
Demir oturduğu soğuk taştan kalktı. Adımlarını bu defa merdivenlere yönlendirdi. Odasını hâlâ görmemişti ve daha sadece üstünü değiştirmiş çıkmıştı. Uyku sanki ona uğramayacak gibi geldiğinden bahçede temiz hava almak istemişti. Günlü isterdi ki sevdasının yanında alsın o temiz havayı ama maalesef.
Tam odasının önüne doğru giderken bakışları çatı katına çıkan merdivene kaydı. Başını sağa sola salladı. Bunu yapamazdı. Agah o kadar müsama göstermişken bunu yapmamalıydı. Ama gözleri bu defa açık kapıya kaydı. Agah yüz üstü yatmış uyuyordu. Dayanamadı. Nasıl dayansındı? O yüzden adımlarını hızla yukarıya çıkardı. Odanın önüne geldiğinde içeriye girdi.
Gökyüzü yıldızlarla çevrilmiş, ay en tepede ışığıyla aydınlatmıştı etrafı. Oda da bundan nasibini almıştı.
Yatakta uyuyan sevdiğin yanına sessizce ulaştı. Öylece durdu baş ucunda. Sonra bir dizini kırarak yere sabitledi. Önünde eğildi kadının kapalı göz kapaklarına baktı. Bir kadını uyurken yaklaşmak olmazdı. Demir için değil tüm adamlık içim tersti. Ama dayanamadı. Titreyen eli şimdi kumral olan eskiden sarı olan saçlara gitti. Nazikçe sevdi. Arabada saçlarını severken yanlışlıkla canını yaktığını hatırladığında bir tur daha saydırdı kendisine. Sonra o saç telini elinde tutarak dudaklarına yasladı, kokusunu içine çekerek öptü. Eski günlerdeki gibi.
Dilinden “Ay ışığı karanlık denizleri aydınlatır; gözlerinin mavisi beni o denizlere çeker. Ve o yansımada sen ve ben birleşiriz.”
Şiir gibi bir adamdı; şair olansa sevdiğiydi. Onun dizeleri dilinden dökülürken, aslında yazan kalem değil, sevdiğinin yüreğinde atan kendi yüreğiydi.
Usulca kalktı yerinden, ama kalkmadan önce sevdiğinin kulağına “Zaman bize kötü davrandı çiçeğim. Ama sana Eye sözü veriyorum ki.” Bir eli kendi kalbine, bir eli sevdasının kalbine kondu. “Bu iki yürek bir olduğu müddetçe değil zaman bize karşı olan her engeli aşacağım. Sonunda sen olduğun her engeli.”
Ardını zorlukla dönüp gitti.
Giderken ise kendi yüreğini almadan, sevdasının yüreği kendisinde olmadan gitti. Ama vakti geldiğinde sevdasının yüreği de hep onunla olacaktı.
Asel Demirhan’ın Anlatımıyla…
Gözlerimin üstüne vuran güneş ışığıyla rahatsızca yerimden kıpırdamak istemiştim. Ama ne mümkün? Sanki üzerimde tonlarca ağırlık vardı. Hafifçe kıpırdanmayı başardığımda üç farklı homurtu duymuştum. Bir dakika! Üç farklı homurtu mu? Ben en son ağabeyimle uyumuştum. Kaya ve Demir de mi geldi yoksa? Artık şaşırmazdım…
Gözlerimi zorlukla açtığımda kumral saçlar girdi gözlerime. Başımı yana çevirdiğimde büyük bir kol gördüm. Aynı zamanda o kolda da kumral saçlar vardı. Ama kumralın önünde bir kumral saçları daha vardı.
Neler oluyordu?
”Ağabey.” Çaresizce ağabeyime seslenmeye çalışsam da kuru boğazım izin vermiyordu.
Bu ağırlık çok fazlaydı. Üçü de üstüme doğru uyumuş resmen!
Yoksa Demir miydi biri? Hayır onun saçları siyahdı. Kaya? O da olamaz çünkü onun saçları da farklıydı.
O zaman biri ikizim, biri ağabeyimse üçüncü kişi kim olabilir?
Bir kez daha ağabeyime seslenecekken kuru boğazımla birkaç kez öksürmüştüm. İşte o an sanki üçü birden uyanmıştı. Bilseydim baştan öksürürdüm.
Hepsinin biranda kalkmasıyla ağırlık yok olmuş ve iyi de olmuştu. Resmen uyuşmuşum. Masamın yanında ağzı örtülü suyu hızla içirdi ağabeyim.
Ben öksürükler arasında zorlukla suyu içerken onlar endişeyle bakıyordu.
”İyi misin küçüğüm?” Diyen ağabeyimin endişeli sesiyle son yudumu içerek ona baktım. “İyiyim ağabey.” İyi olduğumu söylediğim anda üçünden de bariz bir rahatlama oluştu. Çok tetikteydiler. Sanki her an bana bir şey olacak gibi…
“Her yerimi de uyuşturmuşun kızım. İnsan biraz düzgün yatardı. Çıkmışsın tepeme.” Diye kolunu ovlayan Mert’e baktım.
”Bana bak Mert! Senin burada ne işin var? Ve asıl siz beni mahvettiniz. Kolumu bacağımı karıncalanmaktan kımıldatamıyorum.”
Ben bunları dediğim anda ikizim ve ağabeyim kolumla bacağıma masaj yapmaya başlamışlardı. Ah işte şimdi oldu.
Mert ise “İftira bunlar hep. Ben masumca uyudum. Ama madem öyle gidiyorum buradan midemin götürdüğü yere.” Diyerek kolunu ovalayarak çıktı.
Başımdan öpen kişiyle ona döndü bakışlarım. “Geçti mi karıncalanman Güneş’im?” Diyen ağabeyime gülümsedim.
Usulca başımı sallarken “Geçti ağabeylerin canı!” Diyip yanağına sert bir öpücük kondurdum.
İkizimin homurtularını duyduğumda ise aynı şeyi ona da yaptım. Ah şimdi iki koca adam çocuk gibi gülümsüyordu.
”Hadi artık çıkın odamdan da üstümü değiştireyim.” Diyerek onları kovmaya başlamamla “İkizini kovuyor musun?” Diye sorması bir oldu can yarımın.
Onu başımı sallayarak onayladım. “Eğer gitmezseniz yüzünüze her an maske yapabilirim.”
Bu tehdit pek işe yaramamıştı. Zira bu olayı kaç kez yaşadığımızdan maskelere alışıklardı. Onlar gitmemek için maskeye bile katlanırdı hep.
Ağabeyim yüzüne dokunarak “İyi olur aslında uzun zamandır yapmıyorduk.” Demesiyle ikizimde onaylayınca ben onları sırtlarından iterek odadan attım. “Üstümü değiştireceğim gitmeniz gerek!”
Kapıyı suratlarına kapattığımda ağabeyimin ”Ne giyeceğini biz seçebilirdik!” Diye bağıran sesini işitsem de umursamadım.
Güzel bir şeyler giymek için dolaba yöneldim. Açtığım anda oldukça güzel kıyafetler beni karşılamıştı. Aslan komutanın baskısız tek renk kıyafetlerinden sonra cennetti resmen burası!
Göbeğime kadar çıkan beyaz renk pantolon. Omuzları açık siyah ama şık bir kazak. Ve pantolonum için siyah gold deseni olan bir kemer. Mükemmel bir kombin!
Eğer elbise sevmiyorsanız çeşitleriniz azalır. Ama yapacak bir şey yoktu. Giydiğimde rahat edemediğim elbiseleri istemediğim zaman giymezdim.
Annemler yüzünden biraz alışmıştım gerçi.
Kıyafetlerimi yatağıma bıraktıktan sonra lavabonun yolunu tutum. Odamda veya bu katta yoktu. Ve benim yüzümü yıkayıp saçlarımı yapmam gerekiyordu. Ayrıca hızlıca kimseye yakalanmadan giyinmeliydim.
Bir kat aşağı indiğimde tüm odaların burada olduğunu gördüm. Bu evde bu kat olarak altı oda vardı. En azından kapı sayısı öyleydi. Artı olarak bir de lavabo vardı. Bu kadar çok oda olmasının sebebi odaların çok büyük olmadığını düşündürtmüştü.
Lavabonun önüne geldiğimde önce kapıyı tıklattım. Belki biri vardır diye. Bu kötü halimle birinin görmemesi için hızlı olmalıydım. “Dolu!” Diyen ses Mert’e aitti. Bu çocuk inada girmediyse bir şey bilmiyorum.
”Mert çabuk çık artık!”
”Aradığınız Mert’e şu an ulaşılamıyor. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz!” Ardından bir anda “İsmin ne dedi şöyleyi verdin müstesna müstesna!” Söylemeye başlamasıyla sinirden tepinmeme az kalmıştı.
Hayır ağabeyim ve ikizime yakalanmakta sorun yoktu ama Kaya ve Demir sorundu!
”Mert lütfen çık!”
O ise beni takmadan devam etti. “Bunu intikam olarak düşünebilirsiniz Asel hanım!” Diyerek iletişimi kesti.
Kapının açılıp kapanma sesiyle olduğum yerde durdum. Ah hayır!
“Asel Hanım?” Diyen kalın ses Demir’e aitti.
Hayır, hayır en son yakalanmak istediğime yakalanmıştım! Saçlarım birbirine karışmış, üzerindeki yeşil renk şortlu gömlekli pijamam kırış kırıştı. Yüzümden bahsetmek bile istemiyordum.
”Demir?” Korkarak adını söylerken o büyük adımlarıyla yanıma geldi. “Neden güzel yüzünü saklıyorsun?” Sorduğu soruya cevaben; Şişmiş yüzümü görme demek yerine “Yeni uyandım. Sence de abartmıyor musun?” Diye mırıldanmıştım.
Ondan başka bir şey duymazken gidecek sanmıştım kibir el çenemden tutarken diğer el saçlarımı yüzümden çekti. “Yeni uyanan bir insanın bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum. Sanki güneşi kendinle getirmişsin.”
Kalbim maratona çıkmış gibi atarken dilim tutulmuş gibiydi. Tek bir kelime tek bir harf bile edemez durumdaydım.
Lavabo kapısının sertçe açılmasıyla ondan uzaklaştım. O ise elini yumruk yaparak aşağı indirmişti. Ağzında geveleyerek bir şeyler söylemişti. “Ben böyle şansın içine…”
Ben hızla lavaboya girerken Mert’i ittirmiştim. “Sonunda Mert Beyler çıktınız!”
”Ah! Kızım ne ittiriyorsun be!”
Yazar Anlatımıyla…
Demir hızla lavaboya giren sevdiğinin ardından bakakalmıştı.
Mert ise duvara yapışmış öylece durmuştu. Zalim kadın fena ittirmişti. Deyim yerinde sülük gibi yapışmıştı. Ama bakışları Asel’in ardından kapattığı kapıya bakan adama döndüğünde hızla toparlandı. Şimdi karizmayı çizmeyemeliydi. “Oo Demir Bey günaydınlar efendim.” Bu adamla uğraşmazsa olmazdı.
Demir duyduğu sesle gözü seğirerek genç adama döndü. Bu adam sinirini bozuyordu. “Mert.”
“Efendim Demir’cik bey?”
Demir psikopatça bir gülüşle kapladı yüzünü. Adımını sakince Mert’e doğru attı.
Mert üzerine gelen adamla dik durdu. Korkmuyordu. Tek kaşını kaldırdı, sakince karşısındaki adamın yaklaşmasına izin verdi.
Demir bir adım mesafe kala durdu. Gülümsemesi eksilmezken “Sana en son benimle uğraşana ne olduğunu anlatmış mıydım?” Mert ona ne dediğini anlamayarak baktığında “Bak Mert. Senin benimle uğraşman umrumda değil. Ama tek bir şey yaparsan…” Mert’in yakalarını düzeltir gibi yaptı “Çiçeğimle arama girersen seni Hakkari’de ibreti alem olsun diye topuğundan vururum.” Sözlerinde ciddiydi. Kim olursa olsun çiçeğiyle araya gireni vurmaktan çekinmezdi.
Taki Asel onu engleyene kadar…
Mert adamın gözlerindeki ciddiyeti gördüğünde yutkundu. Korkudan ziyade bu adamın sıkıntılı olduğunu düşünmeye başlamıştı.
Ona karşılık vermek istediği sırada hızla kapı açılma sesini işitmişlerdi. İkilinin kafaları aynı anda lavaboya dönerken onlara şaşkınca bakan Asel’le karşılaştılar.
Asel gördüğü manzaraya şaşkınca bakmayı bırakarak gözlerni eliyle kapattı. “Ben bir şey görmedim siz devam edin lütfen!” Kenardan hızla uzaklaşmaya başlamıştı.
İkili şaşkınlığını birbirine bakarak atlattığında Demir bir küfür savurudu. Bu kaçıncıydı artık! “Tek bir kelime duymayacağım.” Dişlerini sıkarak söylediği kelimelerle uzaklaştı. Mert ise önden giden Demir’i baştan sona inceledi. “Arkası sıkıymış.” Diye mırıldandı.
Asel utançtan yüzü kızarırken odasına gelmişti. Resmen Mert ve Demir’i uygunsuz bir şekilde görmüştü. Sanki Demir her an Mert’i öpecek gibiydi. Mert’in yüzünü söylemek bile istemiyordu.
Yatağının üstündeki kıyafetleri tek tek giymeye başlarken aklı Demir’in ona söylediği kelimelerdeydi. Etkilenmişti. Ama bu çok yanlıştı. Ve ona göre sadece o anlık bir etkilenmeydi. Kimsenin duygularıyla da bu yüzden oynamaya gerek yoktu. Telefonun sesiyle bakışlarını yatağının üzerindeki telefonuna kaydı.
Arayan kişinin Azat babası olduğunu görmesiyle gülümsemesi büyüdü. Hızla telefonu açtığında “Prensesim.” Diyen kalın ama iç ısıtan nahiflikte erkek sesi duyuldu.
“Azat’cığım?” Diyerek cevap veren kızıyla içi gider gibi nefes çekti. “Azat’cığın sana ölsün kızım.”
Asel bu sözlerle kaçlarını çattı. “Ama bunu konuşmuştuk. Bu sözler yok tamam mı?”
Azat kızının tatlı kızışıyla gülümsedi. “Nasıl isterseniz hanımefendi. Neler yapıyormuş benim kızım?” Diye sordu.
Asel aynanın karşısına geçerek üstünü düzeltirken cevapladı. “Kahvaltı edeceğiz.”
Azat önündeki kâğıtları öylesine oynarken “Sadece ağabeyin ve kardeşlerin mi var güzelim?” Sordu. Mert’te artık kardeşleri oluştu çocukların. Onların ise evlatları. Mustafa’nın olup olmadığını merak ederek sormuştu.
“Ağabeyimin arkadaşı ve onun arkadaşı var-“
”Azat sen nasıl bensiz kızımla konuşursun?!” Diyen ses sertçe açılan kapı sesinden sonra duyuldu.
Azat, Murat’ı görmesiyle göz devirdi. “Bir kez rahatça kızımla konuşmak istiyorum Murat.”
Murat bu dediğine kaşlarını çattı. “Tek senin kızın mı Azat?”
Azat, Murat’ın dediklerine “Dokuz ayda karnımda taşıdım de Murat.” Demesiyle Murat “Olsa taşırdım. Sonrada kızımı sana göstertmezdim.”
“O benimde kızım!”” Dedi sinirle Azat.
Murat omuz silkerek “Taşısaydın o zaman dokuz ay karnında.”
Azat hiç düşünmeden “Taşırım!” Dediğinde Asel gülmekten gözlerini yaşarttı. Şu an bu saçma konuşmanın nereye gideceğini bilmese de onların bu halini seviyordu.
İkili kahkaha sesini duyduklarında duraksadılar. İlk birkaç saniye kızlarının kahkahasını dinlediler. Çok özlemişlerdi kızlarını. Geçen gün yaşanan olay akılarına geldiklerinde yine sinirlendiler. Agah’ın Alpaslan’a fotoğraf atması ortalığı ayağa kaldırmıştı. Tüm erkekler toplanıp gitme kararı verselerde kadınlar onları engellemişti. Keşke kadınlar işe gittiği vakit evden kaçsalardı.
Ama işin kötü yanı Timuçin kaçamazdı. Eşi çalışmadığından onu gözünün önünden ayırmamıştı. Hal böyle olunca Timuçin onları ele vermekten çekinmezdi.
”Baba çocuklaşmasanız mı?” Kendisini duyduğunu düşündüğü Murat babasına seslenmişti.
Azat’ın bir an kalbi hızlansa da kızının kime seslendiğini bildiğinden sertçe yutkunmak zorunda kalmıştı. Murat, Azat’ın üzüldüğünü fark ettiğinde “Kızım sen bize bakma. Siz iyi misiniz orada? Var mı bir şeye ihtiyacınız? Gerçi Agah oğlum yanınızda ama.”
Azat kendi oğlunu oğlu sayan adama minnetle gülümsedi. Geçen yıllar onları birbirine kenetlemişti. Murat gibi o da Miran ve Meriç’i kendi oğlu sanırdı artık.
Asel onlar görmese de başını salladı redderce. “Hayır, her şey tam.” Kapının tıklanma sesiyle bir erkek sesi duyuldu. “Asel eğer hemen gelmezsen o yerden otuz santim anca yüksek arkadaşın her şeyi yiyecek! Özellikle patates kızartmalarını!”
Asel gözlerini büyükçe açtı. “Onlar benim!” Ağabeyinden istemişti ve Agah onu kırmamıştı. Şimdi Mert’e kaptıramazdı. Telefona hızla dönerek “Sizi seviyorum görüşürüz.” Diyip kapattı.
Azat telefondaki erkek sesiyle kaşlarını çatsa da bir şey dememişti. Murat ise kıskançlıkla “Kim di bu şimdi?”
”Agah’ın arkadaşıymış. Eh oğlumun arkadaşı kızımın ağabeyi sayılır.” Diyerek ardına yaslandı. Oğlu kız kardeşine yaklaşacak potansiyelde birini asla Asel’lerine yaklaştırmayacağından rahattı.
“Kızıma yaklaşmaz değil mi Azat, eminsin?” Sesi sorgu doluydu.
Azat başını sallayarak onayladı. Kız gönül vermediği sürece oğlunun arkadaşı dahil kimse yaklaşamazdı prenseslerine.
Asel telefonu cepe atıp hızla kapıyı açtı. Karşısındaki adama “Kaya lütfen daha sofraya oturmadığınızı söyle.”
Kaya omuz silkerek gülümsedi. “Mert çoktan aşırmaya başladı.” Asel Kaya’yı duvara iterek aşağı inmeye başladı.
Kaya bu ani itişi beklemediğinden duvara yaslanmıştı. “Kızım nesin sen böyle? Görende çıtı pıtı bir şey sanar.” Söylene söylene ardından gitmeye başladı.
Asel mutfağa geldiğimde tezgahda kahvaltılıklarla uğraşan ağabeyi, ona yardımcı olan ikizi ve en önemlisi peçetenin üzerine serilmiş inci tanelerini aşırmaya çalışan bir adet Mert Kılıç!
Agah yağlarını çekmesini için tabağın üstüne koyduğu peçetenin üzerindeki patatese elini uzatan Mert’in eline elindeki tahta kaşıkla vurdu. “Oğlum sabret artık!” Diye söylense de Mert acıyan elini ovuşturarak ona kötü bakışlar attı. “Sadece canım çekmişti. Ne var azıcık yesem? Sanki altın değerinde.”
”Altın tabi. Şunlara bak sarı sarı parlıyor.” Diyerek Ağabeyinin yanına yaklaştı. Agah kız kardeşinin yanın gelmesiyle sıcak patateslerden bir tane aldı. Kendince üfleyerek biraz soğuttuktan sonra kız kardeşine uzattı. “Al güzel Güneş’im. Taze taze tadına bak bakalım.”
Asel Mert’in gözünün içine bakarak keyifle patatesi yerken Mert “Bu haksızlık!” Diye sızlanmaya başlamıştı.
”Mert hadi ağabeycim çık üstünü değiştir. Gelmişsin pijamalarınla sofraya oturacaksın.”
Mert bu sözlere kaşlarını çattı. “Asel gelse bir şey demezsin ama!”
Agah kız kardeşini kendisine çekti. “Sen onunla bir misin oğlum? Tabi ona bir şey demem.” Saçlarından öptüğünde o çiçek kokusu ciğerlerine dolmuştu. Ah bu kokuya ölünürdü.
Asel ağabeyine iyice sarıldı. Bu adama bitiyordu.
“Açım ama yemek yok. Bu benim kalbimi kırdı.” Diyen sese döndü herkes.
Agah kaşlarını çatarak “Erken kalktığında hazırlasaydın o zaman Demir.”
Demir kollarını birbirine dolayarak üsten bir bakış attı. “Ben yıllardır uyuduğum en iyi uykumdan feragat mı edecektim?” Yandan bir bakışla Asel’e baktı. “Hiç sanmıyorum ağabey.”
Arsen elindeki kahvaltılıkları Demir’in eline tutuşturdu. “Madem açsın yardım edeceksin.” Dudaklarını oynatarak konuşmuştu. Demir’in onu anlayacağına emindi.
Demir eline tutuşturulan tabakları aldı. “Yardım etmek benim in sorun değil. Sonuçta tek yaşamıyoruz.” Bakışları yandan sevdasına kaydı. Onu merakla izleyen çiçeğine ‘Yüreğimde sende yaşıyorsun çiçek kız.’ Demek istese de sustu. Ne yeri ne de zamanıydı.
El birliğiyle kahvaltıyı hazırlamışlardı. Bugünlük hepsinin izni olsa da Arsen restoran için gitmek zorunda kalmıştı.Mert ise onların dışında çalışan doktorun yardımına gitmişti. Asel’de gitmek istese de ne ağabeyi, ne Demir, ne de Kaya izin vermişti.
Şimdi birlikte öylece oturuyorlardı. Ama Asel bu durumdan sıkılmıştı. Demir ise halinden memnundu. Çiçeği görmeden saçlarıyla hissettirmeden oynuyordu.
“Sıkıldım ben.” Diyen ses Asel’e aitti. Agah kız kardeşini kendine biraz daha çekerek saçlarından öptü. “Ne istersin Güneş’im ne yapalım?” Asel ağabeyinin göğsüne yasladı çenesini. “Bilmem ki.” Aklına gelen düşüncelerle gülümsemeye başlamıştı çoktan.
Demir elinden kayan saçlarla kaşlarını çattı. Ah birde sevdasının saçlarını öptüğünde Agah siniri iyice başlamıştı. Ne vardı azıcık sevseydi? Sanki canını yakacaktı…
Agah kardeşinin gözlerindeki parıltıları çözmüştü çoktan. “Aklında ne var Güneş’im?”
Aradan geçen birkaç dakika sonra eskiden akım olan bir video çekmek istemişti Asel. Hem anı, hem eğlenceli bir an olacaktı. Bu video sevgiliyle genelde çekilse de Asel ağabeyiyle çekecekti. Kaya ise kamerada onlara yardımcı olacaktı.
“Ben burada dururken sen beni yakalayacaksın tamam mı? Ama tek kolunla.”
Agah dakikalardır kız kardeşini dinliyor onaylıyordu. “Tamam Güneş’im anladım.”
Kaya müziği seçerek videoyu ayarladığında çekmeye başlamışlardı çoktan. Kaç kez denediler bilinmez ama Agah ya omzuna atıyordu kardeşini, ya da tek koluyla bebek gibi taşıyordu. Bir türlü Asel’in istediği olmuyordu.
”Ağabey!” Artık sinirleri tavan yapıyordu. Agah ise nerde yanlış yaptığını anlamıyordu. Ne güzel taşımıştı işte kardeşini nesi yanlıştı? Tek koluyla demişti yapmıştı da. “Güzeller güzeli günümün her anını aydınlatan Güneş’im, istediğini yaptım işte. Sorun ne?”
Asel ağabeyinin sözleriyle yelkenler suya indirecekken durdu. “Koltuk tarafından tutacaksın ama.”
Agah’ın kaşları çatıldı. Öyle tutarsa o kısacık omzu açık kazağın göbeği açılırdı. Olmazdı. Kıskanç biri olsa da kendini dizginlerdi ama burdan geçen insanları ve kız kardeşinin paylaşma ihtimaline karşı önlem almalıydı. “Böyle daha iyi ama Güneş’im.”
Asel ağabeyinin masum sesiyle sıkkın bir nefes verdi. Asla tam kızamıyordu ki bu adama. “Tamam o zaman ben şişe alıp geliyorum bekle beni.” Diyerek hızla uzaklaştığında diğerleri hiçbir şey diyememişti.
Demir dakikalardır bahçedeki salıncakdan kalkmamış onları izliyordu. “Niye benimle yapmıyor? Bende varım.” Çocuk gibi söylenmesine Agah kaşlarını çattı. “Ben dururken mi Demir Bey?”
Demir başını kaldırıp ona baktı. “Eskiden olsa ilk bana gelirdi.” Omuzlarını indirip kaldırdı.
Agah kollarını birbirine dolayarak gülümsedi. “Kıskanma artık bana geliyor.”
Demir gözlerini kısarak ona baktı. “Göreceğiz ilerde ağabey. Eskisi gibi hep bana gelecek.”
Agah’ın kaşları çatıldı. “Demir bak sinirimi bozma Asel’in ağabeyi benim farkındaysan.”
Demir yine omuz silkti. “Bende çocukluk aşkıyım!”
Çocuk gibi atışmaya başlamıştı ikili. “Aşk diyorsun oğlum geçici bir hevestir aşk. Kim bu zamana kadar aşık oldum diyip sahip çıktı aşkına?”
Demir kısa bir an duraksadı. “Bende yüreğimi ellerine verdiğim kadının yüreğine dokunurum.”
Alırım demiyordu, sahip olurum da demiyordu. Dokunurum diyordu. Sadece dokunur olmazsa öylece dururdu.
O yüreğine dokunan kadının yüreğine dokunmak istedi. Sahip olmak bir yana, izinsiz almak değildi hakkı, isteği. O ufacıkta olsa dokunmak, ona olan sevdasını hissettirmek istiyordu.
İzinsiz geçti gönlünden düşünceler,
Ben, yüreği yaralı adam…
Nice aşklar gördüm acıyla kıvranan.
Nice sevdalar gördüm, yüreğinin en derininde taşınan.
Ve ben, nice acılar çektim bir tek damla gözyaşında.
Bir kere “ah” etmedim ey güzel sevdam.
Bir kere “neden” demedim, yüreğimi yakan sevdam.
Ama bir kere…
Ormanlarını ıslatan mavi denizlerinden koptuğumda,
İçin için, için için akıttım gözyaşlarımı.
Agah gözlerinin en derinine bakan adama baktı. Dudaklarını aralayıp bir şey demek istese de Asel’in heyecanlı sesi susturdu. “Ağabey, geldim!” Elindeki şişeyi salladı. “Bak bu sefer beni havaya kaldıracaksın ve etrafında çevireceksin tamam mı? Bu çok kolay bence yaparsın.” Son cümlede gaz vermeye çalışmıştı.
Çalan telefonla bakışlar sese ilişti. Agah kız kardeşine cevap verme fırsatı olmadan telefonuna bakmak durumunda kaldı. “Efendim komutanım?”
Karşıdaki ses diğerlerine ilişmiyordu. “Ne diyorsun oğlum ne komutanı?”
Agah karşı tarafı umursamadan “Anladım komutanım hemen geliyorum.” Dedi.
Karşı taraf hafif sinirle “Delirtme beni oğlum. Hemen geliyormuş saçlarını tek tek yolacağım adam. Sanki nispet yapan o değilmişte dalga geçiyor birde!”
Agah karşı tarafı daha fazla dinlemeden “Tamam komutanım görüşmek üzere.” Diyip kapattı.
Ona dudaklarını büzerek bakan kız kardeşinin yanına ulaşıp yüzünü elleri arasına aldı. “Üzgünüm günümün doğmasını sağlayan Güneş’im. Bir işim var sonra hemen geleceğim. İstediğin zaman çekeriz vidonu da, olmaz mı?”
“Görevlerin beklemez ağabey.” Yüzünü tutan ağabeyinin ellerini tutu. Bakışları sıcak bir hal aldı. “Önce vatan, sonra aile.” Kırılır gibi değildi sözleri, kırmak ister gibi de değildi. Onun sözleri her daim olması gerektiğini vurguluyordu.
Agah parıldayan yeşilleriyle baktı kız kardeşine. Anlından öptü uzunca. “ Önce vatan, sonra gözlerimi açma sebebim olan sıcak ailem.” Anlını kız kardeşinin anlına yasladı. “Ne iyilik yaptımda sen benim kız kardeşim oldu?” Hak ediyor muydu kız kardeşini? Onu koruyamadığı için hak ettiğini düşünmese de ondan ayrı kalmak istemezdi.
Bu duygusal havayı dağıtmak isteyen Asel “Sevabın ne bilemiyorum ağabeyim ama benim gibi bir kız kardeşe sahip olduğun için ekstra şanslısın. Bu kıyağımı da unutma.” Yüzünde büyük gülümseme vardı.
Agah kız kardeşine son kez sarılıp öptü. “Sen varya Güneş’im hem bu kadar egolu, hem de bu kadar tatlı nasıl olabilirsin?”
Asel büyük gülümsemesiyle “Kanımızda, ruhumuz da var ağabeycim.”
Agah kız kardeşine gülümseyerek ayrıldı. Bakışlarını diğerlerine çevirdiğinde koyulaşmıştı. Hiçbir zaman kız kardeşine baktığı kadar kimseye yumuşak bakamıyordu. “Size emanet.”
Kaya gülümseyerek başını salladı. “Merak etmeyin komutanım. Doktor hanıma gayet iyi bakacağız.” Kendinden emin söylenmelerine başını salladı Agah. Kaya’nın omzuna birkaç kez vurup “Askeriye ve görev dışında ağabey diyebilirsin.” Kaya ilk ne diyeceğini bilemezken gözleri hafifçe doldu. Bu tür şeylere alışık değildi. Bu yarası yüzünden kendini saklayamazdı. Boğazı düğüm düğüm olmuş şekilde “Tamam ağabey.” Dedi kısık sesiyle.
Agah memnunca geri çekildiğinde bakışları Demir’ kaydı. Kollarını birbirine dolamış ciddi bakışlarla ona bakıyordu. Hafif bir baş sallamasıyla aynı karşılığı alarak ayrıldı oradan.
Kaya bu gerici ortama el atmak istedi. “Asel.”
Asel ona seslenen Kaya’ya döndü. “Efendim?” Nahif sesi insanı büyülüyordu sanki.
Kaya gülümseyerek ona yaklaştı, elini uzattı. “Tekrar tanışalım. Bu defa arkadaş olacağız.” Kısık sesle “Belki de…” aile. Cümlesini asla tamamlayamadı. Yüreğini en çok yakan yarası gibi. Kendini toparladı gülümsemesini sürdürdü. “Kaya Demir.”
Asel terdüt etmeden uzatılan eli tutu. “Ben Asel Demirhan.” İç ısıtan bir şekilde “Ailemize hoş geldin Kaya Demir.” Dediğinde Kaya’nın içi titredi.
Dolu gözlerini saklamadı bu defa. “Hoş buldum kardeşim. Çok hoş buldum.” Yüreği yaralı adam bir aileye ihtiyacı olan bir adamdı. Yediği buz gibi yemekler, içtiği bir damla suyla boğazından geçirdiği zamanlar. Şimdi ise bir aile olmak için etrafında olan insanlar. Bu şansı ne olursa olsun kaybetmeyecekti. Ateş olur yine kaybetmezdi.
Demir bu duygusal anı bozmak istedi. Çünkü bilirdi ki ne dostu ağlamadan dururdu, ne de sevdiği. Ayrıca ne diye uzun süre el ele tutuşuyor bunlar? “Benimle de tanışmaz mısın?”
Asel bakışlarını masum bakan Demir’e çevirdi. “Seninle daha önce tanışmıştık ama.”
Demir omuz silkti. “Onunla tekrar tanışıyorsun, bende istiyorum!”
Asel çocuk gibi nerdeyse yerinde tepinecek adamla kahkaha atacaktı. “Söylemeyi unutum Demir kıskanç bir erkek. Beni herkesten kıskandığı için böyle yapıyor.” Kaya ona yaklaşarak sessiz söylüyor gibi yaptığında Demir’in duyduğu belliydi. Asel ise saha fazla dayanamayarak kahkaha attı.
Demir ilk başlarda o güzel kahkahayı dinlese de kollarını birbirine bağlayarak sahte bir somurtma yüzüyle baktı. “Ne güzel benim dedikodum. Hatırlatırım bende buradayım. Ayrıca senin neyini kıskanacağım Kaya?”
Kaya, Demir’in bu haline alışık olduğundan güldü. “Şu cazibemi kim kıskanmaz Demir’im? Elimi sallasam ellisi.” Kollunun birini sıktı. “Kaslar desen maşAllah. Gözler desen eyvallah. Gel şu gülüş yak vallaha cinsinden.”
Demir ona göz devirerek “Benim yanımda esamen okunmaz Kaya.” Dedi.
Asel onların atışmalarını büyüm bir keyifle izlerken Kaya ona dönerek “Sence yakışıklı mıyım Asel?” Göz ucuyla dostuna bakıyordu. Asel’e bakarak göz kırptığında Asel Kaya’yı üstün körü süzdü. “Saçlar desen can yakar, gözler desen tek bakışa bakar, kişilik desen şapka çıkartır derecesindesin Kaya.”
Demir’in gözlerinden sinir akarken kendisini tutu. Kendini sakin tutmaya çalıştı. “Ben değil miyim?” Şu an utanmasa sevdasını kendisine çekerek gözlerine bakarak çocuk gibi sorardı.
Asel gülümseyerek Demir’e baktı. “Bilemiyorum öyle misin?” Oyunbozan sesi belli olsa da Demir yine de bir cevap istiyordu. “Bak siyah saçım var güzel değil mi? Ya siyah gözlerim de mi kötü? Boyum Kaya’dan uzun! Hem benim kişiliğimde çok güzel. Değil mi?”
Asel Demir’in tavırlarında bir gariplik hissetmişti. Telaşla sıraladığı her bir kelime sanki onu onaylamasını istiyor gibiydi. Ne diyeceğini bilemeyerek ona baktığında siyah gözleri ürkekçe titriyordu. Bir şey vardı. Bu adam bir şey vardı bundan emindi. Bu zamana kadar onunla kurduğu her diyalogda kelimelerini seçen, yanıl bir şey dediğinde titreyen gözlerle bakan adam görmüştü. “Hayır öylesin. Sende çok yakışıklısın Demir.” Sakince söylediği her kelime onu ikna etmek içindi.
Demir başını sağa sola sallayarak bir adım geri gitti. “Hayır değilim işte! Onun saçı daha güzel! Onun gözleri de güzel. Benim değil. Ben… Ben hiç yakışıklı değilim!” Başını sağa sola salladı hızla. Sanki kontrolü elinde kaybediyordu. krizin eşiğinde duruyordu.
Asel psikoloji okumasa da az çok bilirdi böyle şeyleri. Bu yüzden sakince ona yaklaşmaya çalıştı. “Demir… Sakin olmalısın.”
Demir başını sallamaya devam ediyordu. Asel’in sesi ona zor ulaşıyordu. Ama o bile onun bu krizini durduramıyordu.
Kaya yanlış bir şey yaptığını çok sonradan anlamıştı. Kahretsin! Dostunun kırmızı çizgisini nasıl unuturdu? O nasıl bir dostu da böyle yaptı. Hızla Demir’le kaldığı odaya doğru koştu. İlaçlarını almalıydı.
Asel kendini kaybetmiş adama baktı. Adım adım yaklaştı ona. Gözlerini kapatmış ellerini de kulaklarına kapatmıştı. Sakince tutu o elleri. O an Demir’in işitmek istediği isim fısıldadı dudaklarından. “Ege.” Başını şiddetle sağa sola salladı.
Asel vaz geçmeden nahifçe fısıldadı “Ege bana bakar mısın?”
Genç adam gözlerini yavaşça açtı. Sanki bir rüya olmasınından korkarcasına. Siyahlar yeşillerle buluştuğunda “Sen gerçeksin.” Gerçeklik alçısını kaybetmiş gibiydi.
Asel başını sakince salladı. “Gerçeğim Ege. En az senin, en az benim kadar.”
Demir’in elleri sıkı tutuğu kulaklarından gevşemeye başlamıştı. “Şimdi bana ellerini verebilir misin? Ellerini tutmak istiyorum, olur mu?”
Demir başını hipnozda gibi salladığında ellerini bırakmıştı minik ellere. Asel gülümseyerek ona baktı. “Odana gitmek ister misin? Biraz dinlenmek iyi gelebilir.” Onun kararsızca baktığını gördüğünde bir cevap vermesini bekledi. Başını sağa sola salladı. Kısık sesle “Hayır, o kötü kokuyor. Hem Kaya dağınık biri.”
Asel başını salladı. Başka boş oda yoktu. Ağabeyin odasına götürmek istese de ağabeyi odası konusunda hassastı. Arsen ve Mert desen ikizi çok titizdi. Geriye kendi odası kalıyordu. Kararsızlıkla baktı ilk ama Demir’in bu hali onu üzdüğünden ellerinden çekiştirdi. “Gel hadi.”
Demir sessizce onu takip etti. İkisi merdivenden yukarıya çıkarken Kaya onları gördüğünde elindeki ilaç kutusunu düşürecekti. Dostu bir kedi kadar sakinleşmişti sanki.
Asel odasına geldiğinde Demir’i içeriye sakince geçmesi için çekiştirdi. “Burada yatabilirsin.” Ona tedirgin bakan adama gülümsedi. “Merak etme, sorun yok. Eğer yatağa sığıp sığmayacağını düşünüyorsan sığabilirsin bence. En azından ağabeyim sığıyordu. Sayılır…”
Demir uysal bir kedi gibi sakince izin verdi Asel’in onu yatırmasına.
Yatan Demir’in üzerine battaniyeyi örtü. Demir yastıklardan en çiçek konulusunu alıp sarıldı. Bir eli hâlâ daha Asel’in elindeydi. Asel çekmek istediğinde nazikçe sıkıyordu elini. “Tamam buradayım, sakinleş lütfen.”
Yatağın yakınındaki sandalyeyi çekerek oturdu.
Demir ağırlaşan göz kapaklarına mani olamıyordu. Ciğerlerine dolan o güzel koku uyumasına itiyordu. Engel olmak istedi ama yapamıyordu. Ya uyandığında bu bir rüya olursa? O zaman ne yapsındı bu Ege…
Asel gözler kapanan adama baktı. “Neyin var Demir? Bana neden bu kadar bağlandın?..” Aptal değildi. Demir’in hareketlerinin tuhaf olduğunun farkındaydı. Ne zaman kendisiyle ilgili bir şey olsa Demir kendisini tutmakta zorlandığını görebiliyordu. Sanki ona geçmişten bağlanmış gibiydi bu adam…
“Yüreğindeki acılar gözlerine yansıyor Demir. Yansıyan her acın beni sana çekiyor. Kim ne yaptı sana? Kim neden acıttı yüreğini?” Eli istemsiz Demir’in saklarına giderek hareket etti yavaşça. “Kalbime engel olamıyorum Ege. Ama bu çok yanlış. İlk gördüğüm andan beri beni sana çeken bir şey var ama olmaz. Engellerimizi aşamayacağımız bu kadar belliyken seni üzemem.” Gözünden tek damla yaş düştüğünde sanki Demir hissetmiş gibi elini sıktı, dudaklarından “Ağlama.” Sözcüğü fısıldadı.
Yanan her ateş, birini yakmak için uğraşırdı.
Oysa biz yanlış sandığımızda,
Engel bildiğimizde…
Aslında orada saklıydı gerçek.
Bölüm sonu.
Düşünceleriniz?
Demir kriz geçirdi… Size hisler geçti mi?
Kaya’nın pişmanlığı ve üzüntüsü…
Düşünceleriniz?
Mert?
Asel?
Agah?
Alpaslan?
Kaya?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 85.27k Okunma |
6.1k Oy |
0 Takip |
57 Bölümlü Kitap |