163. Bölüm

25. Bölüm

Asel Demirhan
demirhan_asel

 

Öncelikle yazım hatalarım var ise kusura bakmayın lütfen.

O halde bölüme geçelim;

*

Sînemden dökülür mâhla birlikte mürekkebim.

Mest olmazsın belki… Âh edersin, belki gam.

Ya da belki keder — feryâd.

Ama yâd eder misin,

Bu şiâr olmayan, ama sînemde saklı kelimeleri?..

 

Demir’in geri çekilmesinden hemen sonra kapının çalınma sesi kulaklara ilişti. Asel korkuyla Demir’e bakarken o oldukça rahattı.

”Asel içerde misin?” Diyen Arden’in sesini duyan Asel daha da tedirgin olurken Demir bu doktorun ne işi olduğunu düşünüyordu.

”Asel içeri geliyorum.” Diyen Arden’in sesiyle Asel’in paniği artıyordu. “Demir…” diye fısıldamasıyla Demir derin bir nefes alarak açılacak olan kapıya sağ elinin avuç ini yaslayarak sertçe kapattı.

Arden ne olduğunu anlayamazken “Asel?” Diye tekrar seslenmişti.

Demir içinden sevgi sözcüklerini ona ilerletirken Asel’e doğru eğildi. Asel’in dolu mavilikleriyle derin bir iç çekerek gözlerini sıkıca yumdu. “Doktor hanım burada değil!”

Arden aldığı cevapla emin olamazken “Nerde olduğunu biliyor musun? Ayrıca senin orada ne işin var.”

Demir’in siniri giderek artarken kendisini tutmakta zorlanıyordu. “Yok dediysek yok doktor.”

Arden kaşlarını çatarak kapıyı açmak için tekrar denedi. Demir’in eli buna izin vermezken sabrı fazlasıyla taşıyordu. “Ya sabır.”

Arden “Doktorun odasına izin giremezsiniz beyfendi. Hemen çıkmazsanız sorumlusu ben olmam.” Dediğinde Demir’in sabrı buraya kadardı.

Kapıyı sertçe açtı. Kapıyı açmasıyla kapıya yaslı olan Arden dengesini zor sağladı. “Anlamıyor musun doktor! Yok dediysek yok neyin tantanası?”

Arden üstünü düzelterek içeri bakmaya çalıştı. Asel’in içeri girdiğine emindi. “İçer girerken gördüm onu. Nasıl burada olmaz?” Şüpheci bakışları Demir’deydi. “Ayrıca doktor değil Arden.” İsminin söylenmesini tercih ederdi.

Demir sabırla başını havaya kaldırıp indirdi. Arkasında gözükmeyen Asel ise tedirgindi. “Bak Arden misin, Arken misin neysen umrumda değilsin. Şimdi çık git sabrımı sınama.”

Arden karşısında gözü seğiren adama baktı. Içersi görünmek bir yana adamın gözlerini zor seçiyordu. “Tek başıma değil sizde gelin o halde. Sonuçta izinsiz burada duramazsınız.”

“Kardeşim sizi bana sayıyla mı gönderiyorlar. Git başımdan.” Diye söylendi. Arsen’e doğru bir adım atarak “Bak Arden doktor. Sabrım çok iyi değildir. Sen en iyisi git.”

Arden karşısındaki adamın sabrının sonunda olduğunu fark ederek geri çekildi. Kötü bir niyeti yoktu ona göre ama adamın siniri fazlaydı. Arkasını dönerek gidecekken ardından “Sevgilimiz olduğunda aynı şeyi mi çekeceğiz?” Diye söylenen adamı işitti.

Demir giden adamın ardından kapıyı kapattı. Tekrar Asel’e döndüğünde göz altındaki morluklar dikkatini çekti. Bu gecenin saatinde nasıl fark ettiği ise meçhuldü.

Birkaç adımda önüne geldi, titreyen sol elini sevdasının göz altlarına tedirgince gezdirdi. “Yorgun musun?” Sessiz kalan sevdasından cevap beklemeden “Yorgunsun…” gözleri usulca kapanmış kadına baktı. “Bende yorgunum.” Fizikten değil, ruhen yorgundu.

Usulca çekti ellerini kadından. Elini uzattı, “Gel.” Diyerek tutu nazikçe.

Asel bir kez olsun kendini bırakmak istedi. Sakince takip etti Demir Ege’yi. Sedyenin önünde durduklarında “Otur hadi.” Diyen kalın ama bir o kadar nazik sesi dinledi.

Demir Asel’in oturmasıyla gözler bir yastık taradı. Böyle boynu ağrırdı. Doktor önlüğünün asılı olduğu askılığa giderek aldı. Yumuşak bir top haline getirerek sedyenin başına koydu. Hafif gülümeyele geri çekildi. Asel’e dönerek “Yat hadi.”

Asel’den aldığı karsız bakışlarla “Demir…” demesi üstüne onu nazikçe yatırdı. “Sadece dinlenmek istiyorum. Sen uyu ki dinlenmiş olabileyim.” Seni izlemek uyumadan dinlenmek gibi.

Asel bunun üzerine sesini çıkartmadı. Bu saate hasta pek olmayacağını düşünerek gözlerinin kapanmasına mani olmadı.

Demir üzerindeki asker hırkasını çıkartarak Asel’in üzerine örtü. Yakınlardaki sandalyeyi çekerek oturdu. “Şimdi sıra bende ha.” Alayla güldü kendine. Aptal adamın tekiydi.

Sarkan küçük eli kararsızlıkla tutu. Kapalı göz kapaklarına baktı kadının. İşte şimdi dinleniyordu.

Asel ikizine doğru hızla koşuyordu. Üzerinde yine annesinin zorla giydirdiği elbiselerden biri vardı. Pembe elbise onu prensesler gibi gösterirken sarı saçları ve saçlarındaki o kurdele tam bir prenses olduğunu belli ediyordu.

”Seyi yakayayacayım Aysey!” İkizi ne kadar kaçsa da o kovalamaktan vazgeçmiyordu.

Demir uzaktan onları izlerken kaldırımda oturan babasına doğru giderek yanına oturdu. “Baba…” diye mırıldandı.

Timuçin oğlunun sesini bile duyarak ona döndü “ Söyle evlat.”

Demirin bakışları ikisini kovalayan küçük kızdayken “ Baba ben çok mu kıskancım?”

Timuçin’in kaşları anlamazca çatılırken oğlunun baktığı yöne baktı. Gördük görüntü yüzünde hafif bir gülümseme meydana getirdi. “ Bunun nereden çıkardın evlat?” Nereden çıktığını bilse de sordu.

Demir bir anda utanarak başını eğse de bakışlarına küçük kızdan çekemiyordu. “ Çiçek…”

Timuçin kaşlarını hafif havaya kaldırarak “ Çiçek? Dedi sorar herhalde.

Demir “ Çiçek beni kıskanç buluyor ama ben kıskanmam ki. Hem neyden kıskanacağım onu?” Derken sesinden hafif bir sitem ve kıskançlık vardı.

Timuçin bıyık altından gülerken “ Kıskanıyor ki söylüyor nazlı oğlum.” Dedi.

Demir’in kaşları bir anda çatıldı. “ Ben nazlıyım, ne de kıskancım baba!” Dedi.

Timuçin oğluna “ Nazlısın da kıskançsın da oğlum.” Derken inat söylemiyordu. Çiçek kızına hep böyleydi sadece farkında değildi.

Demir Ege babasına doğru çatık kaşlarla döndü “ Değilim dedim baba!”

Asel ikizini kovalamaktan yorulunca gördüğü Timuçin ve Demir Ege ikilisine doğru adımlamaya başladı. İkilinin dediklerini biraz duyduğunda Demir Ege’ye doğru hızla adımlayıp kulağının dibinde “Nazlısın Eye!” Diye bağırdı.

Demir hızla kafasına gelen sese çevirdi “ Değilim Çiçek!” Diye o da bağırdı.

Asel Demir’in siyah saçlarını elini uzatıp hızlı çekti. Demir’den gelen acı bağırtıyla “ Bak nasılsın işte hemen bağırdın!” Dedi.

Demir ona sinirle baktığında tek bir şey söyledi “ Kaç!”

İkili arasında kovulamaca başlarken onları gülümseyerek izleyen adam yıllar sonra bu konunun geçeceğine emindi.

Sabah ezanı duyulmaya başladığında Demir gördüğü rüyanın etkisiyle uyandı. Ezan sanki bir davet çağrısı gibi kulaklarına ilişmeye devam ederken tutulan boynunu boş olan eliyle tuttu.

Hala uyumaya devam eden çiçeğine baktı. Yüzünde bir hafif gülümsemeyle yerinden kalktı. “ Hemen geliyorum çiçeğim…” diye fısıldarken sıkıca tuttuğu eli nazikçe asker hırkası içine bıraktı. Elin üşümesin istemezdi.

Odada hızlı gözlerini gezdirdi. Küçük dolabın içini açarak içinden seccadeyi çıkardı. Özellikle doktorların odasında bir tane bulunurdu. Seccadeyi sıkıca tutarken odadan çıktı. Koridorda dümdüz ilerlerken en son kapalı olan kapıyı açtı boyundan mütevellit Başını eğerek içeri girdi. Hemen atmosfer kendisini etkisi altına aldı. O kadar huzurlu o kadar güzeldi ki. Namazlarını kılmak isteyen doktorlar için özel olarak yapılmış bir yerdi. Elindeki seccadeyi nazik yere serdi. Ayakkabılarını zaten girmeden önce çıkartmıştı. Abdest alması gerekirdi. Bundan dolayı bu yerin bir de küçük lavabosu vardı. Abdest almak amacıyla kullanılırdı.

Hızlı abdestini aldı tekrar seccadenin başına başına geçti. Sabah namazında güzelce kıldı. Ve sonra vakit dua vaktine geldi. Ellerini semaya açtı gözlerinden dökülen yaşla gülümsedi. “ Allah’ım sana şükürler olsun. Yüreğinde taşıdığım acıyla hafiflemesine vesile olduğundan dolayı çok teşekkür ederim. Belki sana layık bir kul olamadım, Belki iyi bir adam değildim… Ama sen hiçbir zaman kulunu geri çevirmezsin. Sana yalvarırım Rabbim sen sevdiğimin gözlerinden tek bir damla yaş düşmesin müsaade eyleme. Yalvarırım Ya Rabbim sen teksin ve birsin. Senden başka ilah yoktur. Kulunun her daim yanında olan da sensindir. Sen bu kulunun duasını kabul eyle Ya Rabbim.”

Duasını tamamlayıp yerinden sakince kalktı. Üzerinden sanki bir yük kalkmış gibi hissederken Seccadesini sakince katladı ve özenle eline aldı. Bu hayatta tek sığınacağı kişi şüphesiz Allah’tır. Şüphesiz ki sadece onun huzurundayken huzur bulabilirdi.

Tekrar sevdasının yanına döndüğünde çoktan gözlerini açtığını fark etti. Boş bakışlarla duvara bakıyor, sanki bir şey düşünüyordu.

Endişeyle çiçeğinin yanına giderek önünde durdu. “Çiçek iyi misin?”

Asel’in bakışları ağır çekimde ona döndü. Bakışları gözlerini talan etmeye başlarken Demir endişeyle titriyordu. “Çiçek…” sertçe yutkundu.

Sevdasının nesi vardı?

Asel hiçbir şey söylemedi. Sanki kendi içinde bir çatışma içindeydi.

Demir bir adım daha atarak ona yakın olmak istedi ama yapamadı. Sanki aralarında görünmez bir duvar vardı. Bu durum canını sıkıyordu. Tekrar ondan uzak mı duracaktı? Öyleyse o ne yapacaktı? Sonuna kadar devam edecekti. Çiçeğinden ayrı kalmaya niyeti yoktu.

“Demir ne yapıyorsun?” Asel’in bakışları normale dönerken merakla sordu.

Demir ne diyeceğini bilemez halde bir anda duraksadı. “Sen iyi misin?” Kuşkuyla yüzünü talan ediyordu.

Asel anlamaz bir ifadeyle baktı. “İyiyim tabi. Ama biraz açım.” Diyerek omuz silkti.

Demir’in kafası karışırken “Hadi yüzünü yıka da kahvaltı için gidelim.” Dedi.

Asel başını sallayarak yerinden kalktı. Kalkmasıyla gözleri saniyelik kararsa da belli etmeden küçük lavabosunda yüzünü yıkamaya gitti.

Ardından Demir neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Dışardan gelen sesleri kuşaklarına iliştiğinde bakma gereği duymadı. Saat daha erkendi ama askerler genelde bu saatlerden hatta daha erken kalkabilirdi.

Dakikalar sonra Asel geldiğinde odadan çıkarak yemek haneye doğru sessizce ilerlemeye başladılar.

Sessizce yemekhaneden yemeklerini almaya başladıklarında Demir ara ara Asel’in neler aldığına bakıyor, ekstra şeyler ekliyordu.

Asel ise ona sadece garip bakışlar atıyordu.

Boş bir masaya giderek oturduklarında sessizlikleri devam ediyordu. Demir bir anda Asel’in tabağındaki poğaçayı alana kadar. “Hey o benim!” Diyen Asel’in ona çatık kaşlarla bakmasını umursamadan omuz silkti. “Artık benim.”

Asel sinirle onun tabağından başka bir poğaçayı aldı. Tam iştahla yiyecekken ellerinden kayboldu. “Demir!” Diye sinirle söylenmesine Demir parıldayan gözleriyle “Sen dere otu sevmezsin.”

Asel bunu duymasıyla duraksadı. Demir’in bir parça yediği poğaçasına kaydı gözleri. Isırdığı kısımda dereotu olduğu belliydi. Peki ya o nereden biliyordu dereotu sevmediğini?

Demir simitinden bir parçasını Asel’in önüne bıraktı. “Hadi, ye.”

Asel ona şefkatle bakan adamın gözlerine bakarak “Teşekkür ederim.” Dedi. Yanaklarının kızardığına emindi.

Demir onun kızaran yanaklarına bakarak iç çekti. “Etme… Eğer biri teşekkür edecekse ben teşekkür ederim.” Asel’in merakla baktığını gördüğünde “Hayatımda olduğun için.” Yaşadığın, yaşattığın için.

Asel bakışlarını kaçırarak yemeğine döndüğünde tekrar sessizlik gitmişti aralarına. Tam her şey güzel giderken Asel’in meraklı sesi doldurdu kulakları. “Sana ağabey mi demeliyim?”

Demir’in yediği dereotlu poğaça boğazında kalmıştı resmen. O öksürmeye başladığında Asel müdahale edecekken biri sırtına sertçe vurmaya başladı. “Komutanım komutanlık yapamadan elden gidiyor!”

Kerem’in endişeli sesiyle birlikte tüm tim onlara bakıyordu. Ki sadece tim değil yemekhanedeki birçok kişi.

Demir bir anda dudaklarına yaslanan plastik bardak içindeki suyu zorla içti. Boğazı rahatlarken derin bir nefes aldı.

”Canım komutanın daha sizinle ne cezalar alacağız nereye gidiyordunuz öyle?” Diyen Kerem’in dediklerini bile duyamıyordu. Onun aklı Asel’in ‘sana ağabey mi demeliyim?’ Sorusundaydı.

Ne ağabey ulan! Ağabey olacak adam mıydı o Asel’ine? O olsa olsa kocası, sevdiği olurdu!

Mustafa Kerem’e grip bir bakış atarak “ Görev demek değil mi komutanım?”

Kerem ona dönerek kaşlarını çattı. “ Öyle demek istesem öyle derdim asker.”

Mustafa’nın dediklerini hiç takmadan göz devirip yerine oturdun.

Serdar boş bir yere geçerek masaya yemeğini koydu. “ Vallahi komutanım sizin bu ceza aşkınıza bitiyorum.”

Erdem Serdar’ın yanına geçtiğinde “ Serdar haklı komutanım sizin bu ceza aşkınız gerçekten inanılmaz.”

Sevilay ve Baran onların konuşmalarını takmadan yerine otururken, Kaya dostunun yanına geçti. Tuğrul da Kerem’in yanına geçtiğinde “ Siz daha hiçbir şey görmediniz.” Diyerek gülmüştü.

Kerem bozularak önüne döndüğünde dişlerini sıkarak onlara döndü. Onların hala goy goy yaptığını fark ettiğinde. “ Anlaşılan doydunuz askerler. Bir de siz er meydanında görelim.”

Ölüm timi anlamca komutanlarına döndüğünde Kerem “ Bilmeden bir kabahat mi işledik komutanım?” Diye sordu. Komutanının bu sinirli halini anlayamamıştı.

Demir oturduğu yerden kalkarken “ 15 dakika içerisinde herkes içtima alanında olacak.” Diyip Asel’e son bir bakış atıp gitti.


Kerem komutanın ardından bakarken “Neler oluyor?” Diye sorsa da kimseden bir cevap alamamıştı. Kim bilebilir di ki komutanları görünmesi güç bir sevdaya bulaştığını…

”Yat yere yat, yat!” Sert sesi duymalarıyla birlikte hepsi yere yatmıştı.

”Sürün asker!” Ağların arasından sürünerek yürümeye başlayan askerler ne günah işlediklerimi sorguluyorlardı.

“Oğlum bu komutan daha fena çıktı. Nefes aldırmıyor adam resmen.” Diyen Kerem’e katılanlar vardı.

”Süt çocuğu gibi hafif bir antrenman beklemiyordun herhalde Kerem?” Diyen Baran’a döndü gözler. O ise kimseyi umursamadan önden gitmeye devam ediyordu.

Kerem çamura bulanmış üstünde iğrenerek baktı. “O kadar beklemiyorum ama yağmurun altında çamurda sürünmeyi de beklemiyordum.” İş ya içtima yapacakları zaman resmen bardaktan boşalırcasına yağmur yağmaya başlamıştı.

Alisa bozulan tırnak boyalarına acıyarak baktı. “Ağlamayacağım ağlamayacağım.” Ağlamaklı bir ses çıkartarak “Gitti güzelim tırnaklarım.”

Yanındaki Sevilay Alisan’ın gözlerini kapatan saçlarını çamurlu eliyle kenara çekti. “Abartma Alisa.” Dese de Alisa bu defa çamur olmuş saçlarına ağlamaya başlamıştı. “Gitti sarı saçlarım!”

“Alisa artık parlak sarıların çamur sarıları oldu.” Diyerek gülen Kerem’e döndü Tuğrul. “Kerem sus aslanım.”

Alisa burnunu çekerek onlara baktı. “Kötü görünüyor değil mi?”

Kimseden çıt çıkmazken Mustafa “Biraz.” Demesiyle Alisa hem sürünüp hem de ağlamaya devam ediyordu.

Ne kadar süre geçti bilinmez ama komutanları “Asker ayağa kalk!” Diye bağırdığında hepsi ayağa kalkmaya çalıştı. Bacakları uyuştuğundan zorlanan askerlerden bazıları düştü, bazıları düşme tehlikesi atlatı. Alisa yerdeki haline sinirlenip çamurlu yere vurdu. “Yeter ya!” Diye söylenirken başına dikilen komutanıyla şiirince gülümsedi. “Yerde ne işin var Alisa? Yoksa daha fazla sürünmek mi istiyorsun?”

Alisa hızla ayağa kalktığında “Yok komutanım böyle iyi.” Komutanı ona ters bir bakış atıp yürümeye devam ettiğinde derin bir nefes aldı.


“Bittiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz asker! Şimdi tırmanın!”

“Emredersiniz komutanım!” Askerler yanlarındaki tırmanma yerine tek tek tırmanmaya başladılar. Hepsinin aklında bugünü sağ tamamlamak vardı.

Asel son hastanın çıkmasıyla elindeki kalemi masaya savurdu. Eller başına giderken huzursuzdu. Gelen çoğu asker o kadar saçma sebeplerle geliyorlardı ki sinirlerine sahip çıkması çok zordu.

Kapının çalma sesiyle “Gel!” Dedi.

Aralanan kalıpının ardından Arsen’in çıkmasıyla gülümsedi. “Gelebilir miyim Asel doktorum.”

Asel yerinde dikleşirken “Gel tabi Arden doktor.” Arden içer girdiğinde hızlı adımlarla Asel’in yanına gidip elindeki kahveyi masaya bırakmadan önce havaya kaldırdı. “Kahve?” Asel’den onay aldığında bıraktı.

”Teşekkür ederim Arden.” diyen nahif sesle gülümsedi Arden. “Her zaman Asel doktorum.”

Arden sandalyelerden birine oturduğunda “Ee nasılsın?” Elindeki kahveden bir yudum aldı.

Asel kahve bardağıyla oynarken ona baktı. Gerçekten nasıl dı? Aslında duyguları karışık olsa da garip bir şekilde huzurluydu. Ağabeyi yanında olsa daha iyi olurdu ama eskisi gibi değildi. “İyiyim sanırım.”

Arden ona anlayışla baktı. “Eğer anlatmak istersen dinlerim.”

Asel ona döndüğünde kendini açıklama hissiyle doldu. “Sakin ol sadece psikoloji de okumuştum. Yani yarı psikoloji doktoru da sayılırım bence. Ne kadar okulu tamamlamasam da.”

“Anladım. Ama ihtiyacım şimdilik yok teşekkür ederim. Ama sorun etmezsen delirmeden önce uğrarım.” Dediğinde Arden güldü. “O zaman delirmeden beklerim.”

kapının tıklatılma sesiyle bakışlar kapıya döndü. “Gel.” Kapıdan içeri giren Lidya Arden’e doğru ilerledi. “Karnından yaralanan askerin pansuman zamında haber vermemi istemiştiniz.”

Arden ayağa kalkarken “Müsadenle Asel.” Dediğinde Asel gülümseyerek “Kolay gelsin.” Dedi.

İkili odadan çıkarken Asel tekrar yalnız kalmıştı. Başını geriye doğru yaslayarak gözlerini kapattı. Bu lanet baş ağrısı nereden gelmişti?

Demir gözlerini askerlerin üzerlerinde gezdirdi. Her bir seslerinin üzerinde çamur vardı. Sanki antrenman yapmak yerine çamur banyosuna girmişlerdi. Bu durum onun bir yanını memnun etse de aklı hâlâ başka yerdeydi.

“Gidin ve temizlenin. Bir saate kadar toplantı odasında olacaksınız.” Komutanlarının sert sesini duymalarıyla hepsi bir domino parçası gibi yere yığıldı.

Demir onlardan tarafa bakmadan ıslak üstünü değiştirmek için odasına yol aldı. Odasına girdiğinde üstündeki kıyafetlerden kurtularak ılık bir duş aldı. Üzerine yedek üniformasını geçirdi. Birazdan toplantı olacağından iyi durumda olmalıydı.

Aynanın karşısına geçerek kendisine göz gezdirdi. Siyah saçlar, siyah gözler ve gözlerindeki o nadir renk… Asel’iyle bağlantılı olan en değerlisi.

Asel gözlerine uzun uzun bakardı. Ama sever miydi bilmiyordu… Sonra eli istemsizce saçlarıma gitti. Bakımsız uzun saçları. En yakın zamanda kesilmesi gereken saçları… Hafifçe kenara çekerek baktı anlına. O küçük yara izinin olduğu günü hatırladığında gülümsedi. O gün ağlamamak için zor durmuştu. Akşamına annesinin dizinde ağlaması dışında da sorun yoktu. Sırf çiçek kızına güçlü görünmek için zor durmuştu. O güne gitti gözleri sanki. Akşam eve gittiğinde babası önce endişeli gözlerle ona bakmıştı, annesininde kalır yanı yoktu. Ağabeyi biraz dalga geçmişti ama gözlerindeki kızarıklığı görünce yanına gelip ‘Kim ne yaptı sana?’ Diye bir soruşu vardı. Sanki adam olsa ortada dalacaktı. Ama olayı anlatımında işler değişmişti. Babam önce kolumu incelemiş, anlıma bakmıştı. Sadece inceldiğini gördüğünde ise bir dünya dalga geçmişlerdi ağabeyiyle. Ama o anlar bile ne kadar özel, ne kadar güzeldi…

Şimdi ise aynanın karşısında sadece o vardı. Diğer taraf ise meçhuldü.

Perişan hâlde idim…

Biçare bulurdum belki, ama ben kaçmayı seçtim.

Mecnun olduğumdan, gözlerim kör olmuştu her şeye.

Kederim, feryadım, ahlarım doldu her yere…

Senden ayrıldığımda, ailemden de hazan oldum ben.

Perişandım, ailemden uzak kaldığımdan.

Şimdi sen geldin, ey yâr…

Ama ben, öz ailemden bihaberim artık.

Bihaberdi artık ailesine. Şimdi çıksa karşılarına utançtan başını kaldıramazdı. Babasının o kırgın gözlerini, annesinin o sağlam durmaya çalışan halini, ağabeyinin kırgın ama sinirli gözlerine dayanamazdı. Derin bir iç çekti. Şimdilik sadece Asel’i düşünecekti. Onu kendisine yar yaptığı an ailesinin karşısına çıkacaktı. Sadece biraz sabır gerekiyordu. Daha sonra her bir ailesiyle tek tek ilgilenecekti. Ama eğer şimdi gitse bilirdi ki Azat amcadan önce Alpay ağa resti çekerdi. Bilirdi çünkü Alpay ağanın kız çocuklarına olan düşkünlüğünü. Bundan dolayıdır ya Asel’in duyguları ona kaysın. Eğer ona kayarsa kimse onu üzemezdi. Ailesi karşı çıkmak isteselerde Asel’in duyguları hep önde olurdu.

Peki bencilce mi düşünüyordu? Belki. Ama ilk kez olmasa da tekrar bencil olmayı seçti. Zaten bir hafta süre dolmak üzereydi. Dolduğu an ağabeyiyle yüzleşeceği kesindi. Agah bir söz verirse tutardı.

Asel’i görmek istediğinden hızla odasından çıktı. Kimseyi umursamadan seri adımlarla ilerlemeye devam etti.

Az bir zamanı vardı ve sevdiğiyle bugün doğru dürüst görüşememişti. Sonunda revire geldiğinde içeri girecekti ki bir kadın tarafından önü kesilince duraksadı.

Emine gördüğü adama doğru ilerleyecekken Lidyanın bir anda revirden çıkmasıyla duraksadı. Bu kız ne diye olur olmadık yerde çıkıyordu? Derin bir nefes alarak onlara doğru ilerlemeye başladı. Bu sırada konuştuklarını duyabiliyordu.

”Üsteğmen yaranız mı var?” Diyen Lidya’ya başını salladı Demir. “Bir sorun yok Lidya. Şimdi önümden çekil.” Kaba konuşmamak için çabalasa da askerlerin arasında rica kelimesi pek olmadığından katı çıkıyordu cümleleri.

Lidya başını sallayarak kenara çekildi. Sorguya çeker gibi sormak istendiğinden daha fazla soru sormadı.

Demir önünden çekilen kadınla içeri girecekken “Demir bey beni görmeye mi geldiniz?” Demir içinden sabır çekerken yüzüne de yansıtıyordu. “Bak bacım uğraştırma beni yüreğim içerde bir soluklanıp gideceğim işim var.”

Emine açık açık konuşan adamla afalladı. Tek o da değil Lidya’da şaşırmıştı. Kendisi ve Emine dışında tek bir kadın vardı o da Asel doktordu.

Demir onların afallamasını umursamadan içeri girdi. Asel’in kapısının önüne geldiğinde hafifçe tıklattı. Ses gelmeyince yavaş bir şekilde açtı ve içeriye kafasıyla aralıktan baktı. Gördüğü an anlamıştı sevdasının başı ağıyordu. İçeriye bedeniyle girdi. Yavaşça kapıyı ardından kapattı. Odadaki çiçek kokusunu derince içine çekti fark etmeden. Adımları durmak bilmeyerek sevdasına doğru yöneldiğinde masada bulunan kahve vardığını fark etti. Bardağı eline alarak baktı. Kahvenin kokusu ciğerlerine dolarken kaşları çatıldı. Şekersizdi. Eğer şeker atılmış olsaydı karıştırma çubuğu burada olurdu. Asel asla çubuğu almadan durmazdı. Yani bu kahveyi o almadı. Kadınlardan biri olduğunu da sanmıyordu. Mert’te olamazdı. Kabul etmek istemese de Mert Asel’i çok iyi tanıyordu. O zaman geriye küçük boyuna bakmayan doktor Arten kalıyordu.

O lavuğun ne işi vardı burada? Hem ne ara bu kadar samimileştiler? Derin bir nefes alarak kendini sakinleştirmeye çalıştı. Gerçi bu güzel koku sayesinde sakinleşmemek elde mi? Elindeki kahvenin soğuk olduğunu anladığında camdan aşağı döktü. “Lan!” Diyen bir ere sertçe baktığında er sesini çıkartmadan uzaklaştı. İstemeden yapmıştı sonuçta.

Tekrar Asel’e döndüğünde ağrıyan başına ellerini yerleştirdi. Hafifçe masaj yapmaya başladığında huzursuz olan yüzü yumuşamaya başlamıştı. Bu duruma gülümsediğinde masajına devam etti.

Asel’in başı ağrıdığında masaj yaptırırdı. Bu sayede ağrısı dinerdi. Kaç dakika masaj yaptı bilmiyordu ama gitmesi gerekiyordu. Sakince kadının kulağına yaklaşıp “Günü geldiğinde bana olan duyguların nişanesi gibi parlayacak mavililerin. Ve işte o gün benim günüm olacak.”

Şimdi toplantı zamanıydı.

Ölüm timi hazır bir şekilde toplantı salonundaydı. Kimseden çıt çıkmazken herkes oldukça ciddiydi.

“Komutanım bu adam ne zaman gelir?” Diye sordu Tuğrul.

Uzun süredir yeni gelecek erkek yüzbaşını bekliyorlardı. Ama adam hiçbir yerde yoktu.

Demir sıkın bir nefes verirken elindeki dosyaya baktı. “Bilmiyorum asker. Geleceğini söylemiş albaya.”

Kerem “Ama ilk andan geç kalacak böyle giderse. Bizimde işimiz gücümüz var gelsin artık.”

Baran keskin gözlerini Kerem’e yönelti. “Daha süresinin dolmasına otuz saniye var Kerem, ne bu acele?”

Kerem alayla güldü. “Kızlar beklemese acele etmezdim komutanım da malum.” Saçlarını geriye doğru atarak “Cazibeme dayanamadıklarından acele ediyorum.”

Birkaç kişiden gülme sesi gelirken Demir saatine baktı. Son on saniye.

Alisa öne doğru eğildi. “Kerem senin çapkınlığın bir gün elinde patlayacak ve ben o anı merakla bekliyorum.” Yeni dedikodu kilidini açmak için can atıyordu.

Kerem ona göz devirdi. “Hiç sanmıyorum Alisa’cığım.” Dedi.

Mustafa fuarda öten saate baktı. “Son üç saniye.”

İki

Bir

Ve sıfır.

Kapı ağır bir şekilde açıldı. Gözler kapıya dönerken görüş açılarına bir beden sakince girmeye başladı.

Kimsenin beklemediği bir şey vardı. Şüphesiz kadın bir yüzbaşı…

Bölüm sonu.

Düşimceleriniz?

Yazım dili?

Ancak bu kadar yazabildim bu hafta…

Karakterler?

Yüzbaşını erkek sanan tim vs kadın yüzbaşını gören tim :).

Alisa?

Sevilay?

Baran?

Kerem?

Kaya?

Mert?

Tuğrul?

Lidya?

Emine?

Serdar?

Erdem?

Arden? Daha doğrusu Arten?

Asel?

Demir?

Güneşli günler dilerim…

Instagram’dan bir soru sormuştum Açıkçası sadece bir kişi bilebildi diyebilirim. Hikayeyle alakası yoktu şiirin :). Ayrıca güzel olduğunu söyleyenlere de teşekkür ederim. Diğer bölüm o şiiri belki başa yazarım.

Instagram: demirhan.asel

TikTok: demirhan_asel

Bölümü yayınladığım günler ve Cumartesi, Pazar ve de Salı günleri kitabı öne çıkarmaracağımı söylemiştim bildirim gelirse ciddiye almayınız.

 

Bölüm : 23.10.2025 07:49 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...