamak üzere sıkıca tutmuştu. “Çiçek…” dilinden dökülen sayıklaması sadece çiçeğiydi.
Azat bir an duraksadı. Yüzü bir saniyelik yumuşarken kendini düzeltti. “Azat çocukları Agah’ın odasına götür uyusunlar. Yorma onları hadi.” İtiraz istemeyen karısının sesini duyduğunda iki çocuğu da kucağına aldı. Demir’in yüzüne bakarken “Şanslı it.” Demiş karşılığında “Çiçek.” Diye sayıklama almıştı.
Timuçin onların bu haline gülümserken Melek “Ağabey bizim kız yine almış senin oğlanın eşyasını. Uyanmadan çıkartırım üstünden.” Kızı uyandığında üstünden asla çıkarmazdı.
Timuçin güzel bir gülüşle döndü kız kardeş dediği kadına. “Melek’im ne gerek var? Bizim itin bir çok kıyafeti var boş ver. Hem kızımızla oğlumuzun ne farkı var? Bugün bugün dünür saylılarız.”
Azat, Agah’ın odasına girdiğinde nazikçe çocukları yatağa yatırdı. Kızının anlından öperek çiçek koksunu içine çekerken, Demir’in de anlından öpmüştü. “İyi uykular prensesler.” Daha sonra gidecekken duraksadı, geri dönerek Demir’in kafasına bir tane geçirdi. “Şanslı it!”
O günün sabahı Azat Demir’i gizlice kızının kollarından zorda olsa almış, kendi evine şutlamıştı. Melek ise tişörtü almak için canla başla savaş vermişti. Tabi Asel tişörtü korumakta zorlansa da saklayarak işi çözmüştü.
Demir elinde ne kadar süredir tutuğu tişörtü üzerine geçirecekken kap aniden açıldı. Kafasını şokla kapıdaki kişiye çevirdiğinde Asel’i görmesiyle daha da şaşırdı. Eli istemsiz bir biçimde göğsünü kapatmaya çalıştı.
Asel elindeki yemek tepsisiyle öylece kalmıştı. Gözlerini hızla kırpıştırırken ne yapacağını bilemez haldeydi. “Ben… Yani… istemeden oldu!” Hızla ardına dönecekken “Dur!” Dedi Demir. Elindeki çorba üzerine dökülüp canı yanabilirdi. Elindeki tişörtü sedyenin üzerine bırakarak tepsiyi aldı. Asel’in ona bakmamak için çabalamasına gülümsedi. “Sorun değil bakabilirsin.” Sesindeki tını o kadar narindi ki Demir daha önce hiç kimseyle bu denli narin konuşmamıştı.
Asel duyduğu sesle genç adamın gözlerine çevirdi bakışlarını. Ama o gözlerde bir şey vardı. Tanıdıklık, saklanmış gerçek, masum duygular, açılmış yaralar… Bu adam ona göre çok şey saklıyordu.
”Lütfen tişörtünü giyebilir misin?”
Demir kafasını sallayarak tişörtü giymek için arında dönmüştü. Asel’de elindeki tepsiyi masaya bıraktı.
Demir tam tişörtü üstüne geçirecekken duraksadı. Göz ucuyla Asel’e baktığında ona baktığını görmesiyle “Ah!” Diye acıyla ses çıkardı.
Asel endişeyle yanına geldiğinde “İyi misin? Neren acıyor?” Dedi.
Demir bu endişeden memnun olarak yüzünü buruşturdu. “Kolum biraz acıyor.” Gözlerini yeşil gözlerden ayırmadan dedi.
Asel ne yapacağını düşünürken “Yardım eder misin?” Diye soruyu duymasıyla utanarak başını salladı. Demir sedyeye otururken, Asel tişörtü elinde tutuyordu.
Demir, Asel tişörtü ona nazikçe giydirmeye haşlamasıyla hiç sesini çıkartmadı. “Hangi kolun açıyor?” Diyen sesi duymasıyla hiç düşünmeden “Sol…” demişti.
Asel sol kolu nazikçe tutsa da Demir’in vücuduna bakmıyordu. Sonunda giydirme işi bittiğinde geri çekildi. Bu yüzden Demir huysuz çocuk gibi baktı. Ne diye biraz daha yakınında niye durmuyordu ki? “Hay ben bu işi!” Diye kendi kendine söylendi.
”Bir şey mi söyledin?” Diyen sesle başını olmumsuz anlamda salladı. “Hadi yemeğinizi yeseniz iyi olur. Asaf albay göndermiş.”
Demir önüne konan yemeğe baktı. Bu durumu kullanabilirdi. “Kolumu kullanamıyorum. Yemesem daha iyi.” Sahte bir üzüntüyle söylediği şey Asel’in “Solak mısın?” Diye sormasına sebep oldu.
Demir sağ elini kullanmasına rağmen başını salladı. Asel sandalyelerden birini sedyenin önüne çekerek oturdu. Ama bu defa sandalye ve sedyenin boyu uymuyordu. Demir tam ortada oturduğunda kenara kaydı. “Buraya oturabilirsin.”
Asel kararsız kalsa da başını sallayarak oturdu. Çorba kasesine kaşığı daldırdı, alışkanlık olarak çorbaya üfledi ve Demir’e uzattı. “Hadi ye.”
Demir o an şaşkınca baktı. İstediği buydu ama yine de yapacağını düşünmemişti. Asel ise durumu yanlış anladı. “Eğer üfledim diyeyse özür dilerim ben alışkanlıktan yapmıştım.”
Demir yanlış anlaşıldığını anlar anlamaz kaşığın içindeki yeşil sıvıyı içti. Ağzındaki tat yavaştan gelmeye başladığında gözleri büyüdü. Bu çorba brokoli çorbasıydı! Ve Demir’in en nefret ettiği çorbalar arasındaydı! Yemek pek seçmez ama bu tarz sebzelerden nefret ederdi. Mümkünse hiç yemezdi. Ağzında dolaştırdığı çorbayı yutmak istemese de ona büyük yeşil gözlerle bakan çiçeği tükürmesine engel oluyordu. Zorlukla çorbayı yutmasıyla Asel çorbayı içirmeye devam etti. “Yorulmasaydın, ben içerdim.” Yalan. Asla içmezdi tabi çiçeği içirmediği sürece.
Asel olumsuzca başını salladı. “Yorulmam iç hadi.”
Demir genç kadının tek bir bakışıyla dize gelirken sözleri nasıl etkilemesin? Çorbayı sakince içtiğinde artık Asel’in gitme zamanı gelmişti. Ama Asel gitmeden önce “Bu brokoli çorbasını seviyor musun?”
Demir ne sorduğunu bile anlamadan “Çok seviyorum.” İçe çekerek “Çok…” Demişti.
Asel başını salladı “Pekala o halde sabah aynı çorbayı isteyeceğim.” Bir an duraksadı. “Ama kim brokoli çorbasını sever ki?” Yüzünü buruşturmadan edemedi.
Demir sonunda dediğini anladığında çok geçti. “İyi geceler.” Diyen sesle sadece baka kalmıştı. Ne diye seviyorum dedi ki? Birkaç saate gün doğacaktı. Asaf albay iyiliğine gönderdiği yemeği bile en sevmediği yemek olarak göndermişti. “Ulan. Herkes mi düşman.” Diye söylenirken yerde parıldayan bir şey dikkatini çekti. Hızla sedyeden kalkarken Agah’ın vurduğu yerlerde hafif ağrı hissetmişti. Yine de umursamadan yerdeki eşyaya yaklaştı, önünde diz çöktü. “Bu…” Bu o bileklikti! Hızla bilekliği eline alarak çömdüğü yerden kalktı. Kapının aniden açılma sesiyle de bilekliği cebine attı.
İçeriye doktor önlüklü genç bir adam girmişti. “Çok pardon yanlış odaya geldim.” Diyerek çıkıp gitti.
Demir bu durumu umursamayarak sedyeye uzandı. Elindeki bileklik bakarak gülümsedi. Acaba çiçeği büyüdüğü için mi onu tanımamıştı? Büyük bir ihtimalle öyleydi. Yoksa onu unuttuğunu sanmıyordu. Hele de bu bilekliği takıyorken…
Ne kadar süre o bilekliğe baktı bilinmez ama sonunda uyku gözlerini kapatmasını sağlamıştı…
Gün aymaya başlarken yeni umutlar genç adam için doğuyordu sanki. Ya da soğuk bir sürahi suyla uyanarak günün kötü geçeceğinin habercisiydi. Anlaşılan o umutlarında üstüne su içmesi gerekemeyecek ihtiyacı yeterince giderilmiş olmuştu.
Demir üzerine atılan suyla aniden kalktı. Ne olduğunu anlayamazken derin nefesler alıyordu. Gözlerini bunun kimin yaptığını bakmak için çevirdiğinde kollarını birbirine dolamış Agah Demirhan’ı görmek ona da sürpriz olmuştu. “Oo asker, komutanını ayağına kadar getiriyorsun?” Başta altla başlayan cümle “Kalk lan ayağa!” Diye sert bir tepkiyle bitmesiyle Demir aniden yerinden kalkmış esas duruşa geçmişti. Zira karşısındaki onun üstüydü. Sözünden çıkıpta ceza almaya pekte niyetli değildi.
”Dün iyi dinlenmişsindir umarım bugün seni yorucu bir gün bekliyor.”
Demir düz bakışlarla bakarken sadece dinliyordu ki kapıdan gülümseyerek giren çiçeğiyle dikkati dağıldı, hülyalı bakışlarla bakmaya başladı. Agah bunu fark ettiğinde keskin bakışları Demir’in üzerindeydi.
”Günaydın! En sevdiğin çorbayı getirdim sana.” Diye neşeli sesle konuşan kadına bir hülyalı, diğeri kaşları çatık baktı.
Agah huysuzca yerinde kımıldadı, kız kardeşine yaklaştı. “Güzelim niye kendini yoruyorsun? O iyileşti artık kendi gider yer yemeğini bebek değil ya? Antrenman bile yapar o.” Demir’e baktı yandan “Değil mi üsteğmenim?”
Elindeki bilekliği gizliden cebe atarken kendisini mağdur göstermeliydi. Demir iç çekerek “Kolum biraz ağrıyor aslında komutanım.” Dedi.
Asel ağabeyine kızgın gözlerle baktı. “Ağabey olur mu öyle? Hasta birini zorlayamazsın.” Diyerek ağabeyinin yanından ayrıldı.
Agah suçlunun bir anda kendisi olmasına şaşırmıştı. Demir’e dönerek “Sena sonra soracağım.” Dedi dişlerinin arasından.
Demir sertçe yutkundu. Bu adam onu çiğ çiğ yerdi. Bakışları güneşinin gülümseyen yüzüne çevrildi daha sonra çorbaya. “Brokoli çorbası mı?”
Asel gülümseyerek başını salladı. “Evet sen çok seviyorsun ya. Öyle söylemiştin?”
Demir midesinin ağzına geldiğini hissedecek gibi oldu. “Ya, bayılırım…”Nefret ederdi…
“Kolun daha iyiyse yiyebilir misin?” Diye soran sesle kolunu tutu hemen. “Aslında hâlâ daha canım çok yanıyor. Geçmedi sanırım.” Dedi. Fırsatı kaçırmaya niyeti yoktu.
“Sana bir krem vereceğim o koluna iyi gelir. Hadi geç yemeğini yedirelim.” Dedi Asel.
Agah şokla kız kardeşine baktı. “Sen mi yedireceksin? Bebek mi Güneş’im bu adam? Yarın birgün evlenecek yaşa gelmiş. Bırak kendi yesin.”
Doğru demişti Agah. Evlenecek yaşa gelmişti. Ne yapsaydı çiçeğini omzuna atıp kaçırsa mıydı? Çiçeği Karadeniz’i çok severdi düğünü de orada yaparlardı. O bunları düşünerek derin iç çekerken, Asel ağabeyine döndü “Ağabey solakmış yiyemiyor ki.” Derken Demir kendini toparladı. “Yok tamam ben yerim.” Asel’in elindeki tepsiden sağ eliyle yalandan sanki döküyor gibi yemeye çalıştı. “Gördün mü ağabey!” Diye kızan sesi duymasıyla gülümsedi. Eğer bu ilgi için pembe yalanlar söyleyecekse söylerdi. Sonuçta çiçeğinin ilgisi her şeye değerdi.
Agah, Demir’in halini çoktan çözmüştü. Hızla kız kardeşinin elindeki tepsiyi aldı. “Tamam Güneş’im ben yediririm sen Koray’ın yanına git bakalım uyanmışı mı.”
Asel başını sallayarak gülümserken ağabeyinin yanağından öptü. “Merhametli ağabeyim benim! Askerine hiç kıyamıyor.” Gözleri parıldayarak söylediği sözler sonrasından odadan çıkmıştı.
Agah kız kardeşinin onu yanağından öpmesiyle hülyalı bir gülümseme sundu. Yıllar geçse bile hala aynı tepkiyi vermeden edemiyordu. Bakışları ona kıskançlıkla bakan Demir’e döndüğünde “Merhametliyim değil mi asker?”
Demir çiçeğinin bir öpücüğünü bırakın gülümsemesine muhtaçken Agah’ın o öpücüğü kapmasını kıskanmıştı. Daha sonra sorduğu soruya ise mecburiyetten “Öylesiniz komutanım.” Dedi.
Agah bunu duymasıyla gülümsedi. “Otur bakalım asker. Madem kolun kötü içirelim çorbamızı.” Sandalyelerden birini göstermişti.
Demir hızla itiraz etti. “Yok komutanım ben içerim.” Dese de Agah “Kolun kötüydü ya. Olmaz öğle sonra kız kardeşim üzülür.” Agah’ın bu kızı kıllanması Demir’i gafil avlamıştı. Mecburiyetten kabul ederek oturdu. “O üzülmesin yeter.” Demişti.
Agah kıskançlık dolan içini görmezden geldi. Demir’in oturmasıyla öndeki sehpaya oturdu, çorbaya kaşığı daldırıdı ve çıkardı. Birkaç kez bunu tekrarladı. Ama amacı soğutmak değildi. Kız kardeşi eğer sıcak içirdin mi diye sorarsa hayır diyebilmek içindi. Sonra Demir’e uzattı. “Aç ağzını minik bebek.”
”Komutanım ayıp oluyor ama…” daha sözünü tamamlayamadan sıcak çorba ağzını yakacak derecede şekilde dudaklarından içeri girdi. Komutanın bakışları “Yut onu.” Demesi yüzünden sertçe yutkundu. Brokolinin o kötü tadını hissederken kusmak istemişti.
Agah durmadı, defalarca kez aynı şeyi yaptı. Demir’in çaresiz bakışlarını bile umursamadı. Aksine bu durum onu mutlu ediyordu. Sonuda çorbanın son kaşığını dudaklarına verdiğinde kaşığı nerdeyse gırtlağına kadar sokmuştu. Bunun üzerine demir sertçe öksürmeye başladı. Agah sahte bir endişeyle sırtına vurdu. “Ne oldu boğazına mı kaçtı asker?”
Demir ters bakışlarınınını yönelterek su istediğini belirtti. Lakin tüm suyu onun üzerine döken Agah yüzünden bir damla su yoktu odada.
Sonunda öksürükleri bittiğinde kendini daha iyi hissediyordu. Agah bunu fark ettiğinde geri çekilerek “Git üniformanı giy gel hemen asker!” Diyerek odadan ayrıldı.
*
Arsen yanında uyuklayan Mert’e baktı. Resmen onunla uyumak zorunda kalmıştı. Üstelik sedyenin küçüklüğünden dolayı oldukça iç içerlerdi. Şu an bulundukları oda yeni tanıştıkları henüz sadece adını bildikleri doktorun odasıydı. Gece onların burada kalmalarının sorun olmadığını söylemişlerdi. Ağabeyi ise Güneş’iyle Mert’in odasında kalmışlardı.
Ağabeyin yerinde olmak isterdi. Ama ona kala kala ağzına nasıl becerdiğini bilmediği halde ayağını sokmaya çalışan bir adet mert kalmıştı. O sıfır bacak açmayı nasıl becermişti? Buda yetmiyor gibi arada bir onu gayet güzel yaklaşıyordu. Hayır kötü anlamda düşünmeyin demek istense de gayet kötü anlamdaydı!
Siyah çoraplı ayak tekrar görüş açısına girdiğinde sinirli bir soluk aldı. Hızla o ayağı ittirerek geri çekilmeye çalıştı ama bu defa Mert onun üzerine tamamen çıkarak “Of afet ya…” demesiyle kapının açılması bir oldu. Bakışları hemen kapıya dönereken ikizinin şaşkın yüzüyle karşılaştı. “Ay çok pardon devam edin siz!” Diyerek kaçan ikiziyle daha da delirdi Arsen! Konuşmak için uğraşacakken düzgün konuşamadığını hatırlayarak susutu. Ve onu yanağından öpen Mert'le üstünden yete attı. Hayır sedyenin boş yerine değil gerçekten yere attı. Acıyla bağıran Mert’i duysa da uyuma numarası yapmaya başladı.
Mert yerde acıyla uyanmıştı. En son sarışın bir afetleydi. Şimdi ise yerde. Revamıydı be ona bu! Gözlerini uyumaya devam edem Arsen’e kaydı. “Şuna bak biz acıyla kıvranalım beyfendi kıçını bir tarafa dönsün yatsın!” Sinirle söylenerek yerden kalktı. “Ay aman aman. Ölüyorum kız Naciye bakanım da yok.” Söylene söylene odada bulunan lavaboya doğru gitti.
Arsen, Mert’in gitmesiyle yerinden kalktı. Gidip ikiziyle konuşmalıydı. Bu Mert’in yaptığının doğrusunu anlatmalıydı.
*
Demir revirden çıkıştığında aklında sadece kimseye görünmeden odasına gitmek vardı. Üniforma işini nasıl halledecek bilmiyordu ama çözecekti bir şekilde.
”Ulan düştüğüm duruma bak!”
Adımları seri bir şekilde odasının önüne geldiğinde koridorda gördüğü çiçeğiyle hızla yönü değiştirdi. “Hay şansıma!” Şapşal bir gülümsemeye iç çekti. “Kaderimsin be çiçeğim…”
“Beyfendi iyi misiniz?” Diye duyduğu endişeli sesle gülümsesi genişledi. “Sen sorsan iyi olmaz mıyım be çiçeğim.” Diye tekrar iç çekerken “Efendim?” Diyen sesle kendini toparlayarak ona döndü. “İyiyim doktor hanım.”
Asel gülümseyerek başını salladı. “Yine de” burnunu gösterdi gözleriyle “Burnunuza iyi bakın derim.” Dedi.
Demir içinden Agah’a ait güzel sevgi sözcüklerinden onlarcasını söylüyordu. “Tabi… Yani bakarım. Evet evet burnuma iyi bakarım.” Derken burnuna elini götürdü.
Asel karşısındaki adama ağabeyine vurduğu için sinirli olması gerekirken bu tuhaf halleri komiğine gidiyordu. “Tamam siz burnunuza bakın bende hastalarıma.” Diyerek uzaklaşmaya başladığında “Keşke yakınındaki hastana da bakarsan.” Diye iç çeken bir Demir bırakmıştı.
Agah koridorda dikilen Demir’in omzuna elini sertçe koydu. “Sana hazırlan demedim mi ben asel!” Diyen sesle kendine geldi. “Evet komutanım!”
“Daha niye buradasın askere o zaman?” Gözlerini kısmış sebebini arıyordu Agah.
“Komutanım üniformam yok biliyorsunuz ki.” Diye söyledi. Zira kız kardeşinize takıldı yüreğim diyemezdi Demir. En azından şimdilik. Ah bir çiçeği onu kabul etsin duyuracaktı herkese.
Agah durumu anlayarak “Gel benimle.” Diyerek takip etmesini işaret verdi.
Demir hızla ona söyleneni yapmaya başladı. Kısa bir süre yürüdüklerinde yeni bir odanın önünde durdular. Agah sol tarafa döndüğünde Demir’in gözü isimliğe kaydı. ‘Demir Ege Soylu.’ Yazan isimlik Demir’in yeni başlangıçlarının başladığını gösteriyordu.
”Geç hadi üniforman içerde.” Diyen sesle isimlikten gözlerini aldı, içeri girdi. Odaya girdiği ilk anda çiçek kokusu doluşsa da Demir bu kokuyu net alamıyordu burnu yüzünden. Yine de içeriye göz gezdirdiğinde her bir eşyanın gri, mavi, beyaz tonlarında döşendiğini gördü. Normalde siyah, kahve tonları gibi koyu renkler olurdu odalar. Ama bu oda Demir için en güzel odaydı. Sevdiğinin tüm sevdiği renklerden biraz olan bir oda…
”Bahçeye çabuk gelmezsen senin zararına olur asker.” Diyen sert sesle Agah ve ardından kapı kapanma sesi kulaklarına doluştu.
Demir hızla odada bulunan dolaba ilerledi. İçerisini açtığında ütülenmiş üniformaya gözleri dolu dolu baktı. “Sonunda hakkettiğimiz üniforma.” İsimlik yerinde kendi adını görmek onun için paha biçilemezdi. Sol tarafında Türk bayrağı tam kalbinin üzerindeydi. İşte Türk askeri üniforması en mükemmeliydi.
Hızla asklığından çıkartarak kendi üzerine geçirmeye başladı. Dakikalar sonra üniforma tam olarak üzerine oturmuştu. Boy aynasının önüne geldiğinde üstünde Türk askeri üniforması, siyah saçları dağılmış, uzun boylu yakışıklı bir adam vardı. Eli saçlarını düzeltmeye başladığında duraksadı. Çiçeği dağınık saçlarını severdi. Ama çiçeği saçları kendisi dağıtmayı da severdi. Şimdi böyle bir şansı olmadığından kendisi dağınık bıraktı. Zamanı geldiğinde o da olacaktı.
Hazırlanması bitiğinde eşyalarını alarak yeni odasından çıktı. Bu odayı daha sonra detaylıca inceleyecekti. Ama şimdi gitmesi gerekiyordu yoksa Agah komutanı hiç iyi şeyler düşünmüyordu onun için.
Bahçeye çıktığında ölüm timi hariç birkaç asker daha vardı. Hızla yanlarına geldiğinde askerlerin önünde duran Agah’ın yanında durdu.
”Beni iyi dinleyin asker! Bu gördüğünüz üsteğmen artık yeni tim komutanınız.” Diyerek Demir’i gösterdi.
Demir elleri ardında sırasının gelmesini bekliyordu.
Kerem kaşlarını çattı “Aslan komutanım ne olacak Agah komutanım?” Diye sordu. Gerçi Aslan komutan gittiyse umursayacak değildi. Deccal gibi komutandı gitse daha iyiydi.
“Aslan komutanız şu an başka bir işi çıktı. Devamlı komutanınız artık Demir komutanız.”
Serdar “Komutanım olur mu hiç öyle şey? Timi kuran komutanımız Aslan komutanımızken nasıl olacak?” Diye sordu.
“Sözümün üstüne söz mü söylüyorsun sen asker?” Agah sözünün üstüne söz söylenmesini sevmezdi. Keskin gözlerini Serdar’dan ayırmıyordu.
Serdar mahcup bir ifadeyle. “Estafurullah komutanım.”
Alisa bu durumdan memnun olanlardan sayılabilirdi. Zira Aslan komutanın iyi biri olduğunu düşünse de çok katı olduğunun farkındaydı. Üstelik doktora hiç iyi davranamıyordu. Şu an tek düşüncesi yeni komutanlarının iyi biri olmasıydı.
Baran karışık düşünüyordu. Bu işin içinde kesinlikle bir şey olduğuna adı kadar emindi. Sevilay ise Baran’la aynı düşüncedeydi.
Mustafa kesinlikle en mutlusuydu. Azat albaya verdiği sözü rahatlıkla tutabilirdi. Üstelik Agah komutanı da buradaydı. Bu işin içinde bir iş olsa bile pek umursamayacağı kesin gibiydi.
Tuğrul şaşkındı. Böyle bir şey beklemiyordu. Ama komutanına bir şey demeyi de düşünmüyordu. Emir emirdir ona göre.
Erdem şaşkındı. Bu durum hiç hoşuna gitmemişti ama rütbesi en düşüklerden olarak sessiz kalmak zorundaydı.
Kaya ise Demir’e gülümseyerek bakıyordu. İşte asıl dostunun zamanı gelmişti.
”Kendini tanıt asker!” Diye yüksek sesle bağıran Agah’la Demir esas duruşa geçti.
”Üsteğmen Demir Ege Soylu Rize emret komutanım!”
Demir’i uzaktan gülümseyerek izleyen genç iki kadın vardı. Bir Demir’in en değerli çiçeği, diğeri ise henüz doğru dürtüsü tanınmadıkları kendisini doktor diyen Emine’ydi.
Demir’in işi bundan sonra zordu. İki kadın arasında kalmayacaktı bu kesindi. Onun tek yolu çiçeğiydi. Ama çiçeğine yaklaşması da kolay olmayacaktı üstelik zorluklarda peşini bırakmazken.
“Sevdim bir kere, başkasına bırakmam.
Gördüm bir kere, başkasına baktırmam.
Yüreğimin en derininde yerini almışken,
Bir başkasının tek saç teline bile izin vermem…”
Bölüm sonu.
Bazı soru işaretlerin giderildiğini ve yeni soru işaretlerinin de geldiğini düşünüyorum. Yanılıyor muyum?
Düşüncelerinizi alalım lütfen?
Demir Ege’nin mesleği askermiş :). Ne düşünüyorsunuz?
Demir?
Agah?
Demir ve Agah’ın sahneleri?
Demir ve Asel’in sahneleri?
Arsen ve Mert’in sahneleri?
Ölüm Timi?
Emine?
Yazım dili?
Hikaye gidişatı?
Erken yayınlandığından gün içinde öne çıkarmalar yapacağım. Haber vermemin sebebi bölüm sanmayın lütfen. Ve yorumlarınıza öğlene kadar dönmeye çalışacağım.
Güneşli günler dilerim…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 85.16k Okunma |
6.1k Oy |
0 Takip |
57 Bölümlü Kitap |