
Öncelikle yazım hatalarım var ise kusura bakmayın lütfen.
O halde bölüme geçelim;
Yüreği maraton misali hızlı atan kadın o gece mutfak tezgahından destek alarak ayakta kalmıştı. Kalbini şimdi daha iyi anlıyordu. Bu adam onu etkilemekten daha fazlasını yapıyordu. Kaçmak, bağırmak arasında kalmıştı. Ama hiçbirini yapamayıp boyun eğmişti. Hayır; hayır bu boyun eğmem değildi. Aslında bu çok önceden yaşanması gereken lakin yaşanmasının zamanı tam gelmemiş bir şeydi. Artık kimse inkar edemezdi lakin kadın denemekten vazgeçecek miydi?
Gökyüzü güneş misali aydınlığı ortaya koymuştu. O günün üstünden birkaç gün geçmişti. Agah sakince herkesle vedalaşmış uzun yolculuğa doğru gitmişti. Herkesin içinde burukluk olsa da vatan her zaman öncelikti.
Kimse konuşmadı sadece ufak kaçamaklarla birbirlerine baktılar. Sonunda ise iş yerlerine vardırlar.
Kaya Asel’e doğru yaklaştı, gülümsedi. “Hayırlı işler doktor hanım.”
Asel dalgın bakışlarla başını sallayıp uzaklaştığında Mert’te onunla birlikte gitmişti.
Kaya öylece kadının ardından bakarken gözleri ellerini yumruk yapmış dostuna kaydı. “Demir.” Arkadaşına seslense de o onu duymadan öylece kadının ardından bakmaya devam etti.
Elini omzuna koyarak bakışlarını zorda olasa kendine çevirdi. “Dostum bir sorun mu var? Aranızda kaç gündür bir soğukluk var gibi.” Belki çok konuşmuyorlardı ama Asel Demir’e bu kadar uzak değildi. Asel kimseye uzak değildi. Şimdi ise dalgındı.
Demir Soylu’nun Anlatımıyla,
Bana ölümü böyle anlatmamışlardı. Ben ölümün tek bir kurşunla gitmek olduğunu bilirdim. Oysa yıllarca ölü bir adam gibi dolanmıştım etrafta. Yokluğu ölüm olan kadına hissettiğim hislerle. Yıllar sonra buldum onu, hiç bırakmamak üzere tutmak istedim elini. Şimdi yüzüme bakmak bir yana gözlerinde kaybolduğum maviliklerini benden kaçırıyordu.
Yanımda durmak istemeyerek olduğum yerden uzaklaşıyordu. Herkes bir sorunun olduğunu anladığını bilsem de hiç umursamamıştım. Umursadığım kadının bana bakmamasıydı sadece. Ama o bakmıyordu.
Şu an toprak zeminde tepinmemek için zor duruyordum. Utanmasam ağlayabilirdim. Şaka yapmıyordum.
Kaya belki kaç defa seslendi bana ama ben onu duymayı bırak gözlerimi kadının gidişinden çekemedim. En son elini omzuma koymasıyla bakışlarım ona döndü. Duygularımı gözlerimle belli ettim ona. “Bakmadı bana.” Bir çocuğun ağlamadan önceki titreyen sesiyle aynı çıkmıştı sesim.
Kaya ne diyeceğini bilemez şekilde bana bakmaktan başka bir şey yapamadı. Ne yapabilirdi ki zaten? Her şey benim suçumdu. Ama ondan daha fazla uzak durmak istemedim. En net şekilde kendimi gösterdim. Pişman mıyım? Hayır. Pişman olduğum tek şey biraz daha az ileri gidebilirdim. Sanırım onu öpmem sorun olmuştu. Yoksa normal davranmıştım.
Sessizce karargaha girdik. Albayın timde dahil bizi çağırmasıyla toplantı yaptığımız odaya doğru gitmiştik.
Kimseden ses çıkmazken ben öylece masaya bakıyordum. En sonunda albayın içeri girmesiyle hepimiz ayaklanmıştık.
Albayın keskin bakışlarla yerine geçmesiyle “Oturun.” Demesi bir olurken sözünü dinledik.
Sıkıntılı iç çekerek hepimizde göz gezdirdi. “Yakın zamanda buraya bir iş adamı gelecek. Kendisinin birçok suçu olsa da bir şekilde işlerden yırtmış.” Hemen konuya giren albayla hepimiz dikleştik.
Alisa sakince öne doğru eğildi. “Suçu olmasına rağmen nasıl olur?”
Sorusuna yanıt verecek olan albaya döndüğümüzde “İçerde bir adamı olduğundan şüpheleniyoruz. Nasıl olduğu belirsiz olsa da adam bir şekilde her işini burada yönetiyor. İstanbul, İzmir, Adıyaman, Urfa gibi birçok şehirde şirketleri var. Ama adam inatla Hakkari’de işelerini yönetiyor. Her işin sonunda PÖH onu alsa da birkaç saat sonra elini kolunu sallayarak çıkıyor.”
Kaşlarım derince çatılırken bu nasıl daha önce fark edilmez diye düşündüm.
Sevilay keskin gözlerini albaya yönelti. “Hiç mi şüphe etmediler hain olmasından?”
Albay sıkıntıyla iç çekti. “Birden fazla kişi olmasından veya en yetkili birinin işin içinde olmasından şüphe ediyorum.”
Bu mantıklıydı.
Baran “Bu olabilir. Yoksa her seferinde kurtulması imkansız.” Dedi.
Kerem ciddi bir ifadeyle “Kim peki?” Diye sordu.
“Dursun Delen.” Albayın söylediği isimle Tuğrul anında ona dönmüştü.
“Dursun Delen mi?” Dedi sesindeki şaşkınlıkla.
Bakışlar Tuğrula döndüğünde Tuğrul şaşkınlığını bir kenara bıraktı. “Geçen sene Mardin’de kokteyl düzelenmişti. Düzenlediği kokteylde ünlü iş adamlarından katılanlarda vardı.”
Serdar “Sen nerden biliyorsun?”
Tuğrul ona döndüğünde “Mardin’de bir görevim vardı. O kokteylde yer alan bir kadının peşindeydim.”
Görevin gizliliğinden daha fazla bir şey söyleyememişti.
Albay “Artık kim olduğunu biliyorsunuz. Göreviniz Dursun denen herifin kurtulamayacağı deliler bulup içeri tıktırmak. Bu işi tek başınıza yapmayacaksınız.”
Nasıl?
“Bu görevde yanınızda olacak bir Yüzbaşı olacak. Görev bitiminde yollarınız ayrılacak.” Diye devam eden albayla şaşkınca ona baktım.
Komuta kimde olacaktı?
Bakışlara bana dönerken. “Baş komuta sende. Ama onunda sözü senden sonra geçecek.”
Komutanın bende olduğunu duyduğumda azda olsa rahatladım. Bu Demir Soylu olarak görevimdi. Ve bunu bırakmak istemiyorum.
Başımı hafifçe salladım. “Anlaşıldı komutanım.”
Albay cevabı aldığında ayağa kalkarak dosyayı bana doğru ilerletti. “Bu dosyalarda tüm bilgiler var. Adamın görünüşünden tutun yaptığı bazı şeyler. Anlayacağınız bildiğimiz her şey.”
Ölüm timi olarak ilk görevimizdi. En azından benim için. Ve bu görevin sorunsuz geçmesi için her şeyi yapacaktım.
Mert Kılıç’ın Anlatımıyla,
Acıların eşiğinde gezen küçük bir çocuktum zamanında. Şimdi ise büyüdüm, dostlarımla birlikteydim. Ailem dediğim insanlarla.
Bakışlarım masasında dalgınca çalışan kardeşim dediğim kıza değdi. Birkaç günlük öyle bir tuhaflık varki onda sanki yaşam enerjisi bir anda sökülmüştü. Ne gülüyor, ne konuşuyor, ne de düzgünce yemek yiyordu. Gözlerinin altındaki torbalara bakılacak olunursa uyku bile ona uğramıyordu.
Sıkıntıyla iç çektim. Onunla konuşup sorunun ne demek istesem de bunu yapmaya hakkım yoktu. Sonuçta ağabeyi ve ikizi dururken benim sormam olmazdı.
Yine de tahminimde Demir denen o adamın üzdüğü yönündeydi. Umarım sen değilsindir Demir. Eğer sensen ailemden olan kadını üzdüğün için seni üzerim.
Asel sıkıntıyla dolarken önündeki askerlerin raporlarını inceliyordu.
Kapının tıklatma sesiyle Asel’den ses çıkmayınca “Gel.” Diye ben bağırmak zorunda kaldım.
Kapı sakince açıldı içeri henüz çok iletişimiz olmayan doktor girdi. Adı neydi bu puştun?
Gözlerimi kısıp gülümseyen yüzüne odaklandım adamın. Neye gülüyordu bu anasından ters doğmuş velet?
Gözündeki siyaha yakın lacivert gözlüğünü düzelti. “Asel, bir şey rica edebilir miyim?”
Asel?
Ne ara bu kadar yakınlaştı bunlar?
Demir yetmiyor birde bununla mı uğraşacaktık!
Asel ona döndüğünde gözündeki dinlendirici gözlüğünü hafifçe havaya kaldırdı, ona hafif gülümsemeyle döndü.
Uzun süre bir şey okuyamıyordu. Bu yüzden gözlükler onu daha iyi hissettiriyordu. Ama bu puştun da gözlük takması sinirimi bozdu.
“Tabi…” diye devamını getirmedi. O an anladım ki oda onun ismini bilmiyor veya hatırlamıyordu.
Gerçi Asel’in isim hafızası pek iyi değildi. Bu durum hoşumuza gitmiyor değildi. Herhangi bir erkek geldiğinde sadece safça bakıp gitmelerini beklemesini izlemek, o çocukların yüzlerinin düşmesini görmek eğlenceliydi.
Ama bu puşt hafif gülümsemeyle “Arden adım.” Dediğinde beynimden vurulmuşa döndüm.
Tam aklımdan geçeni “Aa öyle mi? İsminizi duymamıştım daha önce. Eğer duysaydım unutmazdım. İkizimle isminiz çok benzer.” Dedi.
Gözlerimi kısarak keyifle otuz iki diş sırıtan dünyada insan sıfatına sahip olmuş ama biraz dan ölüm nasip olacak adama baktım. “Öyle mi? Kendisini duymuştum sanırım.” Gözünü kısarak “Mutfaktaki yemekleri bir süre o yapıyor diye biliyorum.” Dedi.
Asel’in de gülümsemesi genişlerken ne oluyor burada dememek için zor durdum. Adamın beni yok saydığı yetmez gibi Asel’de bir şey demiyordu!
”Evet bir süre buradaki yemekleri o yapıyordu. Ama kendi restoranına geçti artık.” Dedi.
Bu doğruydu. Koray Arsen artık kendi işindeydi. Bu geçen sürelerde restorasyonu bitmişti. Ne kadar ikiziyle kalmak istese de Asel onu ikna etmişti. İkizinden ayrılamıyordu.
Sanırım kardeşlik böyle bir şeydi…
Doktor sanılan ama biraz daha konuşursa cenaze işlemlerini bizzat ilgileneceğim adam “Bir gün gitmek isterim. Yemekleri çok lezzetliydi. Eminim restoranında daha güzelleri olacaktır.” Dedi.
Neden hâlâ konuşuyordu bu adam?
Asel gülümsemekle yetindiğinde yerden bir karış uzun doktor “Ah az kalsın ne için geldiğimi unutuyordum.” Diyerek Asel’in yanına doğru gitti elindeki hasta dosyalarından bir şeyler konuşmaya başladı.
Ben?
Ben ne olacağım?
Ulan kimse beni görmüyor!
Dişlerimi sıkarak adama bakarken onlar beni hiç takmadı resmen.
Adı Arden olan puşt sana çok pis bilenedim. Ne diye Koray’ın ismine yakın bunun ismi? Asel hiç unutmaz şimdi.
Dakikalarca bekledim belki beni fark ederler diye ama olmadı. En son Lidya da aralarına katılınca bahçeye çıkmaya karar verdim. En azından Lidya yanındaydı. Ve belli ki doktor onunla daha çok ilgileniyordu. Yani sanırım.
Bahçeye çıktığımda bir süre askerlerin idmanlarını izledim. Demir’in timi de idmandaydı.
Bakışlarım banklara oturmuş bir şeyler karalayan Yıldız’a kaydığında yanına gitmeye karar verdim. Onunla iletişimimiz çok azdı. Nedense uzak durmayı tercih ediyordu. Bize de bu kararına saygı duymak düşse de ihtiyacı olduğunda bize gelebileceğini bilmeliydi.
Yanına vardığımda elindeki eski deftere o kadar odaklanmıştı ki beni hiç görmüyordu. Hafifçe boğazımı temizledim. Bunu yapmamla irkilerek bakışlarını bana doğru çevirdi. “Merhaba Yıldız.” Elimi enseme attım, gözlerimi utanarak gözlerine çevirdim. “Oturmamda sorun var mı?” Diyerek karşısındaki boşluğu işaret ettim.
İlk ne dediğimi anlamadı ancak elimle gösterdiğim yere baktığında dikkatini geri getirmek için başını sallayarak onayladı. Anlaşılan fazlasıyla dalgındı.
Sakince karşısına oturduğu da masanın üzerine ellerimi koydum, parmaklarımı ritmik bir şekilde masada oynattım. Gerilmiştim. “Nasılsın?” Sesimle birlikte masadaki bakışlarını bana çevirdi. “İ-iyiyim.” Tedirgindi bunu anlayabiliyordum. Bakışları bahçeyi tarıyor sanki birini arıyordu.
Eminim ki Asel’i veya Koray Arsen’i arıyordu. Hafifçe one doğru eğildim. “Bak Yıldız sana zarar vermem. Benden korkmana gerek yok.” Yüzüme alaylı bir bakış yerşeştirdim. “Hem öyle bir şey yapsam Asel beni keser.”
Son cümlem biraz olsun gülümsemesini sağladığında geriye doğru çekilerek gülümsedim. En azından birazcıkta olsa gülümsetmiştim.
”Biliyorum… O çok güçlü bir kadın.” Sesinden Asel’e karşı bir hayranlık olduğu belliydi. Kim hayran olmaz ki benim çitlemediğime? Ama hâlâ biraz çekingenlik vardı.
”Öyle, yaşadıkları kolay değildi ama şimdi gücünü herkese gösteriyor.” Gözlerimin parladığına emindim. Asel’in bu gücü hayran olunacak cinstendi.
Yıldızın gözlerinde buruk bir parıltı vardı. Sanki kendi yaşadıklarını düşünüyordu.
Demir Ege Soylu’nun anlatımıyla,
Karadeniz'in denizleri boğar derlerdi ama asıl boğan şu an karşımda bana gülümseyen kadındı. Az daha konuşursa ben de onu güzelce uyaracaktım artık.
“Yani anlayacağınız o günün kahramanı bendim.” Utanarak söylediği cümlenin ne başını düzgün dinlemiştim ne de ona bakmıştım. Ama kadın inattı sanki. Gitmek bir yana yanaşmaya çalışıyordu. Ellerimi cebime koydum ona doğru dönmek istemesem de döndüm. Tam bir şey diyecektim ki köşedeki Mert’in dehşet yüz ifadesiyle karşılaştım. Daha sonra gözler başka noktaya kayınca benim gözümde o yöne kaydı. Gözlerimi hızla kırpıştırdım. Asel şaşkınca bana bakıyor yanında Lidya ve o gevşek doktor olan adam vardı. Asel’in koluna dokunuyor bir şeyler söylüyordu. Hemde gülümseyerek!
O an önümdeki kadını umursamadan onlara yönelecekken kadın kolumdan tutmasıyla gerildim. Bakışlarım hâlâ daha Asel’deydi ama onun bakışları ilk koluma sonra yanımdaki kadına dönerek bana bakmadan uzaklaştı.
Bu kadın yüzünden sevdam dan mı uzak kalacaktım? Yakardım ortalığı! Sertçe çektim kolumu. Kadına ateş saçan gözlerle dönerek “Bana bak bacım, kadın falan demem yeminim olsun gebertirim seni. Bir kez daha dokunursan bana olacaklardan ben sorumlu değilim.” Hızla arkamı dönerken kadının gözlerinde kırılma vardı. Umrumda bile değildi. Kalbimin bir köşesi bile acımamıştı.
Hızlı adımlarla Asel’in gittiği yöne doğru giderken “Demir.” Diyen albayın sesiyle sırtım gerginleşti. Hay ben böyle işin!
“Demir!” Tekrar ismimi sertçe söylediğinde daha yakından gelmişti sesi. Dişlerimi sıkarak ona doğru döndüğümde saygıda kusur edemezdim. Rütbedeyken sakin olmalıydım. “Buyrun albayım?” Derken sesimi sabit tutmakta zorluk çekiyordum.
Albayın kaşları hafifçe çatıldı, başını az önceki kendini doktor diye tanıtan kadına bakıp bana döndü. “Emine’yle ne konuşuyordun?”
Tamam bu biraz özel hayata giriyordu ama umrumda bile değildi. Bu kadınla herhangi bir özel hayatımda olamazdı. “Bilmiyorum.” Bilmiyordum gerçekten de. O konuşurken ben çiçeğimin sarı saçlarını hayal ediyordum. Tamam belki saçları artık sarı olmasa da küçüklüğü gözümün önünden gitmiyordu.
Albayın kaşları daha da çatılırken “Dalgamı geçiyordum Üsteğmen?” Sinirlendiği belliydi.
Gözlerinin en içine baktım. “Dinlemedim. Benim dinlediğim.” Elim kalbimin üzerine gitti “Sadece burasıydı.” Sesim kararlıydı ama kırık bir hüzün taşıyordu.
Albayın gözleri yumuşadı. Ama anında kendini toparladı. “İyi.” Sadece tek bir kelime söyleyerek uzaklaşacakken kafasını çevirip bana baktı. “Gidip gönlünü alsan iyi edersin.” Diyip uzaklaştı.
Bir şey yapmadan bir şey yapmış olduğum için mi yanayım? Yoksa albayın ardımda olduğuna mı şaşırayım bilemiyordum lakin gitsem iyi olacaktı.
Güneş geri çekilmeye başlamış akşamın karanlığı kendini gösteriyordu. Lakin Çiçeğimin tek bir saç telini dahi bulamamıştım.
Gerek sağlık ocağına gitmek olsun, gerekse karargahın aranmadık her yeri olsun yoktu. Sanki yer yarıldı da çiçek bahçesine düştü. Gerçi öyle bir şey olsa da onu bulurdum. Her çiçeğin arasında bile parlayan tek çiçekti.
Akşam yemeği çoktan geçmişti. Bu gece hepimiz buradaydık. Bahçede çardakta oturan timi gördüğümde yanlarına doğru adımladım. Belki kadınlar Asel’in yerini biliyordur.
Adımlarım yanlarına doğru gittiğinde gülüşme sesler bıçak gibi kesilerek ayağa kalktılar. Onlar tekmil vermeden oturmalarını istedim. “Oturun. Sizinle tam olarak konuşmadık.” Bir samimiyet yoktu aramızda ama onları az çok tanıdım.
“Tabi konuşmadık komutanım. Sizde herkes gibi benimle konuşmak istiyorsunuz anlıyorum.” Kerem’in gözlerindeki alaylı parıltı oldukça belliydi.
Onun bu haline bazıları gülüyor, bazıları göz deviriyordu. Tuğrul kafasına bir fiske vurduğunda. “Aynen Krem karemelim herkes senin için can atıyordu.”
“Niye öyle diyorsunuz komutanım. Kendisi için ölüp biten hemşire hanım vardı.” Büyük bir kahkaha atarak “En son o kadar ölüp bitiyordu ki tokadı yüzünde patlatı gerçek mi diye.”
Onların bu neşesini boş gözlerle izliyordum. Adımlarımı kızların oturduğu kısma atarak bir adım artlarında durdum. Alisa’nın kulağına doğru eğilerek “Çiçek nerede?” Diye sordum hiç uzatmadan. Alisa irkilerek bana döndüğünde beklemediğini anlamıştım. Sonra anlamayan gözlerle bana bakarak “Çiçek kim komutanım?” O gözlerde saf bir merak olsa da yeni bir dedikodunun kilidini açtığı belliydi. Keşke Sevilay’a sorsaydım.
Ona sadece bakarken “Yüreğimin sevdası.” Dediğim anda bu cevabı beklemediğinden dudakları bir karış açıldı sanki. Tamam, anlaşılan şaşırmıştı. Ama daha sonra bir hüzün belirdi. “Yaa, ama ben sizi can cağızcığım doktor hanımla şiplemiştim.”
Kaşlarım hafifçe çatıldı. “Şip?” Diye sordum.
Ne dilde konuşuyordu?
”Şip yani yakıştırmak diyelim.” Sanki küçük bir çocuğa anlatır gibi söylemesine takılmak yerine dediği hoşuma gitmişti. Demekki Asel’imin yanına yakışıyordum.
Ben büyük gülümsemeyle ona bakarken onun gözlerinde küçük bir parıltı vardı ama emin olamıyordu sanki.
Sonra o meftun olduğum ses duyuldu. “Selam herkese.”
Gidip Kerem’in ve Mustafa’nın yanına oturdu. Mert’te Kaya’nın yanına geçerken Ben öylece ayakta kalmıştım. Kerem’in yanına doğru giderek ensesinden tutuğum gibi kaldırdım. Elinde çay dolu olan karton bardağıyla şaşırarak kalktı. “Ne olur lan!” Benim yüzümü gördüğünde hafifçe gülümsedi “Siz miydiniz komutanım?” Onu bırakarak Asel’imin yanına oturdum. O ise sesini çıkaramadan Mert’in diğer yanına geçti. Şimdi Asel benim tam sol yanımda, onun yanında ise Mustafa vardı.
Mustafa elindeki çekirdekten Asel’e doğru uzattığında Asel gülümseyerek çekirdeği aldı. Aklından ne geçtiyse çok güzel gülümsemişti. “Teşekkür ederim Mustafa.” Derken sesi o kadar güzeldi ki Mustafa’ya karşı söylemesi sinirime dokunmuştu. Bana teşekkür etsin ona niye ediyor?
Mustafa ona gülümsedi, başını hafifçe eğdi. “Rica ederim Derin Asel Hanım.”
Asel onun bu haline gülümserken diğerlerinin kendi aralarında konuştuklarını duyuyordum.
”Bakın size söylüyorum Demir komutan doktora yanık.”
”Saçamalama oğlum olur mu öyle şey? Agah komutan yakar çırasını.”
Kerem masaya parmağını götürerek “Ahanda buraya yazıyorum yakında evli, çocuklu olurlarsa şaşırmam.”
Tuğrul onun bu halini umursamadan ayağa kalktı. “Ulan ben seninle uğraşamam. Karımı özledim ben canım karım.”
Serdar alayla “Komutanım en son kaçıyordunuz karınızdan.”
Erdem Serdar’ı dürterek “Kaçmak mi? Oğlum en son kovulmamış mıydı?”
Mert çekirdeği tükürerek “Tuğrul teğmenim siz ne kadar süredir karakgahta kalıyorsunuz? Bir, iki, üç kaç hafta. Ya da ay?” Dedi.
Tuğrul onlara göz devirdi. “Oğlum ben karımı, karım beni seviyor yani beni kovmak bir yana şimdi benim yastığıma sarılıp uyuyordur.”
Güzel sevdamın nahif sesi araya girerek “Tuğrul ağabey en son o yastığı parçaladığından bahsetmişti Şermin.”
Kerem alayla “Artık en son ne yaptıysanız komutanım.” Masada kahkahalar uçuşurken Tuğrul bana baktı. “Ben masumum komutanım inanmayın bulara. Hem karım öyle bir şey yapmaz. Biraz küs olabilir ama ben haklıyım.”
Benden destek bekliyordu ama yanlış kişiye bakıyordu. “Kadın ne zaman kızarsa haklıdır. Küsse bir sebebi vardır. Kadınlar asla haksız olmaz.”
”Ooo komutanım tutulmuşsunuz herhalde birine. Yoksa bu kadar tecrübe geçmişten mi?” Kerem’in alayı belli eden sesiyle gözlerim gözlerini kaçıran Asel’e döndü. Derin bir iç çekerken “Yüreğimizde bir çiçek filizlendi Kerem. Geçmiş, gelecek bugünüm olacak bir çiçek filizi. Bir gün büyüdüğü günü göreceğim ama benim için hep küçük kalcak o filiz.”
Sessizlik oluştu. Öyle ki kuşların sesleri bile kulaklarımıza netteç duyuluyordu. Ardından bir anda Alisa’nın heyecanlı sesi duyuldu. “Ay düğün var!”
Asel kıpkırmızı suratıyla anında yerinden kalktı “Size iyi akşamlar benim işim vardı.” Diyerek uzaklaşmaya başladı.
Ben ise yerimde durmayarak arından kalktım. “Selametle uşaklar.” Diyerek koştum peşinden.
Yazar Anlatımıyla,
Demir yerinden hızla kalkıp gitmişti. O kadar hızlıydı ki ne dediğini bile bilmiyordu.
Diğerli ardından Uşak kelimesine şaşırırken Kaya başını sağa sola sallayarak gülümsedi. Yakında dostu Karadeniz şivesi dışında konuşmazsa şaşırmaz.
Asel utanarak oradan ayrılmıştı. Kalbinin maratona koşar gibi atmasını umursamadan.
Revirdeki odasına gitmek istediği için adımları o yöndeydi ki ardındaki Demir’i fark etmiyordu. Sonunda odaya girer girmez ışığı açmak için elini uzatmıştı ama kendisini bir anda kapının yanındaki duvara yaslı olarak bulmuştu.
Şaşırdığından dolayı sesi çıkmazken Demir bunu fırsat bilerek kapıyı da kapatmıştı. Şimdi Asel duvar ve Demir arasında öylece kalmıştı. “Demir ne yapıyorsun sen?” Sesi kızgınlıktan çok şaşkınlık içeriyordu.
Demir içinde yaşadığı çatışmayı bir kenara bıraktı. “Niye bakmıyorsun ki sen yüzüme günlerdir? Yüzümde bir sorun mu var?” Şu kadınların gittiği botoks motoks şeylerine mi gitseydi. Belki daha iyi bir yüzü olurdu.
Asel Demir’in ne demeye çalıştığını anlayamıyordu. Zaten oda karanlık olduğundan sadece gözlerini görüyordu. Bu yüzden yüzünün halinden bir haberdi. “Demir ne saçmalıyorsun? İşim var benim çekilir misin?” Diyerek eliyle ittirmeye çalışmıştı lakin Demir onun elini tutarak kalbinin üstüne sıkıca bastırdı. “Kırdım mı seni?”
Asel elinin altında heyecan ve korku arasında atan kalbin ritmini hissederken Demir’in dediğini anlamakta zorlanıyordu. “Neden kırılacağım?”
Demir mümkünmüş gibi daha çok yaklaştı ona ama hep bir adım mesafe bıraktı. Asel’in rahatsız olma ihtimalini gözönünde bunnduruyordu. Yüzünde en ufak bir şey görse geri çekilecekti. “Bugün o kadının benimle konuşması seni üzdü mü?” insan iki arada kalır mıydı? Demir kalmıştı. Bir yanı üzülsün isterdi onu sevdiğini düşünecek olan o yanı. Diğer yanı o üzülmesin yeter derdi ama sevmeme ihtimalini düşünürdü. Ama yine seçse üzülmemesini seçerdi.
Bu yola çıktığında Asel’in onu hemen sevmeyeceğini biliyordu. Belli ki Asel onu daha tanımamıştı. Tanısaydı her şey daha kolay olurdu ama o Asel’i tekrar kendisine sevdalı bir halde görmek istiyordu. O geçmiş değil, gelecekte kendi iradesiyle sevsin istiyordu.
Asel Demir’in sorusuyla düşündü. Üzülmüş müydü? Hayır, üzülmemişti. Sadece kendisine ilgi duyduğu halde başkasıyla konuşması kırmıştı. “Üzülmedim, kırıldım…” neden kırıldığını söyleyemedi. Sanki Demir’in sevdasını açık etse daha çok köşeye sıkışacak gibiydi.
Demir onu anlayarak acı bir gülümseme sundu. “Neden benden kaçtığını bilmiyorum Çiçek. Ama günü geldiğinde yanımda olmak isteyen sen olacakken, senin yüreğini taşıyacak olanda ben olacağım.” Gözleri kararlılıkla parıldadı.
“Ben bir kez değil,
Ben ilk kez değil,
Ben son kez hiç değil…
Ben defalarca kez seni sevdim.
Defalarca kez seni düşündüm.
Defalarca kez sadece sen dedim —
öyle kolayca kaçan bir adam değilim.
Mavi gözlerinin ardına sakladığın o karmaşık duygular,
Belki şimdi susuyor…
Ama günü geldiğinde,
O mavilikler de, yüreğin de
Bizim olurumuza karar verecek.”
Demir geri çekildiğinde Asel boşlukta kalmış gibiydi.
Belki şimdi değiş ama Demir kararlıydı. O sevda onun hakkıydı.
Bölüm sonu.
Düşünceleriniz?
Yazım dili?
Gidişat?
Karakterler?
Güneşli günler dilerim…
Instagram: demirhan.asel
TikTok: demirhan_asel
Bölümü yayınladığım günler ve Cumartesi, Pazar ve de Salı günleri kitabı öne çıkarmaracağımı söylemiştim bildirim gelirse ciddiye almayınız.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 85.27k Okunma |
6.1k Oy |
0 Takip |
57 Bölümlü Kitap |