26. Bölüm

4. Bölüm

Asel Demirhan
demirhan_asel

 

 

Hissettiğiniz her bir acı bir gün mutlaka değersiz bir hismiş gibi gelecek. Lakin aslında sadece alışılmışlık olacak…

 

Yazar Anlatımıyla…

Genç adam sonunda isteğine kavuşarak ön koltuğa zorlukla da olsa oturmuştu lakin yola başladıkları andan beri içlerinde her birinin kötü bir his vardı. Ve bu his kalplerinde bir ağırlık bırakıyordu sanki.

Genç adam bu histen kurtulmak için arabanın radyosundan bir şarkı açmak istedi. Lakin arabanın sahibi olan Mustafa izinsiz bir şekilde arabasına dokunulmasından pek hoşlanmazdı. Bu arabanın onda manevi bir değeri vardı. Ne kadar eski bir model olsa da…

Genç adam içinde oluşan sinirle şoför koltuğunda oturan Mustafa’ya döndü. “Oğlum bir bıraksana da müzik açayım.” Tekrar elini uzatacakken Mustafa aniden elini sıkıca tuttu. “Olmaz.” Tek bir kelime söylemişti lakin bu Mert için yeterli bir cevap değildi.

Mert yanında oturan adamın neden böyle söylediğini anlamayarak “Neden?”

Mustafa ise genç adamın elini tutmaya devam ederken, umursamaz bir şekilde omuz silkti. “Olmaz işte.”

Daha yeni tanışmış olsalar da sanki yıllardır tanışan gıcık bir arkadaş gibi birbirlerine iyi davranmıyorlardı. Bu durum genç kadının dikkatini çekse de şu an o ikilinin ellerine bakıyordu. Elindeki kitabı açık tutmaya devam ederken dizlerine yasladı ellerini. Yüzünde alaylı bir ifade olmasını umursamadan “Birbirinize bu denli âşık olduğunuzu belli etmeyin.”

İki adam şaşkın bakışlarla genç kadına döndü. Ani dönmesinden dolayı Mustafa saniyelik aracın kontrolünü kaybederken, araç yolda sağ sola doğru gitmişti. Mert direksiyonu can havliyle tutmaya çalışırken, Mustafa zaten sıkıca tutuyordu.

Sonunda araç düz bir şekilde gitmeye başladığında Mert “Dikkat etsene lan. Ya ölseydik?”

Mustafa mahcup dolu bakışlarla baktı ikiliyle. “Kusura bakmayın.” İçten içe büyük bir pişmanlık hissetmişti. Gittikleri yol tam olarak iyi bir yol değildi. Bu yüzden ekstra dikkat etmesi gerekirken hata yapmıştı.

Mert, adamın mahcup dolu sesini duymasıyla içi burkuldu. “Sorun değil.” Yüzünü güldürmek istediği için “Hem hala sağlamız. Ayrıca öbür tarafa gidersek sana cennetten üzüm atardım.”

Mustafa hafif bir şekilde kaşlarını çatarken “Niye ben cehenneme sen cennete gidiyorsun?”

Mert dağılan saçlarını eliyle düzeltirken, yandan bir bakış attı Mustafa’ya. “Sence bu yakışıklılıkla cehenneme gider miyim?”

Mustafa göz devirerek yola odaklanırken, genç kandın arkadaşının bu egosuna sinir olmuştu. “Tabi ne yakışıklı ne yakışıklı.”

Mert arkasına dönerek arkadaşına dehşet bir ifadeyle baktı “Ne yani çirkin miyim?”

Genç kadın yüzünü tuhaf bir şekle sokarken “Yani… Bilemedim… Şimdi daha yakışıklı birileri görmüştüm.”

Mert kaşlarını derin bir şekilde çatarken “Kim?”

Genç kadın aklına gelen isimlerle gülümsedi. “Misal Polat’ım veya Agah’ım. Ya da Miran’ım. Daha saymamı ister misin?”

Mert’in yüzü düşerken önüne döndü. Mustafa ise genç adamın bu hallerine kahkaha atmamak için zor duruyordu.

Mert bu durumu fark ederek tam bir şey diyecekken, geçtikleri yolda araba bir şeyin üzerinden geçti. Yaklaşık yirmi saniye oldu olmadı o yolda büyük bir patlama sesi duyulurken Mustafa aracın kontrolünü kaybetmemek adına çabalar vermeye başlamıştı. Arabadaki herkes bir yere savrulurken, emniyet kemerleri onların sabit kalmasında yardımcı oluyordu. Duyulan acı çığlıklar ise hız kesmeden devam ediyordu.

Genç adam kullandığı aracın kontrolünü tam olarak eline alamazken çarpması kaçınılmaz olmuştu. Çarpmanın etkisiyle Mustafa direksiyona başını çarparken, genç kadın önünde oturan Mert’in koltuğuna çarpmıştı kafasını. Mert cama savrulmaktan son anda kurtularak kafasını çarpmıştı.

Genç adam oturduğu hastane koltuğundan sessiz bir şekilde kalktı. Hastane yatağında yatay can dostu olan adamın uyuyan bedenine baktı. Derin bir iç çekerken en son bu denli acıyı ne zaman hissettiğini düşündü. Gerçi pek düşünmesine gerek yoktu. Arkadaşına bir şey olma korkusu yüksek olsa da yıllar önce yaşadığı acı çok daha farklıydı sanki.

Telefonun sesi sessiz odada ses olmuş, uyuyan genç adamı da dâhil uyandırmıştı. Telefonun sahibi genç adam arayanı gördüğünde sert ifadede daha da sertleşmişti. Hızla telefonu açarken kulağına götürdü, “Albayım?”

Albay gelen acil haberle en yakın olan adamlarını yönlendirmişti. Lakin başlarına genç adamı da göndermesi gerekiyordu. “Hemen her neredeysen çıkıyorsun.”

Genç adamın kaşları derin bir şekilde çatılırken “Görev mi var komutanım?”

Albay sıkıntıyla iç çekerken, içten içe telaşlıydı. “Yeni atanan iki doktor ve bir askere tuzak düzenlenmiş. Git ve ne durumdalar bak asker!”

Genç adam duyduklarıyla içinde anlamsız bir his oluştu. Gerçi bu his birkaç saat önce başlamış onu rahat bırakmamıştı. Sanki bir sıkıntı olacağını önceden hissetmiş gibi. Şimdi ise tek farkı hissin artmasıydı. “Emredersiniz komutanım!” Sesi oldukça katı çıkmıştı.

Hastane yatağında yatan Kaya endişeyle arkadaşının yüzüne bakıyordu. Yeni uyanmanın verdiği sersemlik üstünde olsa bile neler olduğunu az çok anlamıştı. “Bir sorun mu var? Yoksa görev mi?”

Genç adam arkadaşına döndüğünde “Acil gitmem gerek Kaya. Beni burada bekle döneceğim.” Konuşurken aynı zamanda ceketini alıyordu.

Kaya arkadaşının bu halinin bir görevden kaynaklandığını düşünerek sadece başını salladı. Eğer görev varsa onu konuşmaya zorlaması sadece kendilerine zararı olmasından başka bir şey olmazdı.

Genç adam arkadaşının konuşmayacağını anlayarak hastane odasından çıktı. Hızlı adımlarla yürürken, ambulansların da hazırlandığını görmüştü. Hiç bir şeyi umursamadan aracına binerken, hızla aracı çalıştırmıştı. Gidebildiği en yüksek hızda albayın dediği bölgeye giderken, kemerini takmayı bile unuttuğunu farkında değildi. Arkasından gelen ambulansa zorluk çıkartmamaya çalışırken, hızını düşürmek yerine daha çok hızlanıyordu. Kaç dakika geçti bilinmez lakin genç adam gördüğü kalabalıkla aracı durdurmuştu. İçindeki tuhaf duyguyla aracından inerken, gözlerindeki ifadenin farkında değildi.

Hızlı adımlarla aracın etrafında olan timin yanına gitti. “Durum ne asker?” sesi ne kadar sert olsa da gözlerindeki endişesini bir nebze de gizleyememişti.

Tuğrul olayları öğrenir öğrenmez hemen gelmişti. Yeni tanımış olsa da iki genç için oldukça endişelenmişti. “Durumları iyi gözüküyor sadece ufak tefek yaraları var.”

Genç adamın kaşları çatılırken, arabanın önünde durmuş olan iki gence ve bir askerle konuşan Mustafa’ya baktı. “Sen doktor musun asker?” sesi soru sorar gibiden ziyade kızgınlığını dile getirdiği belliydi. Gözleriyle arabanın kaputuna yaslanmış genç kadının olduğu yeri gösterdi. “Madem bir kaza atlattılar ne diye arabadan dışarı çıktılar!” konuşmak için dudaklarını aralayan adamı susturarak, “Ambulans gelmeden de izin verdin?”

“Onun bir suçu yok. Biz arabadan iyi olduğumuzu söyleyerek indik.” Duyulan melodiden farksız sese döndüler.

Genç kadın Mert’in yanından ayrılarak gördüğü Tuğrul komutanın yanına gitti. Bellik ondan üst düzey rütbeli asker ona kızıyordu.

Genç adam ateş saçan gözlerini genç kadına sabitledi. “Sözde doktor olacaksın pequeño ladrón. Ama henüz kendine bir şey olduğunda ne yapman gerektiğini bilmiyorsun.” Genç kadının açılan kapanan dudaklarını görse de umursamayarak askerlerin olduğu yere doğru yürüdü.

Genç kadın kendisine laflar söyleyerek giden adama öylece arkadan bakmıştı. Sonunda konuşmayı başardığında “O bana laf mı soktu az önce?” başını çevirerek yanında bulunan Tuğrul’a baktı.

Tuğrul giden genç adamın arkasından bakmayı bırakarak genç kadına döndü. “Galiba yeşil gözlü Asel Hanım bacım.”

Genç kadın içinde hissettiği tarifsiz kızgınlıkla genç adamın hararetle konulan bedenine baktı. Aklından geçen tek şey ise bu adamın haddini bilmesi gerektiğiydi.

Mert arkadaşının sinirli halini görmesiyle yanına doğru yürüdü. Ellerini cebine sokarak alaylı bir ifadeyle “Ne oldu çitlendik?” genç kadının ona sinirle dönmesiyle sessiz kalmak zorunda kaldı.

Genç kadın çantasını almak için araca doğru gitmeye başladığında, Mert Giden genç kadının arkasından bakarken “Ne oldu ona böyle?”

Tuğrul cevap vermek için açacağı dukalarını komutanın onu sert bir ikazla çağırmasıyla sustu. Hiçbir şey söylemeden arkasını dönerek komutanının yanına gitti.

Genç adam olayın olduğu yeri inceleyen ekibin yanındaydı. yeri inceleyen askerlerden biri "Komutanım bomba belli ki yeni kurulmuş."

Tuğrul sabah askeriyeye gitmek için bu yolu kullanmıştı. Eğer herhangi bir sorun olsaydı bilirdi. Genç adama dönerek "Komutanım sabah bu yolu kullandığımda bir sorun yoktu."

Genç adam kısa bir süre düşündüğünde "O zaman biri bile isteye doktorlara tuzak kurdu." Mustafa'ya tuzak kurulduğunu düşünmüyordu. Doktorlar ise yeni gelenlerdendi. Gerçi burada doktorlar pek hoş karşılanmazdı dağdaki itlerden. Başını çevirerek arkadaşının yanında duran genç kadına baktı. Öyle bir dalmıştı ki askerinin ona seslendiğini bile duymamıştı.

Tuğrul "Komutanım albaya haber vermemizi ister misiniz?"

Genç adam çatık kaşlarıyla Tuğrul’a döndü. "Gerek yok ben söyleyeceğim." Genç askerlerden birine dönerek "Sen iki doktorunda yanından ayrılmayacaksın."

Genç asker eliyle kendini gösterdi. "Ben mi komutanım?"

Genç adam kaşları daha da çatılırken usulca başını salladı. Genç asker eliyle saçlarını geriye atarken "Merak etmeyin komutanım o iş bende." göğsünü kabartırken "İki doktorda sağ olacak güvenin bana."

Tuğrul tim arkadaşının kafasına bir tane vurdu. "Sana pek güvenemedim Kerem'im." altında yatan imaları anlayan Kerem alıngan ifadeyle baktı komutanına "Aşk olsun komutanım alınıyorum ama."

Mustafa huysuz bakışlarla yeni komutana baktı "Komutanım neden ben değil de bu pu-" sahte bir öksürükle, "Bu arkadaşımız koruyacakmış onları." büyük bir öz güvenle "Hem albayım bana emanet etti Derin As-"

Genç adam elini kaldırarak susturdu karşısındaki çok konuşan askeri. İki saniyede başını ağrıtmıştı resmen. "Sus asker. Ben ne dediysem o olacak anlaşıldı mı!"

Mustafa komutanın sert ikazıyla başını hızlıca salladı. Komutanı resmen ona öldürecek gibi bakıyordu.

Genç adam duymadığı olumlu cevapla dişlerini sıktı. "Duyamadım asker?"

Mustafa titrek sesiyle "Anlaşıldı komutanım! Siz isteyin yeter ben siz istedikten sonra her şeyi yaparım ki-"

Genç adam ağrıyan başını tutarken "Sus asker sus!"

Mustafa yüksek sesle yerinde küçülürken başını sallamaktan başka bir şey yapamadı.

Genç adam arkasını dönerek olay yerinden uzaklaşırken Kerem "Biz şimdi bitik ağabey. Yemin billâh bu komutan bizi çiğ çiğ yer."

Mustafa korkuyla komutanın arkasından bakmaya devam ederken ”Bence de.” Ağır ağır başını sallamıştı.

Kerem arkadaşının bu halini fark ederek kolunu sıkıca tutarak sarstı. “Lan Mustik ne oldu sana?”

Kendisinden rütbe olarak ve yaş olarak büyük komutanına döndü. “Komutanım Mustik’e bir şey oldu galiba.” Kendisini dramatize şekilde hareketler yaprak abartılı bir şekilde konuşuyordu. Tuğrul bunun farkında olarak derin bir nefes aldı. Bu timle işi vardı. Aniden sağ elini kaldırarak Mustafa’nın kafasını sert bir şekilde vurdu. Bu şiddetli vuruş yüzünden Mustafa aniden ileriyle doğru sendeledi. “Ne oluyor lan!”

Kerem abartılı bir sevinçle Mustafa’ya sarılarak “Mustik’im kendine geldin.”

Tuğrul onların bu haline dayanamayarak başını çevirerek genç kadına doğru baktı. Adımlarını o yöne doğru atmaya başlamasıyla “Kerem görevinizi unutmasanız iyi olur asker!”

Kerem ve Mustafa bakışlarını giden komutanlarına çevirdi. Kerem asker selamı verirken “Siz hiç merak etmeyin komutanım.” Lakin Tuğrul arkasını dönmeden ilerlemeye devam etti.

Genç kadın arkadaşına sinirli bir şekilde bakıyordu. “Neden bana laf soktu ki? Buna ne gerek vardı?”

Mert arkadaşının bu haline gülmeden edemedi. “Ne o sen böyle şeyleri pek kafaya takmazdın.” Kolunu kızın omzuna atarken “Hoşlandın mı kız yoksa ondan?”

Asel abartılı bir şekilde geri çekildi. “Saçmalama! Hem tipim bile değil!”

Mert bu sözleri duymasıyla şaşırmıştı. Başını çevirerek komutanın olduğu yere baktığında yanında olan askeri dinlerken kendilerine doğru baktığını görmüştü. Hızla genç kadına dönerken “Nasıl tipin değil?” Kaşları anlamaz bir şekilde çalışırken “Tamam belki saçları değil ama gözleri. Kızım senin için gözleri ve mesleği yeterli!”

Genç kadın omuz silkti. “Hayır dedim Mert. Biliyorsun ki kriterlerim tam karşılanmazsa olmaz.” Bu söyledikleri işin şakasıydı aslında. Ya da sadece arkadaşının dediklerinden kaçmak için uydurduğu bir yalan. Ona göre sevda vurdu mu bir kez yüreğini yeterliydi.

Mert rahat bir nefes verse de alaylı ifadesini silmedi. “Senin için tüm alaya bakacağım. Eminim kriterlerine uyan birini bulurum.” Bulduğu an o adamı yok edecek olsa da bunu genç kızın bilmesine gerek yoktu.

Genç adam askerlerden biraz uzaklaşarak albayı aradı. “Komutanım?”

Albay sert sesiyle “Aslan?”

Genç adam gözleriyle etrafa bakarken, yeşil gözlerin en can alıcısı olan kadına daldığının farkında değildi. “İki doktor ve bir askerin durumu iyi. Ufak sıyrıklar dışında hiçbirinin bir zararı yok.”

Albay “Hepsini buraya getiriyorsun asker!”

Genç adam mavi gözleri üçlüdeyken albaya cevap verdi. “Emrederseniz komutanım!”

Mustafa aracının halini gördükçe içi yanıyordu sanki. Kız kardeşinden kalan tek şey artık kullanılmaz durumdaydı.

Genç kadın, Mustafa’nın durgun halini gördüğünde içi sıkıldı. Geldiğinden beri gülümsemediği an olmayan adamın bu denli yıkılması onu üzmüştü. “Mustafa, sen iyi misin?”

Mustafa buruk bir gülümsemeyle aracına bakarken “İyiyim Asel hanım.” Değildi. İçi yanıyordu ama kendisini ağlamamak için sıkıyordu.

Bir insanın canı sadece fiziksel şekilde mi yanardı? Yoksa manevi değeri olan herhangi bir eşyanın başına bir şey geldiğinde mi?

Canım yanıyor gül güzelim ama sen yoksun. Varlığınla huzur bulan ağabeyin, yokluğunla yıkılmaya mahkûm bir enkazdı…

Genç kadın Mustafa’nın iyi olmadığına emin olsa da sessiz kaldı. Belli ki biraz sessizliğe ihtiyacı vardı.

Genç adam mavi gözleriyle sert bakışlarını üçlüden ayırmadan yanlarına geldi. “Asker, ağlamayı bırak ve doktorları da al peşimden gel!” canı sıkılmıştı bir araba için duygusala bağlayan askeri yüzünden.

Mustafa bir an sessiz kaldı. Komutanına bir şey diyemeyeceği için çöktüğü yerden ayağa kalktı. “Emredersiniz komutanım…”

Genç adam arkasını dönerek giderken, genç kadın adamın bu tavrıyla sinirlenerek peşinden gitti. “Hey! Ona böyle davranma. Görmüyor musun? Manevi değeri var belli ki aracının!”

Genç adam aniden durdurduğunda, genç kadının sırtına çarptığını hissetti. Bunu umursamadan akasını dönerek genç kadının yüzüne eğildi. Mavi gözler yeşil gözlerle birleştiği anda elektrik iki gencide çarpmıştı sanki. Yine de ikisi de bunu umursamadı. “Askerimle arama girme ufaklık. Ayrıca…” yüzü buruşturdu. “Bir arabaya bu kadar değer vermesi onun suçu.”

Genç kadın bu yakınlık yüzünden ne diyeceğini bilememişti. Aklını hızla toparladı. “Sen hiç mi bir eşyaya değer vermedin?”

Genç adamın yüzündeki bir anlık bocalama oluştu sanki. Ama o kadar kısaydı ki hayal bile olabilirdi. “Bu seni ilgilendirmez.” Geri çekildi, sert bakışlarını yeşil gözlere dikti. ”Şimdi sesini çıkartma ve beni takip et.”

Genç adam yürümeye başladığında, genç kadın hiçbir şey söylemeden arkasından öylece baktı. Mert arkadaşının yanına geldiğinde afallamış ifadesine baktı. “Kız zalim ne oldu sana?”

Genç kadın ateş saçan gözlerle Mert’e döndü. “Bunu ona ödeteceğim!” hızlı adımlarla genç adamın peşinden gitmeye başladı.

Mert arkadaşının arkasından öylece bakarken Mustafa’nın sesini duydu. “Hadi Mert!”

Karargâha giren üç araç vardı. Askerler onları durdurduğunda kimliklerini göstererek içeri girdiler. Her bir Türk askeri sert bakışlarıyla, ayaklarındaki postallarını yere sertçe vurarak yürüyor geldiklerini belli ediyordu.

Genç adam albay postasını gördüğünde haber vermesini istedi. Albayın iznini aldıklarında içeriye geçtiler. Her bir asker tekmil verdiğinde genç adam bir adım öne çıktı. “Üsteğmen Aslan İstanbul emret komutanım!”

Aslan

Genç kadına birini anımsatıyordu bu isim.

Albay askerlerine bakmadan sadece genç kadına baktı. Yüzündeki büyük gülümsemenin farkında olmayan albay, askerlerini şaşırdığının bilincinde değildi. “Civciv.”

Herkes albayın kime civciv dediğini anlamaya çalışırken Kerem kendisini sanarak bir adım öne çıktı. Saçlarını arkaya doğru attı, gülümsedi. “Komutanım saçlarım tam sarı olmasa da iltifatınız için teşekkür ederim. Sanırım.” Umuyordu ki civciv diyerek iltifat etmiş olsun albay.

Albay kereme döndüğünde yüzünü buruşturdu. “Sana neden civciv diyeyim asker? Senden olsa olsa..” üstün körü süzdü askerini. “Koala olurdu.”

Kerem bozulduğu için somurturken odadaki nerdeyse herkes bu duruma gülüyordu. Albay hiçbirini umursamadan genç kızın önüne geldi. Mavi gözlerin yeşil gözlerle birleştirdi, gülümsedi. “Tanımdan mı Asaf ağabeyini?”

Genç kadın kısa bir süre düşündüğünde anıları bir bir aklına doldu sanki. “Asaf!” hatırlamıştı ya. Nasıl unuturdu? Küçükken hep peşinden koştuğu Yüzbaşı Asaf’tı o. Hiçbir zaman ağabey ya da amca demezdi. Hep Asaf derdi. Babası da sürekli kıskanırdı. Hızla sarıldı güvenli kollara. Asaf ise severek kabul etti ona sığınan küçük Asel’i.

Genç kadın albaya sarılırken herkesin onlara şaşkınca baktığından bir haberdi. Ancak gözü genç adama kaydığında anlamaya çalışır gibi kaşlarını çattığını görmüştü. Sanki bir şeyi çözmek istiyordu.

Asaf geri çekilse de genç kadının omzuna kolunu attı, yanında tutu. Yıllar sonra bulmuştu civcivi bırakır mıydı? Asla!

Askerlere döndü. İşi olmayan her bir askeri gönderirken sadece bir kaç asker ve Mert’le, Asel kalmıştı. “Oturun!” Mert hızla otururken, Asel’i yanına çekti. Askerler ise hala ayaktaydı. “Oturun dedim asker!” Askerler boş bulduğu yere otururken bir koltuğa biri kadın üç dev adam sığmaya çalıştılar. Asel oturdukları koltukta düşme tehlikesi yaşıyordu. Albay bunu fark ederek Asel’e döndü, koltuğunu işaret etti. “Genç otur kızım. Bu davarların yanında sıkışma. Yoksa yer bu davarlar seni.”

Kerem alınarak baktı albaya “Aşk olsun albayım. Ben davar mıyım?”

Albay ellerini arkadan birleştirdi Kerem’e baktı. “Yok, oğlum değilsin tabi.” Kerem gülümseyecekken “Koala olduğunu söylemiştim oğlum unuttun mu?”

Kerem yerinde küçülürken Mert kahkaha atıyordu. Albay sert sesiyle bağıracakken duraksadı. Gözü civcive kayarken sakin ama baskın ses tonuyla “Tamam yeter bu kadar.”

Askerler albayın bu sakin haline daha ne kadar şaşırabilirler bilmiyordu. Bildikleri albay onların içinden geçen albaydı. Şimdi ise nazikti…

Kerem yanında oturan Mustafa’ya yaklaştı. “Lan albaya ne oldu? Ne içti bu adam? Hayır, söyleyin de hep içirelim.”

Mustafa sessizce “Bilmiyorum.” Demekle yetindi.

Albay, Kerem‘e sert bakışlarıyla bakarken Kerem bu bakışları fark ederek yerine sindi. Boğazını hafifçe temizledi, önce genç adama baktı sonra ise genç kıza. “Bu andan itibaren askerler olmadan dışarı çıkmanız yasak.”

Genç kadın duyduklarıyla yerinde dikleşti, şaşkınca albaya baktı. Albay kadının konuşma isteğini anlayarak “Sözümü kesmeyin. Bu saldırı neden ve kim için yapıldı bilmiyoruz. Bu yüzden bir süre bu şekilde olmalı.” Albayın elbette bir tahmini vardı ancak yine de doğru olmamasını umdu.

Aslan oturduğu koltukta gerildi. “Kimler korumaları olacak komutanım?”

Albay kendisine soru soran askerine döndü. Kaşları hafifçe çatışlığında Aslan kim olacağını anlayarak kaşlarını derince çattı. Konuşmak için araladığı dudaklarını ise albayın daha sert bakmasıyla kapandı.

Albay genç kadına döndü. “Civciv sen bu gün kadınların kaldığı yatakhanede kal. Yarın bu işe çözüm bulacağım.” Genç adama döndü. “Ve sen genç adam erkeklerin kaldığı yatakhanede kal. Kerem ona yardımcı ol.” Hepsine göz gezdirdi. “Şimdi hepiniz çıkın.”

Mert oturduğu yerden kalktı. “Ya iş? Hastaneye gitmeliyiz zaten yeterince geciktik.”

Albay genç adama döndüğünde başını salladı. “İşinize gideceksiniz elbette. Askerler sizi bırakacak ve alacak. Yarına kadar bir çözüm bulmaya çalışacağız.”

Mert başını sallayarak onayladı albayı. Albay bu defa time döndü. “Dışarı çıkın.” Hepsi teker teker çıkarken gözleri Aslan’a kaydı. “Sen kal.” Gözleri bu defa ayağa kalkmış odadan çıkacak olan genç kadına kaydı. Yüzündeki gülümsemeyle “Sonra seninle tekrar görüşeceğiz küçük civciv.”

Genç kadın gülümseyerek “Elbette Asaf’cım.”

Odada sadece albay ve Aslan kalmıştı. Albay kendi yerine geçip otururken Aslan’da yerine geçmişti. “Seni neden burada tutuğumu merak ediyorsundur?” Tek kaşını kaldırdı. “Ya da tahminin vardır Aslan?”

Aslan sert bakışlarını albaya dikerek dik durdu. “Elbette tahminim var. Lakin bu tahminim yanılmayı isterim.”

Albay hafif bir gülümsemeyle baktı askerine. Bu askerde en sevdiği özellik doğru tahminde bulunmasıydı. Suratı bir anda ciddileşti. “Yeni görev asker. Üstlerden görev gelene kadar o iki doktoru koruyacaksınız!” Söze girmek isteyen askerini susturdu. “Ve bir görev daha kendi timini oluşturacaksın! Sana birkaç askerin dosyasını göndereceğim.”

Aslan bu durumda ne diyeceğini bilememişti. Albay ise devam etti. “Şu bomba olayını da çözün biran önce. En ufak bir pürüz istemiyorum asker!” Son sözler çelikten bir zırh gibi katıydı.

Aslan sert bakışlarla baktı albaya. Aniden asker selamı verdi “Emredersiniz komutanım!” İzin isteyerek odadan çıktı. Kapının önünde merakla bekleyen asker ve o iki doktoru görmüştü. Sessiz kalarak kendi odasına doğru adımlamaya başladı.

Tuğrul hızla giden komutana baktı. “Ne oldu şimdi?”

Kerem “Bilmiyorum komutanım. Ama iyi ki bizim komutan değil.” Düşüncesi bile Kerem’i korkutmuştu.

Tuğrul başını salladı. “İyi ki.”

Aslan odasına girdiğinde hızla masasına geçerek dosyalara baktı. Tam eline dosyasını almıştı ki arkadaşının hastanede olduğu aklına geldi. “Hay böyle işi.” Odasından hızla çıktı. Aklında sadece askerlerden birinin arabasına binerek gidecek olan iki doktoru durdurmak vardı. En azından kadın doktorun arkadaşına bakmasını isteyebilirdi. Albayın verdiği görevler yüzünden karargâhtan çıkamayacağı belliydi. Bahçeye çıktığında tam araca binecek doktora hitaben bağırdı. “Doktor!”

Genç kız ve Mert duydukları sesle arkalarını döndü. Seslenen kişinin yeni gelen asker olduğunu gördüklerinde onun yanlarına gelmesini beklediler.

Genç adam iki doktorun yanına geldiğinde hâlâ araca binmeyen askere işaret verdi. O hızlı bir baş sallamasıyla araca binerken bu defa erkek doktora döndü. “Seninle bir şey konuşmak istiyorum doktor.” Kaşları hep olduğu gibi çatık, sesi serti. Bakışları kadın doktorda dönse de sözler erkek doktora hitabendi.

Mert askerin bu tavrıyla kaşlarını çattı. “Konuşabilirsiniz asker bey. Sizin konuşmanızı engelleyecek bir sorun göremiyorum ben şu anda.”


Aslan’ın kaşları daha da çatılırmış gibi çatıldı. Ağzının içinden “Ben en büyük sorunu görüyorum ama.” Söylenirken genç kız Mert’e döndü, gülümsedi. “Sorun değil Mert. Arabaya bin hemen geleceğim.”

Mert ne kadar defetmek istese de başıyla onaylayarak araca bindi. Mert’in binmesiyle askere döndü bakışları. “Ne konuşmak istiyorsun asker?”

Aslan genç kadının yaptığı kısa kısasla güldü. Ama bunu gizlemeyi o kadar iyi başarmıştı ki kimse fark edemedi. Eli ensesine giderken gözleri kadının gözlerindeydi. “Kaya’nın yanına gitmem gerekirdi ama albayın verdiği görevler…”

Genç kadın durumu anlayarak gülümsedi. “Sorun değil. Onunla elbette ilgilenirim merak etme.”

Aslan kadının bu anlayışlı tavrıyla rahat bir nefes verdi. “O zaman görüşürüz.” Gözleri kocaman açılırken “Yani görüşmeyiz.” Kendisine içten küfürlerini ederken “Demek istediğim…”

Genç kadın gülmemek için uğraştığı halede nerdeyse gülecekti. “Anladım ben sorun değil.”

Aslan yaptığı saçma tavırların son bulmasıyla rahatlamıştı böylece. Arkasını dönerek gidecekken “Hey numaranı vermedin!” genç kadına baktı anlamaz gözlerle. Kadın “Eğer numaranı vermezsen sana nasıl haber edeceğim?”

Aslan’ın kaşları havaya kalkarken anladığını belirtti. Hızla telefonunu cebinden çıkarttı, kadına telefonun numarasını söylemesi için işaret verdi.

Genç kadın numarayı söyleyecekken ekranda gördüğü fotoğrafla duraksadı. Tam net göremese de kahve saçlı bir erkek çocuğunun resmi vardı. Belki de oğludur diye düşünmeden edemedi. Bu durumu umursamayarak numarasını söyledi.

Aslan numarayı aldığında hiçbir şey söylemeden arkasını dönerek gitti. Kadın bu davranışla şaşırırken ne yapacağını bilememişti. En son arkadaşının ona seslenmesiyle kendisine gelerek araca bindi.

Mert arkadaşına dönerek “Sorun ne?”

Genç kadın “Çok tuhaf bir adam.”

”Sana bir şey mi yaptı veya söyledi.” Gözü hep ikiliden ayrılamasa da belki de kötü bir şey söyledi adam diye düşündü Mert.

Genç kadın olumsuz anlamda başını salladı. “Hayır, sadece tuhaf geldi.”

Aslan odasında dosyaları incelerken bir anda duraksadı. Numarayı almış olsa da bir şey yazmamıştı. Eli masanın üzerine bıraktığı telefonuna giderken düşündü. “Ne yazacağım ben buna?” Kadının ismini bile öğrenmemişti. Derin bir nefes alırken üzerindeki kıyafetinin onu boğduğunu hisseti. Üzerindeki kıyafeti çekiştirirken aklına gelenlerle numarayı kaydetti. Umursamaz ifadesiyle telefonu tekrar masaya bırakırken bu defa dosyalara daha dikkatli bakmaya başladı. Her bir askerin dosyasını özenle inceliyordu.

“Kerem Kara 26 yaşında bekâr. Anne, baba yaşıyor.” Bir sonraki dosyaya geçti. “Tuğrul Özsöz evli. Karısı Şebnem Özsöz 7 aylık hamile.”

Bu iki dosyayı kenara ayırdı. Gözü bir anda hepsinden ayrı duran dosyaya kaydı. Kaşları çatılırken dosyaya elini uzatarak aldı. Sayfayı açtığında fotoğrafını gördüğü an bu askerin kim olduğunu anladı. “Astsubay Mustafa Karabayır…”

Dosyaları incelemeye devam etti.

Genç kadın saatlerdir hastanedeydi. Güvenlik üst seviyede olduğu için biraz rahat olsa da kendisini yinede huzursuz hissetmekten alamıyordu. Bu gecenin son görevini yapmak için asker hastasının odasına doğru adımladı. Kapıyı tıklatarak içeri girdiğinde hastane yatağında oturmuş gözünde gözlükle kitap okuyan adamı gördü. “Kaya Bey kendinizi nasıl hissediyorsunuz?”

Kaya gelen kişinin doktoru olduğunu gördüğünde gülümsedi. “Sizi gördüm daha iyi oldum doktor. Demek isterdim ama açık konuşmak gerekirse lavaboya bile zorlukla giden biri nasılsa öyleyim.” Ah tuvaleti geldiğinde resmen sürünerek gitmişti. Üstelik mecaz anlamda da değildi.

Genç kadın bu cevap karşısında kahkaha atmadan edemedi. “O halde bir süre daha lavaboya destek alarak gitmek zorundasınız.”

Genç adam işlerini biraz olsun azatlıktan sonra albayın isteği üzerine iki doktoru almak için hastanenin yolunu tutmuştu. Öncesinde Kaya’yı görmek istediğine karar verdiğinde ise adımları onun odasına gitmişti. Odaya yaklaştığında kahkaha sesleri duymasıyla kaşları çatıldı. Her bir adımı daha da hızlanırken kapının aralık kısmından doktorla kayanın gülüştüğünü gördü. İçindeki anlamsız duyguyla kapıyı sertçe açtı. “Ben size Kaya’ya bakın dedim doktor onu gülmekten dikişlerini patlatın demedim.”

İkili duydukları sese döndüklerinde, genç kadın duyduğu kelimelerle kaşlarını çattı. Kaya “O ne demek dostum?” arkadaşının bu tavırları ona tuhaf gelmeye başlamıştı. Yine de o sözleri kötü amaçla söylediği düşünmüyordu. Kaç yıllık dostuydu sonuçta.

Aslan sanki hiçbir şey söylememiş gibi “Seni karargâha alacağız orada bakılacaksın.”

Genç kadın “Böyle olmaz. Burası onun için daha iyi hem imkân ve doktorlar…”

Genç kadının sözlerini tamamlamasına izin vermeden genç adam. “Sende, sizde bizimlesiniz doktor. Kaya iyileşene kadar bizim misafirimizsiniz.”

Genç kadın şaşkınlıktan kocaman açtığı yeşil gözleriyle mavi gözlere baka kaldı. “Ama alba-“

“Albayın haberi var. Şimdi izninizle devremi hazırlamalıyım.”

Genç kadın bu konuyu genç adamla konuşmak yerine albayla konuşma kararı almıştı. Başını ufak bir şekilde sallayarak odadan çıktı.

Aslan doktorun odadan çıkmasıyla arkadaşına döndü. “Hadi seni hazırlayalım da biran önce gidelim buradan.” Oldu olası hastaneleri sevmezdi. Ölecek olsa bile hastane de ölmemeyi dilerdi.

Kaya’nın kaşları çatılmıştı. Gideceğinden haberi olmadığı ve arkadaşı ona bilgi vermediği için şaşırmıştı. “Aslan sence de bana önceden haber vermen gerekmez miydi devrem?”

Aslan arkadaşını takmadan getirdiği küçük çantadan birkaç parça kıyafet çıkardı. “Öyle gerekti.”

Kaya arkadaşının konuşmayacağını anlayarak derin bir nefes aldı. Anlaşılan dostu bugün ters tarafından kalkmıştı. “Öyle olsun dostum… Öyle olsun…”

Aslan dostunun uzatmamasıyla rahatlamıştı.

Genç kadın odadan çıkmasıyla telefonu çalması bir olmuştu. Ekranda gördüğü isimle gülümsedi. “Ağabey!”

Agah zorlu görevden döndükten sonra kız kardeşinin sesini duymuş olmanın rahatlığını yaşıyordu. “Güneş’im… Nasılmış benim küçüğüm.”

İşte genç kadının yorgunluğu bile bu sözlerle geçmişti resmen. “Sesini duydum daha iyi oldum ağabey. Yaran yok değil mi? Bak eğer yaralandın da söylemiyorsan bozuşuruz.”

Agah kız kardeşinin bu evhamlı haline alışmıştı. Bu sebepten ötürü ona yalan söylememesi gerektiğini de biliyordu. “İyiyim küçük. Ağabeyin taş gibi.” Daha bir şeyler söyleyecekken bir askerin yanına gelmesiyle “Tamam aslanım geliyorum.” Kız kardeşine dönerek. “Güneş’im kapatmalıyım.” Tam kapatacakken aklına gelenlerle “Unutma küçüğüm yanına gelecekti o hayta.”

Genç kadın gülümsedi. “Ne zaman gelecek ağabey.”

Agah albayın odasına yürümeye devam ederken gülümsedi. “Bilmiyorum küçüğüm. Yurt dışında son işleri mi ne kalmış. Halledip geleceğim diyor.” Albayın odasının önüne gelmesiyle ere işaret verdi. Er hızla başını sallayarak albaya haber vermeye giderken Agah “Güneş’im ne kadar istemesem de artık kapatmalıyım.”

Genç kadın “Sorun değil ağabey. Sonra görüşürüz. Hem ben Miran ağabeyimi de arayayım. Sonra ikiniz arasında kalıyorum.”

Agah, Miran’ın ismini duymasıyla homurdandı. “O puşta hep kıskançlık yapıyor.” Kendisi hiç kıskanmazdı mesela. Eğer Miran kız kardeşiyle konuşup ona hava atarsa o sadece Miran’a kafa atardı belki, ya da biraz topuğuna sıkardı.

Genç kadın ağabeyinin homurdanmasını duyamasa da Miran ağabeyine söylendiğinden emindi. İki kardeş zorda olsa telefonu kapattığında Kaya ve Aslan’da hazırdı.

Kaya dostunun olayları üstün körü anlatmasıyla biliyordu. Bu yüzden genç kadına hitaben “Mert doktor nerde doktor hanım?”

Genç kadının düşünmeye bile gerek yoktu. Arkadaşı ya uyuyordu ya da kadınlarla konuşuyordu. Bu çapkın hali bir gün başına bela açacaktı zaten. “Bilmiyorum. Buralarda bir yerdedir.”

Aslan ağzının içinden homurdansa da kimse duymamıştı. Sonunda Mert’i bulduklarında danışmadaki kadınla konuştuğunu gördüler.

Mert karşısındaki güzel hanımefendiyi süzdü. “Sizden daha güzel birini gördüğümü hatırlamıyorum matmazel. Eğer izin verirseniz sizin numaranızı almak isterim.”

Genç kadın arkadaşının bu kadar profesyonel konuşmasıyla şaşırmadan edemedi. Gerçi Mert hep böyleydi neden şaşırıyordu ki hala. Karşısındaki kadın utangaç bir gülümseme sundu Mert2e “Şey… Neden olmasın?” Mert’in uzattığı telefona numarasını yazarak uzattı.

Genç kadın bunun daha ne kadar süreceğini bilmediği için müdahale etmeye karar verdi. Birkaç adım onlara atmasıyla danışmada duran kadın onu görmüştü. Telaşla kendisine bakan kadın Mert’e ne kadar kaş göz işareti yapsa da Mert anlamıyordu. “Ne oldu? Gözüne çapak falan mı girdi yoksa?” Kadına yaklaşarak gözüne bakmak isteyen Mert’i genç kadının sesi durdurdu.

”Sen git bak bakalım ben odamda mıyım.” Kadın hızla ordan ayrılırken Mert’in yüzüne bile bakmamıştı.

Mert sertçe yutkunarak arkasını döndü. “Derin’im. Sen mi geldin çitlemdiğim? Bizde arkadaşla sohbet ediyorduk.”

Genç kadın başını ağır bir şekilde salladı. “Eminim öyledir Mert. Ama bu konuyu daha sonra konuşacağız şimdi gitmeliyiz. Sanma ki yırttım. Derin bir konuşma yapacağız bu konu hakkında” Mert bu laftan sonra ne zaman tutuğunu bilmediği nefesini verdi. Ama genç kadının diğer sözleri bu işin burada kalmadığını belli ediyordu.

Aslan, Kaya’ya yardımcı olurken Mert ve Asel araçlara binmişti. Sessiz geçen yolculukta Mert bile konuşmamıştı. Karargaha girdiklerinde Aslan’ın gözleri kadın bir asker arıyordu. Sonunda gördüğü askerle onu yanına çağırdı “Sen doktoru kadınların kaldığı yatakhanede götür.”

Kadın asker komutanını onayladığında doktora döndü. “Buyrun lütfen.”

Genç kadın kadın askeri takip ederken Mert’te peşinden gidecekken Aslan boşta olan eliyle onu ense yakasından yakaladı. “Sen nereye?”

Mert masum bakışlarla komutana döndü. “Yatmaya.”

Aslan tek kaşını kaldırarak baktı. “Yatmaya?” Başını sallayan adamla dişlerini sıktı. “Kadınların kaldığı yatakhanede mi?”

Mert aydınlanmış gibi kocaman açtı gözlerini. Aslan ise sabır çekmekle meşguldü. “Beni takip et!” Erkeklerin olduğu yatakhanede doğru yol aldı.

Yatakhanede kalacakları odanın içine girdiklerinde Mert etrafı incelerken Aslan, Kaya’yı yataklardan birine nazik bir şekilde yatırdı. Kaya günün yorgunluğuyla gözlerini kapatırken, Aslan hâlâ daha etrafı inceleyen Mert’e döndü. “İncelemen bittiyse yat bir yere!”

Mert şaşkınca baktı. “Burda mı yatacağım?”

Aslan “Ne o prensimiz alışık değil mi? Seçim şansın yok yat bir yere. Ha eğer beğeniyorsan sen bilirsin.” İlk cümlesi ne kadar alaylı olsa da yüzü de seside çok katıydı.

Mert sertçe yutkunurken, gözleriyle bir yata doğru baktı. “Sorun değil.” Sesi kısık ve kırık çıkmıştı. Aslan bu durumu ne kadar fark etse de sessiz kaldı. Kaya’nın yakınında olan yataklardan birine geçerek örtüsünü açmada yattı. Gözleri üst yatağın altındayken, sol eli başının altındaydı. Gözleri günün yorgunluğu yüzünden kapanmak isterken kendisini tutmadan izin verdi.

Mert yatağa geçerek yattığında bu gece zor geçeceğinin farkındaydı. Eskiden yaşadığı olaylar aklına düşerken gözlerini kapatarak o anlardan kaybolmak istedi. Lakin sadece istemekle kaldı.

Uyumak her şeyden kaçmak dediler ama asıl kabus uyuduktan sonra başlardı…

Bölüm sonu.

Nasıldı?

Karakterler ve Aslan hakkında düşünceleriniz neler?

Burada sonlandırmak istedim. Aslında daha uzun sürerdi bu bölüm en azından birkaç satır, cümle. Lakin burada bitmesi daha iyi gibi geldi ve ancak bu kadar yetiştirebildim. Umarım iyi yazmışımdır.

Yaklaşık 13 sayfa, 4383 kelime.

Güneşli günler dilerim…

Bölüm : 08.05.2025 10:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...