172. Bölüm

26. Bölüm

Asel Demirhan
demirhan_asel

Hicran bizim yolumuzdu

Ah çeksekte, fikrat yaşasakta, hazan hep bizimleydi.

Vuslatımız belki gelirdi bir leylde…

Felekte yazılıydı, imtihanımız.

Niyaz edersek, bu hazan diner miydi?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“Ceylân-ı Şeb”

Kadın askeriyeye girdiği ilk anda meraklı bakışların esiri olmuştu. Özelikle erlerin fısıltısı kulaklarına ilişiyordu. O ise kimseyi umursamadan üzerindeki şanlı üniformasıyla, ayağındaki koyu yeşil botlarıyla, yüzündeki sert maskesiyle adeta katı bir kadının vücut bulmuş hali gibi sert adımlarına devam ediyordu.

Önce albayın odasına doğru yol aldı. Önceliği geldiğini bildirmekti. Keskin bakışları albayın kapısının önünde duran postacı ere kaydı.

Er kadının bakışlarıyla gerilse de gözlerini ondan çekmedi.

“Albay müsait mi aslanım?”

Kadının sorusuyla er kuşkulu bakışlarını yönelterek sordu. “Kimdiniz hanımefendi?”

Kadın başı dik, göğsü gururla “Yüzbaşı Meyra Asilsoy, dersen yanına çağıracaktır asker.” Dediğinde Er hızla pozisyonunu aldı. “Hoş geldiniz komutanım. Albay geleceğiniz bildirmişti. Buyrun lütfen.”

Kenara çekilen askerle kapıyı iki kez tıklattı kadın. İçerden gelen katı sesle kapıyı yavaşça açtı. Açmasıyla masasında olan bakışları kaldıran albayın mavi gözleriyle kendi açık yeşil gözleri birleşmişti. Baş selamı vererek içeriye girdiğinde albayın sert bakışlarını hissediyordu. İçten içe gerginlik tüm vücudunu sarsa da dıştan keskin bakışlıydı.

İçeriye girdiği anda “Yüzbaşı Meyra Asilsoy Yozgat emret komutanım!”

Albay keskin bakışları askerinden çekmedi. “Rahat. Hoş geldin yüzbaşım. Neden burada olduğunu biliyorsundur?”

Kadın rahat kelimesiyle rahatlayarak dik durdu. Albayın sorusuna başını salladı. “Evet komutanım.”

Albay kıstığı maviliklerle kadını baştan aşağı inceledi. Boyu kadınların standart boyundan oldukça uzundu. Gözleri açık yeşil, saçları kan kırmızısıydı. Ama albayın asıl dikkatini çeken bakışlarındaki keskinlikti. Bu gözler başını belaya sokacağı belli olan gözlerdi. “Başını belaya sokacak hiçbir şey istemiyorum yüzbaşı. Buraya neden geldiğini unutma. Tek bir hatanda affetmem.”

Kadın albayın keskin sesiyle sertçe yutkundu. Emre itaatsizlik yapamazdı. “Emredersiniz komutanım.”

Albay hafifçe gözlerindeki sertliği yumuşattı. “O halde git ve timle tanış. Onlar seni toplantı odasında bekliyor.”

Kadın tekrar tekmil vererek odadan ayrıldı. Kapıda duran erin saçlarına olan bakışlarını fark etse de ona dönmeden yürümeye devam etti. Askeriyedeki her yeri bilmiyordu elbet ama toplantı odasının yerini önceden öğrendiğinden koridorda sert ayak sesileri yankılanıyordu.

Sonunda gelmek istediği odanın önünde durdu. İçerden ses gelmezken, kapıyı çalma gereksinimde bulunmadan hafifçe aralamaya başladı.

Kapıyı aralamaya başladığı an sessiz oda sanki daha da sessizleşti. Bedeni tamamen içeri girdiğinde ona bakan dokuz çift gözü fark etti. Hiç kimseye bakmadan en başta oturan adama odaklandı. Siyah gözlü adamın ona keskin gözlerle bakmasıyla dudağı hafifçe kıvrıldı. Omzundaki apoletlere baktığında kendisinden düşük rütbede olduğunu anlayarak tekmil verme gereksiniminde bulunmadı.

Ölüm timin ona şaşkınlıkla baktığının farklında olan kadın, bu durumdan keyif almadan edemiyordu.

Ölüm timi kadın asker gördüğü an sessizleşmişti. Bu odaya sadece yüzbaşının giriş izni vardı. Toplantı olacağından dolayı. Ve karşılarında erkek yerine kadın yüzbaşı beklemedikleri aşikardı. Kadının sert çene hatları, keskin yeşilleri, standartların üzerinde boyu, iri bir vücudu ve kan kırmızısı saçları dikkat çekiciydi. Bakışlar kadının omzuna kaydığında yüzbaşı olduğunu belirtiyordu. Kalkıp tekmil verme gereksiniminde bulunmadılar. Bu görevde komuta Demir komutanlarında olduğundan ondan bir hareket gelmeden hiçbir şey yapmayacaklardı.

Kadın sert adımlarla üsteğmen olan adamın yanına doğru adımlamaya başladı. Her adımında gerilen insanların farkındaydı. Tam üsteğmenin önünde durduğunda elini uzattı. Aynı karşılığı keskin siyahlardan aldığında “Yüzbaşı Meyra Asilsoy.” Karşısındaki adam “ Kıdemli üsteğmen Demir Soylu.” Elindeki eldivenle Demir kısaca sıktı eli ve hızla geri çekti.

Kulaklarına ilişen keskin ses kadını gülümsetti. “Tanıştığımıza memnun oldum Üsteğmen.”

Demir siyahlarındaki keskinliği bozmadı. “Henüz tam tanışmadık yüzbaşı. Umarım bende memnun olabilirim.”

Kadın bu cevapla gururun okşandığını hisseti. Kendisinin değil de tüm askerlerin böyle olmasını isterdi. Hele de bir hain varken temkinli olmak en iyisiydi. “Göreceğiz üsteğmenim.”

Demir’in keskinliği daha da artı. “Yüzbaşı bir kez daha aitlik eki kullanmayınız.”

Kadın şaşırarak baktı adama. İlk kez böyle bir tavır alındı ona. “Anlayamadım?”

Demir başını dik tutarak yumuşayan siyahlarıyla baktı. Sanki ona değil bir başkasına bakıyor gibiydi. “Kalbimin fethi aitlik eki kullanmazken bir başkasına ne hacet?”

Kadın hayran olan bakışlarını adama yöneltti. Böyle bir sevda hayran olunasıydı. “Anlaşıldı üsteğmen.”

Demir kısa bir süre yumuşayan yüzünü sert haline soktu. Önündeki dosyayı ona doğru uzattı. “Adamımız Dursun Delen. Şehirlerin çoğunda şirketleri mevcut. Ancak adam inatla Hakkari’de önemli toplantılarını yürütüyor. Bizim görevimiz Dursun denen adamın pisliklerini ortaya çıkarmak. Ve bu görevde birlikteyiz yüzbaşı.”

Kadın elindeki dosyayı incelerken adamın son söylediğiyle ona döndü. “Anlaşıldı üsteğmen. Burada yazanlara göre adam iki yıl önce evlenmiş daha çok süre geçmeden boşanmış. Ama işin garip yanı kadın bir sene sonra adamla tekrar evlenmiş.”

Demir dosyayı çoktan incelediğinden kollarını çiçek moduna soktu. “Kadın bir röportajında mutlu bir evlilikleri olduğunu ve bir oğulları olacağını da söylemiş. Ama bir sene sonra ellerindeki bebeğin yaşı asla onların evlendiği zamana tutmuyor.

Baran “Evlilik dışı olamaz mı?”

Demir’in bakışları Baran’a döndü. “Evliliklerinden bir ay önce tanışmışlar. Bu süre bile yeterli değil.”

Alisa “Ya tek gecelik bir ilişkiyse? Çocuğun olduğunu da o süre zarflarında öğrendiyse?”

Bakışlar bu defa Alisay’a dönerken “Mümkün değil. Kadının karnı o kadar büyümemiş.”

“Belki zayıf bir vücuda sahiptir? Bazı kadınların hamileliği belli olmaya biliyor.” Kerem.

Demir ”Bu da bir seçenek tabi ama sanmıyorum. Adam evlilik törenlerinde daha önce hiç tanışmadıklarını açık şekilde ifade etmiş.” Dedi.

Kadın bakışlarını dosyadan ayırarak konuşmaya katıldı. “İşin tuhaf yanı çapkın olan adam bir anda durulmuş. Önceden de çapkın değildi lakin manşetlerde yerini alırdı.”

Baran düşünceli bir sesle ”Bu çok tuhaf.” Dedi.

“Akşam küçük tatlı bir kafede birkaç adamla görüşeceği bilgisini aldık. Yarın gece bir davet var ne olursa olsun o davete en az birimiz davetli olmalıyız. Kartımız olmadan girmemiz mümkün değil. Adam sıkı güvenliklerle hararet ediyor.” Diyen Demir’i onayladı tim.

Kadın dosya son kez bakıp masaya bıraktı. “O halde akşam görüşürüz ölüm timi.”

Aynı karşılığı timden alarak ayrıldı.

*
“Murat beni delirtme be adam!” Diye sinirle bağırdı Meltem. Kocası resmen deli etmişti onu. Bir çocukla uğraşamıyordu resmen.

Murat kucağındaki çocuğa cins bir şeymiş gibi baktı. “Meltem biz buna niye bakıyoruz? Verelim yetimhaneye işte.”

Meltem kocasının bu haline göz devirdi. “Murat bak hayatım sakin olamıyorum artık sus. Birazcık bak işte çocuğa da kadınlarla gezeceğiz bir saat.”

Murat çocukça omuz silkti. “Bana ne ben kızım yanına gidemiyorsam sende gezemezsin.”

Meltem kocasına doğru adımladı. “Bak hayatım. Sence kızımızı biraz rahat mı bıraksan?” Günde on defa kızını arıyordu Murat. Ama yetmiyordu sanki. Kızını özlemişti… Bu ayrılığa daha fazla dayanacak gücü yoktu. Bu kadar yeter! En kısa zamanda kızını tekrar İstanbul’a getirecekti. İdda mı? Umrunda bile olmazdı. Yeterki kız olsun yanında.

”Ben kızımı özledim…”

Meltem kocasının acı dolu sesiyle gözleri doldu. Haklıydı kocası, o da özlemişti. Kızından bir saniye ayrılsa özlerdi ve şimdi başka şehirde olması can yakıcıydı. Ama biraz daha zaman gerekiyordu. Zamanı geldiğinde kızları geri dönecekti emindi.

”Hem bu velet erkek gitsin Timuçin amcası ilgilensin.”

Meltem kocasının dedikleriyle göz devirdi. “Ay Murat nedir senden çektiğim. Erkekse erkek ne olmuş yani? O da çocuk.”

Murat kucağında saçlarını çekiştirmeye çalışan çocuğa baktı. “Hiç kızla erkek evlat bir mi Meltem’im? Şuna bak daha dün bez takan çocuk emzikle dolanıyor. Oysa kızım prenses gibi dolaşıyordu.” Derin bir iç çekti eski günlerin hatırına.

Kapının tıklatılma sesiyle dikkatler dağıldı. “Bana bak Murat geldiğimde çocuğu çöp kutusunun içinden bulursam sorarım sana bunun hesabını!” Meltem kocasını son kez uyararak kapıya doğru ilerlerken Murat ağzının içiyle homurdandı. “Çocukmuşsa çöpte olmazmış. Elimden gelse erkek evlatlarımız Miran’la Meriç’i verirdim yetimhaneye.” Küçük çocuğa bakarak “Birde bu veleti.” Çocuk Muratın ağzına vuruyor, saçlarını çekiştiriyordu. “Meltem bu çocuk daha şimdiden şiddete mailli. Gel yetimhaneye verelim!”

Meltem kapıdaki iki kadına bakarken kocasının sesiyle “Murat!” Diye bağırması kocasının ise “Seni seviyorum ruhumun dermanı.” Demesi aynı anda olmuştu.

Meltem gülümseyerek ardını dönüp öpücük attı uzaktan kocasına. “Bende seni sessizliğimin sesi.” Ardından kadınlara dönerek “Hemen gidelim yoksa bu adam beni deli edecek Melek.”

Melek gülmemek için kendini sıkıyordu. Yanındaki Cânâ ise kendisini tutmakta zorlanıyordu.

Kapıyı ardından hızla kapatan Meltem kocasının sesini duymamak için elindeki çantayı sıkıca tutarak kadınları çekiştirmeye başladı.

Cânâ “Benim arabamla gidelim kızlar. Daha rahat ederiz.” Diğerleri de onayladığında hızla arabaya doğru adımladılar. Tabi artlarından Murat’ın “Meltem!” Diyerek feryad etmelerini duymuyor değiller.

Kadınlar araca bindiklerinde Meltem gülmeden edemedi kemerini takarken “Murat şimdi çocuğa bakarken ne yaşayacak Allah bilir.” Kocası delirmese iyiydi. Küçük çocuk olsa da afacandı küçük bey.

Melek arka koltuğa rahatça kuruldu. “Merak etme bizimkilerde var.”

Cânâ aracı çalıştırırken kahkaha attı. “O zaman daha çok korkmalısınız hanımlar. Zira ne Timuçin amcası ne de Azat amcası onu sağ bırakmaz. İllaki biri balkondan sallandırır.”

Kadınlar birbirine bakarken “Ali.” Diye aynı anda söylediler. Ali sanki her şeyin intikamı olarak küçük beye eziyet ediyordu resmen. Balkondan sallandırmak sadece biriydi…

Murat kucağındaki sarı saçlı velete baktı. “Sana niye ben bakıyorum? Sende bir üretim hatasısın. Nerede senin ağabeylerin?”

Çocuk Murat’a göz devirdi. Ağzındaki emziği yüzüne tükürerek çıkardığında emzik Murat’ın yüzüne çarparak yere düştü. “Bikeye şey beyimle iygiyemek zoyuydasın!” Bir kere sen benimle ilgilenmek zorundasın. Gözler haylazca parladı. “Yoksa şeyi ablayma söyeyim!”

Murat ona şokla baktı. “Seni küçük bey laflara bak sen. Bir de tehdit ha. Sen daha altındaki bezi bırakta sonra tehdite gel.” Çocuk omuz silktiğinde Murat sen görürsün bakışları attı. Hızla çıkış kapısına yöneldiğinde çocuğun gözlerinden korku aktı. “Hayıy gitmey!” Hayır gitmem.

Ali amcasının yanına giderlerse onu yine balkondan sallandırırdı! Bir şey yapmaya gerek yoktu Ali amcası sırf kendi için yapıyordu bunu. Ceza bile değil, işkenceydi o…

”Yok öyle gitmem. Madem ben terbiye edemedim üretim hatası son model. O etsin bakalım seni.” Ağzının içinden “Gerçi daha kendi çocuğunu edemedi de neyse.” Diye söylenerek karşı eve gelmişlerdi. Kapıyı sertçe birkaç kez çaldı. Birkaç saniye sonra açılan kapıyla Azat gözüktü. “Ne oldu Murat?”

Murat içeri girereken “Bizim kadınlar gidince bana kaldı son model. Eee ne de olsa aileyiz kötü günde de kötü günde de.”

”O laf sanki öyle değildi Murat ağabey.” Diyen Ali’ye “Sen yanlış biliyorsun Ali.” Dedi.

kucağındaki küçük beyi yere salonun tam ortasındaki sehpaya bıraktı. Altan, Ali, Azat, Timuçin hepsi çocuğa bakıyordu.

Küçük çocuk gerilerek onlara baktı. Ama kendini dik tutarak parmağını onlara doğru salladı. “Baya biy şey yapaysayız abyama sizi söyeyim.” Küçük kollarını çiçek yaparak “Soya size kızay.” Ablası olmasa bu adamlar onu çiğ çiğ yerdi. Bu yüzden ablasına olan güveni yüksekti.

Altan hafifçe başını salladı. “Velet haklı. Bir şey yaparsak yeğenim bizi balkondan sallandırır asıl.”

Ali derin bir iç çekti. “Onun küçük boyu yetmese de Polat ağabeyim halleder.” Polat ağabeyi yurt dışında olsa da tek telefonla gelirdi. Hele de bu küçük velet ablası adına konuşursa ilk uçakla gelirdi. Asel yokken koruyucu meleklik görevi Polat’aydı. Polat’ın Asel’den sonra en düşkün olduğu kişi ise bu küçük veletti.

Küçük bey onların yüzündeki korkuyu görmesiyle kendisini dikkatlice yere bırakarak aşağı indi. “Şiydi baya meyve geytiyin. Yayında süt oysun.” Şimdi bana meyve getirin. Yanında sütte olsun.

Ali ona atak yaparak “Ulan velet kaşınma sallandırırım seni balkondan görürsün.” Dediğinde “Hayi yapsaya. Ne duyuyorsun?” Hadi yapsana ne duruyorsun? Kollarını kavuşturarak üsten bakar gibi baktı. “Seyi tutay yok ki.” Sonra bir parmağını çenesine koydu. “Ah uyutmuşum abyam vay.” Seni tutan yok ki. Ah unutmuşum ablam var.

Bu yaşta bu zekaya hayran olmadı değil adamlar. Küçük çocuk onları resmen parmaklarında oynatıyordu. Ama bu gücü ablası ona vermişti.

*
Meltem elindeki dosyaya derince baktı. “Emin misin Cânâ? Bu sence de saçma olmaz mı?”

Cânâ bilgisayardaki bakışlarını Meltem’e yönelti. “Asel’in bağlantısı olan her şey Demir’in bağlantısıdır Meltem. Oğlumu tanıyorum yıllar geçse de oğlumun çiçeğinden vazgeçmeyeceğine eminim.” Oğlunun uğruna delirdiği küçük kızdan vazgeçmeye yüreği yetmezdi.

Melek elindeki dosyaya dikkatlice baktı. “Cânâ sence de deniz dalgalı mıdır?”

Cânâ’nın gözleri bir anda büyüdü. “Meltem sence de çiçekler çok mu susuz kaldı?”

Meltem olayı tam anlayamazken Cânâ ve Melek’in aklından aynı şey geçiyordu. Cânâ acıyla fısıldadı. “Seni bulmama az kaldı oğlum.”

Kadınlar işlerini gece yarısı ancak bitirmişken eve dönmüşlerdi. Melek’lerin evinin önüne geldiklerinde Melek kapıyı anahtarıyla açtı. İçerisinde ölüm sessizliği varken erkeklerin ne yaptığını merak etmiyor değillerdi. Küçük beye zarar vermeselerde uğraştıklarına eminlerdi.

Salona girdiklerinde koltuklarda yorgunca uyuyan adamları gördüklerinde şaşırmışlardı. Bakışlar sakince uyuyan küçük beye kaydığında sebep az çok anlaşılmıştı. Etrafta göz gezdirmeye başladıklarında yastıklar yerlerde, meyveler, sebzeler her yerdeydi. Anlaşılan savaş çıkmıştı. Cânâ gülmemek için kendini tutarken “Alaşılan küçük prens yine yapmış yapacağını.”

Melek “Ablasının adını kullanmadıysa bir şey bilmiyorum.” Dediğinde Meltem gülümsedi. “Bizim küçük prens istediğini elde etmiş.”

Gidip küçük çocuğu kucaklarına aldıklarında küçük bey gözlerini hafifçe aralayıp zaferle gülümsedi. Onunla uğraşacak kişiler daha analarının karnından doğmamıştı. Zafer hep onundu.

*
”Sakın unutmayın dikkat çekmeyin.” Diyen Demir’in sesiyle başlarını salladılar.

Üstlerinde günlük kıyafetler olduğundan rahat olsalar da yüzleri ve kalıpları resmen onları ele verecek silahtı sanki. Saat gece yarısını geçmişti. Ama Dursun denen adam görüşmesini ‘önemli’ sebepten ötürü ertelemişti. Haber ekibe sonradan ulaştığından boş yere saatlerde beklemişlerdi.

Her şey hazırken ekipten birkaç kişi sanki müşteri gibi içeri gireceklerdi.

Alisa ve Kerem birlikte içeriye doğrum adımladılar. Alisa Kerem’in koluna girerek sevgili imajı çizmeye çalışmıştı. İçeriye girdikleri anda yoğun tatlı kokular onları ele geçirdi. “Bir çikolatalı keke hayır demezdim.” Diyen Kerem’in sessiz sesine “Odaklan asker!” Diyen Demir’in sert sesi ilişti.

Kerem sessizce “Emredersiniz komutanım!” Dedi.

Bir masaya oturacakken “Efendim birazdan kapatacağız.” Diyen garsonun sesiyle ona döndüler. “Kapanacak diye oturamayacak mıyız?” Diyen Kerem’in kolunu dürtü Alisa. Sakince gülümseyerek “Ah bilmiyorum. Ama sadece bir kahve içeceğiz oturamaz mıyız?” Alisa çapkınlıkla konuşurken garsonun ona olan bakışlarının farkındaydı.

Garson kadını incelemeye devam ederken “Ama sadece birkaç dakika hanımefendi. O da sizin güzelliğinizden.” Dedi.

Alisa çapkınca göz kırptığında garson gülümseyerek uzaklaştı. Tekrar masaya yöneldiklerinde “Vay be Alisa. Sende de ne cevherler varmış öyle.”

Alisa gururla gülümsedi. “E tabi komutanım bizde de var bir şeyler.” Dedi.

Masaya oturduklarında. Etrafı sakince incelemeye başladılar. Görünüşte küçük tatlı bir kafeydi. Çocukların geleceği türden.

“Komutanım keşke biz girseydik içeri.” Diyen Mustafa’ya döndü Demir. “Neden Mustafa? Senden mi etkilenip izin vereceksin garson yoksa benden mi?”

Mustafa somurtarak ardına yaslandı. “Yani komutanım sizde fena değilsiniz ama…” Saçlarını hafifçe karıştırdı. “Bence benim caziben fena hade dehşet.” Dedi.

Demir onun bu haline göz devirirken Kerem “Aferin lan Mustafa kapmışsın benden bir şeyler.” Dedi sessizce.

”İkiniz uzun süre vakit geçirmeyeceksiniz artık. Düzgün adamı bozuyorsun Kerem.”

”Aşk olsun komutanım ben mi? Asıl beni bozuyor onlar. Şu yakışıklı sadece doğruyu söyler.” Diyerek kendisini övdü.

”Komutanım hareketlilik var.” Diyen Baranla dikkatler o yöne döndü.

Üç adam içeri girerken içlerinde Dursun yoktu. İçlerinde ortada duran adam orta masalardan birine geçtiğinde diğerleri çaprazındaki bir masaya yerleşti. Anlaşılan adamın korumalarıydı.

“Ee Dursini nerde komutanım?” Diyen Kerem’den birkaç dakika sonra elinde siyah birmiş çantasıyla Dursun gözüktü. İçeriye girerken keskin bakışlar atsa da masada oturan adamı gördüğü anda gülümsedi. Lakin aynı karşılık karşısındaki adamda yoktu.

”Geç Dursun. Göster bakalım marifetlerini.” Diyen ikilinin sesini az da olsa duyuyordu ekip.

Dursun masaya kurulduğunda “Bilirsin benim marifetlerin güzeldir. Bizde yamuk olmaz.” Derken oldukça özgüvenliydi.

”Yüzbaşı çantanın içinde ne olabilir sizce?” Diyen Mustafa’ya döndü kadın. “Bilmiyorum Mustafa ama önemli bir şey olmalı.”

”Aç bakalım ne kadar güzeller görelim.” Diyen adamla Dursun gülümseyerek çantayı açacakken telefonun melodisi duyuldu. Gördüğü isimle gerilerek yerinden kalktı. “Sabır selamettir. Biraz bekleyeceksiniz dostum.”

Adam kısık gözlerle Dursuna bakarak eli işaret yaptığında Dursun çıkış kapısına yakın bir konumda durdu.

Konuşması duyulmazken kimsenin tahmin etmediği bir şey oldu.

Asel gördüğü kafeyle gülümseyerek içeri girdi. Saatlerdir tatlı istiyordu ve evin yolundaki tatlıcalardan birine girecekti. Şansına tatlı bir kafe çıkmıştı. Allah’dan ağabeyi yoktu yoksa başı belaya girerdi. Tek başına çıkmasına asla izin vermezdi.

İçeriye girdiğinde tam birkaç adım atmıştı ki birine çarpması ve “Siktir.” Kelimesinin birçok kişiden duyulması bir oldu.

Demir gördüğü görüntüyle ayağa kalkmaya çalıştı küçük münübüste. Kaya onun belinden tutarak çekmeye çalıştığında “ulan gebertirim lan ben onun çiçeğe dokunan ellerini. Yediririm lan köpeklere!” Sinirle bağırıyor çıkmak için atak yapıyordu.

Yüzbaşı “Demir komutan sakin ol. İşi batıracaksın.” Dediğinde ona sinirle dönen adam “Yemişim lan işini. Benim sevdiğim kadına ne hikmetler dokunur o!”

Kaya dostunu sıkıca tutarken “Önce vatan sonra can Demir. Asel’de bunu ister değil mi?” Dediğinde Demir sinirle gözlerini yumdu. Önce vatan sonra candı, canıydı…

Dursun düşmek üzere olan kadını sıkıca tutu. “Hanımefendi iyi misiniz?” Diyen sese döndü Asel. Utanç tüm yüzünü kaplarken “Ben… Ben özür dilerim beyfendi.” Diyerek geri çekildi adamdan. Aklı o kadar pastalara gitmişti ki dikkati fazlasıyla dağılmıştı. Ayrıda bugünün yorgunluğu da eklenince ayakta uyukluyordu sanki.

Dursun hafif bir gülümsemeyle ellerini cebine yerleştirdi. “Eğer sizin gibi güzel bir hanımefendi çarpacaksa hep beklerim.” Diyen adamla midesi bulandı Asel’in. “Tekrar kusura bakmayın.” Dediğinde adam “Ne için gelmiştiniz sormamda bir maruzat var mı?” Diye sordu.

Asel’in bakışları adamdan çekilerek kafede dolaştığında adam utandı sanmıştı. Asel bir noktaya kısık gözlerle baktığında garip hareketler yapan adamla kaşları çatılır gibi oldu. Dursun tam onun baktığı yöne bakacakken Asel ona dönerek “Pasta için gelmiştim.” Dedi.

Dursun gülümseyerek el işareti yaptı. “Oğlum hanımefendiye meyveli pasta getirin.” Diye seslendi.

Demir sessizce “O çikolata ve çilekli pasta sever…” dedi. İçinde yanan Volkanlara rağmen sessizdi.

Asel meyveli pastayı duyduğu an yüzünü buruşturmadan edemedi. Meyveli pastayı kim sever ki? Belki ekşi meyvelerden bazıları güzeldir ama üzümü, elması ve diğer tür meyveleri asla sevmezdi pasta da. Yine de nezaketen gülümsedi. “Hiç gerek yok ben hallederdim.”

Dursun duru güzelliğe sahip kadını süzdü. Süzdüğü anda kulaklık takanların kulağı patlayacak güçte “Süsen gözlerini sikerim senin puşt.” Cümlesi duyuldu.

Dursun yanına gelen garsonun elinden pastayı alıp Asel’e uzatacakken duraksadı. ”Hanımefendi beni mazur görün ama sizden etkilendim doğrusu. Lafı çevirmeyi sevmem yarın geceki bağış açık artırmasına gelebilir misiniz? Sizinle daha yakından tanışmak isterim.” Reddedeceğini düşünen kadınla “Köy okullarındaki o küçük çocuklar için.” Diyerek vicdana oynamaya çalıştı.

”Demek bağış ha…” Dedi yüzbaşı.

Asel kararsız bakışlarla bakarken gözleri tekrar diğer yöne takıldı. Ardından Dursun’a dönerek gülümsedi “tabi ki. Çocuklar için kim gelmez?” Dedi.

Dursun gülümseyerek hafifçe başını salladı. “O Halde sizinle yarın gece görüşmek üzere hanımefendi.”

Asel gülümseyerek geri çekildi. “Görüşmek üzere beyfendi.”

Asel oradan ayrılırken elindeki pastaya baktı. “Meyveliymiş. Peh çikolata dururken meyve de nedir?” Diye söylenerek arabaya doğru gitmeye başladı.

Dursun tekrar masaya döndüğünde işleri konuşmaya devam ettiler. Üstü kapalı bir şekilde konuşmaları yarım saat kadar sürmüşken çanta tekrar açılma aşamasına gelmişti. Dursun çantayı açtığında karşıdaki adam bir küçük poşet alarak incelemeye başladı. “Güzel gözüküyor. Tadı da iyi midir?” Diyen adamla ardına rahatça yaslandı Dursun “Şüphen olmasın.”

Adam gülümseyerek elindeki poşeti attı çantaya. Tam bir şey söyleyecek adamla kapılar aniden açıldı “Kimse kıpırdamasın!” Diyen katı bir ses duyuldu.

Operasyon o an bilinmeden başka bir ekip tarafından durduruldu…

Bölüm sonu.

Yazım dili?

Gidişat?

Karakterler?

Küçük prens?

Murat’ın çocukla imtihanı? Hatta diğerlerinin?

Küçük prensin oyunculuğu?

Demir’in annesi ne işler peşinde sizce?

Kadınların mükemmelliği derim yeter…

Adamların ise erkek çocuk sevgisi…

Instagram: demirhan.asel

TikTok: demirhan_asel

Bölümü yayınladığım günler ve Cumartesi, Pazar, bölümün yy ve de Salı günleri kitabı öne çıkarmaracağımı söylemiştim bildirim gelirse ciddiye almayınız.

Normal şartlarda Demir ve timin tekmil verme zorunluluğu mevcut. O kısımı daha sonra düzelteceğim.

Bölüm : 30.10.2025 10:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...