50. Bölüm

8. bölüm

Asel Demirhan
demirhan_asel

 

Başlamadan önce umarım her birinizin sınavları güzel bir şekilde geçmiştir. Sadece biraz olsun gülümsemeniz için bölümün normal zamanından erken yayınlıyorum. Yani perşembe günü bölüm gelmez büyük ihtimal. Şimdi bölüme geçelim ama öncesinde şunu demek istiyorum; Aslan'ın derin bir acısı var. Hatta bu kitaptaki hepsinin derin acıları var. Sizden isteğim onları anlamanız. O halde bölüme geçelim. Keyifli okumalar...

Yazar Anlatımıyla…

Genç adam kalabalık havalimanında gözlerini gezdirdiğinde herkesin aceleyle bir yerlere yetişmeye çalıştığını gördü. Gri renkte olan bavulunu sapından tutarak sürüklemeye devam etti. Güvenlik kontörlerinden geçtiğinde uçağın saatini beklemek için oturabileceği yere oturdu.

Cebindeki telefonun çıkarttığında herhangi bir arama olup olmaması pekte umurunda değildi. Diğer elindeki bilete gitti gözleri. İstanbul yazan biletin olması gereken yerde Hakkâri yazan bir bileti vardı. Şikayetçi değildi. Aksine planlarını ilk Hakkâri’de uygulayacaktı. Duyduğu anons sesiyle bakışlarını biletinden çekerek ayaklandı. Valizinin sapını tutuğunda uçağa binmek için adımladı. Yürümeye devam ettiği sırada göğsüne çarpan küçük bir şeyle durmak zorunda kaldı. Bakışlarını ona çarpan şeye çevirdiğinde küçük bir kız olduğunu gördü. Kaşları derince çatılırken küçük kız dediği kişi genç bir kadın olduğunu ona dönen başından anladı.

Genç kız mahcup bakışlar, birazda aceleyle “Özür dilerim. Sizi göremedim acelem vardı.” Genç adamın hiçbir şey demesine izin vermeden hızla ayrıldı.

Genç adam ise az önce ne olduğunu sorguluyordu. Ve tabi birazda kızın gözlerinde kalmıştı.

Uçağa bindiğinde onu yönlendiren görevlilere ufak bir baş sallamasıyla teşekkür ederek oturdu.

Uçağın kalkmasına birkaç dakika kaldığından dolayı telefonunu uçak moduna alarak kapattı. Riske girmeyi sevmezdi. Gözlerini kısaca kapatarak koltuğuna başını yasladı. Şimdi sadece biraz sabretmek vardı.

Aradan ne kadar dakika geçildi bilinmez lakin uçak kalkış yapmaya başlamıştı. Genç adam hâlâ daha gözler kapalı, başı yaslıydı. Yorgundu. Hem de çok… Kendi ailesinden, canından, kanından ayrı olmak onun en büyük yorgunluğuydu.

Bir anda sesler işitti uçakta. “Hanımefendi lütfen oturun artık bir yere.”

Kadın uyarıları umursamadan aradan sıvıştı. Gayette pahalı uçak kısmına geçtiğinde bir an duraksadı. Bu uçağın parasını asla ödeyemezdi. Arkasında sesler duymasıyla başı anında sese döndü. “Ağabey burada bir yerde olmalı.”

Adam bakışlarını uçakta gezdirirken diğer perdeye doğru yaklaşıyordu. “Bulun onu! Ağama ne diyeceğiz?” Kadının kaçmasını anlamıyordu. Ama onu bulduklarında hiçbir şey eskisi gibi olmayacağı kesindi.
Yanındaki genç koruma endişeli bakışlarla adama döndü. “Ağabey ya bulamazsak? Patron…” sertçe yutkundu. “Patron bize ne yapar?“

Adam mavi perdeyi eliyle tutmuş çekecekken genç korumaya döndü sert bakışları. “Ne yapacak oğlum öldürür.” O kadar rahat söylemişti ki sanırısın hep ölüyordu. Belki nefes alıyordu lakin o bir çok kez ağası yüzünden ölmüştü… Yine de bu kendi seçimiydi. “Hem patron deyip durma. Ağam diyeceksin oğlum ağam. Duysa ne der ağam bilmez misin?”

Genç koruma sertçe yutkunarak başını salladı. O bu durumlara alışık değildi. “Tamam, ağam diyeceğim ağabey.”

Adam gülümsedi. “Aferin.”

Kadın perdenin arkasından gelen seslerle panikledi. Hızla koşarak birinin yanına oturdu. Gördüğü dergiyi hızla koltuktan sökercesine çıkarttı. Dergiyi açmasıyla yüzüne tutarak saklanmaya başladı. Üsten gelip gelmediklerine bakıyordu adamların.

Genç adam birinin yanına oturmasıyla kaşlarını çattı. Gözlerini açmak istemediği için kapalı tutmaya devam etse de yanındaki her kimse çok hareketliydi. Bu durum onu oldukça rahatsız etse de sesini çıkartmadı.

Adamlar her bir koltuğun önünde durarak ellerindeki fotoğraftan kızın yüzüne benzeyen yüz arıyorlardı. Bu uçaktan onu bulmadan inemezlerdi.

Genç koruma eliyle bir koltuğu işaret etti. “Ben şuraya bakayım ağabey.” Adam başını sallayarak devam etti aramaya. “Seni bulduğumuzda bakalım nereye kaçacaksın.” Bakışları bir telefonundaki fotoğrafta birde etrafta gidip geliyordu.

Kadın ona yaklaşan ikiliyi kafasını uzatmakla kalmayıp bedenini de uzatarak görmeyi başarmıştı. Gözler kocaman açılırken elinde sıkıca tüttüğü dergiyle geri çekildi. Sadece gözleri görünürken kara kara ne yapacağını düşünüyordu. “Ne yapacağım şimdi ben?”

Bakışları tedirginlik doluyken yanında hissettiği kıpırdamayla başını çevirip baktı. Gördüğü kumral saçlı genç adamla gözlerini kırpıştırdı. Anlaşılan adam uyuyordu. Adım ve sesleri iyice yaklaşırken kadının artık bir karar vermesi gerekiyordu. Başı bir o yana bir bu yana çevrilirken tekrar hissettiği hareketlilikle genç adama döndü. Şimdi yapacağı şey için üzgün olsa da kurtulması için şarttı. Hızla genç adamın beyaz gömleğinden tutarak kaldırdığında şaşkın bakışlar atmasını umursamadan yüzünü yüzüne yaklaştırdı.

Adam orta koltuklara geldiğinde öpüşen bir çift görmesiyle tövbe çekti. “Hiç edepte kalmamış.”

Genç koruma açamama yaklaşarak. “Ne oldu ağabey buldun mu?”

Adam “Yok oğlum ne bulması şunlara bak birbirlerine yiyecekler.”genç korumayı omzundan ittirdi. “Yürü yürü. Nerde edep nerde namus Allah’ım. Tövbe estağfurullah.”

Kadın uzaklaşma sesleriyle rahat bir nefes verirken verdiği nefes genç adamın ona şaşkın bakan dudaklarına doğru gitmişti. Kadın hızlanan kalp atışları ve utançla ne yapacağını bilememişti. Genç adam ise hâlâ şaşkınlığını atamamıştı. Ama bir şeyi biliyordu ki bu pozisyonda öpüşür gibi gözüküyorlardı.

Kadın aniden genç adamın gömleğini sıkıca tuttuğu eliyle ittirmesiyle genç adamın şaşkınlığından yararlanmış ve koltuğa yapışmasını sağlamıştı. Kendi koltuğuna yaslandığını bu seferde kadının yüzü ateş gibi yanarken kızardığına emindi. Eliyle yanan yüzünü yellemeye başladığında genç adamın yüzüne bakacak yüzü yoktu. Resmen öpüşeceklerdi. Sadece küçük bir mesafe vardı.

Genç adam kendisini toparladığında dik durdu. Sorun ne bilmiyordu lakin bu kadının yardıma ihtiyacı olduğunu anlamıştı. Hele de adamların geldiği zaman seslerini duyduğunda gözlerine yalvarır gibi bakması…

Sessiz kaldı bu yüzden sadece genç kadının anlatmak isteyip istememesi önemliydi. Tabi bu şekilde bırakılmakta değildi. Hiçbir kadın böyle zor bir durumda bırakmaz, bırakamazdı.

Saatler saatleri kovaladı, adamlar yorgunlukla boş olan bir yere geçmişti. Geçtikleri yer ucuz olan yerdi. Öyle ucuzdu ki çocuklar yüksek sesle bağırarak birbirlerine bir şeyler atıyorlardı. Hatta bazıları genç koruma ve adamın başına isabet etmiş acıdan ne yapacaklarını bilememişlerdi. Çocuklar bu durumu eğlence haline getirmiş sık sık ellerine gelen her şeyi yumuşak, sert demeden atmaya başlamıştı.

İki koruma da başlarını elleriyle kapatarak korumaya devam ederken söylenmeyi ihmal etmiyorlardı. “Durun lan veletler!” Kafasına sert bir oyuncak araba gelmesiyle acıyla inledi.

Genç koruma adama dönerek “Ağabey gözünü seveyim çıkalım şuradan.”

Adam kafalarına bir şey atan çocuklara söylenmeyi bırakıp. “Nereye gidelim mesela biznısınız miznisinıza mı? Yoksa prem bilmemesine mi?”

Genç koruma “Yalnız ağabey o Premium.”

Adam kendisiyle alay ettiğini sandığı genç korumaya sinirle atıldı. “Ulan seni gebertirim!”

Lakin küçük bir erkek çocuğunun sesi uçakta yankılandı. “Hücum!”

İki loruma birbirlerine bakarak sertçe yutkundu. İşte şimdi bitmişlerdi.

Uçak iniş yapmaya çok yaklaşmıştı. Bir kaç dakika içinde inmiş olacaktı. Lakin ne genç kadın yanındaki adama utançtan bakıyor nede genç adam. Genç kadın stresten elleriyle oynarken kendisini ne kadar kötü duruma düşürdüğünü düşündü. Oysa sadece kaderinden kaçmak istemişti. Uçak iniş yapmaya başlarken kaptanın sesi kulaklarına doldu. “Ben kaptanınız Ercan Korkmaz. Sayın yolcularımız Hakkâri’ye gelmiş bulunmaktayız. Lütfen cep telefonlarınızı hala daha kapalı tutarak yerlerinize oturun kemerlerinizi sıkıca bağlayın.”

Genç adam kemerini bağlarken genç kadının herhangi bir atak yapmadığını fark etti. Genç kadının bu davranışına kaşları çatılırken kendi kemerini çözü.

Genç kadın hiçbir kelimeyi işitmemiş gibi durmaya devam ederken hiç tahmin bile edemediği bir şey oldu. Üzerine eğilen genç adamla şaşkın bakışları yeşil gözlere ilişti.

Genç adam genç kadının şaşkınca bakan gözlerinden, balık misali açılmış dudaklarına baktı. Yüzünde ufak bir gülümseme olmasını engelleyemezken biraz daha eğildi genç kadına doğru. Nefesleri birbirlerine karışırken genç adam kemeri genç kadının üzerinden geçirerek takmasıyla ortamda küçük bir kilit sesi duyuldu. Genç kadın bu sesle kendine gelirken, genç adam hiçbir şey söylemeden geri çekildi.

Asel oturduğu koltukta sinirle soluyordu. Aslan’ın telefon çalması sonucunda gitmek zorunda kalmıştı. Tabi Ölüm timi de onunla gitmişti. Ama gitmeden önce kendisiyle uğraşmayı da unutmamıştı. O anlar aklıma gelmesiyle sanki tekrar yaşıyordu.

Aslan’ın telefonu çalmasıyla uzaklaşmıştı diğerlerinden. Albayla gerekli konuşmasını yaptığında göreve çıkması gerektiğini öğrenmiş, yeni timini de götürmesi gerektiğini söylemişti.

Asel’in yanına gelmeden önce timini etrafında toparladı, gerekli bilgiyi vermişti. Şimdi tim arkadaşları, aileleriyle vedalaşırken, o yalnızca sabit duruyordu. Bu durumdan rahatsız olan Asel, Aslan’ın yanına gelmişti. “Vedalaşmayacak mısın Aslan?”

Aslan genç kadınından ismini duymasıyla garip hissederken, bakışlarını ona çevirdi. “Ne o beni özleyecek misin?” Sözleri alaylı, gözler ise başka bir şey söylüyordu. Kalbi ise bambaşka…

Asel göz devirerek baktı adama. “Sadece sormuştum ama anlaşılan istemiyorsun.” Arkasını dönerek gidecekken, Aslan’ın sesiyle durdu. “Bekle dur!”
Asel zafer kazanmış gibi gülümserken, yüzünü arkaya dönmeden düzeltti. “Evet?”

Aslan ciddi ifadesini bozmadan kadına adımladı. Kadının bir adım mesafesinde kaldığında başını onun yüzüyle odakladı. Kulağına doğru eğdi, sesiz ama Asel’in sinirini bozan cümleleri kurdu. “Umarım evimdeki hiçbir eşyama dokunmazsın doktor. Kuralları unutma.” Yüzünü geri çekti yeşil gözlere odaklandı. “Ha unutmadan…” kısık gözleri kızarmış kadına bakarken, “Ben sana bakmam doktor. Bu kadar heyecanlanmayı kesmelisin.” Geri çekildiğinde yüzündeki alaylı ifadesi birkaç saniye sürmüştü. Göz ucuyla kadına bakarken “Özleme beni doktor. Ben özlemeyeceğim.” Kadının yanından uzaklaştı.

Asel ise orada öylece kalmıştı. Şimdi düşünüyordu da bu duruma nasıl düşebilirdi? Sıkın bir nefes verirken yüzünü sertçe ovdu, ayağa kalktı. Dudaklarından kahkaha çıkmasını engelleyemedi. “Ha! Ben mi heyecanlandım? Sen kendine bak huysuz asker!” Aklı halen daha o anı hatırlatıp sinirlendiriyordu.

Asel bir anda duraksadı. “Ya görevi kötü geçerse…” kalbinde ince bir sızı hissetti. Neydi bu his?

Aslan helikoptere binen timine baktı duygusuzca. Herkesin binmesiyle kendisine el uzatanları görmezden gelerek bindi. Helikopter yukarıya doğru kalkarken bile sessizdi herkes. Timin sessiz olmasının sebebi yeni komutanın kişiliğinin pek bilinmemesiydi. Kaya bu durumu anlayarak ortamdaki sessiz ama gerici ortamı dağıtmak istemişti. “Neden kendinizden bahsetmiyorsun? Yeni olduğumuz için kimseyi tanımıyoruz. Tanımak isteriz.”

Aslan, Kaya’nın çoğul konuşmasından rahatsız olmuştu. “Kendi adına konuş.” Kaya arkadaşını umursamadan time döndü. Sıcak gülümseme kondurdu dudaklarına. “Evet?”

Tim her ne kadar ne diyeceklerini bilemeseler de bir yerden başlamaya karar verdiler. Tuğrul elindeki silahı dikkatlice tutarken gülümsedi. Ne kadar becerebilirse. “Ben Tuğrul Özsöz komutanım.”

Kaya büyük bir kahkaha attı. “Onu biliyoruz ağabey. Sen bize evli misin, çocuğun var mı ya da ne bileyim anlat bir şeyler.”

Tuğrul sıcak bir gülümseme sundu. Dalgın bakışları Aslan’ın üzerindeymiş gibi gözükse de önünde Aslan’ı değil Şermin’i, canından çok sevdiği karısını görüyordu sanki. “Evliyim komutanım. Karımın adı Şermin” derin bir iç çekti. “Canım karım…”

Kerem oturduğu yerde öne doğru eğildi. “Aha başladı bizim mesai.” Alayla dalga geçmesini kimse umursamadı.


Tuğrul gülümsemesini hiç bozmadan devam etti. “Yedi aylık hamile karım.”

Kaya buruk bir gülümseme oluşmasına izin verdiği dudaklarını araladı. “Cinsiyeti belli mi?” Bazı bebekler kendilerini göstermezdi.

Tuğrul dalgın bakışlarını kesmedi. “Henüz değil komutanım. Bizim ceviz tanemiz kendisini göstermemekte pek bir inatçı.”

Baran oturduğu yerde sakince sordu. “Ceviz tanesi mi?”

Tuğrul bakışlarını Şermin’i görüyormuş gibi devam etti. “Evet, ceviz tanem. Benim tanem.” Derin iç çekişlerle, dalgın bakışları devam etti.

Aslan kendisinin gözlerinin içine âşık âşık bakan askeriyle rahatsız olmaya başlamıştı.

Kerem bu durumu fark ederek gülmesini tutamadı. “Komutanım sizi yengeme söyleyeceğim.”

Tuğrul bakışlarını sonunda Kerem’e çevirdiğinde anlamaz bakışlarla baktı. “Yine ne uyduracaksın da başımı yakacaksın Kerem?” Yalan değildi. Kerem sürekli başını belaya sokardı. Kerem’de bunun farkında olsa da pek umursamadı. “Komutanıma pek bir âşık baktınız. Hayır evli olduğunuzu bizzat bilmesem âşık oldunuz sanacağım.”

Timden gülüşme sesleri gelirken Tuğrul’un gözleri büyükçe açıldı. Başını bir komutanına, birde Kerem’e çeviriyordu. “Saçmalama lan! Karım var benim oğlum bakarmışım komutanıma ben hiç?”

Kaya ortamın neşelenmesine sevinerek Kerem’e destek çıktı. Eh nerde eğlence orada Kaya. “Oğlum sen şimdi komutanına tipsiz mi demeye çalışıyorsun?”

Tuğrul bu defa bakışlarını Kaya’ya yöneltti. “Ne?” Şaşkın çıkan sesi timin daha fazla gülmesine sebep oluyordu.

Mustafa başını sağa sola salladı. “Vay be komutanım. Komutanınıza bunu demenizi beklemezdim.”

Serdar gülmesini zorlukla tutu. “İnsan güç komutanına tipsiz der mi komutanım. Bu size hiç yakışmadı.”

Tuğrul hızla bakışlarını kendisine tek kaşını kaldırmış bir şekilde bakan komutanına döndü. “Komutanım? Ben hiç öyle der miyim? Siz hayatımda gördüğüm en yakışıklı komutandınız. Albaydan bile.”

Mustafa Kerem’i koluyla dürtü. “Albay duymasın.” Kerem gülmesini tutmakta zorlandı. “Bu defa kurtulamaz da.”

Aslan sıkıntıyla gözlerini birkaç saniye kapattı. Sağ ekinin iki parmağıyla burun kemerini sıktı. “Kapayın çenenizi.” Tek bir sözü timinin sessizleşmesine yetmişti.

Gözlerini açtığında timine ufak bir bakış attı. “Kendinizi sonra tanıtırsınız şimdi sessiz olun.”

Tim bu uyarıyı ciddiye alarak sustu. Aslan timinin susmasıyla rahat bir nefes verdi. Aradan birkaç saat geçmesiyle helikopter iniş yapacağı alana gelmişti. Lakin ağaçların sıklığından inmek imkânsızdı. Pilot komutana seslendi. “Komutanım daha fazla inemem.”

Aslan oturduğu yerden ayağa kalktı. Dışarıya baktığında yerden yüksekliği hesaba kattı. “Sorun değil asker. Kapıyı aç merdiven sallandıracağız.”

Kerem şaşkın bakışlarla komutanına baktı. “Komutanım saçmalamayın ne sallandırması. Olmaz!”

Aslan bu çıkışı Kerem’den beklemediği için kaşlarını çattı. Bu yersiz çıkışın sebebini oldukça merak etmişti. “Sebep asker?”

Kerem serçe yutkunurken lafı dolandırıyordu. Lakin hiçbir kelimesi mantıklı bir cümle oluşturmaya yetmiyordu. Mustafa bu durumu anladığında sorunu hızla söylemişti. “Komutanım Kerem yüksekten korkuyor.”

Aslan bir an duraksadı. Bir askerin yüksekten korkmasına şaşırmıştı. “Yüksekten korkuyor?”

Mustafa başını sallarken Kerem “öyle demeyelim komutanıma yüksek mideme biraz dokunuyor diyelim.”

Aslan hâlâ lafı çeviren adama baktı. Korktuğunu kabul etmek istemediği belliydi. Derin bir nefes aldı, birkaç adım attı. “Pilot aç kapağı!” Tim şaşkın bakışlarını komutanlarına yöneltse de Aslan umursamadı. Kısa bakışlarını Kerem’e yönelterek “Korkular yenmek için vardır asker. Bakalım sen yene bilecek misin?”

Kerem’in vücudu istemsiz olarak titrerken umursamamaya çalıştı. İsteyerek yüksekten korkan biri d eğildi. Aksine yükseği severdi. Ama şimdi gözleri kızarmaya başlamış, kendisini salmamak için ellerini yumruk yapmıştı. “Emre… Emredersiniz… Komutanım…” başını eğerek gözlerini yere dikti. sertçe yutkunurken bu abın çabuk bitmesi için dualar etmeye başladı.

Helikopterin kapağını açtıklarında, Aslan merdiveni sarkıttı. Gözleri yüksekliği tekrar ölçerken çokta fazla yüksek olmadığını görmüştü. En fazla birkaç metre…

“Kim gitmek ister?” Timine dönerek sorduğu soruyla tim birbirine bakmıştı.

Serdar ona bakan time karşı ellerini havaya kaldırdı. Tuğrul bir adım geriye çekildi. “Kusura bakmayın komutanım ama henüz evladımın kokusunu solumadım.”

Kaya içinin sıkıldığını hissederken bir adım öne çıktı. “Ben giderim komutanım.” Tim sessiz kalırken Aslan Kaya’nın omzuna dokundu. “Önce komutan sonra yardımcı, en sonda diğerleri. Anlaştık mı Lirio?” Göz kırpmıştı.

Kaya başını salladı, hafif bir gülümseme sunmaya çalıştı.

Aslan dikkatli bir şekilde merdivenden indi. Kalan tim de ardından gelmişti lakin Kerem asla inemiyordu. Vakit gittikçe geçerken artık inmesi gerektiğinin de bilincindeydi. Aslan bu durumu anladığında merdiveni tekrar tırmandı. “Kerem. Sorun ne?”

Kerem bir adım geriye çekilerek gözlerini kaçırdı. “Ben… Üzgünüm komutanım…”

Aslan derin bir nefes verdi. Ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Lakin tim arkadaşını biran önce aşağıya indirmeliydi. “Bak korkuyorsun anlıyorum… Bende çok şeyden korkmasam da korktuğum şeyler var Kerem. Korkunun seni ele geçirmesine izin verme” gözleri uzaklara dalmıştı. Derin bir nefes aldı. “Ama bazen korkmak gerek Kerem. Bazen korku yaşadığını hissettirir.” Eldiven olan elini uzattı. “Hadi.”

Kerem tereddütlü baktı komutanına. Komutanın uzattığı eli düşünmeden tutu. Aslan bu duruma hafif bir gülümseme sundu. Kerem’in bu gülümsemeye şaşırmasına bile fırsat vermeden onu çekti. “Timin yanına gidelim.” Önden Kerem’in inmesine müsaade etmişti. Alta onları bekleyen time tetikte olması için işaret vermişti.

Kerem zorlukla her bir basamağı iniyordu. İpin sallanması onu ayrıca korkuturken, inmek için direnmek zordu. “Dikkatli ol Kerem. Ayağını sağlam bas, sıkıca tutun.”

Kerem komutanın dediklerini zorlukla duyuyordu. Gözleri bir an yangında gibi görüş sağladı. Etrafında çığlık atan onlarca insan… Kulakları bu çığlıklara dayanamadı. Önce gözlerini sıkıca kapattı. Sonra merdivenden inmeyi anlık kesti. Ve en son… En son elleri ipi bırakarak kulaklarına doğru götürdü.

Tim durumu fark ederek Kerem’in düşeceği yeri hesaplamış, aşağıda onu tutmak için bekliyordu. Ama hayır düşmedi. Aslan Kerem’in kolundan tutuğu gibi sarstı kendisine gelmesin. “Kerem beni dinle!”

Kerem kendisini tutan komutanıyla kendisine biraz olsun gelmişti. Bakışları komutanına doğru çıktığında endişeli mavilerle karşılaştı. “Şimdi sakin oluyorsun anladın mı? “ Kerem’in başını sallamasıyla devam etti sözlerine. “Elinin birini iplere dola. Evet, çok güzel bu şekilde… Şimdi diğer elini elimden çek ve onu da ipi tutmak için kullan.”

Kerem komutanı her ne derse onu yapıyordu. Dağlarda dolaşırken bu kadar yüksekten korkmayan adam ayakları yere teması kestiği anda korkuyordu. Zorlu ve stresli geçen birkaç dakika herkes için ölümdü sanki. İki adamın sağ Salim yere inmesi her bir tim üyesinin tutukları nefesleri rahatça geri vermesini sağlamıştı.

Kerem aşağı indiklerinden beri sevinen arkadaşlarına bakamadı. Özellikle de komutanına… Utanç, yetersiz hissetme, fazlalık gibi daha birçok duyguyu bir arada hissetmişti. Omzuna aniden konan elle kendisine geldi. “Sakin ol aslanım. Herkesin başına gelebilecek ufak tefek şeyler bunlar.”

Kerem komutanın ne demek istediğini anlamasıyla içinin bir nebze de olsun rahatladığını hissetti. “Öyle komutanım. Sizi de yordum kusura bakmayın lütfen.” Aslan elini Kerem’den çekerek öylesine salladı. “Biraz atraksiyon oldu fena mı?” Arkasını dönerek yürürken arkadaki tim arkadaşının ufak bir gülümsemeyle ona baktığından habersizdi belki de…

Mustafa arkadaşının yanına gelerek sarıldı. “Kerem’im iyisin değil mi?”

Kerem komutanın arkasından bakmayı keserek dostuna döndü. Sarılmasına karşılık verirken “İyiyim Mustafa’m.”

Timin geri kalanının da sormasıyla Kerem aynı cevabı vermişti. Aslan yürümeyen timine dönmeden “Ölüm timi marş marş!”

Ölüm timinin hepsinden “Emredersiniz Komutanım!”

Asel oturduğu koltukta sıkıntılı bir nefes verdi. Saat gece yarısını çoktan geçmişken aklı hâlâ huysuz komutandaydı. Elindeki telefonu çeviriyor bir mesaj bir arama gelmeyeceğini bilmesine rağmen bekliyordu. Kapının çalmasıyla düşüncelerinden çıktı. Adımları kapıya doğru giderken belkide erkenden geldiler umuduna sığındı. “Belki de…” kapıyı açmasıyla yüzündeki sıcak gülümseme sunan genç adamın yüksek bir sesle “Üçüz!” Demesi onu olduğu yerde durdurmuştu. Üstelik sadece bu değil. Kucağında bir kadın olması apayrı bir şeydi.

”Üçüz?”

Bölüm sonu…

Nasıldı?

Yazım dili?

Gidişat?

Karakterler?

Aslan’ın tavırları?

Bu kadar şimdilik.

Bölüm istediğimden kısa oldu açıkçası. Pekte içime sinmedi.

YKS ve LGS sınavından çıkan arkadaşlarımızın biraz olsun kafasını dağıtması açısından bölümü paylaşmak istedim. Perşembe bölüm gelmeyecek gibi bu yüzden. Belki daha uzun daha detaylı yazabilirdim lakin ancak bu kadar oldu. Umarım YKS ve LGS sınavınız istediğinizden de iyi geçmiştir.

Güneşli günler dilerim…

 

Bölüm : 22.06.2025 19:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...