11. Bölüm

Kayıplar

Nazlıdemir
demirhanife

 

Soğuk zemin içini titretirken yanındaki sıcaklığa biraz daha sokuldu. Gözlerini aralamak istiyor ancak o enerjiyi kendinde bulamıyordu. Sanki bütün dünyanın yükünü göz kapaklarına bırakmışlardı. Bu yüzden sıkıca tutunduğu sıcaklığa soğuktan kızarıp nemlenmiş burnunu yaslayıp derin bir nefes aldı. Huzura çeken o tanıdık koku ciğerlerine bir daha doldu. Bacaklarında hissettiği ağrı bir yana, başındaki zonklama dayanılmazdı ama ah edip acı içinde kivranmaya bile gücü yoktu. Kulağına kesik kesik gelen konuşma seslerini duyuyordu fakat kelimeleri seçmek mümkün değildi. Çünkü başındaki ağrı buna da izin vermiyordu. Ne kadar süre geçti bilinmez uykunun kollarına yeniden daldığını uyandığında fark etti. Gözlerini bu defa zorlukla da olsa aralayıp kayalıktan oluşan tavanla göz göze geldi. Çatılan kaşlarıyla bakışlarını çevrede gezdirdi. Boş bir mağarada olduğunu böylelikle anlamış oldu. Askerlerin sırt çantaları ve eşyaları mağaranın köşelerinde duruyordu. Burada ne işi olduğunu anlayamadan bilincini kaybetmeden önceki yaşananları anıların süzgecinden geçirdi. Dakikalar sonra gözleri büyürken yerinden hızla doğruldu.

 

Yüreğindeki endişeyi ve korkuyu tekrar hissetmeye başlarken kalabalık içinde onun yüzünü gördüğünde ki rahatlama hissi de peşinden geldi. Üzerindeki monta bakışları değince tereddütle burnuna yaklaştırdı. Burnuna gelen kokuyla kalbinin hızı artarken gözlerini yumdu. Anılar bir filmin fragmanı gibi düşüncelerinde yer ederken son hatırladığı şeyle montu burnundan çekip gözlerini yeniden büyüttü. Bu defa kalbinin hızı utançtan atıyor, yüzünün yandığını hissediyordu.

 

"Allah'ım ne yaptım ben?" Diye mırıldandı. Komutanın kucağına atlayıp kendinden geçmenin açıklamasını nasıl yapacaktı bilmiyordu. Sahi, açıklaması neydi ki? Neden böyle bir tepki vermişti hiçbir fikri yoktu. Durmadan atan kalbinin ya da yüreğini dolduran endişenin de bir açıklamasını bulamıyordu. Sanki bu cevap onda yoktu. Ya da vardı ama henüz ona ulaşmamıştı.

 

Oturduğu yerden kalkıp volta atmaya başladı ama bu bile yardimci olmuyordu. Endişeden tırnak etlerine işkence etmeye başlamıştı bile. Genç kız zamanı geri alabilme gücünü hayal ettiği sırada içeriye giren bir gölgeyle irkilerek arkasını dönüp içeriye girene baktı. Rahatlama ve hayal kırıklığı arasında gidip gelen düşünceler ile ona yürüyen asker ile duraksadı. Bu askeri hatırlıyordu.

 

" Sadece ölmemizi istemiyor" diyerek ona askerlik dersi veren askerdi. Çok fazla konuşmaz, konuşunca da karşısındakini etkilemesini iyi bilirdi. Komutanına çok düşkün olduğundan gerek onu eleştirdiğim için bana cephe almış gibiydi. Ne zaman arkadaşlarıyla bir ortamda otursam yönünü değiştirir, elimdeki kamerayi görür görmez ortalıktan kaybolurdu. Adeta Ömer komutanın ruh ikiziydi. Acaba ikisi de bunun farkında mıydı? Yüzümde bir tebessüm oluşurken soğuk bakışlarını elindeki poşete çevirip bana uzattı.

 

"Gitmeden önce uyanınca bunları yemenizi tembihledi komutanım" dedi yine aynı soğuklukla. Karşımda komutanı görüyordum sanki. Saniyeler sonra farkındalık ile kaşlarımı çattım.

 

"Gitti derken?" Diye sorduğumda sıkıntılı bir nefes verip soğuk maskesinin altındaki kızgın yüzünü ortaya çıkardı.

 

"Eğer sözünü dinleyip karakolda kalsaydınız beni ve birkaç askerini geride bırakmak zorunda kalmazdı. O yüzden size olan kızgınlığımı anlatacak kelime bulamıyorum. Ben kalbinizi kırmadan bunları yeyin, bizi almaya gelen araç birazdan burada olur. Karakola bırakacağız sizi"

 

"Bu konuda tekrar ısrar etmek zorundayım ama ben bir yere gitmem!"

Dediğimde yumruklarını sıkıp alev dolu bakışlarını bana çevirdi. Biraz korktuğumu itiraf etmeliyim. Zira bakışlarımı kaçırıp yutkundum.

 

"Komutanım haklı şımarık bir çocuktan farkınız yok!" Dediğinde kaşlarımı çattım. Komutanın bana böyle bir şey söylediğini nereden biliyordu? Bilmiyorum ama ikinci defa duymak yeniden kalbimi kırmıştı.

 

"Ayrıca bu bir emir! Sizin şımarıklığınız babanızın evinde geçerli ama burada değil" diyerek elindekini yere atıp arkasını döndüğünde, "şımariklık yapmıyorum! Dediğim titreyen sesimle bağırarak. Basım yerde ellerim yumruk olmuştu. Bana döndüğünü gölgesinden anlarken konuşmaya devam ettim.

 

"Şımarık değil, insanım. Bazen insan olduğumu unutuyorsunuz. Hayallerim ve hedeflerim var diye benim de sizin gibi hissedebileceğimi unuttunuz. Her insan gibi, her gün zaman geçirdiği insanlara alışabileceğimi, sevebileceğimi, endişelebileceğimi unuttunuz. Beraber ayni sofrada yemek yediğiniz insanların akıbetini merak edip eliniz göğsünüzde endişeyle beklerken benim de aynı sofrada yemek yediğimi unuttunuz. Saçma sapan şakalara bile kahkaha atıp eğlenirken benim de bir köşede tebessümle bu anlara şahit olduğumu unuttunuz. Ne olmuş yani aynı koğuşta uyuyup aynı eğitimi almıyorsak... Ama aynı kâbusları görüp aynı korkuları besliyoruz yüreğimizde. Kariyer..." Deyip acı dolu bir tebessümle bakıp bıkkınlık dolu bir bakış alıp yan tarafta duran sırt cantama uzandım. İçinden kameramı bir hışımla çıkardım.

 

"Ne yapıyorsun?" Diye soran adamı görmezden gelerek kameranın arka kapağını açtım. İçindeki filmi çıkardığımda büyük bir adım attı ama yetişene kadar yere atıp ayağımın altında çiğnedim hırsla.

 

"Ne yaptın sen?" Dedi eğilip parçalanmış filmlere avuçlarına alırken.

 

Ben ise çenem dik yanağımdan aşağıya süzülen yaşlarımla yerdeki parçalanmış hayallerime bakıyordum.

 

Doğrulup elinde evirip çevirdi. Ne kadar hasar aldığını inceliyordu. Bıkkın bir nefes verip hüzünle yüzüme bakıyordu.

 

"Buna gerek yoktu" dedi anlayışlı bir ses tonuyla.

 

"Vardı... Buna ihtiyacım vardı. "

Kaşları merakla çatılırken devam ettim.

 

"Şımariklık... Bunu bu aralar sürekli duyuyorum. "

 

"Ben..."

 

Dediğinde elimle susmasını işaret ettim.

 

"Bir an ben de böyle olduğuma inandım. Kendime o kadar kızdım ki... Onlar canıyla savaşıyor ben ise bencilce onları kullanıyorum. Ama bir an sadece bir an böyle hissettim. Daha sonra böyle olmadığına emin oldum. Şehit düşen arkadaşlarınız beni o kadar çok etkiledi ki... TV izlemek gibi değildi. Babamdan sonra ilk defa birileri için endiselendim. Ben asker çocuğuyum. Yıllarca bu korkuyla yaşadım bilirim. Bu korkuya hiç yabancı olmadım. O yüzden "bir an" diyorum ya. Ben bir asker çocuğuyum ölüm yıllarca bizim ensemizden hiç ayrılmadı. Ama o gün ilk defa babam dışında birileri için korkuyla kasildim. İlk defa kâbuslarımda şehit düştüğü haberini babam dışında birileri aldı. TV artık başka isimleri sayıyordu babamı değil. Ama ben yine çığlık çığlığa uyandım. Siz giderken tek düşündüğüm ya geri dönemezseniz? Ya bu sizi son görüşüm ise? Hüseyin saçma sapan soğuk şakaları artık olmayacaktı, Selim'in çok bilmiş havasıyla eğlenen arkadaşları bahçeyi kahkahalar ile doldurmayacakti. Bitlisli, Urfalı, Hacı hiçbiri olmayacaktı. Senin o kendini beğenmiş tavrın ... " Diyerek karşımdaki adama döndüm. Buğulu gözleriyle beni dinliyordu. İ

 

"En sevilmeyen özellikler bile asker ocağında sevgildiğini fark ettim. Ağzında küfür eksik olmayan Nuri abi'nin kültürlerini özlemek gibi mesela...

Sonra komutan... Onun o soğuk ama hüzünlü yüzü... " Diyerek elimi yuzume getirip ağlamaya başladığımda sıcak bir göğüs başımda yerini aldı. Kollarıyla beni sararken sanki o da ağlıyordu.

 

Saniyeler sonra dışarıdan gelen bağırtı ve gürültüyle ayrıldık. Bir asker içeriye telaşla girerken yüzünde korku vardı.

Yanımdaki bedenin yüzünde de aynı korku oluşurken sertçe yutkundum.

 

"Yolda baskın yemişler." Sonrasını duymadım. Kalbim ağzımda atarken tek büyük korkum komutandı. Adını sonradan öğrendiğim Mehmet'e söylemedim ama bu saydığım insanlardan başına bir şey gelmesinden en çok korktuğum adam Ömer komutandı. Sanki ona bir şey olsa her seyimi kaybederdim. Bakışlarım yerdeki enkaza geri dönerken fark ettim. Bunu yaparken bir seçim uğruna yapmıştım. Kariyerim mi? Ömer komutan mi? Yeni farkına variyordum. Ben çoktan girmemem gereken bir yola girmiştim. Düşman elinde silah ilk kurşunu atmayı beklerken

ben can yeleğim olmadan karanlıkta ona yürüyordum.

 

Bölüm : 30.09.2025 21:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...