208. Bölüm

30. Bölüm

Asel Demirhan
demirhan_asel

Bölümü düzenlemeden yayınladığımdan yazım hatalarım olabilir bu yüzden kusura bakmayın lütfen.

 

 

Gözlerin… Gözlerin diye atar nabzının ritmi gibi yüreğimin ateşi. Bir gün sende bakarsın bana sevdanla… Birgün görür müsün beni yüreğinle… Yoksa sadece kuru toprağın altında kalan cansız bir beden olarak mı kalırsın?

Demir’in günlükleri…

 

Sevda sessiz sedasız gelir, yüreğinize konardı. Ne yaparsanız yapın gitmek yerine sarmaşık gibi sizi daha da dibe çekerdi. Bataklıktan farksız olan bu sevda sizi ya hiç çıkmak istemeyeceğiniz çiçek bahçesine ya da denizlerin dibinde boğaumanıza sebep olacaktı.

O yumruktan sonra etraf bir anda karışmıştı. Albayın müdahalesiyle etraftaki curcuna dağılmış, revirin yolu tutulmuştu.

Kimseden çıt çıkmazken pansumanı yapacak olan Lidya hemşire genç adama her yaklaştığında sert bakışların esiri oluyordu. Bu bakışlar onun adımını geri çekmesini sağlarken bir köşede albay kollarını birbirine dolamış, duvara yaslanmış vaziyetteydi.

Diğer köşede Asel ağabeyinin acındırmasına dayanamayarak onun eline pansuman yaparken, gözleri kaçamak genç adama ulaşıyor, kalbi panikle atıyordu.

Onları diğer bir köşeden izleyen üçlü ise aldıkları keyfin hatti hesabı yoktu. Onlara göre bunu zaten yapmalıydılar. Kız almak kolay mıydı? Hele de ailelerinin inci tanesini?

Lidya daha fazla dayanamayarak geri çekildi. Bakışları albaya dönerek “Kusura bakmayın komutanım ama Demir komutan belli ki beni istemiyor.” İmayla söyledikleriyle yandan Asel’e bakmıştı. Demir bu cümleyle birlikte gülümserken Lidya “Bu yüzden ben yerime dönsem daha iyi olur. Daha bakacak kişiler de var hem. Arden doktor yalnız kalmasın.” Diye tamamladı cümlesini. Albay başını usulca salladığında Lidya gülümseyip elindekileri yerlerine bıraktı.

Kapının dibinde baştan beri iyi anı bekleyen Emine “Ben yaparım.” Diye anında konuşmuş, bakışların odağı olmuştu.

Asel ağabeyinin elini sarmayı bitirirken, albay yaşlandığı duvardan ayrıldı ellerini ceplerine yerleştirdi. Emine’nin bu sözleri ortamın ağırlaşmasına sebep olurken kimseden çıt çıkmıyordu. Albay Emine’nin dediklerini duymamış gibi yapmayı seçerek Asel’e çevirdi vücudunu. “Asel kızım sen yap bu delinin pansumanını. Belli ki kimseye dokundurtmayacak kendisine.”

Mert’in kıskançlıkla “Ben yapardım!” Demsini görmezden geldiler.

Miran kıskançlık damarının attığını hissederken kız kardeşinin elini sıkıca tutmuştu. “Yok!” Bakışlar ona döndüğünde gözlerini kaçırdı, bakışları bir anda Demir’e kilitlendi. “Ben yaparım ona pansuman.” Dişlerinin arasından konuşmuştu.

Demir çatık kaşlarla genç adama bakıyordu. Ne diye izin vermiyordu bu lavuk? Kimdi bu?

Albay sıkıntıyla iç çekti. Şimdi uzatmanın anlamı da yoktu. Bu deliyle de uğraşmamak için en iyisi Miran’ı buradan çıkarmaktı. “Oğlum hadi gidelim biz.”

Miran kolundan tutmuş sürüklemeye başlayan adama baktı ters ters. “Ben yapardım.” Derken bile albay onun kendisinden kurtulmasına izin vermeden çıkarmıştı odadan. Ardından “Sizde çıkın!” Diyerek üçlüye bağırmıştı.

Asel ve Demir odada yanlız kaldıklarını düşünürken Demir çoktan ona dalmış izliyordu. Ama yüzüne doğru bir pamuk yaklaştığını son anda fark ederek hızla tutu. Bakışları elin sahibine giderken gördüğü kadınla dişlerini sıktı. Nasıl fark etmemişti? Elleri titremeye başlarken gözlerine bir perde inmişti. Tutuğu o eli o kadar sıkıydı ki kadının gözlerindeki korkuyu fark etmemekle kalmıyor elini çekme çabasını bile göremiyordu.

Emine korkuyla elini çekmeye çalışırken adamın bileğini daha da sıkması yüzünden açıyla yüzünü buruşturdu. Gözlerinden sicim gibi yaşlar akarken artık gitmek istiyordu. “Bırakın beni! Canımı yakıyorsunuz.” Diye bağırmaları Demir için sadece rahatsız edici bir ışıltıdan fazlaydı. Kendi geçmişiydi…

”Bırakın beni… Canım yanıyor… Anne çok acıyor… Çiçek öpse geçerdi…” daha nice şeyler sayıklarken tutuğu bilek artık neredeyse kırılacaktı.

Asel gördüğü manzara karşısında şaşırırken ne yapacağını bilemiyordu. Demir’in deli gibi söylenmeleri, Emine’nin acı dolu sesleri… Hepsi onun için ne yapacağını bilemez haldeydi.

şiddetle çarpan kalbi bir şey yapmak istiyor ama ne yapacağını bilemiyordu. Tam şu an Kaya’ya ihtiyacı varken onun olmaması işleri daha çözülmez halde gibi görmesini sağlıyordu.

Daha sonra aklına operasyon zamanı söyledikleri geldi. ‘Üzgünüm… İzinsiz dokunmamalıydım sana ama kendimi tutamıyorum. Aşağı inip o adamı öldürmemek için zor dururken tek sakinliğim olan senden ayrı duramıyorum.’

Titreyen ellerini, şiddetle çarpan kalbini görmezden gelerek Demir’in kadının elini tutan elini tutu. Titreyen el sanki sahibini tanır gibi sakinleşirken Demir’in bakışlarındaki perde hafifçe aralanıp ona döndü. Sesinin titrememesini dua ederek “Sakin ol…” diye fısıldadı. “Sakin ol Demir ben buradayım…” diye devam etti.

Demir’in eli bu melodi gibi olan sesle gevşerken Emine elini hızla çekip “Hastasın sen! Hasta!” Demiş koşarak kaçmıştı.

Asel sakince bir şeyler fısıldarken eli Demir’in elini tutmak istemişti. Lakin Demir şiddetle elini çekmiş “Dokunma!” Diye ilk bağırışını çiçeğine yapmıştı… “Dokunma, dokunma… Dokunma…” deli gibi söyleniyordu. Gözleri dolu, yüreği yaralıydı…

Asel ona başarısıyla sertçe yutkunmuştu. O bağırılmasını sevmezdi kendisine. İki eli yanlarında yumruk olurken bir de kendisi kriz geçirmezdi. Önceliği Ege olmalıydı…

Sıktığı elleri gevşedi, yavaşça havaya kaldırdı. “Bak dokunmuyorum.” Bir adım ona doğru atmak isediğinde sedyede geriye giden adamla kendisi adımını geriye doğru attı. “Yaklaşmıyorum da.”

Demir’in tedirgin bakışları onda dolanırken Asel’in masum yüzü, şefkatli sözleri gözlerindeki perdenin kalkmasını sağlamıştı. Bu defa da gözleri ona zarar verdiğini fark eden bir titremeyle titremeye başlamıştı.

”Ben…” diye başlayacağı sözlerine Asel’in “Su içmek ister misin?” Sorusu gelmesiyle başını usulca sallamıştı.

Demir Asel’in ona su doldurmasını, sakince kendisine yaklaşmasını, yüzünde gülümseni hepsini izlemişti. Ama gözlerinde bir titreme olduğunuzda farkındaydı. Mavileri titriyordu! Hemde onun yüzünden… Suyu o kadının dokunduğu elle değilde diğer eliyle almak için uzanmıştı ama Asel izin vermedi ve kendisi içirdi.

Her yudum boğazında yumruk oluştururken, gözlerini yeşillerden ayırmıyordu.

Su içmesi bittiğinde ger çekildi. Krizini hatırlamazdı. Neden kriz geçirdiğini de bilmiyordu. Bildiği tek şey ona birinin dokunduğu ve Asel’i üzdüğüydü. Daha büyük bir kriz geçirmesi gerekirken oldukça yumuşak atlatmıştı aslında…

Asel’in “Pansuman yapmalıyız Ege.” Demesiyle ona bakmıyormuş gibi daha çok baktı. Başını usulca sağa sola sallayıp reddeti. “Elimi yıkamak istiyorum.” Her zaman giydiği eldivenleri Asel’e temas etmek için çıkardığından şu an deli gibi elini yıkamak istiyordu.

Asel başını sallayarak onu onayladı. “Tabi ki. Bak hemde çikolata kokulu sabunum var.” Diye neşeyle söylemeye çalıştı.

Demir çabayı geri çevirmek istemediğinden zorlukla gülümsemeye çalıştı. Daha sonra olabildiğince dikkatle yerinden kalktı. Sendelediği olmuştu ama Asel onu tutmak için ataktaydı.

Musluğun önüne geldiğinde sakince açtı. Ve aynı sakinlikte sabunu eline sıkarak defalarca kez çitileyerek yıkadı. Elinin kızarmasını, kanamasını, acımasını bir gram bile umursamadı.

Dilinden saniyeler dakikalara dakikalar daha da uzamaya devam ederken artık bittiğine karar vererek ellerini çekti. Bakışları aynadan arkada kendisine bakan sevdiğine kaydığında “Bitti.” Sadece bitti demişti ama sanki biten elini yıkamak değil başka bir şeydi.

Asel elini sallayarak peçeteyi ona uzattı. Ne çok yaklaştı ne de çok uzak kaldı. Ama Demir için bu uzaklık canını yaktı.

Peçeteyi usulca eline aldı, sakince ellerini kurulayıp çöpe attı. Daha sonra Asel’e dönerek mahcup bakışlarla baktı. Bir eli ensesine giderken “Özür dilerim.” Çaresiz çıkan sesiyle devam etti. “Sana bir şey yapmadım değil mi?”

Asel sertçe yutkundu. Kısık bir sesle “Hayır.” Dese de bağırması onu etkilemişti. Doğrudan kendisine çağırılması onu kötü etkiliyordu. Yine de bunu Demir’e söylemdi. Onu üzmek istemedi.

Demir rahat bir nefes verirken gülümsedi. “Güzel… Seni üzmediysem sorun yok.” İçi rahatlarken ufak bir sızı hala geçmemişti. Umursamak istemedi. Çünkü krizden sonraki hissi sanmıştı. Oysa sevdiğini üzdüğü içindi…

Büyük adımlarla Asel’in yanına gelip belinden tutuğu gibi kendisine çekti. Başını sağa doğru eğerek gülümsedi. “Pansumanımı yapar mısınız Çiçek hanım?” Az önceki sevdiğinin gördüğü kriz atağını da unutmasını umarak söylemişti.

Asel usulca Demir’den ayrıldı. Düz bir surat ifadesiyle “Tabi.” Diyerek malzemelere doğru adımladığında Demir elleri boşlukta kalmasıyla kalbi acı hissiyle doldu. Bir hata mı yapmıştı? O da kendini tutamayarak ardından gitti. Asel malzemeleri seçerken arkasından onun yüzüne bakmaya çalışarak “Bir şey mi yaptım?” İlk cevap alamasa da duraksayan kadından “Hayır.” Diye kısa ve net bir cevap almıştı. Ama o durmadan kadın ne tarafa giderse hemen arkasındaydı.

Asel onun bu haline dayanamayarak vücudunu ona çevirdi. “Demir ne böyle kuyruk gibi peşimdesin?” Sedyeyi işaret ederek “Otur şuraya artık.” Dedi.

Demir çocuk gibi omuz silkti. “Sende gel oturayım. Sen ayaktayken nasıl oturabilirim.” Gözleri parıl parıldı.

Asel onun eski haline dönmesine sevinse de aklı dolu olduğundan zor duruyordu burada. Biraz hava alması ve Erez’in yanına gitmesi gerekiyordu. Bu durumlarda hep Erez yanında olurdu.

Kalbi ve aklı karışık bir haldeyken düşüncelerini geçmişe vermemeye özen gösterdi. Şimdi olmazdı. Karşısında krizi yeni atlatmış bir hasta varken kendisi geçmişine dalamazdı.

“Tamam gel hadi malzemeyi aldım. Pansumanını yapalım.”

Demir uslu bir çocuk olarak sevdiğinin sözünü dinledi. Tam yanına da Asel oturduğunda pansuman başlamıştı artık.

Asel sakince yüzüne pansuman yaparken Demir sanki hiç görmemiş, ilginç bir şeymiş gibi sevdiğini izliyordu. Kumral saçlar, biçimli kaşlar, yeşilli- mavili gözler, tatlı burun, elma yanaklar. O yanakları bir ısırsa ne güzel olurdu. O gözlere dalıp gitse boğulsa sesi çıkmazdı. Derin bir iç çekerken sahte bir acıyla sesini çıkardı. “Ah!”

Asel tekrarla yaraya üflerken o keyifle gülümsemişti. Biraz vicdanla oynuyor gibiydi ama ne demiş atalarımız? Aşkta ve savaşta her şey mübahtı. Demir içinde öyleydi. Sevdası için gerekirse herkesi kapısına alabilirdi.

Sıra eline pansuman yapmaya geldiğinde Demir ilk utanıp elini çekecekken Asel sıkıca tutu onu. “Sabit dur Demir.”

Demir gözlerini kaçırarak “Gerek yoktu.” Dedi kısık sesle. Utanıyordu.

Asel onu dinlemeden eline de pansuman yapmaya başladı. “Yaralarını aşmama izin ver.”

Şu an sadece fiziksel yaradan mı bahsediyordu yoksa ruhsal mı? Fiziksel yaranın canı cehenemmeydi. O ruhsal olarak sevdiği olduğunda iyi olan bir adamdı.

Dudaklarının kuruluğu rahatsız ederken ıslatma ihtiyacı duydu. “Ruhsal olarak bile tek bakışınla iyi ediyorsun. Fiziksel yaramı iyileştirmen önemli değil.”

Demir’in gözleri krizin etkisiyle ağırlaşırken Asel omzuna düşen başla öylece kaldı.

Farkında değillerdi belki, belki de farkındaydılar. İkiside birbirlerinin ruhlarına iyi gelecek sonunda ise deliren taraf yine onlar olacaktı…

*
Miran albayın odasında bir ileri, bir geri gidiyordu. Bir an duraksıyor sonra söylenip, devam ediyordu. Yürümeyi keserek durdu, albaya doğru döndü. “Kim bu adam? Niye Derin’imin yanında? Biz buraya işi için gönderdik onu. Kendi ayakları üstünde durması için. “ yargılamıyor sevgilisi olabilir onu da biliyor ama bu işin sonun buna bağlanacağını bilmiyordu da. Kıskançlık zehirli bir yılan gibiydi. Damarlarına sinsice işliyordu.

Erez fitili daha çok ateşlemek ister gibi “Değil mi ağabey? İş diye geldi damat götürecek yanında.” Demişti.

Miran başını sakince ona çevirdi ve bir anda “Ne damadı lan!” Damat… Söylenişinde hayır yoktu ona göre. Ne gerek vardı hem damada? Biz varız etrafında istediğini yaparız ne diye bir sevgilisi olmak zorunda ki? Yok çok gereksizdi. En iyisi bu damat denilen şahısla konuşup uzak tutmaktı evet. Az yapmamışlardı bunu. Eh nihayetinde kazanan hep onlar olmuş damatlar bir bir uğralanmıştı.

Albay Miran’dan duyduğu yüksek sesle elini masaya sertçe vurdu. “Yeter artık Miran!” Bakışların kendisine toplanmasını umursamadan “Asel ne isterse o olacak bu işe karışmak yok.” Konuşmak isteyen Miran’ı elini kaldırarak sustururdu. “Hem Agah onayladı.”

Bu Miran’ın gözlerini büyütmesine sebep olmuştu. Agah mı onaylamıştı? Kız kardeşine düşkün olan adam? Yanında yabancı cisim görse kıskanan adam mı?

Eli kalbine giderken ayakları geriye doğru gitti. Diğer eli sandalyeyi acemice tutu zorlukla oturdu. “Siktir.”

Erez gülmesini zorlukla tutarken “Dramatik sahnen olay ağabey.” Diyip onayladı elleriyle.

*
Murat karısının peşinde dolaşırken söylenmeye devam ediyordu. “Miran neden gitti sultanım? Ne gerek vardı? Buradaki işlerle ilgilensindi.”

Meltem elindeki bezle etrafı silerken sinirle soludu. “Yeter Murat. Çocuğun işi avukatlık. Tabi ki müvekkilleri için gidecek.”

Murat sessizce “Kızım için gitmediyse ben bir şey bilmiyorum. İt herif.”

Meltem elindeki bezi sinirle koltuk tarafına doğru attı. “Bana bak Murat.” Kendisine dönen kocasının bedenini ters çevirdi. Onu sakince ilerleterek “Çok konuşuyorsun Murat’cığım.” Kapıyı açıp kocasını dışarı attı. Daha sonra içeriye doğru “Acar!” Diye seslendi.

Murat “O kreşte ya sultanım.” Dediğinde Meltem hemen unuttuğu şeyi hatırladı. “Murat çabuk Acar’ın yanına git.”

Murat anlamadığı için safça baktığında “Neden?”
Meltem sinirle bir soluk aldı. “Bir kez unutma be adam! Baba oğul etkinliği için olabilir mi?”

Murat anında duraksadı. Baba oğul etkinliği… Aslında ebeveynin çocuk ama Meltem genelde eşinin Acar’la anlaşabilmesi için onu gönderiyordu.

Kocasının erkek çocuklarıyla sorunları vardı…

Murat umursamazca omuz silkti. “Bir şey olmaz Timuçin’in gönderim. O daha iyi anlar erkek evlattan. Ben en son kız evlat büyütüm ne anlarım hergelelerden?”

Eşinin sinirli bakışlarını fark ettiğinde “Yani oğlumla vakit geçirmek için tabi ki ben gideceğim.”

Meltem aldığı yanıtla gülümsedi. Kocasının yanağından öperek “Aferin benim hayatıma. Fotoğraf atmayı unutmayın.”

Kapı hızla kapandığında Murat öylece kaldı. “Ulan velet. Yine bana kaldın.”

Daha sonra karşı evlerden bir kapı hızla açıldı.

“Bana bak Azat! Delirtme beni be adam. Temizlik var diyorum oraya geçebilir miyim Meleğim, şunu yapabilir miyim meleğim? Delirtin be adam beni!” Diyerek sertçe kapı kapandığında dudaklarını aralayıp konuşmak isteyen Azat öylece kalmıştı.

Murat alaylı ifadesi, elleri cebinde Azat’a doğru ilerledi. “Ne oldu sende mi kovuldun?”

Azat duyduğu sesle Murat’a döndü. “Sadece su istemiştim.” Aslında sadece en son su istemişti. Ondan önce televizyon kumandası, oda değiştirmek, süpürgenin sesinden rahatsız olduğu için kablosunu kesmek, bulaşık makinesini tamir edeceğim derken bozmak gibi nice sebepler vardı…

Murat başını usulca salladı. “Anlaşılan bugün bizim evden atılma günümüz.”

Derken yan evin kapısı şiddetle açılıp Timuçin’in dışarı atılmasını izlediler.

”Delirtme beni Timuçin! Gidemezsin diyorum be adam yeter. Evi su bastı senin yüzünden sen hala gidecek diyorsun. Sakın eve temizlik bitmeden gelirim deme!” Kapı sertçe kapandı, diğer iki adamın konuşmasına izin verilmediği gibi Timuçin’e de izin verilmemişti.

”Yine kovuldum.” Diyen Timuçin iki adamı fark ettiğinde yanlarına doğru gitti. “Sizde mi kovuldunuz?”

İkisinin başını sallamasıyla Murat “O zaman bana katılın.” Tek başına veletler sürüsüyle uğraşmak yerine onları da yakabilirdi.

*

”Sana inanamıyorum Murat.” Timuçin başında pembe taçla çocukların ortasında öylece kalmıştı.

Murat elindeki asadan sarkan süslere garip bir şey gibi baktı. “Benim ne suçum var Timuçin? Ne bilebilirdim öğretmenin bir anda kaçıp çocukları bize bırakacağını?”

Azat küçük sarışın çocuğun ona araba atmasıyla sinirle kaşlarını çattı. “Bana bak velet. Annen baban kız istemiş erkek olmuşsun belli. Bir de araba atıyor.” Ağlayan çocuğu umursamadan bakışları Murat’a döndü.“Murat buradan çıkalım sana soracağım.”

Timuçin bir anda bacağına sarılan küçük prenses kostümlü kıza baktı. “Benimle atçılık oyna!”

Timuçin nazikçe ondan ayrılmak istediğinde “Atçılık oyna dedim!” Diye bağırdı çocuk.

Her çocuktan sesler geliyor, etrafı darma duman ederken onları da mahvediyorlardı.

Ama Timuçin ve Azat’ın tek düşüncesi buran kurtulup Murat’la güzel bir şekilde konuşmaktı.

*
Acar elinde elma şekeriyle babasının elini tutmuş neşeyle yürüyordu.

Babasının yaşadıklarından haberi vardı. Ve belki biraz o da olaylara katılmak istemişti ama bu defa onun suçu yoktu.

Murat neşeyle yürüyen oğluna ters bakış attı. “Ulan bir daha gelir miyim senin okuluna?”

Acar yürümeyi keserek babasına döndü. “Baya. Bu seyin suçun. Yanlış sınıfa gitmemeyiydin.”

Murat sinirle dişlerini sıkarken, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.

Timuçin ağrıyan belini tutarken zorlukla yürüyordu. O kız çocuğu inat etmiş sırtına resmen acı çektirmişti. Bu atçılık değil işkenceydi! Eline nereden bulduğunu bilmediği iki kırbaç niyetini kullanmayı altı yaşındaki bir çocuk nasıl bilebilirdi? O kız bilmişti ve şu an canı fena yanıyordu. Ters bakışlarını Murat’a çevirdi “Ula Murat, ula Murat…Ha bu acum geçmesin sa, sormaz isem ba da Timuçin demesinler ha!” Bir anda giren acıyla “Oy anam oy… Oğlunun hallerini görmeysun, ne acular çektuğuni bilmeysun…”

 

Azat anlının ortasına yediği oyuncak yüzümden huzursuzdu. Yeni bir iz istemiyordu yüzünde. Kızı zaten izinden korkarken o bir ize daha dayanmazdı. “Bira, bila ev nîşan bimîne, paşê ez ê ji te bipirsim.” eliyle anlını gösterdi.Kardeşim, bu işaret kalsın, sonra sorarım.

Murat kaşlarını çatıp onlara baktı. “Ulan ben mi dedim gelin diye?”

ikisindende hızla “Evet.” Yanıtını alınca “Ulan sanki ben sizi zorladım. İşiniz yoktu kendiniz geldiniz.” Hırsla yürümeye başladığında Acar’ı da çekiştiriyordu. “Gel kan velet. Hepsi senin suçun.”

Acar arada kaynamasıyla “Bey ne yaptım ya!”

*

Demir Ege Soylu’nun Anlatımıyla…

Boynuma giren ağrıyı bile hissetmemi sağlayan o kokunun kaynağına daha çok yaslandım. Öyle güzel bir kokuydu ki gözlerimi açsam kaybolacak diye korkuyordum. Çiçeğim gibi korkuyordu.

Yüzümde nahif bitmek hissetim. Sakallarımı nazikçe seviyor, arada gözlerime doğru çıkıyordu. Bazen şe saçlarıma öyle ufak dokunuyordu ki hissedilmesi güçtü.

Bugün Agah ağabeyin gittiği beşinci gündü. Sınırlı sayıda zamanım kalmışken uyanmam gerekirdi ama o el saçlarımdan ayrılmasın, koku ciğerlerime dolmaya devam etsin diye kalkmak bir yana dahada sokulmak istiyorum.

Ama bu kişi beni uyandırmaya kararlıydı. “Demir.” Öyle güzel söylemişti ki ismimi ben ismimin bu kadar güzel olduğundan bir haberdim.

”Demir kalk artık boynum ağrıdı.” Kelimler zihnime anlamını iletirken yavaşça bilimcim açılmaya başlamıştı. Göz kapaklarım reddetmeme rağmen o nahif sesinin sahibinin canının yandığını anladığı an uyanmamak imkansızdı sanki.

Gözlerimi açtığımda boş boş karşıya bakıyordum. “Sonunda uyandın Demir.” Diyen sese doğru döndü bakışlarım. Başım o sesin kaynağına yaslıydı. Ve bu koku gerçekten çiçeğimden geliyordu.

Bana zarifçe gülümsedi. “Kalk hadi öğen yemeği yemeliyiz.”

Önce reddecektim ama bilimcimin yerine gelmesiyle başımı salladım. Onu zorlayamazdım. Başımı kaldırdığım an onun eli omzuna giderek ovdu. Sanki canı gerçekten çok acımıştı. Elim başıma giderken acaba çok mu ağır diye tartmaya çalışıyordum.

salaksın Demir. Senin başınla onun narin omzu bir mi? Tabi ki hayvan gibi başın var!

Yine canını yakmıştım işte.

mahcup bakışlarla baktım ona “Ben özür dilerim.” Sesimi duyduğunda bana dönüp gülümsedi. “Sorun değil.” Öyle güzel söyledi ki ona hayran bakışlarla bakmaktan kendimi alamamıştım.

”Hadi yemek yemeye gidelim.” Diyip ayağa kalktığında onu kolundan tutup durdurdum. Bana sorgu dolu bakışlarla baktığında çekinerek telaş dolu sözler kurmaya başlamıştım. “O adam kimdi? Yani anlatmak istemezsen anlarım tabi… Seni de zorlamak istemiyorum… Ama kim olduğunu söylersen… Ya da boş ver…” Boş verme söyle lütfen. Demek isteyen dudaklarımı susturdum. Ama gözlerim susmak yerine bağırmaya bile başlamıştı.

Bana anlayışla gülümsedi. Öyle anlayışla gülümsedi ki bir an duraksadım. Elimi tutu boşta kalan diğer eliyle. “Sorun değil Demir. O kişi benim ağabeyim.”

Ağabeyim dediği an öyle bir rahatlama geçti ki içimden. Tarifi bile zordu. Anlaşılan bu adam üvey ailesindeki ağabeyiydi. Adını bilmediğimden kim bilmiyordum. Ama iki ağabeyi olduğunu biliyordum.

Ban doğru bir adım atarak gülümsemesini bozmadan konuşmaya başladı. “Bak Demir. Biz seninle deniyoruz ama belki olacak belki olmayacak olsa da ben birbirimizden bir şey saklamak istemiyorum. Bir şey olduğunda gel bana sor isterim. Kıskandıysan söyle isterim. Bana kendini anlat isterim. Ben saygılı, sevgili, anlayışlı bir ilişki isterim. Böyle gördüm… Böyle olsun isterim.”

Kalbime hançer soksa bu kadar acıtmazdı canımı. Ondan sakladığım gerçekler bir bir gözümün önünde canlandı sanki.

Sertçe yutkundum. Kuruyan dudaklarımı ıslatım “Bir gün senden bir şey saklarsam kızar mısın?” Gider misin?..

Baktı bana uzun uzun. Sanki cevap gözlerimin içindeydi. “Bir gün bana yalan söylersen, bir şu saklarsan.” Durdu, yutkundu. “Bu ne olduğuna bağlı. Senin geçmişini saklamak istemeni anlarım. Ama benimle ilgiliyse…” başını sağa eğdi “Giderim.” Tek kelime, en net şekilde. Ve ben o an öldüm sanki.

*
Boran’ın anlatımıyla.

Önümdeki dosyaya bakarken aklım dosyanın hiçbir bilgisinde değil Meyra’daydı. Hayal’im de…

Ne yapacağımı, ona nasıl yaklaşacağımı bilmiyordum. Sanki bir el boğazımı sıkıyor gibi hissetmektende geri durmuyordum.

Kötü bir çocukluk geçirmemiştim onun aksine. Bir annem vardı, babam vardı. Ama onlar vefat ettiğinde babaannemle kalmaya başlamıştım. Hepsi benim iyiliğim için çabalamıştı. Tek çocuk, tek torun olmanın avantajlarını sonuna kadar kullanmıştım. Yıllar önce Babanem rahatsızlandığından dolayı gitmek zorunda olmasaydım sorunsuz bir ilişkimde olacaktı.

Şimdi ise ilişkiyi bıraktın, Hayal’imin gözlerindeki acılar beni zaten yakıyordu.

”Başkomiserim istediğiniz dosyalar.” Önüme dosyayı koyan adama başımı salladım. “Çıkabilirsin.” Derken sesinden duygudan eser yoktu.

Adam çıkmak için hareketlenecekken duraksadı. Çekinerekte olsa “Başkomiserim bu dosyayla zaten bu görev bitecek.” Duraksadı bir an ama devam etti “Meyra yüzbaşımla konuşmanız gerekmez mi? Biliyorsunuz ki kendisi bu görevden sonra başka bir şehire gidecek. Onu tekrar bulabilecek misiniz?”

Kaşlarım anında çatıldı. Ben onu buldum mu da kaybedecektim? Beni kabul etmiyordu ki. Ama haklıydı. Onun bir kez daha gitmesine izin vermezdim. Bu elimdeki dosya kendi timimle değil Demir üsteğmenle ortak çalışmamızla elde edilmişti. Meyra’da bu süre zarfında bizimleydi. Ama her şey bitime yaklaştıranda bu dosyaydı artık.

”Ne yapabilirim aslanım? Ben burada çalışıyorum.” Uzun zamandır buradaydım. Başka şehir, başka iz bilmezdim.

”Gidin komutanım.” Net bir cümle kurmuştu. “Yüzbaşısız zaten artık yaşayan bir ölü olacakken, başka bir şehirde yabancılık çekmeniz, yüzbaşının sizi itmesi sizin için önemli mi?”

Değildi. Değildi ama… Aması vardı işte! Ben onu nasıl kazanacağımı bilmiyorum. Nasıl kalbine çiçek açtıracağımdan bir haberdim. Ama denemem gerekiyordu. Hiç olmazsa sevdam için savaşmam gerekiyordu.

iki elimi bir anda masaya vurarak ayağa kalktım. “Haklısın aslanım. Hayal’im için çabalamam gerekirse ölmeye bile razıyım.”

Gözlerim bir kez kararmıştı. Ve ben gözlerim karardığında durdurulamaz olurdum.

*
”Demir adamı sakince alıp geleceksiniz. Başka bir şey yok anlaşıldı mı.” Diyen albaya başını salladı Demir.

Albayın bakışları Yüzbaşına değdiğinde “Uslu olacaksınız.” Diye uyarmıştı.

İkiside başını sallasa da artık ne olur bilmezdi.

Araca ilerleyen ikili sakin gibiden ziyade barut gibiydi. Tim ardlarından ilerlerken çıtları çıkmıyordu.

PÖH ekibi kendilerini gidecekler yerde karşılayacaklardı.

Uzun bir araba yolcuğundan sonra ekin büyük bir villanın önünde durdu. Kaya araçtan inmeden önce “Sakiniz değil mi komutanım?”

Demir ona keskin bakışlarla bakatı. “Oldukça.” Aracın kapıları açıldı, içerden çıktığında bellindeki silahı sağ eline alırken “Ha bu uzun olan benimdür.”

Artık onu kimse tutamazdı. Geçenki aynı korumaya hızla sıktı kurşunu. Adam acıyla yere çökerken Demir onun saçlarından sertçe çekti. “Uşağum sen benim sevdiğumla alay etun. Ha bende seni öteki tarafa götüreyrum.” Acımadan silahı tekrar ateşlediğinde bahçede yankılandı ses.

Bu kadar rahat olmalarının sebebi vardı tabi. Evin içinde ses geçirmeyen bir odadaydı Dursun. Bunun bilinciyle rahatlardı.

Diğer korumalar tek tek iki ekip tarafından yere serilirken kapıyı sakince çaldılar.

Demir iki eli önünde silahı yere doğru tutuyordu. Kapı ürkekçe açıldığında bir hizmetli gözüktü. “Ha buraya Dursun içun gelduk. E açmay musun misafire kapiyu?”

Hizmetli gördüğü polis ve askerlerle sevinse mi, yoksa yine aynı boş gelip gideceklerini düşündüğü için üzülse mi bilemiyordu. Ama bu defa farklı olduğunu hissediyordu.

Kapıyı titreyen ellerinin aksine sakince sonuna kadar açtı. “En üst katta soldaki oda.”

Demir ona yandan bir gülüş sunarak içeri girdi. “Hiç vakit kaybetmeden yukarıya çıkacaktı ki yüzbaşının “Demir sakin dedi albay.” Dediğinde ona kafasını çevirip gülümsedi. “Ha ben sakinum. Hemide çok sakinum. Asel’e değen ellerini kirucak kadar sakinum.” İkişer üçer merdivenleri çıkmaya başladığında yüzbaşının “Siz etrafı kolaçan edin.” Diyen seslerini işitti.

Tam en üst katta vardığında sağ tarafa gidecekti ki solda bir ışık hüzmesi fark etti. Adımları oraya yöneldiğinde kapının aralık kısımından pembe renkte eşyalar gözükmeye başladı.

Kapıyı temkinlice ittirirken içerden üremek bir ses duydu. “Anne babam geliyor kalk lütfen.” Küçük bir kız çocuğu sesiydi. En fazla yedi yaşlarında.

Demir kapıyı sonunda açtığında içerde yerde yatan bir kadın, ona her şeye rağmen siper olmuş gözleri yaşlı küçük bir kız.

”Siktir!”

Bölüm sonu.

Burada kesmezdim de heyecan olsun azıcık :).

Ve bence uzunluk yeterli. Sıkılmadan okumanız için böylesi iyi gibi.

Diğer bölüm birkaç düşüncem var ama bakalım.

Nasıldı?

Yazım dili?

Gidişat?

Karakterler?

Demir sinirlenince şiveye bağladı.

O küçük kız ve kadın kim sizce?

Operasyonunda sonlarına geldik. Bir bölüm daha sürer gibi ama belli olmaz bakalım.

Bölümü yayınladığım günler ve Cumartesi, Pazar, bölümün yy ve de Salı günleri kitabı öne çıkarmaracağımı söylemiştim bildirim gelirse ciddiye almayınız.

Bölüm : 11.12.2025 08:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...