
Şu dağlar bile duydu sana olan sevgimi, sadıklığımı. Bir sen görmedin beni, bir sen bilmedin beni…
Yayınlanma tarihi 22 Mayıs Perşembe 10.16
Yazar Anlatımıyla…
Genç adam askerlerin önünde sürmüş dikkatli bir şekilde onlara bakıyordu. Bugün timin tüllerinin belli olacağı andı. Mavi gözlerini her bir askerinde gezdirdi. Hepsi dik duruşlu, sanki dağ taş devrilse yıkılmayacak biri gibi duruyordu. Lakin hayır kimse öyle değildi. Hepsinin yıkılması sevdiklerinin gözlerinden akacak tek damla gözyaşına bakardı. Ama onlar sıradan bir insan değildi. Onlar Türk askeriydi. Yıkılsalar bile gizleyecek, birbirlerine tutunarak tekrar ayağa kalkacaklardı. Peki kim için? Türk annesi, Türk babası, Türk kardeşi, Türk çocuğu, Türk karısı daha niceleri… Sadece Türk’ler için miydi? Hayır, onlar masumları için tekrar yıkılmaz yıkarlardı.
Aslan yeni timinin önünde durdu. Hiçbir asker tam olarak neden burada olduklarını bilmiyordu. Lakin yinede tereddütsüz dik duruşluydular. “Neden burada olduğunuz biliyor musunuz?” Sesi sert çelikten bir zırh gibiydi. Sanki hiçbir güç onu yıkamazmış gibi.
Askerler keskin bakışlarını önlerine doğru tutmaya devam etti. Hiçbirinden ses çıkmamıştı. Aslan bu defa daha yüksek bir sesle bağırdı. “Burada olmanızın sebebi yeni bir timin adayları olmanız.”
Askerlerin yüzlerinde şaşkınlık ifadesi oluşmuştu. Kimse bu sebepten ötürü toplandığını düşünmemişti.
Aslan askerlerin yüzündeki şaşırma ifadesiyle memnun oldu. Tek tek time katılacak kişilerin isimlerini saymaya başladı.
Keskin bakışlarını Üsteğmene yöneltti. “Üsteğmen Kaya öne çık!”
Kaya dik duruşunu bozmadan bir adım öne çıktı. “Üsteğmen Kaya Demir Ankara emret komutanım!”
Aslan bu defa Tuğrul’a baktı. “Kıdemli Teğmen Tuğrul öne çık!”-
Tuğrul bir adım öne çıktı. ” Kıdemli Teğmen Tuğrul Özsöz Trabzon emret komutanım!”
Sırayla her askerin önünde durdu. “Kıdemli Teğmen Arves Fetih Adıyaman emret komutanım!”
“Teğmen Sevilay Astürk Ankara emredin komutanım!”
“Teğmen Baran Kanar Manisa emredin komutanım!”
“Kıdemli Astsubay Başçavuş Alisa Deren İstanbul emret komutanım!”
“Astsubay Üstçavuş Mustafa Karabayır Trabzon emret komutanım!"
“Astsubay Üstçavuş Erdem Can Trabzon emret komutanım!”
“Astsubay Çavuş Serdar Kayalar Ankara emret komutanım!”
Aslan ekibinin tam önünde durdu. “Ben üsteğmen Aslan. Ölüm timin komutanı. Timde olmak istemeyen varsa şimdi söylesin. Bir kez time girdikten sonra güven bozulmadan çıkış yok!” Hepsinin yüzüne baktı. Hepsi de hiç tereddüt etmeden seslerini çıkartmadı.
Aslan “Ölüm timi tekmil ver!”
” Kıdemli Teğmen Tuğrul Özsöz Trabzon!”
“Kıdemli Teğmen Arves Fetih Adıyaman!”
“Teğmen Sevilay Astürk Ankara!”
“Teğmen Baran Kanar Manisa!”
“Kıdemli Astsubay Başçavuş Alisa Deren İstanbul!”
“Astsubay Üstçavuş Mustafa Karabayır Trabzon!”
“Astsubay Üstçavuş Erdem Can Trabzon!”
“Astsubay Çavuş Serdar Kayalar Ankara!”
Kaya bir adım öne çıktığında yüksek bir sesle, “Üsteğmen Kaya Demir Ankara iki kıdemli Teğmen, bir Üsteğmen, iki Teğmen, bir Kıdemli Astsubay Başçavuş, iki Astsubay Üstçavuş, bir Astsubay Çavuş olmak üzere Ölüm timi emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım!”
Aslan askerlerine tek tek baktı. İçten içe hepsiyle gurur duyuyordu. “Ölüm timi içtima alanına!”
Asel oturduğu koltukta sıkın bir nefes verdi. Kaç gündür buradaydı ama üsteğmenin dediği sözler zihninden çıkmıyordu. Ne demek istediğini deli gibi merak etse de gidip soramıyorsun da. Kapının tıklatılmasıyla bakışlarını o yöne çevirdi. “Gel!”
İçeri giren askerle yerinden kalktı. Omzunu tutan asker acıdan inliyordu. “Vay anam babam. Ulan bu acı ne?” Sedyeye oturduğunda doktora bakmadan. “Doktor sen bana iki kutu ağrı kesici ilaç ve iğne ver de gideceğim. Bu ağrı anca geçer.”
Asel askerin önünde durduğunda “Üzgünüm ama o kadar ağrı kesici veremem. Şimdi bana neyiniz olduğunu söyleyin lütfen.”
Asker kadın sesini duymasıyla başını kaldırdı. “Sen kadın mısın doktor?”
Asel askerin bu sorusuyla güldü. “En son kadındım ama.” Omuz silkerek askere bakmaya devam etti.
Asker şaşkınlığını üzerinden omzunda hissettiği acıyla attı.
Asel hızla askerin yanına gitti. “Omzunuzdan mı vuruldunuz?”
Asker olumsuz anlamda başını salladı.
“Bıçaklandınız mı yoksa?” Kan göremiyordu ama yine de sormuştu.
Asker tekrar başını salladı.
Asel bu defa “Yakın dövüşte mi yara aldınız?”
Asker yine olumsuz anlamda başını salladığında Asel artık tahmini bırakmıştı. “Ya ne oldu?”
Asker acıyla yüzümü buruşturdu. “Paspas oldum.”
Asel’in gözleri büyükçe açılırken ne diyeceğini bilemedi. “Paspas mı?”
Asker başını salladı. “Paspas.” Sanki o anlar aklına gelmeyi bırakın tekrar yaşıyormuş gibiydi.
Genç adam arkadaşına döndü. “Burayı temizlemek için bir şey bulmalıyız Serdar.”
Serdar içi acıyarak baktı odanın yerlerine. “Ne bulacağız? Komutan bez namına her şeyi yasakladı. Ulan adam şu sopalı garip silme aletini bile yasakladı!” sadece çamaşır suyu, sabun gibi malzemelere izin veriliyordu. Bu nedenle diş fırçası, bir tişört bile yasaktı.
Erdem, Serdara dönerek gülümsedi. “Devrem git de üstüne rahat bir şeyler giy malum işimiz uzun.”
Serdar ilk neden böyle dediğini anlamamıştı arkadaşının. Lakin üstünü değiştirip geldiğinde Erdem’in üstünü değiştirmemesi onu şaşırtmıştı. “Sen neden üstünü değiştirmedin devrem?”
Erdem arkadaşının önüne gelerek iki eliyle omuzlarını tutu, “Üzgünüm dostum askeri üniformanla bunu yapamazdım…” Serdar’ın olayı çözmesine izin vermeden deterjanlarla ve suyla ıslatılmış yere sırt üstü onu attı. Serdar “lan!”
Erdem, serdarın ayaklarından tutarak paspas niyetine kullanmaya başladı. “Yat devrem yat! Nasılsa battı artık üstün.”
Serdar başını kaldırarak Erdem’e baktı. “Sen niye yatmıyorsun lan?”
Erdem başını aşağı çevirerek baktı. “Saçmalama lan pezevenk herif. Bu yakışıklılığın yerde paspas olmasına izin veremem.” Saçlarını savurur gibi yapmıştı.
Serdar dişlerini sıktı “Ulan var ya kesin elime düşeceksin şerefsiz herif. Bak bakalım o zaman kim paspas kim çekici!”
Serdar derin bir iç çekerken, Asel başını salladı. “Bu sırtınızdaki izleri açıklıyor. ”
Asel muayenesini bitirdiğinde ağrıyan yerleri için bir krem verdi Serdar’a. “Sağ ol doktor hanım.” Hüzünle doldu bakışları. Arkadaşının yaptığı ihaneti soracaktı ona. “En azından siz beni anladınız…”
Asel başını salladı. “Geçmiş olsun.” Serdar’ın odadan çıkmasıyla derin bir nefes verdi. “Ne garip insanlar var.” Yollarına paspas olurum sözünü gerçekleştirmişlerdi resmen.
Asel sıkıntıdan patlamak üzereydi resmen. Kontrol edeceği hastaları bitmiş, boş boş oturuyordu. Kapının çalmasıyla içeriye girilmesi bir olmuştu. Siyah saçları beline kadar uzamış, kahve büyük gözleriyle adeta ben buradayım diyen kendisinden kısa olan bir kadın içeriye girmişti. Kadın neşeli bir şekilde Asel’e yaklaştı. “Merhaba!” koltuğunda oturup kendisine şaşkınca bakan kadına mahcup bakışlarla baktı. “Ben böyle daldım ama kusura bakma lütfen.”
Asel kendisini toparlayarak ayağa kalktı. “Yok, hayır. Yani sorun değil.” Derin bir nefes alarak kadına elini uzattı. “Ben Derin Asel.”
Kadın Asel’in elini tutarak gülümsedi. “Bende Lidya memnun oldum Asel!” Neşeli sesi herkesi güldürecek şekildeydi.
Asel “Bende memnun oldum Lidya. Peki, neden buraya geldiğini sorabilir miyim?”
Lidya gözlerini irice açtı. “Kendimi tam tanıtmadım. Ben burada hemşirelik yapıyorum. Sen ve bir erkek doktorun geldiğini duyduğum için sizi görmek istedim.”
Asel gülümseyerek başını salladı. “Anlıyorum… Diğer Doktor Mert kendisi şu anda odasında olmalı.” Lidya’ya karşı ne hissedeceğini bilememişti. Tavırları biraz tuhaftı… “İstersen seni onunla tanıştırabilirim?”
Lidya gülümsemesini büyültürken başını salladı. “Olur…”
Mert günün yorgunluğuyla masasına başını yaslayarak uyku moduna geçmişti. Bakmadığı hasta kalmamıştı resmen. İşin garip yanı ise sanki tüm hastalar onun gıcıklığına uğraşıp durmuşlardı. Yok, canları çok acıyormuş iğneyi yavaş vur, yok çok güçsüz görünüyormuş kas yapması lazımmış. Bu tip ne böyle süt çocuğumsundan, tutun inek yalamış gibi saçlara kadar zorbalık yapmışlardı ona. En son hastası ise bu ne boy erkek adamın boyu kısa mı olur demişlerdi. Okulda göremediği zorbalığı burada görüyordu. Bu zorbalığa ve yorgunluğa dayanamayarak kendisini uykuya vermişti o da.
Asel kapıyı tıklatmasına rağmen ses gelmemesiyle içeriye girdi. Masada uyuklayan arkadaşını görmesiyle şaşırmadan edemedi. O işi olmadığında kadın askerlerle uğraşmıştı ama arkadaşı sadece uyuyordu. Adımlarını Mert’in yanına doğru attığında kolundan dürttü. “Mert kalk hadi.”
Mert kendisine seslenen kişinin küm olduğunu bilmese de uykusunun ağırlığı yüzünden başını çevirerek uyumaya devam etti. “Beş dakika daha…”
Asel’in gözlerinde bir parlama oluştu. “Olmaz ama Mert’çiğim. Hani bana yemek yapacaktın.”
Mert rüyasından mıdır nedir gülümsedi. “Yaparım sarışın afet. Sen iste yeter.”
Asel gülmemek için kendisini sıkarken masadaki su şişesini gördü. Yüzündeki gülümseme artarken, şişeyi eline aldı. Masadaki sivri kalemlerden birini de aldığında kapağı delmeye başladı. Birkaç delik açtığında şişeyi sıkarak delikten su çıkmasını sağladı.
Mert yüzüne damlayan sulardan rahatsız bir şekilde mırıldandı. Başını bu defa Asel’den tarafa çevirdiğinde “Esmer yağmur yağıyor eve geçelim.”
Asel arkadaşının rüyasında kaç kadın gördüğünü saymayı bırakmıştı. “Olmaz ama Mert’çiğim. Seninle yağmurda dans etmek istiyorum.”
Mert’in gülümsemesi artı. “Olur, kumral yavrum iste yeter.”
Lidya Asel’in yanında durduğunda “Kaç kız görüyor ki?” şaşkınlığı sesinden de yüzünden de belliydi.
Asel omuz silkti. “Bilmem. Kendisi tam bir kazanova olduğu için belirsiz yani.” Mert’in uyanmaması canını sıkmaya başladığında su şişesinin kapağını açtı. Hızla Mert’in başından aşağıya boşaltı.
Mert boğulma hissiyle aniden kalktığında derin nefesler alıyordu. Yüzündeki suyu bile silmeden gözlerine açtı. Karşısında gördüğü Asel’le “Sen!” sorumuyordu bile. Bunu arkadaşının yaptığına emindi.
Asel iki elini havaya kaldırdı, gülümsedi. “Canım arkadaşım benim.” Şirin olduğunu düşündüğü bakışlarını atıyordu. Ki şirindi de. Lakin Mert bu numaraları yememek için gözlerini kısaca kapattı. “Aklından geçirme! Senin o masum bakışlarına kanacak Mert yok küçük hanım.”
Asel sertçe yutkunurken geriye doğru adımladı. Artık kaçma zamanın geldiğini anlamıştı. “O zaman iki çay bir kahve haydin bana müsaade!” Hızla kapıyı açarak kaçmaya başladı.
Mert olayı anlayana kadar uzaklaşmıştı az da olsa. Hızla gitmeye devam ederken arkasına bakma ihtiyacı hissetmişti. Tam kafasını çevirerek baktığında birine çarpması kaçınılmaz olmuştu. “Ah!” Çarpıştığı kişi düşmemesi için onu belinden tutarken gözeri sıkıca kapalıydı.
Aslan yürüdüğü revirde aradığı kişiyi bulmaya çalışıyordu. Derin bir soluk alırken kadının neden odasında olmadığını anlayamamıştı. Düşündüğü tek şey o lavuğun yanında olabileceğiydi. Hızlı adımlarını o odaya doğru atarken birinin ona çarpmasıyla karşısındaki kişi düşmemesi için belinden tutu.
Çarptığı kişiye baktığında doktorun olduğunu görmüştü. “İnatçı doktor.”
Asel gözlerini araladığında gördüğü kişi karşısında şaşırmıştı. ”Huysuz asker.” Askerin gözlerinin içine ilk kez bu denli yakından bakarken kelimeler bir anda dudaklarından çıkmıştı. “Gözlerin…”
Aslan doktorun devam etmesi için. “Gözlerim?”
Asel büyülenmiş bir şekilde mavi gözlere bakıyordu. “Gözlerin sanki bir şey saklıyor. Bir renk veya bir acı… Söylesene asker gözlerin hangi rengi, hangi acıyı saklıyor?”
Aslan bu soru karşısında sertçe yutkundu. Gözlerini yeşil gözlerin can akıcılığından kaçırmak istese de yeşillerin içindeki maviler yüzünden kaçıramıyordu. Kuryan dudaklarını ıslattı. “Ağaçların rengi yeşil gözlerin neden okyanustun en dibinde doktor? Ağaçlar bu denli suda duramaz…”
İki çift göz ilk defa birleşti. Ve bu iki çift göz ayrılmaya mahkûmdu…
”Nerdesin Derin! Bulacağım kızım seni.” Mert söylenerek odasından çıkmış Asel’i arıyordu.
İki genç duydukları sesle birbirlerinden aniden ayrıldı. Aslan Asel’i bir anda bıraktığından dolayı Asel düşmekten son anda kurtuldu. “Odun biraz yavaş olsan ne olurdu? Bu zamanı erkeklerinde yontulması gerek resmen.”
Aslan duyduğu sessiz kelimeleri yok saydı. “Bir şey mi dedin doktor?”
Asel sanki üzerinde toz varmış gibi silerken “Yoo ne sorun olabilir ki…” sessizce “Senden başka.” Diye eklemeyi unutmadı.
Mert sonunda Asel’i görmesiyle yanına doğru adımladı. Hızla kolunu tutarak kendisine çektiğinde “Kızım sen kaçağı mı yedin? Ulan şu halime bak!”
Aslan gözlerin kırpmadan Mert’in tutuğu kola bakıyordu. Asel, Mert’e gülümsedi. “Ama bak hava sıcak iyi gelmiştir.”
Mert şaşkın bakışlarla baktı “Sıcak mı? Ulan hava eksilerde! Götüm dondu kızım…” sözünü tamamlayamadan bir öksürük sesi geldi. Başlarını çevirip baktıklarında etrafa göz atan Aslan’ı gördüler. Mert onu hiç takmayarak tekrar aynı cümleyi kurduğunda ona delici bakışlar atan Aslan’ı görmesiyle sertçe yutkundu. Ölmesi için henüz çok genç ve yakışıklıydı. Eğer o ölürse hastanedeki hemşireyi, askeriyedeki kadın askeri ve az önce odasına giren hemşireyi gibi daha birçok kişiyi kim tavlayacaktı. Bu yakışıklık heba olamazdı. Bu yüzden geri vites atarak “Münasip bir yerim dondu sevgili arkadaşım.”
Aslan tekrar öksürdüğünde “Yani üşüdüm ben doktor hanım.” Kaşlarını çattı. “Aman be gidiyorum ben!” Çocuk gibi arkasını dönerek gitti.
Asel şaşkın bakışlarla Mert’in arkasından baktı. Kafasını çevirip Aslan’a baktığında ellerini cebine koymuş rahat bir tavırla kendisine baktığını gördü. Kaşları çatılırken “Sen neden geldin?”
Aslan’ın yüzü sertleşirken, sesi de sertleşmişti. “Albayın emrini söylemeye geldim doktor.”
Asel “Ne emri?” Kendisini ilgilendiren bir şey olsaydı Asaf ona söylerdi diye düşünüyordu.
Aslan farkında olmadan doktorun her bir yüz hareketini incelemişti. “Albay özel bir göreve gitti doktor. Eğer gitmeseydi kendisi söyleyecekti.” Boğazını hafifçe temizledi. “Şimdi konuşabileceğimiz bir yere gidelim.”
Asel anladığını belirtir şekilde başını salladı. “Nasıl istersen asker...” Eliyle yön verdi. “Bu taraftan.”
Aslan başını salladı belli belirsiz. Asel önden Aslan ise bir gölge gibi arkasından gidiyordu.
Asel odasının önüne geldiklerinde kapıyı açarak içeri geçti. Aslan açık kapıdan içer geçtiğinde arkasından kapıyı kapattı.
Asel kendi koltuğuna otururken, askerim oturmadığını gördüğünde. “Otur lütfen.”
Aslan masanın önündeki sandalyelerden birine oturdu. İri bedeni sandalyeye nazaran oldukça büyük kalmıştı. Kendisini düşmemek için çok dikkatli olması gerekiyordu.
Asel elbette ki askerin durumunu fark etmişti. Kendisini gülmemek için sıkarken “Sanırım bedeniniz fazla iri.”
Aslan daha rahat bir pozisyon aldığını düşünerek geriye yaslandı. “Alakası bile yok doktor. Sadece sandalyeler biraz… Ufak.”
Asel kendisini gülmemek için sıkarken başını salladı. Boğazını yalandan temizlediğinde “Artık konumuza dönelim asker.”
Aslan yerinde dikleşerek eski bakışlarla baktı karşısındaki kadına. “Benimle yaşayacaksın doktor.” İstek değildi, emirde değildi. Olması gerekendi.
Asel kendisinden emin bir şekilde cümleyi kuran askere şaşkınca baktı. O kadar net diki cümlesi sanki başka şansı yoktu. Kaşları çatılırken sinirden elleri titremeye başlamıştı bile. “Sen ne dediğinin farkında mısın Aslan!”
Aslan kendisine ilk kez ismiyle hitap eden kadını inceledi. Sinirlendiği kızaran gözleri o kadar belli ederken, titreyen elleri yanılmadığının göstergesiydi. Lakin Aslan geri adım atmak yerine üstüne gitti. Ayağa kalktığında oldukça rahattı. “Çıkışta seni alırım doktor.” Sözleri ne kadar alaylı olsa da yüzü ciddiydi. “Umarım şu tuhaf kadın şeylerinden sende de yoktur:”
Asel ise arkasını dönerek giden askere öylece baktı. Ne bir söz söyleyebilmişti ne de bir tepki verebilmişti.
Aslan küçük hastane binasından çıktığında soğuğun yüzüne vurmasını dert etmedi. Bakışları etrafta dolaşan askerlere kaydığında ailelerinin ziyarete gelmesiyle oldukça neşeliydiler. Gözü köşede oturmuş askere kaydı. Adımlarını ona doğru atmaya başladığında oldukça sessizdi. “Anlaşılan temiz hava almak istedim asker.”
Serdar kalın bir ses duymasıyla başını kaldırdı. Komutanını görmesiyle hızla ayağa kalkarak tekmil verecekken Aslan onu durdurdu. “Otur asker. Otur…”
Banka oturduklarında ikisi de bir köşedeydi. Sessiz bir şekilde uzaklara dalmışlardı sanki. “Yorgunsun…”
Serdar annesine sarılan askere dolu gözlerle baktı. “Yorgunum komutanım… Çok yorgunum…”
Aslan ağır ağır başını salladı. “Bazen yorgun olmak seni daha dinç tutar asker.”
Serdar sözü anlayamamak komutanına döndü. “Anlamadım komutanım.”
Aslan ayağa kalkarak Serdar’ın omzuna vurdu iki kez. “Çektiğin yorgunluk seni hayata bağlayan asıl sebep diyorum asker.” Arkasını dönerek gitmeye başladığında arkasında kafası karışık bir asker bırakmıştı.
Dinlenme odasında oturan Ölüm timi birbirlerine boş bakışlar atıyordu. Arka tarafta Tuğrul ise karısının gönlünü almak için telefondan girmediği şekiller kalmamıştı. “Karım istersen sana gelirken şeftali alayım ha ne dersin?”
Şebnem duyduğu meyve ismiyle kaşlarını çattı. “Ha yani ben şeftali gibi şiştim onumu demek istedin Tuğrul?”
Tuğrul karısının hormonlardan dolayı yaptığı nazı çekmeye çalışırken sinirden delirmesine az kalmıştı. “Yok, onu demedim hayatım.” Askerlere dönerken elleriyle telefonu kapattı ses gitmemesi için. “Küçük bir meyve söyleyin bana.”
Kerem “Erik diyin komutanım. Ufacık bir şey zaten.”
Tuğrul onay vermişken Sevilay araya girdi “Komutanım sakın demeyin. Birde bunun için trip yersiniz.”
Mustafa “Niye trip atsın yenge? Erik işte ne güzel bir meyve.”
Alisa saçlarını geriye doğrula atarken ciddi ifadeye büründü. “Ne demek niye? Ya sen beni erik gibi güzel mi görüyorsun dediğinde komutanımız evet derse?”
Kaya sessizce onları dinlerken Erdem “Ne güzel işte daha ne?”
Sevilay başını sağa dola salladı, derin bir iç çekti. “Sen bana yalan mı söylüyorsun derse ne diyecek?”
Alisa hızla başını salladı. Eliyle Sevilay’ı gösterdi “Aynen öyle. Hatta der ki sen beni kesin oyalamak için söylüyorsun böyle. Bir posta da onun için trip yer komutanım artık.”
Tuğrul onlara hak verirken ne diyeceğini hala bilemiyordu. Erdem aklına gelen meyveyle gülümsedi. “Nar diyin komutanım. Hatta şöyle söyleyin; Bir tane narın içinden çıkan binlerce sen olsan başım üstüne.”
Alisa umutsuz vaka bakışları attı. “Yok, artık ama...”
Kerem bu defa ne gibi bir sorun olduğunu düşünmeye başladı. “Ne güzel dedi işte sorun ne?”
Sevilay “Bazı narların tadı kötü çıkar. Hatta bir narın içindeki taneler den bazıları bozuk olur. Ya bu defa sen bana bunu mu demek istiyorsun derse?”
Tuğrul’un artık başı ağrımaya başlarken telefondan bir ses yükseldi. “Sen en iyisi ayva al Tuğrul!” Telefonun kapanmasıyla Tuğrul baka kalmıştı. “Ne oldu şimdi?”
Kaya sohbete ilk kez dâhil olurken, gülmeden edemedi. “Şu oldu asker, ayvayı fena halde yedin.”
Sevilay ve Erdem başını eğerek gülmesini saklarken Alisa, Mehmet ve Kerem kahkahalara boğuldu.
İçeriye giren Aslan kahkaha sesleriyle kaşlarını çattı. “Ne oluyor burada?”
Askerler hızla ayağa kalkarken Tuğrul elinde telefonla aynı konumdaydı. Aslan “Teğmen?”
Tuğrul sertçe yutkunurken telefon olan eli aşağı doğru indi.
Kerem gülmeye devam ederken “Ellemeyin onu komutanım. Kendisi ayva yedi de.”
Tekrar kahkaha sesleri yükselirken Aslan olayı hâlâ daha anlayamamıştı. Kaya dostunun anlamadığını görerek yanına doğru gitti. Hafif eğildi. “İnce işler devrem sen anlamazsın.”
Aslan ona yandan bakış atı. “Sanki sen çok anlıyorsun?”
Tuğrul sonunda konuşabildiğinde “Komutanım sanırım artık evli değilim.”
Aslan hâlâ boş bakışlarla bakıyordu. Kerem “Yengeden üç numaralı trip yedi komutanım.”
Aslan “Ne var oğlum bunda gider kırmızı bir elma meyvesinden alır affettirir kendisini. Kadınlar bu ara meyve sürprizlerini seviyormuş.” Yüzünü buruşturdu. Allah’tan onun böyle bir derdi yoktu.
Kerem “Bu defada yasaklı meyve miyim ben Tuğrul.”
Mehmet gülmesini tutamazken “Sen şimdi yasak olduğum için beni yemezsin.”
İkili seslerini yengelerine benzeterek söylemeleriyle kahkahalarını tutmakta zorlanıyordu tim. Komutanları olmasaydı şu an kahkahalara boğulmuşlardı.
Aslan yanlış bir şey söylediğini düşünmüyordu. “Yesin o zaman oğlum.” Bu kadınların her an neye trip atacaklarını anlamıyordu. Kadın tribi kadar saçma bir şey yoktu.
Alisa “O zamanda neden beni yedin sevmiyor musun artık beni der yenge.”
Aslan arkasını döndüğünde “Ne tuhaf ilişkiniz var oğlum sizin.”
Tim Aslan’ın çıkmasıyla kahkahalarını salmıştı.
Asel masanın üzerinde bulunan saatine baktı. Çıkış saati çoktan gelmişti lakin o asla gitmek istemiyordu. O huysuz askerle kalmak yerine bu küçük hastanede kalırdı daha iyi. Lakin şans ne zaman ona gülmüştü ki? Kapının çalınmadan açılmasıyla gözleri oraya kaydı. “Hadi Derin’im gidelim artık. Çok yoruldum yatağa yattığım gibi uykuya dalacağım kesin.”
Asel sessiz bir şekilde ayağa kalktı. Anlaşılan kaçış yoktu. Mert’le birlikte dışarı çıktıklarında gözleri hiç istemese de Aslan’ı aramıştı. Kendilerine doğru gelen adamla gerildiğini hissetti. Sigarasının ayağının ucuyla ezen adam keskin bakışlarını doktorundan ayırmadı. “Gidelim.” Tek bir kelime olsa da emir kişiyleydi. Asel çantasının kolunu elleriyle sıkarken “Neden seninle kalacağım?”
Aslan arkasını döndüğünde yeşil gözlere baktı. Başını sola doğru hafifçe eğdi, kuruyan dudaklarını ıslattı. “Sana albayın emri olduğunu söylemiştim.” Yerinde dikleşerek düz durdu. “Şimdi emirlere uy.” Arkasını dönmek için harekete geçen adamı “Mert ne olacak?” Sorusu durdurmuştu.
Aslan bakışlarını hiçbir şey anlamayan onları filim izler gibi izleyen adama çevirdi. Umursamazca süzdükten sonra omuz silkti. “Kerem ve Mustafa’da kalacak.”
Mert anlamayan bakışlarla ikiliye baktı. “Bir dakika, bir dakika. Şimdi Derin seninle kalacak ve ben Mustafa’larla kalacağım?” Alayla güldü. “Birincisi bu emir işini anlamasam da Asaf albayla konuşacağım. İkincisi ise” keskin bakışlarla mavi gözlere baktı. “Sen sanıyor musun ki arkadaşımı hiç tanımadığı biriyle kalmaya göndereceğim?” Gözleri kısıldı. “Komik şaka.”
Aslan ellerini arkadan birleştirerek dik durdu. “Sen küçük koruma. Kimsin veya aranızdaki ilişki ne bilmiyorum.” Kısaca doktora bakarak Mert’e döndü. “Beni sinirlendirmek istemezsin çömez doktor. Albay istemeseydi o doktoru evime sokmazdım. Şimdi sesini kes ve yürü.”
Asel, Mert’in yanına gelerek kolunu tutu. “Sakin ol Mert. Asaf albay görevden gelene kadar katlansak yeter. Hem babamların bu olanları duyması hiç iyi olmaz.” Aileler bu durumu duyarsa doktorluklarını kendi şehirlerinde yapmak zorunda kalırlardı. Zorunlu görev yerlerinin burası olması hiçbir şey değiştirmezdi. Sonuçta Demirhan, Doğa, Akel ve Soylu ailesinin yapamayacağı hiçbir şey yoktu.
Aslan Mert’in kolunu tutan doktorun eline çenesini sıkarak baktı. Neden bilmiyordu ama kalbimdeki sancı onu rahatsız etmişti. Kerem ve Mustafa’nın önceden eve gitmesiyle Aslan araca binmiş diğerlerini bekliyordu. Arka koltuğu binmek üzere olan doktora baktı. “Senin şoförlüğünü yapmayacağım doktor.” Mert öne binmek için uzattığı kapı kolundaki elini çekti. Bu huysuz adamla aynı yerde olmak istemediğine karar verdi. “Kusura bakma çitlemdiğim.” Hızla arka kapıyı açarak bindi. Asel sıkın bir nefes aldı. Bu adam ona hiç iyi enerji vermiyordu. Kapının kolunu çekerek açtığında, sessizce bindi. Yol sessiz sedasız bitmişti. Arabanın durmasıyla herkes araçtan inmişti.
Aynı sessizlikte apartmandan içeri geçtiler. Mert’e hiç bakmadan, “Sen ikinci kattasın.”
Mert başını sallayarak merdivenlerden çıktı. Çıkmadan önce Asel’e iyi geceler demeti unutmadı. İkili düzelen asansörden yukarı çıkmaya başladılar. Sonunda asansör durduğunda Asel şaşkınca baktı. “Bu benim evim.”
Aslan ona dönmeden kapısının kilidini açtı. “Senin evin karşısı doktor. Bu benim evim.” İçeriye geçtiğinde “Kapıyı ardından kapat doktor.”
Asel derin bir nefes alarak ayakkabılarını çıkarttı, içeri geçti. Bu adamın odunluğu hiç bitmeyecekti resmen. Kapıyı ardından kapattığında evi incelemeye başladı. Salon ve mutfak birdi. Mutfağın ilerisindeki koridorda odalar vardı anlaşılan. Dikkatini çeken şeyle adımlarını oraya doğru attı. Elini uzatarak aldığında, boynunda nefes hissetmesiyle gerildi.
”Anlaşılan baştan kuralları konuşmalıyız doktor…”
Bölüm sonu.
Burada bitirmek zorundayım çünkü ancak yetiştirebildiğim bu kadar. Haftaya bölüm gelir mi bilmiyorum. Sebebi bayramdan sonra sınavlarımın başlaması. Yine de yazabilirsem bölümü atarım.
Bölüm hakkında düşünceleriniz?
Aslan hakkında düşünceleriniz?
Asel ve Aslan’ın uyumları nasıl?
Karakterler?
Yazım dili?
Hikâye gidişatı?
Mert’in çapkınlıkları?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 85.16k Okunma |
6.1k Oy |
0 Takip |
57 Bölümlü Kitap |