181. Bölüm

27. Bölüm

Asel Demirhan
demirhan_asel

“Yeşildi gözleri, denizlerin mavisi yeşillerinin derinlerinde saklıydı.

Sineme sızan o denizler pişmanlıktan ziyade zafer kazanmış gibiydi.

Geldim yanına dayanamayan bu sinemin acısıyla şeb vakti.

İstedim senden senin yüreğine vermek yüreğimi.

Benim senin yüreğini gizliden sevdiğim gibi sev dedim.

İstemedin, yok saymak istedin lakin pes edipte yüreğime denk oldun ey yüreği güzel sinem…”

 

~Ceylân-ı Şeb

 

Dursun tekrar masaya döndüğünde işleri konuşmaya devam ettiler. Üstü kapalı bir şekilde konuşmaları yarım saat kadar sürmüşken çanta tekrar açılma aşamasına gelmişti. Dursun çantayı açtığında karşıdaki adam bir küçük poşet alarak incelemeye başladı. “Güzel gözüküyor. Tadı da iyi midir?” Diyen adamla ardına rahatça yaslandı Dursun “Şüphen olmasın.”

Adam gülümseyerek elindeki poşeti attı çantaya. Tam bir şey söyleyecek adamla kapılar aniden açıldı “Kimse kıpırdamasın!” Diyen katı bir ses duyuldu.

Operasyon o an bilinmeden başka bir ekip tarafından durduruldu…

Küçük kafenin kapıları hızla açıldı, içeriye PÖH girdi. Üç kişi gelen ekibin ortasında duran siyah saçlı, bak gözlü adam keskin adımlarla Dursun ve diğer adamlara doğru ilerledi. “Kimse kıpırdamasın.” Derken sesindeki katı ton dikkat çekiciydi.

Dursun rahat bir tavırla güldü. “Başkomiserim sizce de biraz fazla benimle ilgilenmiyor musunuz? Hayır, erkek olmasaydınız benden hoşlandığınızı düşüneceğim.”

Genç adamın bedeni sinirle gerildi. “Bilir misin Dursun?” Gözlerini hafifçe kıstı. “Sen ne kadar kaçarsan kaç, seni bir fare gibi yakalayacağım gerçeği hep arkanda olacak.”

Dursun sinirle dişlerini sıksa da dıştan rahat görünmeye devam etti. “İstediğinizi yapın başkomiserim. Ben şanımla işime devam ediyorum.”

Kerem arkadan “Şanını sikiyim. Türk değilsin zaten Allah bilir kime çalışıyor puşt. Eğer bir Türkün şanına sahip olsan adam olursun.” Diye sessizce söylense de ekibi onu kulaklıktan rahatça duyuyordu.

Ölüm timi kendilerini açık etmemeye çalıştığından herhangi bir atak yapmıyordu.

Alisa Kerem’e doğru eğildi. “Komutanım operasyon patladı.” Kerem’e doğru söylüyor olsa da kulaklıktan komutanlarına sesleniyordu.

Meyra yan bakışla Demir’e doğru bakıp cevapladı. “Kendinizi açık etmeyin. Sadece bekleyin.”

Başkomiser yanındaki iki ekip arkadaşına işaret verdi. “Gidip üzerlerini arayın.”

İki adamın üzeri aranmaya başlandığında, başkomiser de sert adımlarla çantaya doğru adımlamaya başladı. Keskin gözleri çantanın içindeki küçük poşetlerde olan beyaz toza kilitlendi. Elini uzatıp almak istediğinde arkasından Dursun’un sesi duyuldu. “Başkomiser yine yanlış sulardasın ama varsın canın sağ olsun.” Alavari tavırla konuşan adama döndü. İki eli arkadan tutulmuş, üstü başı aranmaya devam ediyordu. “Sende sağ ol… Demeyeceğim Dursun.” Gözlerini kısarak alayla güldü. “En yakın zamanda içerde rutubetli bir odada ömrünü geçir.”

Dursun başkomiserin dediklerini umursamadan güldü, başını sağa sola salladı. “Hep öyle derler başkomiser.”

Başkomiser onunla daha fazla muhatap olmak yerine eline küçük bir poşet aldı. Elinde incelerken sessiz olan diğer adam konuştu. “Boşa uğraşıyorsun komiser. Bizde yanlış olmaz.” Sesinde kendinden eminlik oldukça keskindi. Başıyla başkomiserin elindeki poşeti işaret etti. “O elindeki sadece toz şeker komiser.” Dedi.

Başkomiserin kaşları çatılırken poşetin çıt çıt bölümünü açtı. Hafifçe burnunu yaklaştırarak kokusuna baktı. Sağ elini işaret parmağını beyaz toza batırdı. Bu gerçektende toz şekerdi. Elindeki paketi sıktığını bilmeden yumruğunu sıkı tutu. Arkasından Dursun’un “Ben demiştim başkomiserim.” Diyen emin sesi duyuluyordu.

”Nasıl yani operasyon dan haberi var mıydı?” Dedi Serdar.

Erdem kaşlarını çatarak komutanlarına döndü. “Bu mümkün mü? Bizden başka kimse bilmiyordu.”

Yüzbaşı sessiz kalırken Alisa “Bizden değil. Onlardan…” demesiyle buz kesti herkes. İçlerinde hain vardı. PÖH’in içinde hain vardı.

Demir dişlerini sıkarak dizini sallamaya başladı. Düşünceler denizi onu çoktan kapmıştı.

Küçük prens yattığı yatağından sakince kalktı. Etrafı kolaçan ettiğinde kimsenin olmadığını fark ederek kapıya doğru edımları. Kapıyı açmak için boyu yetmediğinden ablasının öğrettiği gibi sandalyeyi sürüyerek kapının önüne doğru getirdi ve kapıyı açmayı başardı.

Odasından çıktığı anda ağabeylerinden birinin odasına doğru adımladı. Miran ağabeyinin yanına gitse o hemen uyanırdı bu yüzden Meriç ve Yalın ağabeyinin kaldığı odaya adımladı. İkisi neden birlikte kalıyor anlamıyordu. Saçma oyunlar oynayıp sabaha kadar ses çıkartıyorlardı. Hepsi boş işlerdi.

Sonunda ağabeyinin odasının önüne geldiğinde kapının aralık olması işine gelmişti. Odaya girdiği ilk anda erkeklerin dağıttığını fark etti her yeri. Bakışları odada dolaşarak istediğini bulmaya çalıştı. Sonunda yandaki komidinde bulduğu telefonu eline almıştı ki “Aci ne yapıyorsun sen?” Diyen Meriç ağabeyinin uykulu sesiyle ona döndü. Yarı açık gözle ona bakıyordu.

Kendisini toparlayarak “Sey uyuyoysun aybey. Şiydi yüya göyüyoysuy.”dedi. Sen uyuyorsun ağabey. Şimdi rüya görüyorsun.

Meriç başını hafifçe kaldırıp tekrar yastığına bıraktı. “Rüyama bile giriyorsun seni küçük velet.” Diyerek uykusuna devam ettiğinde küçük prens telefonu alarak çıktı. “Sayak Meyiç.” Gülmeden edemiyordu ağabeyinin bu haline. Salak Meriç.

Kendi odasına döndüğünde telefonun kilidini gördü. “Hımm ayaba ney oyabiyi?” Derken ablasının doğum tarihini denedi. Açılan telefonla gülümsedi. “Ayam beyim! Heykeyin pyensesi.” Derken sesinde hayranlık ve bilmişlik vardı. Hımm acaba ne olabilir? Ablam benim! Herkesin prensesi.

Telfondan ablasının numarasını ararken olabilecek her isme baktı. Hiçbiri yoktu nedense. Sonra aklına ağabeyinin ablasına ‘perim.’ Dediği an geldiğinde hızla o ismi buldu. Beş yaşına girecekti yakında. Ve ablası ona biraz okuma öğretmişti. Ağabeyleri bilmiyordu tabi.

Ablasının numarasını sonunda bulduğunda aramaya başladı. Telefon çalı, çaldı ve açıldı. Küçük prens heyecanla “Abya!” Diye bağırmasıyla Asel’in “Acar’ım.” Diyen nahif ama şaşkın sesi duyuldu.

Acar ablasının sesiyle gözlerini doldurdu. “Abya şeyi özyedim.” Abla seni özledim.

Asel ağlamaklı olan kardeşinin sesiyle hüzünle doldu. “Acar’ım, benim küçük prensim ağlama.” Karşılığında bir burun çekme sesi gelmişti.

Erkek kardeşi kendisine çok düşkündü. Bu ilk andan beri kendisi ilgilendiği içindi. Hatta Acar’ı ilk Asel kucağına almış ismini de o koymuştu. Babası Acar’ı ilk gördüğünde “Yine mi erkek? Bu veleti iade edemez miyiz?” Diye hemşireye sorarken gözleri arada bebeğe kayıyor dolu gözlerini saklamaya çalışıyordu. Babası belli etmese de Acar’a düşkündü.

“Ama şey yoksuy! Bey seyi istiyorum pyensesim.” Diyen kardeşiyle eridiğini hisseti Asel. Arkasında olan adamı fark etmeden “Bende seni özledim prensim. Ve en yakın zamanda yine birlikte olacağız.”

Acar daha fazla uzatmadan telefonu kapattı. Zira ailesi yakalayabilirdi.

Asel kapanan telefonla mutfaktaki tezgahın üstündeki pastasına ulaştı. Tam yemek üzereyken elindeki pasta bir anda elinden alınıp tezgaha tekrar bırakıldı. “Sen meyveli pasta sevmezdin prenses.”

Sinir tüm bedenini ele geçirmişti adamın. Nimet olduğundan çöpe atmamıştı lakin pastaya gözü kaydığı anda siniri tekrar yükleniyordu. Bu sinir yetmezmiş gibi Asel’in bir başkasına prensim demesi deli etmişti! Üstelik özlemişmiş? Ne demek özlemek?! O sadece kendisini özlesin! Ne gerek var ki başkasına? O yetmiyor muydu?

”Demir çekil arkamdan bak çarparım ağzına!” Diyen sesle kendine geldi. Bu tepkiyi beklemediğinden şaşkınca gözlerini kırpıştırdı. “Ne?”

Asel adamdan duyduğu şaşkın sesi umursamadan ardını dönerek adamı itti. Bunu beklemeyen Demir ise bir adım geri çekildi. “Bak Demir, benim tatlıya ihtiyacım vardı ve sen pastamı mahvettin.”

Demir gözü seğiren kadına ne diyeceğini bilemedi. Pastaya tekrar dönmek istediğinde “Bana bak dedim sana!” Diyen sert sesi asla beklemiyordu. Bakışları tekrar kadına döndüğünde mazlumla baktı. “Ben isteyerek ol…”

Bir adım adama yaklaştı kadın. “İsteyerek olmadı mı diyeceksin? Seni biraz tanıdıysam asla demezsin.” Diye sorarken adamdan gözlerini çekmedi.

Adam gülümsedi, omuz silkti. “Hayır, aklım hala yapamadıklarımda diyecektim.” O pasta nimet olmasaydı sen görecektin yapacaklarımı demek yerine demişti.

Asel onun bu haline göz devirip geri çekildi. Gidip ışığı açtığında mutfak aydınlandı. İkiside ilk baş gözlerini ışığa alıştırdığında Asel pastayı işaret ederek “Bak bakalım bu o pasta mı?” Diye sordu.

Demir umursamazca pastaya baktığında pasta meyveli değildi. “Ama…”

”Yok ama Demir Soylu! Şimdi o kollarını sıva ve bana pasta yap! İtiraz yok. Bu saate açık bir pastacıda yok. Yani o kolları kek çırpmak için kullansan iyi olur.” Diyen Asel’le Demir şaşırıp kalıyordu. Lakin bu durumu sevmişti. Sevdiğiyle vakit geçirecekti. Omuz silkerek

“Sorun değil. İstemen yeter çiçeğim.” Diyen adamla garip hisseden Asel gözlerini kaçırdı. “Çok konuşma da başla. Umarım yetiştirebilirsin.”

Demir kollarındaki gömleğin düğmelerini sökerek yukarıya çekiştirmeye başladı. Çiçeğine dönüp göz kırptıktan sonra, üzerindeki pantolonu kemerinden tutup düzelti. “Başlayalım bakalım. Çiçeğimiz istedi mi boynumuz sevdasıyla incelir.”

Demir sakince işine başladığında Asel ise onu izlemeye başlamıştı.

Demir hamuru çırparken Asel onunla uğraşıyordu. Demir ise sesizce onun sesini dinliyordu. Demir fırındaki pandispanya kekine son kez bakarak fırından çıkarttı. Bezi kenara atarak kürdanla kontrolde etiğinde gayet iyi piştiğini görerek soğutmaya bıraktı.

Asel bu defa süslemede Demir’e sık sık müdahale ediyor onu sinirlendirmek için her şeyi yapıyordu. Ama Demir tek bir belirti bile göstermiyordu. Zaman böyle akıp giderken Asel yemek masasına kolunu dayayarak uyuyakalmıştı.

Demir pastayı buz dolabına dinlenmeye koyduğunda Asel’e döndü. Onun uyuduğunu gördüğünde kıyamayarak yanına çöktü. Yüzünde huzursuz ifadesinden rahatsız oldu. Asel’in onu rahatsız eden saçını kenara doğru çekti. Biraz daha huzurlu ifade olsa da hala rahatsız olduğu belliydi. “Sevabım nedir? Bilmem ama sükunetim sensin çiçeğim.” İçi gidiyordu bu kadına, sonları ne olur bilmeden.

Yerinden sakince kaltı. Sevdiğinin bu rahatsız haline dayanamayarak onu dikkatlice kucağına aldı. O istemeden temas etmemeliyken her gün biraz daha yanındaydı.

Kucağındaki kadınla salona doğru adımladı. Odasına götürmeyi düşünse de rahatsız olma ihtimalini düşündüğünden böylesi daha iyi.

Onu sakince en rahat koltuğa yatırdığında başının altına yumuşak bir yastık yerleştirdi. Bakışları etrafta dolaştığında aradığı şeyi bulamayarak Kaya’yla kaldığı odaya doğru adımladı. Hızla kendi dolabından siyah örülmüş bir battaniye alarak tekrar salona geldi. Asel’in omuzlarına kadar battaniyeyi örtünde küçük bedeni sanki sıcaklığı daha çok hissetmek ister gibi sığındı.

Demir bu görüntü karşısında içinin yumuşacık olduğunu hissetti. “Hala aynısın. Ve hala bu adam sana deli divane.” Orta sehpayı yavaşça Asel’e doğru yaklaştırıp oturdu. Şimdi güzel yüzünü izleyebilirdi. Keskin gözleri Asel’in yüzünde, saçlarında dolaştı. Sanki yılların acısını çıkartmak ister gibi…

“‘Sevda’ demişler bir adama.

‘Korkarım’ demiş adam da.

‘Niye?’ diye sormuşlar.

Adam ise ‘Yüreğime sevda düşerse zayıflığım olur’ demiş.

‘Kendin için mi?’ diye sormuşlar bu defa da.“Direkt olarak kendini mi düşünüyorsun?” demişler.

Adam karşılık olarak:’Beni yakıp yıksınlar, gıkım çıkmaz.Sevdamın canı yanarsa, ben de yanarım.’ demiş.

O an anlamışlar; adam kendisi için ‘zayıflık’ dememiş, Adam sevdiği için korkmuş…”

Demir derin bir nefes aldı. “Ben sevdamdan, kendimden değil senin zarar görmenden korkarım.” Bugün yaşadıkları o güzel anlar geldi aklına. “Bugün eğer bana öyle davranmasaydın konuşmaya zorlandığım, kalbimi krize sokacak kadının kalbini kırsaydım işte o zaman ben Eye değil yıkılmış bir adam olurdum.”

Gözleri kadından ayrılmadı. “Ben seni, senin kalbini kırmamdan sevmek isterim.”

Geceye son söz bu olmuştu. Ve en güzel sözlerin başlangıcıydı.


*

”Asla olmaz!”

Demir delirmiş gibi etrafta dolanıyordu.

“Hiç kimse onu bu işe katamaz!”

Sesinin yüksekliğini ayarlayamıyor, karşısındaki üstü olan hiç kimseyi umursamıyordu.

Bu tolere edilir bir şey değildi. Eğer Demir şu an tanıdık birine karşı bunu yapmasaydı o zaman askerliğini bile yakabilirdi.

“Demir komutan sakin ol artık!” Diyen yüzbaşına döndü. “Ben diyeceğimi dedim. O bu işe katılmayacak!”

“Bunu ona sorsak daha iyi olmaz mıydı komutanım.” Derken sesi giderek kısılmıştı Alisa’nın. Komutanı ona pekte iyi bakmıyordu.

Kapının tıklanma sesiyle bakışlar kapıya döndü. Kapı hafifçe açıldı içeriye Asel girdiğinde bakışlar anında ona kilitlendi.

Asel bu bakışlar karşısında şaşkınca onlara baktı. Ama yönünü albaya doğru yönelti. “Albayım beni çağırmışsınız?” Oldukça resmi bir şekilde albayın önünde duruyordu.

Asaf kafası dolu bir şekilde ona baktı. Allah biliyor ya asla ama asla bu kızı o göreve katmak istemiyor. Lakin hiç yolda yoktu oraya girmenin. Çalışanlar olarak girseler de hiçbir işe yaramazdı. Bunu daha önce düşünmüşlerdi. Eğer davetli olarak girerlerse ellerindeki kırmızı kart birçok kapının anahtarıydı.

”Gel kızım, seninle bir konu konuşacaktık.” Diyen Albayın yanına doğru adımladı Asel. “Kötü bir şey mi?” Derken gözleri Demir’in, Kaya’nın üzerinde ve albayın üzerinde geziyordu. Onların herhangi bir sorunu olup, olmadığına bakıyordu.

Albay kadını sakince sandalyelerden birine oturduğunda “Yardımın gerekiyor ama bu senin kararın.” Demesiyle Asel’in meraklı bakışları ona döndü. “Ne yardımı?”

Demir sinirden dizini sallayıp onlara bakıyordu. Yeterince saygısızlık yaptığından kendisini tutmaya çalışıyordu.

Albay sıkıntıyla nefes verip Asel’in yanındaki sandalyeye oturdu. “Dün gece bir kafeye gitmişsin?”

Asel suçluluk duygusuyla gözlerini kaçırdı. “Gitmen sorun değil kızım bize söylemen gerekiyordu. Üstelik benim arabamı almışsın?” Derken dikkatli bir şekilde bakıyordu.

Asel arabası yanında olmadığından Asaf’ın arabasını ödünç almıştı. “Sadece bunalmıştım.” Sıkıntıyla elleriyle oynuyor başı kucağına eğilmişti.

Asaf onun çenesinden tutup kendisine çevirdiğinde “Bak güzel kızım daha yakın zamanda sana zarar vermeye çalıştılar. Sence de böyle yapman doğru muydu?”

Asel olumsuzca başını salladı. “Özür dilerim.”

Demir başını anında kaldırıp ona baktı. “Dileme. Özür dileyecek biri varsa o da benim. Senin korumalıydım.” Derken sesi kısılmıştı.

Asaf daha fazla Asel’i üzememek için konuyu kısaca ona anlatmaya başladı. “Eğer istersen sende bu operasyonda olacaksın.”

Asel bu soru karşısında şaşırsa da vatan için her daim hazırdı. “Tamam.”

Demir onunla aynı anda “Olmaz.”

Asel ona dönerek “Olur dedim ya!”

Demir gözlerini kısarak ona baktı. “Olmaz dedim ya!”

“Ben olur diyorsam olur.” Dedi Asel.

Demir başını sağa sola salladı “Olmaz diyorsam olmaz.” Dedi.

Bunun böyle gideceğini anlayan Tuğrul “Komutanım olur dedi ya Asel bacım. “ Demir’in ona sertçe dönmesiyle sustu. “Komutanın benim sanıyordum.” Kısaca konuşmamasını söylüyordu.

Asaf yerinden kalktığında “Asel kabul ettiyse bitmiştir Demir. Sende git ve planını tekrar değerlendir.”

”Ama albayım.” Diyen Demir albayın sert bakışlarıyla susmuş ve onun gidişini izlemişti. Tim bu gergin ortamda kalmamak için “Bize müsaade komutanım.” Diyerek kaçar gibi gitmişti.

Asel ve Demir toplantı odasında yalnız kalmışlardı. Demir odada bulunan gizli kameralara baktığında kapalı olduğunu fark ederek yerinden kalktı. Sakin adımlarla kadının yanında durdu. “Şimdi asıl meselemize dönelim.” Diyerek kadına doğru eğildi.

Asel anlamayan bakışlarla ona döndü. Yüzlerinin yakınlığını ikiside umursamadı. “Ne meselesi?”

Demir onun dipsiz maviliklerine baktı. “Acar kim?” Hiç beklemeden anında sormuştu Demir. Beklemeye de gerek yoktu ya. Açıkça ne diyeceğini bilen bir adamdı.

Asel sorduğu soruyu anlamaya çalıştı Demir’in. Acar? Kardeşini mi soruyordu? Gözlerini kırpıştırdı. “Efendim?”

Demir ona doğru yaklaştı saçlarının tepesine çenesini yasladı. “Prensin olan Acar kim Çiçek?” Sorusu net gözleri soluduğu koluyla kapanmak üzereydi.

Asel bu yakınlıktan rahatsız olmazken kalbi maratona koşuyordu. Bir şeyler kesindi artık. Demir’den hoşlanıyordu.

Ama olmazdı ki. O ağabeyinin arkadaşıydı. Ağabeyi üzülürdü. Kendini geri çekmek istediğinde başındaki çene izin vermedi, aksine acıtmayacak derecede baskı uyguladı. “Lütfen, lütfen kaçma artık benden.” Asel kendisini toparlayarak hızla geri çekildi. Yerinden kalktığında “Olmaz Demir anlamıyor musun?”

Demir acıyla ona baktı “Neden? Neden olmuyor!” Yüreğinde dolan acıyı gözlerine yansıtmıştı.

Asel üzgünce baktı “Üzgünüm….” Ardını dönüp giderken Demir öylece donmuştu ki saniyeler sonra kendine gelip kadını kendisine çevirdi, iki bileğinden tutu. “Bundan sonra senden ayrılan şerefsin çocuğudur Asel!” Gözleri keskinlikle parladı. “Sevdalıyım kızım sana ayrılır mıyım sanıyorsun?” Kadının ona şaşkın bakışlarını umursamadı. Kadının sağ elini kendi kalbinin üzerinede eliyle birleştirdi. Diğer elleri ise kadının hızlı çarpan kalbine koyduğunda kadının gözlerinin en içine bakarak “Duyuyor musun kalbimin sesini? Sadece sana çarpıyor bu kalp, senin kalbinin de sadece bana çarptığı gibi…” Gözlerinden birer damla gözyaşı akarken “Yetmez mi bu ayrılık? Yetmez mi bu acı? Şu çarpan yüreklerimiz birleşemez mi artık?”

Verilecek tek cevap geleceğin şekillenmesini sağlayacaktı.


Asel ona üzgünce bakarken kendi yüreğinin atışını mı yoksa onun yüreğinin çarpışını mı duyuyordu artık bilmiyordu. Kuruyan dudaklarını ıslatarak “Ama ağabeyim?..” ağabeyi vardı ortada. Onun tek üzgün bakışı yıkardı onu.

Demir ilk anlayamadı. Agah ne alakaydı bilemedi. “Agah ağabey mi?” Sevdiğinin başını sallamasıyla rahat bir nefes verdi. Demekki sebep buydu. “O sana kızmaz ki çiçeğim. Aksine o senin için en iyisini ister.”

Asel onun doğru söyleyip söylemediğini anlamak için derince baktı. “Üzülmez mi?” Küçük bir kız çocuğu vardı sanki adamın karşısında. Kendi kalbinin üzerindeki elini çekerek kadının saçlarına dokundu. “Üzülmez tabi. Ağabeyinin arkadaşı olduğum için mi benden uzak duruyordun?” Meraklı bakışları kadındaydı.

Asel adamın kalbinin üzerindeki elini unutarak başını salladı.

Demir o an en güzel gülümsemesini ona sundu. “Şansım var mı seninle olmak için?” Sorusu bir çocuğun şeker istemesi kadar masumdu.

Asel kararsız bakışlarla ona baktı. “Bilemiyorum henüz birbirimizi tam tanımıyoruz.” Demesiyle Demir’in kalbi sekti. Yine de gülümsemesini bozmadı. Yakalamıştı bir şans vazgeçer miydi? Asla! Hızla kadından uzaklaşıp elini uzatı. “Tekrar tanışalım ama bu defa arkadaş veya ağabeyinin arkadaşı olarak değil, belki ömrümüzün en kötü en iyi anlarını geçireceğimiz hayatımızın arkadaşı olmak için.” Kadın bir şey diyecekken “Söz veriyorum istemezsen olmaz. Eye sözü.”

Kadın gülümsemesini ona sunarak elini uzattığında “Demir Ege Soylu. Ama sen bana Ege’de, istersen Eye.” Demesiyle Asel kahkahasını zor tutu. “Asel Güneş Demirhan. Ama sen bana çiçek diyorsun.” Derken son cümlesi alaylıydı.

Demir onun bu söylediğine gülmeden edemedi. “Şimdi yüreğin yüreğime eş olması için deneyeceğiz değil mi?” Benim yüreğim senin, senin yüreğin benim demek istiyordu. Asel başını sallayıp güldüğünde Demir onu kucağına alıp etrafında döndürürken bağırdı “Allah!”

Asel’in kahkahası odada yankılanırken Demir’in omzuna vurdu “Tamam, tamam dur artık! Yoksa kusacağım.”

Demir endişeyle durduğunda yüzünü elleri arasına aldı. “İyi misin?”

Asel onun endişeli haline eridiğini hissetti. “İyiyim Ege…”

Demir işe o an gözlerini kapatıp kadının anlına anlını yasladı. “Yarabbim çok şükür…” dilinden dökülen şükürler eksik olmazken artık hiç eksik olmayacaktı.

İşte onlar için hayat yeni başlıyordu.

*
”Kimseyle konuşma, kimseye bakma, kimseyi umursama…” diye sıralamaya devam eden adım sesi “Bacım hatta sen hiç içeri girme ben kadın kılığına girip gelirim.” Diyen Kerem’in alaylı sesi kesit.

Demir başını salladığında oldukça ciddiydi.

Asel onun bu haline göz devirmeye çalışırken “Demir yeter artık.” Dediğinde Demir’in bakışları ona döndü. “Hani Ege’ydi?”

Asel onun bu tatlı haline güldüğünde “Uslu durursan Ege derim ama şımarırsan Demir olursun.” Dedi.

Demir somurtup ardına yaslanırken ekip şaşkın bakışlarla onlara bakıyordu.

Kerem yanındaki Mustafa’ya dönerek “Komutanın bir adı daha mı vardı?” Diye sordu.

”Varmış herhalde.” Diyen Mustafa’yla Alisa kafasını ikisinin arasından geçirdi. “Komutanla doktor sizce de birlikte değil mi artık?” Gözler dedikodunun doğruluğuna bakmak için keskindi.

Kerem dikkatlice ikiliye bakıp Alisa’ya döndü. “Bencede var aralarında bir şey. Şuna bakın komutanın bir çocuk gibi ayağını yere vurmadığı kaldı.”

Mustafa somurtarak baktığında Kerem onu dürtü. “Sana ne oldu? Yoksa…” Mustafa onun sözünü tamamlamasına izin vermeden “Saçma sapan konuşma Kerem!” Diyerek sertçe kesti.

Kerem onun bu haline göz devirdi. “Oğlum kardeşini paylaşamayan küçük kardeş modundasın diyecektin sen ne anladın. Asıl sen saçmalama dostumun ne hissettiğini anlamayacak kadar da değiliz.”

Mustafa onun dedikleriyle mahcup bakışlarla ona baktı. “Kusura bakma. Aklım dolu.”

Kerem göz kırparak “Sorun ne?” Diye sordu.

Mustafa derin bir nefes aldı. “Albay emanet etmişti Derin Asel Hanımı bana ama anlaşılan ben ona damat getirilmesinden koruyamayacağım.” Dedi. Albay bunu duyduğu an delirecekti. Kızına çok düşkün olan albayın kalp krizi geçirmesi andı artık.

Kerem gülerek geri çekildi. “Problem olmaz. Bulmuş taş gibi damat kaçırmasın.” Komutanın tripli yüzünü süzdüğünde “Biraz deli diye anılıyor ama olsun.” Birkaç şey duymuştu ama konuşmaları anında kesmişti. Böyle bir şey konuşulmasına müsade edemezdi. Demir onun timinden, onun komutanıydı. Artık en yakınlarından demekti bu da. Yakınlarını korumayı severdi Kerem.

Alisa duyduklarıyla Kerem’e heyecanla döndü. “Ne delisi?” Kolunu iki eliyle tutup sarsmaya başladı. “Hadi Kerem anlat!” Sesindeki heyecan çok belliydi.

Kerem ona gülerek döndü “Olmaz.” Dediğinde Alisa dudak büzdü. “Gıcıksın Kerem! Anlat işte, ne olur ki?”

Kerem başını olumsuz anlamda salladığı an Baran’ın sert sesi ortaya girdi. “Komutanım Dursun içeri giriyor.”

Ekip hızla ciddileşirken Asel yerinde dikleşti. Onun sırası geliyordu.

“Dikkatli ol. Ben her bir adım ardında olacağım ama sen yine de dikkat et canıma.” Diyen Demir’e başını sallamakla yetindi.

Araçtan inen Asel üzerindeki rahatsız siyah diz üstü elbisesiyle adımlamaya başladı. Saçları açık, kulağındaki gizli kulaklığı saklamak amacıylası.

İçeri gireceği sırada korumalar onu bir anda durdurdu. “Davetiyeniz?” Diye sordu.

Asel elindeki siyah çantasını sıkıca tutu. “Ben Dursun beyin daveti üzerine gelmiştim.” Derken hafif sesi titremişti.

Korumalardan biri alayla “Tabi bende ancelina hanım davetiyle geldim.” Yüzü ciddileşirken “Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz hanımefendi? Buraya kaç kişi böyle girmeye çalışıyor haberiniz var mı?”

Asel yanlarına çatık kaşlarla gelen Dursun’u gördüğü anda gözlerini doldurdu. Hafifçe burnunu çektiğinde Dursun çoktan yanlarına yaklaşmıştı. “Ne oluyor burada?” Diyen adamı umursamadan “Bilseydim gelmezdim böyle bir muhamele göreceğimi.” Diyerek gidecekken tamda istediği olarak dursun onun çanta tutan elinden tutuğu gibi durdurdu. “Ne üzdü sizi böyle?” Ah beyfendi gibi konuşuyor ama tam bir şerefsiz herifin önünde gideniydi.

Asel dolu yeşillerini ona çevirdiğinde adamın gözlerine baktığını fark etti. Bu gözler asla yüzüstü bırakılmazdı. İlla ki biri etkilenirdi. Eh tecrübeyle sabit. “Sizin çağırdığınızı söyledim ama içer girmeme izin vermediler. Üstelik beni aşağıladı uzun olan!” Çocuk gibi şikayet etmişti.

Dursun bu durumdan etkilenerek kadının elini hafifçe sevdi. Sonra korumaya dönerek dişlerinin arasından “Seninle sonra görüşeceğiz.” Dedi. Tekrar Asel’e dönerek “Bu kadar zahmet etmişken içeri girmemek olmaz. Lütfen buyrun.”

Asel o an kulağındaki kulaklıktan yüzbaşının sesini işitti. “Davetiye olmadan olmaz. Yoksa nasıl kapıları açacağız?”

Asel Dursun’un elinden elini çekmeye çalıştı. “Üzgünüm ama onlar haklı. Benim davetiyem bile yok girmem olmaz.” Derken yalandan ağlamalarına devam ediyordu.

Dursun ona üzgün gözlerle bakarak cebinden kendi davetiyesini çıkardı. Davetiye siyah renkliydi.

“Hadi lan ordan!”

”Yuh!”

”Oha!”

Sesleri timden yükselirken Demir kendisini sakinleştirmeye çalışıyordu.

Asel ona masum bakışlarla baktı. “Ama bu senin.”

Dursun ona gülümseyerek “Artık sizin hanımefendi.” Almak üzere olan kadından hafifçe davetiyeyi uzaklaştırıp “Tabi adınızı söylerseniz.”

Asel hiç düşünmeden “Çiçek.” Demesiyle Demir’in bakışıları hızla kalktı. Çiçek demişti. Onun çiçeği. Bir başkasının çiçek demesinden hoşlanmayacaktı ama sevdiği görev için ismini kullanıyordu. Bu onun nedense kalbini hızlandırdı.

Dursun gülümseyerek kartı kadına verdi. “ Buyrun hanımefendi.” Diyerek yolu gösterdi.

Asel içinden sevinç nidaları atarken başını sallayıp hafif gülümsedi.

Alisa, Asel’in ardından bakarak “ Hemcinsim işte!” Saçların savurdu “ Hepimiz mükemmeliz.” Dedi.

Demir oturduğu yerden kalktığında “Planı bozmayacaksın üsteğmen.” Diyen yüzbaşının sesini işitti. Başını hafifçe sallayarak araçtan indiğinde Kaya’da ardından gelmişti.

Asel içeriye girdiği ilk anda büyük bir balo salonu kadar geniş bir alan karşılamıştı. Çok büyüktü. Birçok ünlü isim buradayken belki de suçlu, suçsuz herkes buradaydı.

”Bu taraftan hanımefendi.” Diyen Dursunla onu onayladı. “Birazdan açık artırma başlayacak. Eminim bu yılda güzel bir miktar çocuklarımıza gidecek.” Derken sesinde herhangi bir yalan yok gibiydi. Oldukça profesyoneldi.

Kaya üzerindeki garson kıyafetiyle yüzünü buruşturdu. “Bu mükemmel vücuda sadece anlı şanlı Türk askeri üniforması yakışırdı. Belki de bir takım elbise de olabilir. En azından davetler için.”

Denir onun bu halini takmadan üzerini giyinmeye devam etti.

Kerem ona kalan kırmızı gömleklerin üzerine giyilen tuhaf yeleği giydi. “Niye bana kırmızı da Mustafa’ya pavyon mavisi? O bile daha güzel.”

Mustafa onun dediğine göz devirirken üstünü düzeltiyordu. “Beğendiğin renk parlak mavi mi?”

Kerem omuz silkerken Tuğrul üzerindeki pembe olan yeleğe baktı. “En azından sizinki pembe değil. Niye her renkten yelek var?”

Demir ve Kaya’nın giydiği yelekler parlak değil ve siyahtı.

”Çok konuşmayın da yürüyün.” Diyen komutanlarını onayladı ekip. Kalan üyeler araçta herhangi bir sorunda müdahale edeceklerdi.

Yüzbaşı yanında bulunan Serdar’a döndü. “PÖH ekibi nerede? Bu görevde bizimle birlikte dışarda bekleyeceklerdi.” Aslında Kaya ve Demir dışında diğerleri içeri girmeyecek PÖH ekibinden birileri olacaktı. Ama ekip oldukça sorumsuz davranarak gelmemeye tenezzül bile etmemişti.

Serdar “Bilmiyorum komutanım. Özellikle Başkomiserlerine söylemiştik lakin geri dönüş olmadı.”

Yüzbaşı sert bir nefes vererek geriye yaslandı. Dün gördüğü adam anlaşılan sorumsuz herifin tekiydi.

Herkes yerini almıştı çoktan. Ama garip bir ortam vardı. Dursun’un eşi burada değildi. Anlaşılan bu yüzden Asel’e bu kadar rahat davranabiliyordu.

Dursun öne çıkarak davetlilere hitaben konuşmak için içki dolu bardağına birkaç kez vurdu. Çıkan sesle ona dönenlere gülümsedi. “Hepiniz geldiğiniz için teşekkür ederim. Bugün küçük çocuklarımız için açık arttırmamız başlayacaktır. Biz Delen holding olarak bizzat düzenlemekle kalmayarak katılacağız.”

Asel’in yanındaki kadınlardan biri sessizce “Ne çocuğu?” Diye sordu yanındaki adama. Adam ise “Bilmiyorum kesin şu kadın yüzünden yine maskesini takmıştır.” Diyerek hemen önlerinde duran Asel’i gösterdiler.

Asel onları duymuyor gibi yaparak elindeki içki dolu kadehten içiyor gibi yaptı.

Dursun sonunda sahneden indiğinde Asel’in yanına gelerek elinden kadehi nazikçe aldı. “Buyrun hanımefendi. Açık artırma başlıyor. Önden bir yer kapmak için geç değil.”

Asel hafif bir gülümsemeyle ayağındaki ona tuhaf gelen topuklu ayakkabılarıyla yürümeye başladı. Allah biliyor ya hem canını acıtıyor hem de yürümekte zorlanıyordu.

Açık artırmaya katılan herkes yerlerini almıştı.

Garsonlarsa çoktan yerlerine geçmişti.

Asel yerine geçecekken biriyle çarpışması aynı anda olmuştu.

Demir çarptığı kadına mahcupça baktı. “Özür dilerim çiçek hanım.”

Asel gülümseyerek “Sorun değil.” Dese de Dursun “Daha dikkatli olun! Bir kez daha aynı şey olmayacak.” Diyerek sert bir şekilde uyardı. Asel’e dönerek “Sen iyi misin?” Asel kollarını ondan kurtararak “İyiyim geçelim mi?” Dediğinde Dursun başını salladı.

Demir elindeki tepsinin altında tutuğu kartı sıktı. “Kart bende başlayoruz.”

Kerem, Tuğrul ve Mustafa içeri girmek istediğinde korumalar engel oldu. “Sizin çalışma alanınız burası. İçer gitmek yasak.”

Bakışları parlak pembe olana kaydı. “Siz geçebilirsiniz. Arka tarafta sizi bekliyorlar.”

Tuğrul şaşırsa da belli etmeden başını salladı.

“Siz sadece bu salondakilerle ilgileneceksiniz.”

Kaya dışarı çıkacağı zaman ise “Buradan çıkmanız yasak.” Dedi koruma.

Demir sessizce “Anlaşılan giydiğimiz yeleklerin bir anlamı varmış.” Dedi.

Yüzbaşı duyduklarıyla sıkıntılı bir nefes aldı. “Ne içeri girebiliyorlar, ne de dışarı çıkabiliyorlar. Bir yolu olmalı.”

“Komutanım.” Diyen Serdar’a döndü. ”Asel hanım çıkabilir.”

Açık artırma başladığında Tuğrul içerde açık artırmaya sunulacak eşyalarla bir aradaydı. Kerem ve Mustafa salonda, Kaya ve Demir ise açık artırma kısmında içeceklerden görevliydi. Ekibin geri kalanı dışardaki minibüste beklerken Asel yanındaki adamın olduğundan bile daha rahatsızdı.

Açık artırma başlamıştı. Eski zamnın tablosu, daha sonra heykeller gibi birçok şey. Daha sonrasında ise güzel pahalı bir erkek saati. Dursun bu saati almak için ekstra çabalamış ve başarmıştı. En son ise zümrütlerden yapılmış güzel bir gerdanlık. Bunu gören Dursun Asel’e doğru “Bu tam sizin boynunuza yakışacak bir kolye.” Dedi.

Asel rahatsızda yerinden kıpırdandı. Kaya sinirlenen dostunu fark ederek plana koyuldu. işte o an Asel’in güzel elbisesi içkilerin döküldüğü bir bez gibi oldu. Dursun sinirle yerinden kalkarak Kaya’ya bağırsa da Asel onu sakinleştirip “Benim için o kolyeyi alabilir misin?” Demesiyle yerine oturmuştu. Diğer garsona işaret vererek “Git ve hanımefendiye yardımcı ol.”

Demir sert bakışlarını kesmeden Asel’e doğru adımladı ve bu defa koruma engeli olmadan içerden çıkabildiler. Yukarı kata sessizce adımladılar.

Koridorda yürürken kimsenin olmadığını fark eden Demir Asel’i kolundan tutuğu gibi kendisine çekti. Sıkıca sarıldığı kadının saçlarının kokusunu içine çekti. “Üzgünüm… İzinsiz dokunmamalıydım sana ama kendimi tutamıyorum. Aşağı inip o adamı öldürmemek için zor dururken tek sakinliğim olan senden ayrı duramıyorum.”

Asel sakince sarılmasına izin verdiğinde elleri kararsız bir şekilde sırtına dokundu. “Sakin olmalısın. Eğer sinirlerine hakim olamazsan kaybederiz Ege.”

Demir o anın tadını çıkartırken “Üsteğmen acele etseniz nasıl olur? Çok vaktiniz yok.” Diyen Yüzbaşını işittiler.

Demir istemeyerekte olsa sevdiğinden ayrıldığında işe tekrar koyuldular.

Kaya sıkıntıyla açık artırmayı izliyordu. Alt tarafı bir kolye ne diye bu kadar para dizerler ki?

Her saniye daha para artarken artık türk lirasından çoktan çıkılmıştı.

“Kim alır dersiniz?” Diye soran sese döndü. Onu gibi bir garsondu.

Kaya kel adamı işaret etti. “Pes etmiyor. Ama o alamayacak gibi.”

Garson hafifçe kaşlarını kaldırdı. “Neden? Bence o kolyeyi asla bırakmaz.”

Kaya omuz silkerken izlemeye devam eti.

Mustafa elindeki çerezi ağzına atı. “Daha ne kadar bekleyeceğiz?”

Kerem elindeki renkli içeceği incelerken “Bileme. Komutan odayı bulduğunda biter işimiz herhalde.”

Mustafa öndeki kadınlardan birini işaret etti. “Kadın kuyumcuyu takmış gelmiş.”

Kerem merakla baktı. Kilo bakımından oldukça fazla olan kadın saçını topuz yapmış, gerdanında altın kolyeler vardı. Elbisesi omuzsuz siyah uzun bir elbiseyken topuz olan saçında elmas bir takı vardı. Topuzu tamamen kemer gibi dolamıştı. Bileklerinde olan mücevherleri saymıyorlardı bile.

”Hay maşAllah. Ben onun kayıp çocuğu olabilirim. Bence gidip bir tanışalım.” Dediğinde Mustafa onu tutu. “Saçmalama. Sence buradaki normal insanların içinden bir kesim mi? Yoksa kara listemizde mi? Bunu bilmeden gidemezsin.”

Kerem ona hak verdiğinde küskünce yerinde durdu. “İyi kesimdense onunla tanışacağım. Böylece siz fakirken ben zengin olacağım. Hem onun çevresi uzun olduğundan bir çok kızın kapılarını bana açacak.”

Kerem ve Kerem’in kız ve de para takıntısı…

Demir elindeki kartla bir diğer odayı açtığında sonunda odayı bulmuş oldu. İçeriye girdiği ilk anda yatağın üzerinde siyah bir çanta buldu.

Çantayı açtığında yine o beyaz küçük poşetlerden doluydu. Ama üzerindeki not. “Tik tak, zaman işliyor. Yine başarısız oldunuz. Önce içinizdeki hainlerden kurtulun başkomiserim.”

Bu not onlara değil PÖH ekibine aitti.

Demir elindeki kağıdı sıktı. Anlaşılan burada onları değilde başkomiseri bekliyorlardı.

Sinirini dizginlemeye çalışırken nahif dokunmuş hisseti sağ kolunda. Bakışlarını çevirmesine bile gerek yoktu. Sevdiğini tanırdı. “Çok sinirliyim.” Sesini olabildiğince kısık tutu.

Asel ona hüzünle baktı. “Biliyorum… Ama biraz sakinleştirmelisin kendini. Aşağı inmeliyiz Ege.”

Demir ona döndü. “Sen her Ege dediğinde…” Kalbini gösterdi. “Bir şeyler akıyor şuramda.”

Yüzbaşı “Ne oluyor orada Demir?” Dediğinde Demir ciddileşerek cevap verdi. “Başarısızız komutanım.”

Yüzbaşı derin bir nefes alarak ardına yaslandı. Daha kaç kez batacaklardı? Bu yetmedi mi!

Operasyonun başarısız olduğunu duyan ekip toplandı ve oradan hızla ayrıldı. Kerem’in aklı kadında kalsa da yiyecekler daha çok dikkatini çektiğinden giderken birkaç şey aşırmıştı. Ona bakan timine “Ne aç mı kalsaydım?”

Mustafa ona bakarak “Helal mal yemiyorsun biliyorsun değil mi?”

Kerem şokla gözünü açtığında ağzındakileri çekinmeden yere tükürdü. “Sende yedin!”

Mustafa omuz silkerek “Cebimde taşıdığım çerezleri yedim. Yani benim için sorun yok.”

Yüzbaşı onların bu haline göz devirirken “Kaya araca geç ve kullan.” Emirini verdi.

Artık karargaha dönem zamanı gelmişti. Sakince yolda ilerleyen ekip nerede hata yaptıklarını düşünüyordu. Tam o anda Kaya sert bir manevrayla aracı durdurdu.

Demir Asel dengesini kaybetmesin diye elini ona doğru uzatmış “İyi misin?” Diye sormuştu. Olumlu yanıt alınca neler olduğuna bakmaya başlamıştı.

Kaya “PÖH ekibi sonunda teşrif etmiş.” Dediğinde yüzbaşı hızla araçtan indi.

Diğer herkes indiğinde iki ekip karşı karşıya kalmıştı.

Konuşmak mı, yoksa sinirlerine hakim olamamak mı göreceklerdi…

Bölüm sonu.

Karakterler?

PÖH ekibine neler oluyor sizce?

Ölüm timi?

Demir ve Asel birleşme yolunda sanki :).

Bölüm nasıldı?

Yazım dili?

Gidişat?

Kerem’in yemek, para ve kız aşkı…

Giydikleri garson kıyafetleri?

Bölüm : 06.11.2025 12:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...